2.7.9. Rasyonel (Akılcı) Seyirciler
Bu tip taraftarlar, sporun güzelliklerini sahada uygulayarak değil, seyrederek görmeye çalışırlar ve bundan zevk alırlar. Karşılaşmayı, bir takımın taraftarı gözüyle değil, objektif bir yaklaşımla seyrederler. Duygusal tepki göstermezler. Gerektiğinde her iki takımın da ortaya koyduğu güzellikleri ve hareketleri alkışlayarak sporcuları onurlandırabilecek yapıdadırlar. Genellikle, oyun kuralları hakkında bilgi sahibidirler. Sporun içindeki şiddete yönelik hiçbir hareketin içinde yer almazlar, olanları da hoş karşılamazlar. Sporun kişiyi her zaman fiziksel, sosyal ve ruhsal anlamda geliştirdiğine inanarak sportif ortamda bulunurlar. Bu tip taraftarlar, diğer taraftarlardan bağımsız hareket ederler. Kitle psikolojisi etkisi altında kalarak hareket etmezler. Bu taraftar tipi sporda olması beklenen ideal taraftar grubudur. Bu taraftarın artması, sporun gelişimine olumlu yönde katkı sağlayacaktır (Acet, 2006, s.50)
2.8. Saldırganlık Kavramı
Kişinin bilinçli ve kasıtlı bir şekilde sosyal çevresine, psikolojik veya fiziki olarak zarar vermeye yönelik bir davranışta bulunmasına “saldırı” denmektedir. “Saldırganlık” ise, kişide saldırı davranışı göstermeye yönelik olan nispeten süreklilik özelliği gösteren bir eğilimi anlatır (Topuz, 2008, s.8).
Davranışcı ya da öğrenmeci yaklaşımların da yeğlediği, en yalın tanım saldırganlık, başkalarını inciten ya da incitebilecek her türlü davranıştır. Bu tanımın iyi tarafı belirli bir eylemin saldırgan olup olmadığını davranışın kendisinin belirlemesidir (Doğan, 2007, s.73).
Günlük hayatımızın doğal unsurlarından biri haline gelen saldırganlık yaşamımızın tüm boyutlarında görüldüğü gibi sportif faaliyetlerde de görülmektedir. (Saldırganlık sözlü, fiziksel ya da dolaylı olarak bir başkasına zarar vermeyi amaçlayan herhangi bir harekettir.)Saldırganlık birilerini incitmek, kırmak, el kol ya da herhangi bir araç gereç kullanarak zarara uğratmaktır. Yasamayı baskı altına alan birey veya sosyal koşullar saldırganlığı yaratır. İngilizcede “ agression” seklinde ifade bulan bu sözcük ileriye doğru yapılan bir hareketi ifade etmektedir. Saldırganlığın nedenlerine inildiğinde saldırıda bulunan kişinin sosyal ya da psikolojik açıdan eksiklikleri bulunduğunu ve bu eksikliklerin gidermek ya da tamamlamak için kendisini bu şekilde ifade ettiğini görmekteyiz (Kabak, 2009, s.13).
Saldırganlık doğrudan ve dolaylı nedenlere bağlı olarak sosyal ve kültürel ortam tarafından saldırganca kabul edilen, kişisel acı veya maddi zarar doğuran davranışlardır (Şahin, 2003, s.54).
2.8.1. Saldırganlığı Tetikleyen Faktörler
Saldırganlığın ne olduğu ve nasıl ortaya çıktığı konusunda araştırmalar yapan bilim adamları en çok iki nokta üzerinde durmaktadır: ”Saldırganlık doğuştan mı gelmektedir yoksa sonradan mı edinilmektedir? Freud’a göre saldırganlık doğuştan gelirken bazı psikologlara göre de bir takım yaşantılardan sonra öğrendiği olumsuz bir edinimdir. Her iki teoride günümüzde tartışılmakta ve gelecekte de tartışılmaya devam edilecektir (Kabak, 2009, s.14).
Spora klasik yaklaşımda; saldırganlık kuramcıları hem aktif, hem de pasif sporu (spor taraftarı) saldırganlık dürtüsü ve etkinliklerini törpülemede ya da insanı dengelemede göz ardı edilmeyecek bir araç olarak tanımlamaktadırlar (Talimciler, 1998, s.21).
