İspanya
El Pais gazetesi de şunu ilan etmiştir: “İspanya halkının yüzde otuzu uykusuzluk sıkıntısı çekmektedirler. Bu da İspanya vatandaşlarının yılda yaklaşık olarak altmış milyon kutu uyku verici ilaçlar tüketmesine neden olmuştur.”2
İsveç
İsveç’teki genç ve çocuk psikoloğu, bayan Profesör Enlizfun Kenurnig ise 8/9/1993 tarihinde AB gazetesinde basılan “İsveç gençleri şiddetli bir ruhsal rahatsızlık içinde bulunmaktadırlar” başlığı altında şöyle yazmıştır: “İsveç öğrencilerinin ruhsal durumu hakkında yapılan incelemelerde gördüğümüz gibi çocuk ve gençlerden bir çoğu, ruhsal bunalımlar içinde kıvranmaktadır. Bundan dolayı da büyük bir şaşkınlık içinde bulunmaktayım.”
Söz konusu yazar şu eklemede bulunmaktadır: “Ne yazık ki çocukların depresyon meselesi, sade bir depresyon değildir. Aksine insanın nefsine olan güvenini kaybetmesine, ümitsizlik duygusuna kapılmasına, eğitim ve işe karşı ilgisinin azalmasına, uykusuzluğa, iştahsızlığa, baş ağrısına, karın ağrısına, gevşeklik ve tembelliğe neden olmaktadır. Bu sürekli artış kaydeden belirtiler ise, toplum bünyesinde oluşan değişikliklerle direkt bir ilişki içindedir.”1
Başka bir raporda ise bu konuda şöyle okumaktayız: “1980’lerin sonunda İsveç’te yılda ortalama olarak beş milyar kron, uyku verici ve sakinleştirici ilaçlara harcanmaktaydı. Bu tüketim, kış mevsiminde, özellikle de inziva ve ilişkilere ihtiyacın daha çok hissedildiği yıl başı tatillerinde ve yeni yılda daha çok artış kaydetmektedir.”2
Fransa
Fransa Milli Araştırma ve Sağlık kurumu da yayımladığı 320 sayfalık bir araştırmasında şunu ilan etmiştir: “Fransa’da genç neslin durumu çok rahatsız edici ve üzüntü vericidir.”
Bu raporda şöyle yer almıştır: “Onbir ila ondokuz yaş grubu gençler üzerinde yapılan detaylı ve uzun süreli araştırmalar neticesinde, Fransa’daki genç neslin rahatsızlıklarının en temel sebebinin yaşama karşı alakasızlık ve isteksizlik olduğu ilan edilmiştir. Bu rapor esasınca, “Fransa gençlerinin %41. 5’i ruhsal hastalıklara maruzdur ve bu ruhsal hastalıkları gençlerin uykusunu ve huzurunu bozmaktadır. Gençlerin %49. 6’sı ise gün boyunca ruhsal yorgunluk ve depresyon hissetmektedirler.”3
İtalya
Yayımlanan rakamlar esasınca her iki İtalyan ailesinden biri ruhsal sorunlarla karşı karşıya bulunmaktadır. İtalya sağlık bakanı Umberto Verunezi’nin yayımladığı bu rakamlar esasınca on milyon İtalyan vatandaşı ruhsal hastalıklar içinde kıvranmaktadır. İtalya sağlık bakanı bu gerçeği izhar ederek şöyle demiştir: “Devlet, ülkedeki hastaneler ve ruhsal hastaların bakım merkezleri için yılda bir trilyon lir harcamaktadır.”1
Amerika Birleşik Devletleri
Bu hususta Economist dergisi 1999 ocak tarihli ilk sayısında Amerika Birleşik Devletlerindeki depresyon ve sebepleri hakkında şöyle yazmıştır: “Psikologların inancına göre depresyon, modernizmden ve yan baskılarından kaynaklanan bir hastalıktır. Gençler, özellikle de dünyanın diğer bölgelerine oranla yeniliğin daha hızlı yaşandığı Amerika’da, çok küçük yaşlarda bu hastalığa maruz kalmaktadır.
