KIYAMET SÛRESİ
34 -36. ÂYET
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ بسم الله الرحمن الرحيم الحمد لله رب العالمين وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلىَ رَسُولِنا مُحَمَّد وَ عَلَي آلِهِ وَصَحْبِهِ أَجْمَعِينَ رَبِّ اشْرَحْلِى صَدْرِى وَيَسِّرْلِى اَمْرِى وَاحْلُلْ العُقْدَةً مِنْ لِسَانِى يَفْقَهُوا قَوْلِى رَبِّ قَدْ آتَيْتَنِي مِنَ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَنِي مِنْ تَأْوِيلِ الأحَادِيثِ فَاطِرَ السَّمَاوَاتِ وَالأرْضِ أَنْتَ وَلِيِّي فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ تَوَفَّنِي مُسْلِمًا وَأَلْحِقْنِي بِالصَّالِحِين توفنا مسلمين وألحقنا بِالصَّالِحِين واحشرنا في زمرةالصَّالِحِينَ وأدخلنا الجنة مَعَ الأبْرَارِ يا عزيز يا غفار
KUR’ÂN’DAN OKUNAN BÖLÜM:
أَوْلَى لَكَ فَأَوْلَى (34) ثُمَّ أَوْلَى لَكَ فَأَوْلَى (35) أَيَحْسَبُ الْإِنْسَانُ أَنْ يُتْرَكَ سُدًى (36)
TEFSİRDEN OKUNAN BÖLÜM:
{أولى لَكَ} بمعنى ويل لك وهو دعاء عليه بأن يليه ما يكره {فأولى}{ثُمَّ أولى لَكَ فأولى} كرر للتأكيد كأنه قال ويل لك فويل لك ثم ويل لك فويل لك وقيل ويل لك يوم الموت وويل لك في القبر وويل لك حين البعث وويل لك في النار {أيحسب الإنسان أن يترك سدى} أيحسب الكافران يترك مهملاً لا يؤمر ولا ينهى ولا يبعث ولا يجازى
SÜDA DEĞİLİZ
İÇİNDEKİLER
1.Kur’an’dan Okunan Bölüm
2.Tefsirden Okunan Bölüm
3.Öğüt Veren Kitap
4.Gözdenin İmtihanı
5.Vahiy Kesin Bilgidir
6.Doğru Yol, Eğri Yollar Vardır
7.Tebyin Peygamber’in Görevidir
8.Sevgi Ehl-i Beytedir
9.Mübadelenin Böylesi
10.Âlemin Dönüşümü
11.Adalet Her Şeyi Yerine Koymaktır
12.İman Yükseliş Küfür Düşüştür
13.Kabrin Keyfini Çıkaranlar
14.Okkalı Gâvur
15.Hilafet Makamına Oturuş
16.Teveccüh ve Tevelli
17.Şüphenin En Tehlikelisi
18.Ailen Kim?
19.Çok Ölüme Bağır
20.İne Kadar Ağ, O Kadar Ağu
21.Cebrail’in Baştı
22.Allah Mümine Dua, Kâfire Beddua Eder
23.Dört Aşamalı Geçit
24.Kur’an’ın İnsanı İletken Yapışı
25.Süda Değiliz
Değerli Müminler, Kıymetli Kardeşlerim;
Allah lütfu ve keremi ile neari olan günlerin neari olan kısmından bir anı, bir saati bizlere Aziz Kitabını okumak, anlatmak, içeriğini kavramak ve kendisine yol bulmak için bir fırsat olarak, bu anı bu zaman dilimini bizlere ihsan ve ikram eyledi. Bu nedenle biz Yüce Rabbimize bu nimetine karşılık hamd ü senalar ediyoruz. Nimetlerini tamam etmesini, ziyade etmesini, hakkını eda etme yönünde bizlere muvafakat, muvaffakiyet ihsan etmesini diliyorum, kabul buyursun. Evet, kardeşlerim, Kıyamet Sure-i Celile’si içerisinde büyük kıyameti ve küçük kıyameti bir nebze olsun gördük.