Saldırganlığı etkileyen faktörleri aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz:
1. Yüksek düzeyde zarar verme niyeti 2. Sık ve açık tehditlerde bulunma 3. Şiddet araçlarına kolaylıkla ulaşabilme 4. Kontrolü yitirmeye dair önceki yaşamından sağlanan bilgi 5. Kendisini kurban olarak görme 6. Otoriteye küsme 7. Çocuklukta kötü muamele görme ve yoksunluk 8. Evde sıcaklık, şefkat ve ilgi azlığı 9. Daha önceden şiddet eylemlerinde bulunmuş olma 10. Aşırı ve sürekli hastalık dönemleri 11. Beklentilerin gerçekleşmemesi 12. Eğitim düzeyinin düşüklüğü 13. Genetik yapı 14. Arkadaş grubu 15. Kitle iletişim araçları 16. Toplumsal sınıf ayrılıkları 17. Gelir düzeyindeki farklılıklar 18. Hedeflerin büyüklüğü 19. Ödüllerin büyüklüğü 20. Hayal kırıklığı 21. Aşırı yüklenme 22. Aşırı ilgisizlik 23. Hırs 24. İdeolojik ve siyasi görüş ayrılıkları 25. Erkeklerin ve bayanların yetişkinlik çağına girmeleri, fiziksel ve ruhsal birtakım değişikliklere uğrama süreçleri 26. Kültür düzeyi (Kabak, 2009, s.14-15)
2.9. Şiddet Kavramı
Yüz yıllardır insanın var olduğu her yerde şiddet şu ya da bu şekilde kendini göstermiştir. Walter Bennjamin’ in de belirttiği gibi, ‘Tek bir uygarlık belgeseli yoktur ki, aynı anda barbarlığında belgeseli olmasın’ (Çakmak, 2011, s.13).
Şiddet, saldırganlığın bir çeşididir ve saldırgan davranışın uç noktasıdır. Yani her saldırgan davranış, şiddet içermeyebilir. “Şiddet, karşı tutumda ve görüşte olanlara kaba kuvvet kullanma, sert davranma” , olarak tanımlanmaktadır (Bostan, Kılcıgil, 2008, s.133).
Şiddet yaşandığı toplumun kültürel öğelerine ve sosyolojik yapısına bağlı olarak değişebilen bir kavram olmakla birlikte istisnasız tüm toplumlarda görülmektedir. Psikolojik açıdan şiddet, psikiyatrik olan ve çoğunlukla öldürme tarzına yönelik güç patlaması; etik açıdan şiddet, komsusunun mülkiyet ve hürriyetine yönelik saldırı; politik açıdan şiddet, iktidarı el geçirmek ya da yasal olmayan amaçlar için iktidara ihanet etmek ve bu maksatla gücün kullanılması olarak tanımlanmaktadır (Durmuş, Gürgan, 2003,s.7).
Şiddet terimi, bir yanda olaylar ve eylemleri, diğer yanda da gücün, duygunun veya bir doğa unsurunun varoluş üslubunu kapsamaktadır. Şiddet ilk anlamıyla huzur karşıtıdır, onu bozar veya tartışmaya açar .İkinci anlamıyla ;ölçüleri aşan ve kuralları çiğneyen kaba ya da çılgın güçtür .
Şiddet teriminin kökenine baktığımızda ,Latince “Violenta’’ dan geldiğini görürüz. Violenta, şiddet, sert ya da acımasız kişilik, güç demektir. “Violare’’ fiili ise şiddet kullanarak davranmak, değer bilmemek ve kurallara karşı gelmek anlamını taşır. Bu sözcükler, güç, erk, yetke, şiddet yani etkinlik ve yaşam gücü anlamına da kapsayan ‘vis’ sözcüğü ile bağıntılıdır. Sözcüğün günlük kullanımı incelendiğinde, çekirdek kavramın ‘güç’ olduğu görülür (Yves, 1991, s.7-8). Günümüzde saldırganlık/şiddet olayları veya suçları; biyoloji, psikoloji, psikiyatri ve sosyoloji gibi farklı disiplinler tarafından analiz edilmektedir. Şiddet veya saldırganlığın bu disiplinlerin her biri tarafından ayrı ayrı çözümlenmesi, şiddet davranışının çok boyutlu ve kompleks bir karakteristiğe sahip olduğunu göstermektedir (Kızmaz, 2006, s.248).
