İmam’ın Düşüncesi, İstisnai Devrimin Yaratıcısı
Esasen bu önemli gerçeğin köklerini teşkil eden “İran İslam Devrimi’nin içinde bulunduğumuz asırda ortaya çıkmış diğer devrimlerle hiçbir benzerliğinin olmadığı”4 gerçeğini, İran İslam devrimi ile İmam Humeyni’nin (Allah’ın rahmeti üzerine olsun) ayrılmaz birlikteliğinde aramak gerekir. İslam devriminin, İmam Humeyni’nin (Allah’ın rahmeti üzerine olsun) çok boyutlu şahsiyeti ve düşüncesiyle kopmaz ve yakın bağları sayesinde 20. asırda dünyadaki diğer devrimlerden inkar edilmez üstünlüğü ortaya çıkmış oldu. İmam Humeyni (Allah’ın rahmeti üzerine olsun) İslam devriminin hedeflerini tayin ve tanıtım, mücadele hareketinin önderliği, üstünlük taslayan güçlerle savaşım, İslam devriminin elde ettiği değerleri sürdürme ve koruma metotları hususunda özel ve şahsına münhasır siyasi bir doktrin sahibiydi. İmam’ın siyasi doktrini gaybe, gaybi yardımlara, İslami öğretilere ve vahye derin bir inanç, bitmeyen ilahi kudrete köklü bir tevekkül ve mutlak bir şekilde görev merkezci düşüncelerden ibaret olan, sarsılmaz, sağlam ve kalıcı temeller üzerine kuruluydu. İmam’ın bu siyasi doktrini “bizzat batılıların da itiraf ettiği gibi batının derkinden aciz kaldığı bir doktrin” idi. 1
Daha ince bir ifadeyle, İslam devrimi hareketinin devamlılığını sağlayan, bu devrimin başlangıcının hayati bir unsuru ve temeli olan İmam’ın siyasi düşünceleri, varlık alemi ve insan varlığının anlamı hakkındaki irfani yorumlarının, mantıklı bir sonucu olmuştur.
İmam Humeyni, uluslararası siyasi arenada yeni ve köklü ilahi düşüncelerinden istifadeyle, güçlü Pehlevi rejimini alaşağı ederek evrensel İslam devrimi hareketini yönlendirmekle kalmamış, yeni, kültürel, tümüyle dini ve ilahi bir düşünce ortaya koyarak ve maddi ekollerin öğretilerini reddederek, “batı medeniyetini harekete geçip tepki göstermeye zorlamıştır.”2
Bu yüzden “İmam’ın çağdaş dünyaya oranla getirdiği yenilikler, siyasi amel düzeyinde olmadan önce, siyasi düşünce ufkundaydı. Hz. İmam’ın siyasi düşünceleri, çağdaş dünyaya oranla bir çok yenilikler içermektedir ve hatta söylenebilir ki çağdaş siyasi düşünce için bir dönüm noktası konumundadır.”1
Hz. İmam bu siyasi düşünce esasınca, uluslararası teorisyenlerin görüşünde dünyanın diğer büyük devrimlerini değerlendirme ölçülerinin çerçevesine sığmayan, 20. asrın en büyük toplumsal devrimini harekete geçirmiştir. Nitekim seçkin Fransalı sosyolog ve düşünür Michel Foucault, kendi yazılarında 1357 yılında, devrim olaylarının kızıştığı bir anda İran’a yaptığı bir yolculuğa ve İran devrimini İran toplumunun modern olmayan geleneksel bir dönemden, modernite dönemine geçiş olarak adlandıran bazı batılı teorisyenlerin görüşlerine işaret ederek yakından müşahede ettiği reel olayları ve ülkedeki cari olan değişiklikleri kendisine ölçü alarak şöyle demektedir: “Ben de kabul ediyorum ki on sekizinci asırdan sonra ortaya çıkan bütün değişiklikler, modernitenin genişlemesi amacını taşımıştır. Ama İran devrimi, modernitenin karşısında yer alan tek toplumsal harekettir.”2
Hakikatte “Michel Foucault’un da kabul ettiği gibi İran devrimi, iki yüzyıllık bir siyasi düşünceyi, bütün kaç yüz yüzyıllık geçmişine rağmen tepkiye zorlamıştır… Bu devrimin yeni bir takım sözleri vardır. Hz. İmam’ın (Allah’ın rahmeti üzerine olsun) siyasi düşüncesinin en açık özelliği de budur.”3
“Sizler, batının siyasi düşüncelerinde gerçi bir çok ihtilaflar ve farklılıklar görmektesiniz. Ama onların tümü de bir tek noktada birleşmektedir ve o da dini kimliği reddetmektir.”4
Oysa “Merhum imamın düşüncesinin en açık özelliği, Onun dini kimliğidir. İmam gelerek batılı seküler düşünce çerçevesinin ötesinde bir düşünce ortaya attı…”1
Hz. İmam’ın İslami öğretiler ve zengin Şii fıkhına dayalı siyasi düşünceye sahip olduğu hasebiyle İslam devrimi meydana gelmiş ve bu yüzden de ilk önce devrimin başlangıcı, gelişi, ilerlemesiyle herkes için “İslam devrimi diğer devrimlerden ayrıdır ”4 gerçeği daha da açık bir şekilde tecelli etti.