ÖĞÜT VEREN KİTAP
Yüce Allah özetler halinde kısacık ayetleri ile vurgulamaları, işaretleri ile bizlere sürekli nasihat etmektedir, öğüt vermektedir. Zaten ayetlerine de ayetlerinin mecmuası olan, camii olan bu Hz. Kur’an ’a da öğüt tabirini kullanmaktadır.
إِنَّ هذِهِ تَذْكِرَةٌ
-
“Şüphesiz bunlar bir öğüttür.”1
Ayeti Celilesi ile kadrini kıymetini bilenlere, layık-ı veçhile kendine yönelenler için bu Aziz Kitab’ın bir öğüt olduğunu kendisi beyan etmektedir. Allah Teâlâ yine layık-ı veçhile öğüt alanlardan eylesin.
Evet, büyük kıyamet ifadesini arşın altında yer alan âlemlerin değişime uğramasına, neşve-i ula dediğimiz, ilk oluşumun sona erdirilme hadisesine diyoruz. Arşı Azam’ın altında yer alan avalim ki genel adı dünyadır. Bu dünya denilen âlemlerin kompleksidir, başlığıdır. Dünya demek ki bu kadar geniştir. Bizim yaşadığımız bölge ise dünyanın bir parçası olan arzdır. Biz dünyanın arz denilen bir arazisinde yaşıyoruz. Ve burası kayda değer bir yer değildir. Aslında cirim, cisim yönü ile büyüklük, zahiri yönü ile kale alınacak, önemsenecek bir yer değildir. Ama içerik yönüyle çok zengindir. Çünkü âlemlere sultan olan insanı Yüce Allah bu arz denilen yerde iskân etmiştir. ikâmetini böyle sağlamış, böyle murat etmiştir. Bu nedenle arzın suri yönüne değil mana yönüne bakmak lazım.
GÖZDENİN İMTİHANI
Manevi yönüyle çok değerli ve şu ana kadar da beşerin gördüğü kadar, izlediği kadar, elde ettiği bilgiler, teknik verilerinin neticesine bakarak arzdan daha güzel bir iskân yeri kendisine bulmuş değildir. Yoksa çoktan tüyecek ama böyle bir yer henüz keşfedilmedi. Demek ki burası bu kadar gözde bir yerdir. Burası, gözde yaratılan insana gözde olarak sunulmuş bir evdir, insanlığın evidir. İmtihan yeridir. Evet, Kıyamet dediğimiz oluşumla, bu arzın dilimleri, birimleri, arşın altında kalan tüm avalim ne yapacaktır?
يَوْمَ تُبَدَّلُ الْأَرْضُ غَيْرَ الْأَرْضِ
-
“O gün yer başka bir yere dönüştürülür.”2
sırrıyla arzın; bugün yaşadığımız bu bölgenin başka bir şekle dönüşeceği anlatılmaktadır. Kıyamet bu şekilde anlatılmaktadır. O halde işte bu neşvey-i ûla dediğimiz ilk inşa faaliyetine, ilk oluşuma bir son verilerek neşve-i uhra dediğimiz, ikinci bir yaratma, ikinci bir yaşam boyutu kapısı açılacaktır, ikinci bir oluşum sağlanacaktır. Bu tekevvüne de kıyamet sonrası diyoruz. Kıyamet ve sonrası diyoruz. Kıyamet demek ki bir âlemin bir yaşam sisteminin sona erdirilip, başka bir sistemin başlamasıdır. Bu iki deryanın buluşması gibi bir hadisedir. İki yaşam boyutunun, büyük bir sistemin bir biriyle, bir anlamda toslamasıdır, vuruşmasıdır. Bundan ayette bacak bacağa dolaştığı zaman diyerek, iki