Şiddet; bir bireyin başka bir kişi tarafından yaralanmasına, sindirilmesine, öfkelendirilmesine veya duygusal baskı altına alınmasına yol açan fiziki veya herhangi bir şekildeki davranış biçimidir. Şiddetin bireylerin sağlık ve gelişimlerini olumsuz etkilediği belirtilmektedir. Bu kavram; fiziksel, sözlü, toplumsal ilişkileri sınırlayıcı, ekonomik ve cinsel şiddet isimleri altında sınıflandırılabilir. Kişiyi şiddete iten nedenler; ailede sevgi ve ilgi eksikliği, aile içi şiddet, kalabalık sınıflar, arkadaşlıkla ilgili sorunlar, sosyal çevrenin kişiyi korumakta yetersiz kalması, gelecek kaygısı, medyada şiddet içeren dizi film ve programların gösterilmesi, şiddet içeren internet, atari vb. oyunları, alkollü içecekler ve bağımlılık yapan madde kullanımı ve benzeridir (Kırbaş, Taşmektepligil, Üstün, 2007, s.178).
Kendilerini ifade edemeyen, sözcüklerle anlaşamayan kişilerin şiddete başvurduğunu görmekteyiz. “Günlük yasamda insanların en ufak bir olayda birbirleriyle kavga etmeye başlamasında; konuşmayı becerememeleri, yetersiz sözcüklerden oluşan bir dili kullanamama veya kullanmalarının etkisi yok mudur?” sorusunun cevabı önemlidir. Çünkü şiddetin, günlük yaşamımızda yaygın kullanımı belki de başka söylemle iletişimsizlikte yatmaktadır (Çiftçi, 2006, s.45).
Psikiyatrist Saygılıya’göre ise insanoğlunun uygarlaşıp teknoloji ilerledikçe şiddetin azalacağının öngörüldüğünü, ancak 21.yy da olduğumuz şu zaman diliminde bu kehanetin tutmadığını, aksine insanoğlunun doğumundan itibaren şiddetle iç içe olduğunu, çocuklarımızın genelde dayak ve kaba kuvvetle büyüdüğünü hatta ilk şiddet vaka’sına en sevdiği anne ve babasının birbirine uyguladığı şiddete tanıklık ederek öğrendiğini, işin bununla kalmayıp çizgi filmlerin, okuduğumuz romanların, hep şiddet ağırlıklı olduğunu ve son zamanlarda yaygınlaşan bilgisayar oyunlarında da bombalarla, çeşit çeşit silahlarla katliamların yapılmasından zevk aldığımızı anlatarak şiddetin günümüzde kimliğimizin bir parçası olduğunu söylemektedir (Gültekin, 2008, s.16).
Görülüyor ki şiddet kavramı çok çeşitli şekillerde tanımlanmaktadır. Bu tanımlardan hareketle şiddetin, başka varlıklara zarar vermek niyeti ve amacı taşıyan saldırganca davranışın en uç boyutu olduğu söylenebilir (Gültekin, 2008, s.16).
2.9.1. Şiddet ve Çeşitleri
Şiddetin olduğu bir ortam, mutsuzluğun, acının, tutsaklığın, ezilmişliğin, kendini gerçekleştirememenin yaşandığı bir ortamdır. Böyle bir ortamda insanlar sağlıklı düşünemezler, algılayamazlar, tartışamazlar, sorgulayamazlar, dolayısıyla da bilim yapamazlar, sanat yapamazlar, inaçlarını yaşayamazlar, gönüllerindeki dünyayı gerçekleştiremezler. Böylesi bir olumsuz güce sahip şiddetin kaynaklarını, etkilerini anlayabilmek amacıyla beş ayrı, ama zaman zaman da örtüşen anlamlarının dile getirilmesi getirilmektedir (İnam, 2001, s.73).
2.9.1.1. Kozmik Şiddet:
Doğadaki canlıların var olma, yaşama uğraşında, sürüp giden savaşın, kavganın(yaşama kavgası) da işaret ettiği şiddettir.
2.9.1.2. Bilinçsiz Şiddet:
Şiddetin bir davranış biçimi olduğu, içinde hoşgörüsüzlük, saldırganlık, öfke, hınç bulundurduğu görüşü, şiddetin ikinci anlamını oluşturmaktadır. Bu anlamdaki şiddet; bir amaç içeren, öncede düşünülerek planlanmış bir şiddet değildir. Diğer anlamıyla ‘kör şiddet’tir; düşünmeyen, bilinçsiz şiddet. Bir anlamıyla içimizdeki kozmik şiddetin dizginlenmeyerek, denetlenmeden, ölçüleri aşarak patlayıvermesidir.