2020 yılında kalp hastalıklarından sonra insanların geniş boyutlarda maruz kalacağı en büyük hastalık depresyon ve ruhsal hastalıklar olacaktır.” Bu derginin yazdığına göre Amerika Mashachusets teknoloji enstitüsünden Dr. Ernest Brand ve yardımcıları şu tesbitte bulunmuşlardır: “Amerika’da depresyon hastalığını tedavi için yapılan harcamalar, yılda yirmidört milyar doları bulmaktadır. Yani yaklaşık olarak kalp ve damar hastalıkları için yapılan harcamalar miktarıncadır ve bu da her Amerikalı’nın depresyon hastalığı için yılda altı bin dolar harcadığı anlamına gelmektedir.”
Bu dergi daha sonra şöyle demektedir: “Depresyon hastalığını tedavi etmek için yapılan harcamalar, oniki milyar dörtyüz milyon doları bulmaktadır. Depresyon belasına düçar olanların intiharları da bu rakama yedi milyar beşyüz milyon dolar bir ek harcama getirmektedir ki bu rakamlara insani güç kaybından kaynaklanan zararlar dahil edilmemiştir.”
Economist dergisi şöyle yazmaktadır: “Bu arada, depresyon karşıtı ilaçlar pazarı da oldukça hareketli bir pazar haline gelmiştir. Mashachusets teknoloji enistütüsünün yaptığı incelemeye göre bu ilaçların dünya çapında pazar değeri, yedi milyar doları aşmaktadır ve gelecek beş yıl zarfında bunun yüzde elli artacağı beklenmektedir.
Özellikle Amerika’da yaygın olan, depresyon hastalığını tedavide kullanılan en meşhur ilaç Prozac ilacıdır. Bu ilacı yapan İlalila şirketi ise yılda iki milyar altıyüz milyon dolar parayı hisse sahiplerinin cebine akıtmaktadır.”1
Bu konuda yapılan ilginç bir araştırmada ise şunu okumaktayız: “Amerikalılar, uyku verici ilaçlar kullanma hususunda rekor kırmışlardır.” Hakeza bu raporda şöyle yer almaktadır: “Amerikalılar her gece otuz milyondan fazla uyku ilacı kullanmaktadırlar. Eğer bir yıl boyunca bu ilaçlar bir araya yığılacak olursa, yaklaşık altıyüz bin kilo ağırlığa ulaşmaktadır.”
Bu altıyüz ton ilaç ise bütün dünyadaki insanları, sekiz gece ve gündüz uyutmaya yetecek miktardadır.”2
Uzun zamandan beri batılı bilginler ve düşünürler, insanın maneviyattan gaflet ettiği için uğradığı büyük zararları itiraf ederek, insanın maneviyata dönüş yapmasının gerekliliği konusunu çeşitli şekilleriyle söz konusu etmişlerdir.
Albert Einstein3 ruhsal boşluktan ve mutluluk yoksunluğundan kurtuluşun yegane yolunun, hayatın hedeflerinin belirsizliğinin ve karmaşıklığının ortadan kaldırılması olduğunu ifade etmektedir. Erich Fromm1 ve Victor E. Frankl2 gibi bilim adamları ise tek çözüm yolunun hayat için bir mana aramakta olduğunu kabul etmektedirler. H. Bergson3 ahlaki ve manevi yeni kaynaklara ihtiyaç olduğunu belirtmektedir ve ahlaki metodu değiştirmenin yegane kurtuluş yolu olduğunu ifade etmektedir.
Max Planck4 ise inkarcı düşüncelerin galibiyetinin, kültürün tahribi ve geleceğe ümidin ortadan kalkışı anlamına geldiğini belirtmiştir ve de inkarcılıkla mücadele edilmesini istemiştir. Albert Schweitzer5 ise ahlaki geleneklerin ihya edilmesi gerektiğini önemle vurgulamaktadır. Prof. Adam Schaff6 ise, “İletişim Toplumunda Kişi” adlı kitabının iki bölümünü ‘hayatın anlamını arayan insana’ ve de ‘değer sistemini arayan insana’ ayırmıştır.”7
Ama açık olan şudur ki son yirmi yılda insanın dini ve manevi öğretilere yönelmesinin gerekliliği teorisi, bazı batılı seçkinlerin teorilerinin dar görüşleri çerçevesinde kalmıştır. Hiçbir zaman günümüzde olduğu gibi batılı toplumların siyasi sahnesini, toplumsal, kültürel ve siyasi önemli değişikliklere maruz bırakmamıştır.
Dostları ilə paylaş: |