farklı boyutun bir biriyle karşılaşması anından, insanda meydana gelen bir panikten, bir sarsıntıdan söz etmektedir. Yani bir yaşamın sistem olarak sona erişi ve ikinci bir başka sistemin başlaması işte bu geçit anına biz ölüm diyoruz. Ve geçmektedir. Bir boyuttan bir başka boyuta tamamen farklı bir sistem ile başka bir sisteme geçiş anında insanda müthiş bir inkılâp meydana gelmektedir. Bu inkılâbın adına biz ölüm diyoruz. İşte ölüm budur. Ölüm yeni yaşama geçiş anında insanda meydana gelen hal ve keyfiyetin adıdır. Bir takım sistematik olan kaideler, kanunlar geriye atılmakta, geride bırakılmakta, yeni sisteme adapte olmak yönünde, yeni bir karşılama ile, yeni bir girişim, yeni bir baş sokuş, yeni bir dalış, yeni bir iskan söz konusudur. Yeni yaşama adapte olma. İşte bunun için bir geçit dönemi var. Bunun adı işte ölüm hali, sekerat-ı mevt diyoruz, mevt diyoruz ve ba'del mevt diyoruz. Ölüm sonrası ile ölüme hazırlık, ölüm anı ve ölüm sonrası olmak üzere ölümün sonrasında da bir süreç vardır. Bu süreç gerçek ahiret âlemine hazırlık sürecidir. Hazırlanan sürecidir, geçiş sürecidir. Bu geçiş süreci olduğu için dünya ile ahiret arasında kaldığından dolayı oraya da berzah denilmiştir. Ara, ara boyut, ara yaşam. İşte Kıyamet Suresi içinde bunları görmekteyiz. İnsanın bu ölüm ile yüz yüze gelme anı dile getirilmiş ve insanda ki panikleme, insandaki değişim anlatılmaktadır ve o andaki görüntüler, konuşmalar kaydedilmektedir. Sanki kaydedilmiş de Yüce Allah bizlere görüntülemektedir ve dinletmektedir. O anda geçe konuşmaları bize Kıyamet adlı surede bunları bize verdi. Ona hamdolsun. Biz o varacağımız yer hakkında kesin bir bilgiye sahibiz. Bilgiye değil, kesin bir bilgiye sahibiz. Neden?
VAHİY KESİN BİLGİDİR
Çünkü vahiy bilgisi hakke'l yakin olan bir bilgidir. Tam tamına bir bilgidir. Eksiği yoktur. Geriye kalan kulun anlayışıdır. Allah hakke'l-yakin suresinde ilme'l- yakini3 bize vermiştir.
إِنَّ هَذَا لَهُوَ حَقُّ الْيَقِينِ
-
"Şüphesiz bu kesin bir gerçektir."4
Diyerek bu gerçekten yakinin ta kendisidir. Bu, Hakka yakındır. Yakinin ta kendisidir. Ama tabi ki bizim yönelişimiz yani kulun yönelişi farklıdır, adapte oluşu farklıdır. Bütünleşme olayı, içtima olayı, özümseme olayı, kanıksama olayı farklıdır. Kullara göre farklılık arz eder. Bu nedenle de kulların derecatı ön plana çıkmıştır. Kulun derecesine göre algısı vardır. Yani cihaz kalitesine göre ses kaydediyor ya, bu beş paralık olan, bu yüz paralık olan; tabi ki yüz paralık olan yüz paralık kayıt yapıyor. Beş paralık olan da beş paralık kayıt yapıyor. Bazısı da beş para etmez diyoruz. Beş para etmez, on para etmez. Öylesi de var.