İçimizdeki enerjiyi tanımak, kendimizi tanıyabilmekten geçmektedir. Bedenimizi, bedenimizin gereksinimlerini, duygularımızı, sevinç ve üzüntülerimizi, bunların olası nedenlerini, düşüncelerimizi ve dayandığı inaçları, çevremizi, ilişkilerimizi, toplumumuzu, geçmişimizi tanımaya çalışma, bunda istekli olmamız; bize acı veren, bizi rahatsız eden olgu ve olayların farkına varmaya çalışmamız, içimizdeki kozmik şiddetin hışmına uğramayı bir ölçüde azaltabilir. ‘İçimizdeki şiddete direnebilmek, onu görmezden gelmekle, körü körüne bastırmaya çalışmakla başarılamaz. Şiddeti; dostluğa, sevgiye, beden eğitimine, müziğe, sanata, edebiyata, bilime çevirebilirsek şiddetin enerjisinden yararlanmış olabiliriz’ (İnam, 2001, s.73).
2.9.1.3.Kaba Kuvvet Kullanma
Şiddetin belli bir amaçla uygulanması söz konusudur. Sıklıkla insanları ‘eğitmek’, ‘terbiye’ etmek için başvurulan yoldur. Koca, karısını ya da karı, kocasını şiddet püskürmesi ile dövüyorsa, şiddetin ikinci anlamı ‘egitim’ amacıyla, onu ‘adam’ etmek için gerçekleştiriyorsa, şiddetin üçüncü anlamı ortaya çıkar. Burada temel varsayım, ‘insanlar şiddet ile terbiye edilebilirler’ düşüncesidir. Bu anlatımdaki şiddeti, anne çocuğuna, öğretmen öğrencisine, kolluk güçleri suçlularına uygulayabilmektedir (Acet, 2006, s.72).
2.9.1.4.Tam Bilinçli Şiddet
İlk anlamdaki şiddete kozmik şiddet, ikincisine püsküren şiddet, üçüncüsüne eğiten şiddet, dördüncüsüne sindiren şiddet denilmektedir. Şiddetin en tehlikeli ve en acımasız biçimi; yıldırma, korkutma, sindirme, direncini kırma sistemiyle ortaya çıkan ve kendini gösteren şiddettir. Tarihte örneğine sık rastlanılan dikta yöntemlerinde, baskı, zulüm, kıyım ve işkence ile bilinçli şiddetin en şiddetli biçiminin uygulandığı görülmüştür. Zaman zaman ‘terör’ adını alan bu şiddet biçiminde, insanlar, belli inançlar doğrultusunda korkutulup yıldırılarak bu inançlara direnmelerinin önü kesilmeye çalışılmaktadır (Acet, 2006, s.72).
Sindiren şiddet bir yok etme ve ortadan kaldırma kaygısı taşır. Din kavgalarında, ideoloji savaşlarında yok edilen, zulüm gören insanların çoğunun uğradığı şiddet sindiren şiddettir. Sindiren şiddet, güç peşinde ve iktidar tutkunu bir şiddet türüdür. Bu şiddet amacına erişmek için, iktidarına engel olduğunu düşündüğü bütün güçleri kendine düşman sayar ve ortadan kaldırmayı planlar. Sindiren şiddet, savaşla, kavgayla, huzursuzlukla var olan şiddettir. Şiddet açık olarak fiziksel, toplumsal, siyasal, ruhsal olarak uygulanabildiği gibi, örtük olarak ‘aba altından sopa göstererek’ değişik şekillerde de ortaya çıkabilir.
Eric FROMM ise şiddeti 6 çeşitte ele almıştır (FROOM, 1994, s.89).
-Oyunda ortaya çıkan şiddet
-Tepkisel şiddet
-Öç alıcı şiddet
-İnancın yıkılması sonucu ortaya çıkan şiddet
-Ödünleyici şiddet
-Kana susamışlık ve şiddet
2.10. Sporda Şiddet ve Boyutları
Spor insanın bedensel, ruhsal ve aynı zamanda sosyal alanda gelişmesini sağlayan bir uğraşı olup, insanın doğayla savaşından kaynaklanmış bir olgudur. Bilindiği gibi ilk insanlar, beslenmek, vahşi, yırtıcı hayvanların saldırılarından korunmak ve kurtulmak amacıyla avcılık yapmışlar, avladıkları hayvanların etinden, derisinden yararlanmışlardır. Böylece avcılık, insanoğlunun hayatında önemli bir uğraşı olarak yer almış, insanlık tarihi boyunca bir spor dalı olarak gelişmiş ve öteki spor dallarının kaynağını oluşturmuştur. Bu nedenle tüm spor dallarının temelinde, geniş kapsamlı bir kavram olarak insanın kendisiyle ve başkalarıyla mücadelesi yer alır (Köknel, 1996, s.233).