Bu esas üzere İslam devriminin büyük mimarı ve programlayıcısı olan İmam Humeyni, devamlı olarak İran İslam devriminin İslami öğretiler, dini eğitimler ile kopmaz bağını önemle vurgulamış, bu devrimin istisnai bir devrim olduğunu sürekli belirtmiştir. Nitekim İmam ilahi ve siyasi vasiyetnamesinde de bu gerçeği şu şekilde beyan etmiştir: “Bizim de bildiğimiz gibi, dünyayı yağmalayan büyük güçlerin elini, büyük İran’ın üzerinden koparıp atan bu devrim, gaybi yardımlar aracılığı ile üstün gelmiştir.”
Hakeza İmam önemle şöyle buyurmuştur: “O halde hiç şüphesiz İslam devrimi bütün devrimlerden apayrı bir kimliğe sahiptir. Hem ortaya çıkışında, hem mücadele niteliğinde, hem devrim ve kıyamın hedeflerinde apayrı bir kimlik sergilemektedir. Şüphesiz bu devrim, minnet sahibi Allah’ın mazlum ve yağmalanmış bir millete bağışta bulunduğu gaybi ve ilahi bir hediye konumundadır.”2
Teorisyenlerin İslami Devrimi ve İmam’ı (Allah’ın rahmeti üzerine olsun) Derk Etmekten Aciz Oluşları
Bir taraftan devrimin oluşum ve gelişim açısından istisnai şartlarda oluşu, gaybi yardımlardan faydalanması ve de iki boyutuyla İmam’ın irfani ve manevi düşüncesi ve halkın derin dini inançlarına dayanması, siyasi teorisyenleri, enformasyon ve araştırma merkezleri, İran toplumunun değişim değerlendirmesinde ve de dini önderinin başarı şansını ölçmede ampirik ve pozitif ölçüleri göz önünde bulunduran yabancı güçlerin istihbarat teşkilatları materyalist kaideler esasınca sosyolojik yorumlarda bulundukları için bu birimler, İslami bir devrimin meydana gelişini, bu devrimin içeriğini tanımaktan ve de Hz. İmam Humeyni’nin (Allah’ın rahmeti üzerine olsun) devrimci düşünce ve tefekkür metodunu anlamaktan aciz kalmışlardır.
Hz. İmam’ın (Allah’ın rahmeti üzerine olsun) yüce tabiriyle, “Onlar Allah’ın iradesinden habersiz kalmışlardı. Bu, Allah’ın yaptığı bir işti, Allah Tebareke ve Teala’nın gerçekleştirdiği bir mucizeydi.”1
CIA teşkilatı, Temmuz 1978 yılında İran toplumunun durumu hakkında yaptığı bir değerlendirmesinde, İran toplumunun devrim durumunda ve hatta devrim öncesi bir durumda dahi olmadığını ilan etmişti. DIA casusluk teşkilatı da 28 Eylül 1978 (6 / 7 / 1357) tarihinde yaptığı bir bilgi değerlendirmesinde şöyle ilan etmişti: “Beklendiği üzere şah on yıl daha faal bir şekilde kudret dizginlerini elinde tutacaktır.”2
Oysa Carter İslam devrimi öncesi İran’a yaptığı gezisinde, İran’ı dünyanın en problemli bölgesinde yer alan sakin ve huzur dolu bir ada olarak adlandırmıştı. 3
İran’ın İslami ve ilahi devriminin hızla gerçekleşmesi ve Hz. İmam’ın (Allah’ın rahmeti üzerine olsun) eşsiz önderliği Amerika’yı, sömürgeci güçleri ve Siyonistleri büyük bir kargaşaya sürüklemiş, onları gafil avlamış ve de batılıları defalarca İran’daki olayların beklenmedik olaylar olduğunu ve de İslam devriminin hakikatini derk etmekten acizliklerini itirafa zorlamıştır.