İşte biz bu tablolara rastladık ve şunu da anlıyoruz bu adaptasyon dediğimiz dünya yaşamının, ukba yaşamına, uhrevi yaşama, sonsuz yaşama geçişinde, tekrar içerde aşamalar var. Aşama içinde aşama var. Derece içinde derece var. Geçit içinde geçit var. İnsan içinde insan vardır. İlim içinde ilim var. Yumurta içinde yumurta var. Vitamin içinde vitamin var. Zerre içinde başka zerreler var. Bu sonsuz bir gidiştir. Atom bulduk. Cismi meydana getiren en küçük dilim, parçadır. İlerde bakacaksınız bir başka isimde, ha bunun içinde de bir şeyler varmış, bu değilmiş. Daha başka küçük bir şey çıktı. Bu normaldir. İlim ilerlemektedir. Hâlâ derinliğe doğru dalış kaydetmektedir. Kürekleri daldırmaktadır içerde bir şeyler aramaktadır. Ne çıkacağı belli değildir. Ne çıkarsa bahtına cinsinden, bahtımız ne ise o çıkacak tabi ki. Yazımız ne ise o çıkacak. Onun için Allah’ın kulları iç daima içe sahiptir. Derinliğin içinde derinlik vardır. Bu bir yerde durur biter diye bir şey yoktur. Çünkü varlığın derinliğine olan gidişi, içerik yönüyledir, batın yönüyledir. Gerçek ise yüzeyde değil, içeride saklıdır. Hakke'l-yakin olan kısım içerdedir.
DOĞRU YOL, EĞRİ YOLLAR VARDIR
Suret, yüzey daima insanı saptırıcıdır, aldatıcıdır. Yüzeyde yollar vardır. Şeytan’a açılan yollar vardır.
وَعَلَى اللَّهِ قَصْدُ السَّبِيلِ وَمِنْهَا جَائِرٌ وَلَوْ شَاءَ لَهَدَاكُمْ أَجْمَعِينَ
-
“Allah'a giden dosdoğru yol vardır. O yolların bir kısmı da eğridir.”5
Allah'a giden dosdoğru yol vardır. O yolların bir kısmı da eğridir. Yani doğrudan Allah’a gitmez. Şeytan karakoluna uğrar. Ona uğramadan gitmez, oraya bağlanmıştır. İşte İblis’e bağlı olan yollar eğri yollardır. Allah’a giden yol ise dosdoğru bir yoldur. Gördünüz mü Allah’ın kulları, o dosdoğru yol Peygamberinin öğrettiği yoldur. Yüce Allah peygamberine bildirmiştir, o bildiriye vahiy diyoruz. O onu özümsemiştir, kanıksamıştır ve O sindirmiştir, O en doğruyu anlamış, yaşamış ve yaşatmaktadır, öğretmektedir. Onun adına da sünnet diyoruz. Sünnet bir öğretidir, sünnet bir gösteridir. Sünnet vahyin yaşanması hadisesidir. Kur’an’ın izahıdır, açılımıdır. Sünnet Kur’an’ın dışında bir şey değildir. O ondandır. O da vahiydir. Şu halde esas itibariyle vahyin ana unsuru Kur’an vahiydir. Bunun yanında "bana bir misli daha verildi" diyor. Bu misli, bu fazlalık, bu ziyade Sünnet-i Nebeviyyedir. Demek ki bana bir misli daha verildi derken Kur’an’ı anlayış anlamına gelen, yorumlama ve tebyin anlamına gelen Sünnet'i kastetmektedir. Tebyin ki bu Peygamberin görevleri arasındadır. Onların "Tebyin" görevi de vardır.
لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
-
“İnsanlara kendilerine indirileni açıklaman ve onların da üzerinde düünmeleri için sana bu Kur'an'ı indirdik.”6
Kendilerine indirileni izah edesin diye sana bu vahyi yaptık.
TEBYİN PEYGAMBERİN GÖREVİDİR
Şu halde peygamberin görevlerinden birisi de tebyin görevidir. Sadece tebliğ değildir. Tebliğ aldığını ilave yapmaksınız vermektir. Eksiltmeden, artırmadan vermektir. Tebyin ise bu tebliğ edilenin kulun anlayışına indirgenme hadisesidir. Tenzil olayıdır, tefhim olayıdır, kavratma olayıdır. Bunu da yapan yine peygamberdir.