Spor her ne kadar, daha hızlıya, daha güçlüye, daha yükseğe ulaşmak için yapılan büyük bir mücadele ise, aynı zamanda da evrensel ilke ve kurallarla yapılan bir oyun, yarış ve eğlencedir. Spor, yarışma ve rakip olmanın yanında sevgi, barış ve kardeşliktir. Sporu yapanların ya da seyirci ve taraftarların, bireysel ya da sosyal nedenlerle bu amaçları görmezlikten gelmeleri, saptırmaları, kötüye kullanmaları, sporu; saldırgan davranışların ve şiddet eylemlerinin yer aldığı savaş alanına dönüştürürler (Yetim,2006, s.214).
Sporun sadece boş zamanların değerlendirilmesi aracı olmaktan çıkıp, hızla parasallaşmasıyla birlikte, en yaygın spor dallarından olan futbol da giderek, sportif özünü yitirdi. Endüstriyel olabilmenin temel özelliklerinden birisi olan reyting faktörü, futbolda şiddeti beraberinde getirdi. Yenilmenin ve yenmenin artık bir sonuç olmaktan çıkıp, ciddi kazanç ve kayıpları ifade etmesi; futbolun da süreç içinde fair playdan uzaklaşmasına neden oldu (Akşar, 2005, s.296).
Yarışma rekabetinin sportif özden, parasal bir biçime yol alması, taraftarın da davranış kalıplarının değişmesine ve gelişmesine yol açtı. Kendisini tuttuğu takımla özdeşleştiren, onunla üzülüp, onunla sevinen, modern taraftar tüketici, toplumsal koşulların etkisi nedeniyle, zaman içinde, sporun ruhuna aykırı eylem ve davranış kalıpları içine girdi (Akşar, 2005, s.296).
Sporda şiddet olaylarına, saldırganlık dürtüsünü bastıramayan, denetlemeyen, günlük hayatında amaç ve beklentilerine ulaşamayan, yeterince sosyalleşmemiş, benlik, kimlik, kişilik bunalımı içinde bulunan gençlerin yol açtığı bilinmektedir (Acet, 2006, s.79).
Bu tip kişilik yapısında olan gençler, taraftarı oldukları takımla, takımın renkleriyle bütünleşir, özdeşleşirler. Tüm amaçlarını, beklentilerini takımın gücüne, üstünlüğüne, galip gelmesine bağlarlar. Taraftarı oldukları takımın fedailiğini yaparak toplumda yer ve rol kazandıklarına inanırlar, Tuttukları takımları uğruna, saldırganlığı ve şiddeti saygınlık simgesi olarak görürler. İçinde bulundukları alt kültürün, grubun, sosyal kesimin yarattığı boyun eğme, uyma, korkutma, sindirme, sosyal hızlanma ve riske girme gibi süreçlerin etkisi altında, saldıganlığı ve şiddeti, bağlı oldukları renklerin ortak değeri olarak benimserler .Diğer takımlara ve rakiplere aşırı bir düşmanlık beslerler ve kendilerini toplumdan soyutlarlar (Yetim, 2006, s.214-215).
Başarıyı hedefleyen takımlarda, başarısızlık anında meydana gelen hayal kırıklığı, kaygı ve stress taraftarlar ve sporcuların centilmenlik dışı eğilimlerini de artırmaktadır. Taraftarların sporcuları şiddete davet eden tezahüratları ile sporcuların seyirci psikolojisini doğrudan etkileyen davranışları, saldırgan bir kimliğe bürünmelerine neden olmaktadır. Örneğin; yönetim ve medya tarafından çok başarılı olacağı şekilde koşullandırılan ve başarısız olan takımın taraftarları için her başarısız sonuç inanç kaybı ve düş kırıklığına uğramış bir taraftarın takımına tepkisi kaçınılmaz olacaktır (Cengiz, 2004, s.99).
Sporda saldırganlık ve şiddet olaylarında kitle psikolojisinin rolü büyüktür. Tek başına hiçbir kötülüğü yapamayan kişi, kitle içindeyken her şeyi yapacak bir güçte olduğunu hisseder ve önüne gelen her engeli kolayca tahrip eder, yakar, yıkar (Doğan, Moralı, 1996, s.20).
