5- Batıda Yol Gösterici Düşünce Boşluğu
İnsanın temel sorunlarına kilise önderlerinin cevap vermekten aciz kalması bir yana, Rönesans döneminden sonra ortaya çıkan beşeri ekoller de ilahi dinlerin hakikatini reddederek ve dinin kökleri hakkında şüphe yaratarak, varlık bilmecesini çözmekten aciz kalarak ve de bu konuda mevcut sorulara cevap vermekten uzak düşerek insanı modern cahiliyyenin kokuşmuş vadisine sürüklemiştir. Bu dönemin hakim fikri cereyanını beşerin kendi ayaklarının üzerinde durması gerekliliğini vurgulayarak yönlendiren Hümanizm teorisyenlerinin çoğunun görüşünde insan, tek boyutlu ve ruhsuz bir varlık idi. Hümanist teorisyenlere göre insanın varlıksal coğrafyası, sadece doğumundan ölümüne kadarki dönemi kapsamaktadır.”2
Doğal olarak bu tür insanların varlık, yaratılış, insan ve Allah kavramları hakkındaki eksik ve belirsiz yorumları, hiçbir zaman insanın hakikati arayan ve sorgulayan zatını sürekli olarak esaret altında tutamamıştır. Bu ortamda çağdaş dünyanın, özellikle de batı dünyasının en önemli boşluğu şekillenmiş oldu ve İslam devrimi önderi Ayetullah Hamenei’nin deyimiyle, “Bir fikrin, kılavuz bir düşüncenin, bir fikre dayalı ideolojinin, varlık alemi hakkında doğru dürüst bir algılayışının olmayışı, batı dünyasının en önemli boşluğunu teşkil etmektedir. Batılı toplumlara aşılanan yalan ideolojilerin bu konuda hiçbir olumlu etkisi olmayacaktır.”1
Modern2 çağın başlamasının üzerinden yaklaşık beş yüz yıl ve bu dönemdeki çoğu ideolojilerin şekillenmesinin (ki bu yeryüzü sakinlerinin çoğunun hayatı üzerinde mekanik düşüncenin mutlak hakimiyetiyle sonuçlanmıştır) üzerinden üç yüz yıl geçmesiyle modern rasyonallik yatağında ortaya çıkan düşünürler ve ideologlar, insan ve varlık dünyası hakkında doğru yorumlar ortaya koyarak insanın fikri ihtiyaçlarını gidermek yerine, insanı başı boşluğa sürüklediler ve bu konuda ısrar gösterdiler.
Merhum Üstat Allame Taki Caferi (Allah’ın rahmeti üzerine olsun) bu konuda şöyle yazmaktadır: “İkinci sorunun (felsefe ve hayatın hedefi) başlamasına sebep olan ikinci husus ise, bilinçsiz makine sesleri arasına gömülme vesilesiyle hayatın çehresinin değişmesidir. Öyle ki on sekizinci asrın sonlarından günümüze kadar yaygınlık kazanmıştır ve sonuç olarak da ruhsal hastalıklar işkencesi altında bulunan düşünürler, şehvet iç güdülerini tatmin etmek için ortamı uygun gördüklerinden, insanların hayat suyunun üzerine düşen taşı kaldıracakları yerde bu kaynakta su olmadığını iddia ettiler veya kaynakta suyun bittiğini söylediler. Böylece de hayatın boş olduğu sonucuna vardılar.”1
6- Maddi Kültür: İnsanı Aşağılamak ve Yaratılışı Tahrif Etmek
İdeologlar, Rönesans’tan sonra hayatın anlamsızlığını ilan ederek, ilahi dünya görüşünde kendi içinde Allah’ın halifesi olma makamına ulaşabilme kabiliyetine sahip olan insanı yüzde yüz maddi ihtiyaçlar içinde çırpınan ve tümüyle ekonomik bir araç haline düşen kimliksiz bir varlık haline indirdiler. Arjantinli seçkin ve çağdaş düşünür Ernesto Sabutu, mutlak ilmin hakimiyeti ve de on dokuzuncu ve yirminci asrın büyük bir bölümünde ilerlemesi, insanın makamını büyük bir makine çarkının dişleri haline dönüştürmüştür” hakikatini beyan ederek şöyle söylemektedir: “Kapitalist ve Marksist ideologlar, bu uygunsuz düşüncenin üzücü yayılımı hususunda eşit müdahalede bulunmuşlardır. Bu görüşte birey, toplumda erimektedir ve ruhun sırrı, ölçülebilir bir radyasyonun yayılımı haddine indirilmiştir.”2
Sadece Ernesto Sabutu değil, batılı bir çok bilginler ve düşünürler de batı kültürü ve medeniyeti akımında insanın yüce makamının aşağılanmasına itirazda bulunmuşlardır ve de şuna inanmaktadırlar: “Batıda insani ve sosyal ilimler, insan hakkında makamını küçük düşürücü korkunç tanımlar dışında hiçbir bilgi sunmamaktadır. Bazen insanın hakikatini bir alet düzeyine düşürmekte, bazen ekonomi ve bazen de cinsiyet düzeyine düşürmektedirler.”3
Elbette hakikati ve kemali arayan insan, beşer türünün aşağılanmasına ve beyinsizleştirilmesine katkıda bulunan görüşlerin dar kalesine yönelmemiş, aksine varlık alemindeki hakikatleri anlamak için dini öğretilere dönüş akımını başlatmıştır.