أَلاَ هَلْ بَلَّغْتُ ، قَالُوا: نَعَمْ، قَالَ: «اللَّهُمَّ اشْهَدْ،
-
"Dikkat edin! Tebliğ ettim mi? Dediler ki: Ey Allah’ımız! Şahit ol! Evet."7
Veda hutbesinde soruyor. Dikkat edin, tebliğatta bulundum mu, görevimi yaptım mı? Evet, قَالُوا: نَعَمْ، dediler. Tabi ki bunun zımnında da Kur’an’ın beyanı gelmiştir. Tefsiri gelmiştir, sünnet ile de bunu yapmıştır ve Peygamber size iki emanet bırakıyorum derken Allah’ın Aziz Kitabını zikretmiş ve sünnetini de buna ilave etmiştir. Bazen بِسُنَّتِي yerine الْخُلَفَاءِ الْمَهْدِيِّينَ الرَّاشِدِينَ da zikretmiştir.
فَعَلَيْكُمْ بِسُنَّتِي وَسُنَّةِ الْخُلَفَاءِ الْمَهْدِيِّينَ الرَّاشِدِينَ
-
"Size benim ve benden sonra gelecek raşit halifelerimin sünnetine uymanız gerekir."8
Bakın kendi sünnetinin yanında benden sonra raşit halifelerimin sünnetini de onların yolunu da izleyin diye buyurmuştur. Dört imam da böyle yapmıştır. Meşhur mezhep imamlarının dördü de bu dört halifenin mutlaka birisine tutunmuştur. İçtihatları mutlaka bunlardan birisine tutunmaktadır. Bunlara muhalif içtihatları yoktur. Bazı rivayetlerde de kitabın yanında
عِتْرَتِي: أَهْلُ بَيْتِي 9 diyerek sülalesini zikretmiştir. Bu da gönüllerin muhabbet yönüyle bağlı beslenmesi gereken bir kanaldır. Ehli Beyt muhabbet madenidir. Allah ve Resul sevgisinin pınarıdır. Ehli beyte bu yönüyle bağlanmayan bir kalbin sulhünden, sukûnundan söz edemezsiniz ve onun istikameti söz konusu değildir. Ehli beyt Kur’an’ın emrincedir.
قُلْ لَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْرًا إِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبَى
-
“Ben buna (yaptığım tebliğ görevine) karşılık sizden yakınlık ve dostluk bağları içinde doğan sevgiden başka bir ücret istemiyorum.”10
De ki Ey Muhammet! Bu tebliğatım, tebyinatım karşılığında sizden bir ücret talep etmiyorum. Ancak bir talebim var. O da Ehli Beyt'ime meveddet istiyorum. الْمَوَدَّة Meveddet, الود vud den gelir.
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَيَجْعَلُ لَهُمُ الرَّحْمَنُ وُدًّا
-
“İnanıp Salih ameller işleyenler için Rahman (gönüllere) bir sevgi koyacaktır.”11
SEVGİ EHL-İ BEYTEDİR
Allah kendi yönünde yolunda dosdoğru istikamet tutarak kendine yol alanların kalbinde bir vud oluşturacaktır. Yüce Allah vaad ediyor. Vud aşktır, sevgidir, muhabbettir. O halde işte bu muhabbetin ehli beyte bağlanmasını istiyorum. Bu şebekeyi, kalbinizdeki bu الود (elvudduyu) ehli beytime bağlayınız. O şebekeden besleniniz.
إِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبَى
Yakınlarım hakkında sadece muhabbet duygusu taşıyacaksınız. Sadece sevgi bağlılık taşıyacaksınız. Asla şek şüphe, Allah korusun buğzu şurada bırak, azıcık bir şüphe, kalbinizde onlara bir kırgınlık dahi taşımayacaksınız. Onlar bir yana insanlar bir yana. Eğer tercih konusu ise ehli beyt bir yana, sair insanlar bir yanadır. Evet, bu şekilde bu duyguyu, bu sevgiyi taşıyacağız. Bu ölüm anı ile küffar cinsinden yani iman kalitesi düşük olanların imanındaki derece ile orantılı bir geçiş kaydedeceğini öğrendik. Ameline orantılı bir ölüm ile ölürler. Ölümlerindeki tatma olayı, acı, buruk veya son derece sıfır. Tatların sıfır, sıfır altı ya da sıfır üstü olmak üzere iki yönü vardır. Sıfır altı tatmalar cehennemiyyun için geçerlidir, ehli nar için geçerlidir. Bu imanın başlangıç noktası vardır, iman artıdır, zaiddir, ziyadedir. Bir de negatif olan bir yön vardır. O da küfürdür. Şu halde sıfırın altı küfrü ifade eder. Soğuğu ifade eder. Sıfırın altı dedi mi orada bürudet vardır, soğuk vardır, donma hadisesi vardır, gerginlik vardır ve yanma hadisesi vardır. Soğuğun yakmasını biliyorsunuz Allah korusun. Değil mi? Çatır çatır mahveder. Sıfırın üstü dediğimiz bu artıdır. Bu da iman derecatıdır. İman artıdır, küfür eksidir. İşte bu derecata göre eksi yönünde olsun artı yönünde olsun tatma hadisesi vardır. Sıfırın altında da tatma vardır. Yüce Allah ona ذُقْ12 der, "tat" der. Bu, ehli nar için bir ifadedir. Çünkü sen dünyada kendini çok beğenmiş, arsız ve namussuz birisiydin. Ona, tat bakalım ateş nasılmış denecek. Müminler de tadar ama o şerbet gibi tadar. O helva gibi tadar, o şid gibi tadar. Hani cennet şaraplarından bahsetti ya dört türlüdür. İşte kişinin ölümü anındaki tatma olayları bu dörtten birisi iledir. Ehli ilim ise süt, ehli marifet ise bal. Bu şekilde gider. Onların ayrıntıları o dört türlü tatma olayını Feyizler adlı kitabımızda anlattık. Demek ki o cennet nehirlerinden dört tanesinden birisinin tadıyla ölümü tadar. Öteki ise işte irinlerdir, kandır, Allah korusun. O cehennemdeki nehirler var. Mukabil nehirler var. O nehirlerden, o akıntılardan, o mayilerden tadar. Ama mutlaka tat vardır.
كُلُّ نَفْسٍ ذائِقَةُ الْمَوْتِ
-
“Her canlı ölümü tadacaktır.”13
Mutlaka ölüm ile bir tatma olayı vardır, gerçekleşir. Bunları anlattı ve ölüm anında en acılı tatma olayı, ölümü en acılı şekliyle tatma olayında yer alan bir unsura yer verildi. Birisine dikkat çekildi. Bizim okuduğumuz bölüm de burası idi. 34. Ayetin hemen önünde bu bacak bacağa dolaşıp, birbirine, iki dünya arasında kalan, iki âlem arasında sıkışıp kalan, sanki iki mengene gibi arada sıkışıp kalan biri anlatıldı. Dünya vermem diyor. Çünkü o dünya çocuğu idi. Dünyaya peşkeş çekmişti. Dinini, imanını, ırzını, namusunu dünyaya peşkeş çekti. Bana dünyalık ver bunların hepsi senin olsun dedi. Ben ukba mukba tanımam dedi. Ben din ü iman tanımam dedi. Irzı namus tanımam. İşte bu ateistlerdir, dinsizlerdir, imansızlardır. Bunlar bir takasta bulundular. Bir değiştirme işinde bulundular. Bir tebdil işinde bulundular, mübadele işinde bulundular.