Sporda saldırgan davranışlar ve şiddeti sadece taraftarlar değil, sporun içinde bulunan sporcu, yönetici, hakem, amigo, medya vb. faktörler de teşvik etmektedir. Örneğin; maçlardan önce kulüp başkan ya da sözcüleri, karşı kulübü ve taraftarlarına yönelik sözlü saldırı ve kışkırtıcı davranışları, maç sırasında taraftarların gösteri ve tezahüratları, oyuncuların sert davranışları, amigoların kışkırtmaları, bilerek bilmeyerek hakemlerin hatalı sanılan kararları, tartışmalı durumlar, spor yazar ve yorumcuların taraflı, kırıcı, yanlış ve sert yorumları özellikle özel televizyon kanallarının reyting uğruna federasyonu, hakemleri, kulüpleri suçlayan yayınları, sporda saldırgan davranışlara ve şiddet eylemlerine açık davetiye çıkartmaktadır (Köknel, 1996, s. 235-236).
Aslında spor, hayatın dışında öncelikle kutsal bir faaliyet değildir. Spor toplumunun yansımasıdır. Toplumun özellikleri spor kurumuna da aynen yansır. Eğer toplumda yoksulluk, cahillik, etnik ve dini ayrılıklar varsa, spor müsabakalarında arzu edilemeyen görüntüleri yaşamak kaçınılmaz olur. Politikacı, iş adamı ve yöneticiler her ne pahasına olursa olsun zafer isterlerse, oyuncu ve antrenörler bu tür baskılara dayanamazlar ve başarı için her yolu denemek zorunluluğu hissederler. Sporun topluma yansıttığı stres, spor için mazeret değildir. Sporun orijinal amacı doğrultusunda, okul sporları eğitim değerleriyle geliştirilmelidir. Sportmenlik, uluslararası amaç ve ilke olmak zorundadır. Haksız rekabet, saldırganlık ve şiddet sporun, doğru oyunun düşmanıdır. Toplumun tüm kurumları istenilen düzeye getirilmeden spor kurumunda reform yapmak mümkün değildir. Çünkü spor olgusu toplumun tüm birimleriyle ilişkilidir (Yetim, 2006, s.215).
Spor müsabakalarında yenmek ve yenilmek, iki yüzü keskin bir kılıç gibidir. Bu durum, yarışmacı sporcuya devamlı baskı ve tehdit altında olma hissini yaşatır. Tüm spor müsabakalarının kuralları uluslararası düzeyde belirlenmekte ve bu kuralların ihlal edilmemesi için gerekli tüm tedbirler alınmaktadır. Buna rağmen, normal şartlar ve kurallar çerçevesinde yarışı kazanamayacağını anlayan sporcu ya da diğer ilgililer, kuralları ihlal ederek ve rakibe saldırgan davranışlarda bulunarak yarışı kendi lehlerine çevirmeye çalışırlar. Bu ise, sporun ruhuna, amacına, centilmenlik anlayışına tamamen zıt, insana, sporcuya ve spor adamına yakışmayan bir davranış biçimidir.
Saldırgan davranışların ortaya çıkmasında, spor müsabakasının ne pahasına olursa olsun kazanılmasını düşünen ve bu yolda hareket eden sporcu kadar; bu zihniyetle hareket eden yönetici, antrenör ve taraftarın da büyük rolü bulunmaktadır. Bu anlayış spora yakışmaz ve zarar verir. Çünkü spor karşılaşmaları, amatörlük ruhuna uygun olarak bedenen ve ruhen sağlıklı ve dayanıklılık için, centilmenlik duyguları ile dostluk ve samimiyet içinde yapılmadıkça anlam ve önemini yitirirler. Spor müsabakalarının amacı, centilmence yarışmak ve kazanmanın yanında; sporcuları, yöneticileri, taraftarları, kulüpleri ve hatta toplumları birbirine yakınlaştırıcı, kaynaştırıcı ve dostluk bağlarını kuvvetlendirici olmalıdır (Yetim, 2006, s.216).
Yapılan birçok araştırmanın sonuçlarında, spor sahalarında meydana gelen saldırgan davranış ve şiddet olaylarının, aşağıda özetlenen unsurlara bağlı olarak arttığı ifade edilmektedir.