Gregory Üniversitesinin üstadı ve Uluslararası Katolik Üniversiteleri Federasyonuna ait, Araştırmaları Uyumlandırma Merkezinin müdürü Dr. Arich Larut ise modern kültüre saldırarak şöyle demiştir: “Modern kültür, insanı bir iktisadi araç suretine ve makamına düşürmeye çalışmaktadır ve insanları üretim veya tüketim araçları olarak ele almaktadır.”
Dr. Larut daha sonra şu açıklamada bulunmaktadır: “Bu bağlamda modernizm sonrası dönemde insan ruhu isyan etmekte ve insanlık makamından bu kadar düşüş karşısında devrim yapmakta, bu tabakayı kırmakta ve dışarı çıkmaktadır. Nitekim 1989 yılında Marksizm maddeciliği de böylece parçalandı.”1
7- Varlık Alemindeki Hakikatleri Keşfetmek İçin İnsanın Gösterdiği Çaba
Varlık aleminin hakikatlerini anlamak ve yaratılış dünyasının sırlarına ermek için beşerin aralıksız sürdürdüğü çaba, insanın ilahi fıtratında kökleri olan bir gerçektir. Hatta uzun yıllar boyunca dinsizlik veya Allah’a yabancılığın tozlu atmosferinde gelişip büyümüş olan kimseler bile bundan müstesna değildir. Örnek olarak şu hatırayı nakletmek mümkündür: “İnançlı Hıristiyan filozofu Jean Gitun kendisine sorulan, “Söylendiği üzere Fransa (eski) Cumhurbaşkanı (Francois Mitterand) sizi görmeye gelmiştir. Onunla ilişkileriniz nasıldır?” sorusuna cevap olarak şöyle demiştir: “Onu elli yıldan fazladır tanıyorum. O bu son görüşmede bana, “Ölümden sonra hayat var mıdır ve o nasıl olacaktır?” sorusunu sormak istiyordu ve bana şöyle dedi: “Yedi yaşımdan beri Allah’ı düşünüyorum ve hiçbir zaman Allah’ı unutamadım.” Hakeza o bana şöyle dedi: “Bir kanser hastası tedavi olmak için doktora müracaat ettiği gibi ben de Hıristiyan bir filozof olarak sana, “Acaba ölümden sonra hayat olacak mıdır?” diye sormaya geldim.”
Jean Gitun şu eklemede bulunmuştur: “Ben onun için ölümü anlattım ve ona şöyle dedim: “İnsan son nefesinden sonra, yepyeni bir dünyaya adım atmaktadır.” Francois Mitterand şöyle sordu: “Jean Paul Sartre hakkındaki görüşün nedir?” Ben şöyle dedim: “Ya dünyayı boş ve belirsiz kabul etmek gerekir veya aksine Allah ile ve bir hedefi olduğunu kabullenmek icab eder. Eğer dünya boş ve faydasız bir dünyaysa o halde bir silahla intihar etmek gerekir. Ama eğer başka bir dünyayı kabul edecek olursak belli bir hedef ve idealimizin olması gerekir. Bunun üçüncü bir yolu yoktur.”
Francois Mitterand bana şöyle dedi: “Ben, Allah ile birlikte olmak veya Allah’tan uzak olmak, hedefli yaşamak veya başı boş yaşamak hakkında bir kitap yazmalıyım. Ben bu işi başlatmış bulunmaktayım. Herkes bu iki yoldan birini seçmelidir. Sırları kabul eden kimseler, mutlu olan kimselerdir.”1
Dostları ilə paylaş: |