بِئْسَ لِلظَّالِمِينَ بَدَلاً
-
“Bu, zalimler için ne kötü bir bedeldir.”14
Zalimler için ne kötü bedeldir bu. Yani küfrü alıp imanı vermek; bu ne kötü bir bedel, bir alıştır.
MÜBADELENİN BÖYLESİ!
Mutlaka bir mübadele söz konusudur. Müminler kâfirlerle bir alışverişte bulundular. Kâfirlerde iman mekanizmaları vardı. Asar-ı imaniyye vardı. Sermayey-i imaniyye vardı. Müminlerde de sermayey-i küfriyye vardı. Küfür kabiliyeti vardı. Çünkü anasından her doğan iman etmeye de müsait, küfretmeye de müsait bir halde doğar. Tek taraflı doğmaz. Allah her iki tarafa da diğer tarafın imkânlarını sunmuştur. Cennetlik de olsa cehennemlik de olsa cehennemlik olana cennetlik malzemeleri sunmuştur. Cennetlik olana da cehennemlik malzemesi sunmuştur. Hadi al vermedi demeyesin. Ama tercih zamanı gelir, tercih etme durumunda kalır ve daima adımları küfür tarafına doğrudur. Gönlü o tarafa temayül eder. Meyil o tarafadır.
وَلا تَرْكَنُوا إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ
-
“Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur .”15
Rükun o tarafadır. Onun erkânı o taraftadır. Erkânı ne tarafta ise insanın rüknü o tarafadır. Rükun, meyil demektir. وَلا تَرْكَنُوا demek لا تميلوا demektir. Meyletmeyin, yönelmeyin, teveccüh etmeyin, zalimlere bakmayın. Çünkü onun dış görüntüsü müzeyyendir.
فَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطانُ أَعْمالَهُمْ
-
“Fakat şeytan onlara işlerini güzel gösterdi.”16
Çok süslüdür, göz alıcıdır, gönül alıcıdır. Sizi kendine kaptırır. Sizi kapar, sizin gözünüzü boyar. Sizin özünüzü oyar. Sakın ha kulak asmayın. Sakın göz dikmeyin. Sakın teveccüh etmeyin der ve Kur’an uyarır. Ama o bunu yapmaz. O kandır çeker. Ezel bezmindeki küfür olgusu onun duygularına sereyan eder ve küfrü bir başka görür. O فَزَيَّنَ deki müzeyyenlik onun gözünü alır. İşte benim aradığım der. İşte benim istediğim der. İşte ben bunu istiyorum dediği anda kendini orada bulur. E iyi. Bunun iman etme mekanizmaları var.
ÂLEMİN DÖNÜŞÜMÜ
İşte bu sırada sanki şöyle bir oluşum vardır. Haberleri vardır veya yoktur ama Yüce Allah atıkları atmayı sevmez. Âlemi hurdaya çevirmez. O her şeyi yerli yerine yerleştirmiştir. Âlemde pislik, atık türünde bir pislik yoktur. Dönüşüm vardır. Mutlaka bir parça meydanda kalmaz. Onu bir yere monte eder ve yakıştırır. Bu nedenle onun mülkünde zaitlik yoktur, fazladan bir şey yoktur. Fazla mal göz çıkarmaz derler de fazla bir çivi veya bir raptiye bir dişlinin arasına girerse onun işini mahveder. Bir dişlinin arasına girerse, gözüne bir kıl kaçtı mı? Kirpiğinden zaid bir kıl kaçtı mı işini bitirir. Ağzına bir kıl girdi mi dilin ondan rahatsız olur. Bunu hisseder. Gördünüz mü fazlalık nasıl da zarar veriyormuş değil mi? İşte bu da mal. Bu da mal ama fazla demek normali rotasından çıkaran demektir. Ona ihtiyacı yok. İşte Allah’ın mülkü böyledir.