-Genel eğitimin yetersizliği, okullarda spor kültürünün verilmeyişi
-Sporcu ve seyircinin aşırı rekabet hissinin baskısı altında bulunması
-Müsabakanın yeri
-Amigoların seyirciyi olumsuz ve yanlış yönlendirmeleri
-Müsabaka yerinde güvenliğin, disiplinin temin edilmemiş olması
-Gerçekte iyi hazırlanmadıkları halde, teknik heyet ve sporcuların çok iyi hazırlandıkları ve mutlaka kazanmaları gerektiği konusunda idarecilerce şartlandırılmış olmaları
-Müsabaka sırasında, hakemlerin gereğinden ağır cezalar vermesi
-Hakemin, bir tarafa göre taraflı davrandığı düşüncesinin hakim olması
-Taraftarın hakeme küfretmesi
- Sporcuların saha içinde kavga etmesi ve taraftarı tahrik etmesi
-Sporcuların iyi niyetle mücadele etmemesi ve karşı takıma karşı oyun bozucu ve saldırgan davranmaları
-Sporcuların oyun kurallarını yeterince bilmemesi ve sık sık itiraz etmeleri
-Sporcunun sportif olgunluğa ve erdeme sahip olmaması
-Spor yarışmalarında yenme ve yenilmenin sonuçlarına katlanamama ve yenilgiye kılıf hazırlama çabası
-Sporcunun yeterli spor eğitimine ve spor bilincine sahip olmaması, sansasyon yaratan olaylara sebep olması ve böylece başarısızlığın sansasyon ve spor dışı hareketlerle perdelenmesi
-Taraftarın önemli bir kesimin yaşadığı toplumla yabancılaşması ve seyircinin spor kültürünün eksikliği, kurallar hakkındaki bilgi eksikliği
-Başarısız sporcu, antrenör ve yönetimin kışkırtıcı davranışları
-Spor medyasının bilinçsiz ve abartılı ya da maksatlı kışkırtıcı yayınları, doğru ve yeterli haber vermeyişi
-Spor yöneticilerinin amacını aşan davranış ve demeçleri
-Eğitim, kültür ve ekonomik yönden istenilen düzeyde olmayan, antisosyal ve kişilik bunalımında olan gençlerin fanatiklik derecesindeki taraftarlıkları vb. faktörler, saha içi ve saha dışında saldırganlığı ve şiddeti doğrudan ya da dolaylı olarak körüklenmektedir (Yetim, 2006, s.216-217).
Fair play sözünün spora girişi ilk kez 18 yy. sonu ile 19 yy başlarında yine İngiltere’de okul sporları bağlamında olur. Kavram sporla ilişkindir, fakat sporla sağlanan eğitimin bir ilkesi olarak kullanılır. Diğer yandan kavram bir yaşama öyküsü, örnek insan davranışını göstermek için de kullanılmıştır (Erdemli, 2008, s.386).
2.10.1. Futbolda şiddet
Futbolda şiddet 13.yüzyılın başlarında İngiltere’de dahil olmuştur. Oyunun orjinal geçmişinde yapılış tarzı açısından komşu köy ve kasabalardaki gençler arasında sadece önemsiz bir uğraş olarak genellikle büyük Pehrizin başladığı Salı günü veya diğer kutsal günlerde oynanırdı. Bu geleneksel törenler alkolünde etkisiyle katılanlar arasında ciddi sakatlıklara ve bazen de ölümlere neden olmuştur (Taşğın, 2000, s.1-36).
Futbolun 700 yıllık erken tarihi aynı zamanda bir yasaklar tarihidir. Yasaklama kararlarının altında yatan başlıca neden ise bu dönemlerde futbolun oynandığı ülkeler olan İngiltere ve Fransa’da resmi makamların futbolun huzur ve asayişi bozduğu yönünde bulunan görüşleri olduğu ileri sürülmektedir. Anılan dönemlerde kamu düzeninin sağlanması görevini üstlenen düzenli polis örgütlerinin olmaması yasaklama kararlarının alınmasında etkili olmuştur. Bununla birlikte yasaklama kararlarının altında yatan diğer etkenlerin ise “maç günleri sıradan vatandaşları pazarın kurulmuş olduğu kasabadan uzaklaştırmanın olumsuz ticari etkileri” ile “ futbol oyununun halkı okçuluk gibi uğraşlardan uzaklaştırarak savaş gücünü zayıflattığı inancı” olduğu ileri sürülmektedir (Demiryürek, 2003, s.69).
Bu yasaklamalara rağmen futbol olanca hızıyla büyümeye devam etmiş ve günümüzde de kitleleri ardından sürükleyen bir endüstri haline gelmiştir. Tabi futbol yalnız başına gelişip büyümemiş aynı zamanda taraftar ve taraftar kitlelerini de büyütmüştür. Oyuncular arasındaki şiddet zamanla tararftarlarada sıçramış ve geçmiş yıllarda birçok ölümler meydana gelmiştir.