Tahran’da Amerikan casusluk yuvasında ele geçirilen belgeler esasınca, Amerika’nın siyasi ve istihbarat makamları şuna inanmışlardı: “Bu devrim ve devrim olayları bizim durumumuzu tümüyle altüst etti, elemanlarımızı dağıttı, teşkilatımızı ve kalıcı metotlarımızı tümüyle iptal etti.”1
CIA teşkilatının dönem başkanı olan Stanfield Turner, İran İslam devriminin zafere ulaşması hakkında şuna inanmaktaydı: “CIA teşkilatı iki konu hakkındaki öngörüsünde resmen yenilgiye uğramıştır. Birincisi, şaha muhalif olan bütün grupların sürgünde olan yetmiş beş yaşındaki bir önderin liderliği altında birleşmesi, ikincisi ise güçlü bir orduya rağmen böyle bir devrimin zafere ulaşmasını beklemiyorduk.”2
Aynı şekilde İslam devrimi zamanında Isfahan’da yaşayan Paul Hunt adlı İngiliz papazı da batılı bir vatandaş olarak, yazdığı hatıralarında o zamanki İran’ın şartları hakkındaki fikirlerini şu şekilde beyan etmiştir: “Biz asla İran’ın bir devrimin eşiğinde olduğuna inanmıyorduk.”3
Elbette şöyle söylemek gerekir: “İslami devrimin maneviyatından haberdar olmayan, devrimlerin yorumlanması ve incelenmesinde sürekli kendi iktisadi ve siyasi coğrafyalarının ölçüsünü esas alan bu tür kimseler için İslami devrimin zafere eriş sebeplerinin gizli kalması şaşılacak bir husus değildir.”4
Kesin olan şudur ki, “şüphesiz başlangıçtan zafere erişinceye kadar bu büyük devrim ve hareketin hakikatini derk edememek, batı sosyolojisi ve doğulu taklitçileri için ilmi bir rezalet konumundadır.”1
Londra’da basılan Observer adlı haftalık dergide İngiliz yazarlarının birinin kalemiyle yazılan makalede bu hakikate işaret edilerek şöyle yazılmıştır: “Batı hiçbir zaman şahın neden çöktüğünü ve nasıl olup da bir din adamının ülkeyi devrim ateşine sürüklediğini anlayamadı… ve batıyı nasıl olup da İslami radikalizmin ihyasıyla titrettiğini derk edemedi.”2
Meşhur İtalyan yazar, Maximo Fini de bu konuda İtalyan gazetesi El Jurno’da yazdığı bir makalesinde şöyle demektedir: “İslam devriminin hakikati ve İmam Humeyni’nin (Allah’ın rahmeti üzerine olsun) tefekkürü oldukça derindir. Batı dünyası bu derinliği derk edebilmekten aciz kalmıştır.”3
Amerikan eski Cumhurbaşkanı Bush’un sözleri de yukarıdaki gerçekleri bir başka şekilde ispat etmektedir. Bush bu konuda şöyle diyor: “İran devriminin zafere erişmesi sebebiyle işinden olan CIA teşkilatının dönem başkanına şunu sordum: “Siz dünyada sahip olduğunuz bütün elemanlara ve bunca gelişmiş imkanlara sahip olmanıza ve de harcadığınız bunca bütçeye rağmen İran halkının devriminin gerçekleşmekte olduğunu öngöremediniz mi?” O cevap olarak bana şöyle dedi: “İran’da ortaya çıkan şey, “tanımsız” bir hakikatti ve bilgisayarlarımız bu hakikati anlayamıyorlar.”4
Dostları ilə paylaş: |