ADALET HER ŞEYİ YERİNE KOYMAKTIR
Hiç bir şey fazla değildir, yerli yerincedir. Mutlaka onun bir yeri vardır. Bu bazen şu ya da bu nedenle o şey yerinden alınır ve kaldırılır. Sana da bunu gösterirse o yerinden alınan şeyi yerine sen koyacaksın. Bunu gördüğün halde koymazsan üzerine düşen görevi yapmamış olursun. Söylemen gereken bir sözse yerinde söyleyeceksin. İşte şimdi şu sözü söylemek lazım diyeceksin. Söyle. Söylemezsen görevini yapmamış olursun. Yerli yerince hareket etmedin. Bir yerden bir taş düştü. Alacaksın o taşı oraya koyacaksın. Gördüğün halde koymadın. Yanlış yaptın. Görevini yapmadın. Bunun sorgusu vardır. O halde aldığını aldığın yere koymak adalettir. Yerinde olması gereken şeyi yerine koymazsan bu da zulümdür. İman göğüslere konulması gereken bir cevherdir. Yeri kalptir. İman cevherinin yeri kalptir. Siz bunu oradan alır bir başka yere transfer ederseniz en büyük zulmü işlemiş olursunuz. Veya bu cevheri verip küfür cevheri satın alırsanız
بِئْسَ لِلظَّالِمِينَ بَدَلاً
Zalimler için bu aldıkları şey, bu transfer ettikleri şey ne kötü bedeldir. Ve bunun bedelini çok ağır ödeyecektir. İşte Allah’ın kulları bu yönde cehennem ehlindeki mekanizmalar cennet ehline tevdi edilir. Cennet ehlindeki cehennem mekanizmaları da küfür ehline teslim edilir. Alın burada hırsızlık malzemeleri var, eşkıyalık malzemeleri var. Bunlar size lazım. Siz de bize şu iman cevherini artıran, onu körükleyen yan ürünleri verin. Onlar da onu alırlar. Yani bu sanki böyle olur. Çoğu insanlar bunu bilmez. Ama mümin ben imanı bir şeye değişmem, kaptırmam. O küfür ile imanımı bir tutmam.
لا يَسْتَوُونَ عِنْدَ اللَّهِ
-
“Bunlar Allah katında eşit olmazlar.”17
Eşit değildir. Ben Allah’ın seçkin kuluyum. Ben müminim.
İMAN YÜKSELİŞ KÜFÜR DÜŞÜŞTÜR
İman şereftir. Bana bu şerefi Allah bahşetti. Bu şerefimi ayaklar altına almam, kimseye de çiğnetmem der. Çiğnemeye kalkanları da çiğner. İşte kâfirleri böylesine ayağının altına alır. Onların boynunu, Hakka eğilmeyen boynunu, taşa eğilen, taşlaşmış boyunlarını elindeki cennetin gölgesini ifade eden kılıcı ile onun zaid boynunu boynunu alır. O yerinde olmaması gereken bir baştır. O baş secde için verilmiştir. Allah’ın huzurunda eğilmek üzere verilmiştir. Mademki taşa eğilmektedir. Taşın önünde kendini ona bendetmektedir. Mümin o başı bedenden ayırır. Çünkü şerefsiz bir baş olmuştur. Şerefini kaybetmiştir. O halde Allah’ın kulları iman ve imana dair olan ki imanın yetmiş kusur dallı budaklı şubeleri vardır. O adamlarda bu şubelerden vardır. Bunlar, onların işine yaramayacaktır. Bunlar mümine transfer edilir. Bu, Yüce Allah’ın ilahi yasasıdır, senin görmen gerekmez. O kendi kendine işleyen bir sistemdir. Her şey yerini bulur. Küfür aşağı doğru bir gidiştir. İman ise yukarı doğru bir çıkıştır. Ters yönlüdür. Bu bir eğimdir.
Dostları ilə paylaş: |