Futbolun pek çok insanı etkilemesi ve büyük bir sektör haline gelmesi, seyirci şiddeti konusunu daha çarpıcı biçimde gündeme getirmiştir. Gerçi seyirci şiddeti çok eski tarihlere kadar uzanmakla birlikte, 1960’lı yıllardan itibaren İngiltere’de sosyal bir sorun olarak ele alınmaya başlanmış ve birçok ülkede meydana gelen ölümlü çatışmalar sonunda gerek ulusal gerekse uluslar arası düzeylerde çok ciddi önlemler alınması yoluna gidilmiştir (Dunning ve ark, 1988, s.246-247).
Futbolun modern biçimiyle birlikte görülen taraftarda şiddetinin özellikle Batı Avrupa ülkelerine ve diğer ülkelere İngiltere’den ihraç edildiğine dair yaygın bir kanı bulunmaktadır. Ancak, 1970 ve 80’lerde futbol holiganizminin yanlış bir şekilde temel olarak İngiliz ya da Britanyalıların bir sorunu olarak düşünüldüğünü, aslında geçmişte de şimdi de futbol oynanan bütün ülkelerin hemen hemen hepsinde görülen bir sosyal sorun olduğu ileri sürülmektedir (Carnibella ve ark, 1996 s.28).
Saldırganlık ve şiddet takım sporları, özellikle de futbolun kendi doğasından gelmektedir ve “kalelerini muhafaza altına aldıktan sonra, çarpışmak için mevzilenmiş iki düşman ordusunun muharebeye tutuşmasına” benzetilmiştir.“ Futbol sahası, muharebe meydanının maketidir. Kale direklerinden oluşan dikdörtgen, can-kan pahasına savunulması gereken bir mevzidir. Antrenör komutan, oyuncular asker, taraftar gerektiğinde seferber olacak sivil savunma mangalarıdır, milislerdir. Bu oyun planıyla örgütlenen bir spor dalında, oyuncunun oyuncuyu, seyircinin seyirciyi düşman olarak görmesi kadar doğal bir şey olamaz. Aralarındaki sürtüşme bir kıvılcımla, kanlı kavgaya dönüşebilmektedir” (Demiryürek, 2003, s.26-27).
Futbolda şiddet; kişinin, bilinçli ve kasıtlı bir şekilde sosyal çevresine psikolojik veya fiziki olarak zarar vermeye yönelik bir davranışta ise, kişide, saldırı davranışı göstermeye yönelik olan ve nispeten süreklilik özelliği taşıyan bir eğilimi anlatır. Gole giden rakibe yapılan faulü de, her defasında saldırı olarak nitelendirmek doğru olmaz. Hiçbir müdahale bulunmadan rakibin kazanmasına fırsat vermek, spordaki rekabet şartları altında, rakibin kendi amacına ulaşmasını engelleyen ve kurallar içerisinde kalan davranışları, saldırganlıktan ayırmak gerekir (Cengiz, 2004, s.66).
Taraftarların ne sebepten saldırgan davranışlarda bulundukları konusunda bir görüş, saldırgan davranışların kalabalığın bütünlüğüne bağlı yaratılan avantajın kullanımıyla suçluluk ve sapkınlık duygularının, içte gizlenen mizacın dışa vurulmasıyla kendini gösterdiğini söyler. Bu tür davranışların elimine edilip karşılanması ve yıpratıcı davranışlarla ortaya çıkması için maçlar bir tür fırsat olmaktadır (Özmaden, Yıldıran, 2003, s.191).
Başarıyı hedefleyen takımlarda, başarısızlık anında meydana gelen hayal kırıklığı, kaygı ve stress taraftarlar ve sporcuların centilmenlik dışı eğilimlerini de artırmaktadır. Taraftarların sporcuları şiddete davet eden tezahüratları ile sporcuların seyirci psikolojisini doğrudan etkileyen davranışları, saldırgan bir kimliğe bürünmelerine neden olmaktadır. Örneğin; yönetim ve medya tarafından çok başarılı olacağı şekilde koşullandırılan ve başarısız olan takımın taraftarları için her başarısız sonuç inanç kaybı ve düş kırıklığına uğramış bir taraftarın takımına tepkisi kaçınılmaz olacaktır (Cengiz, 2004, s.99).
Dostları ilə paylaş: |