ANKARA ÜNİVERSİTESİ
EĞİTİM BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
EĞİTİM YÖNETİMİ TEFTİŞİ EKONOMİSİ VE PLANLAMASI
TEZSİZ YÜKSEK LİSANS PROGRAMI
‘EĞİTİMDE REFORM’
DERSİ ÖDEVİ
EĞİTİM TARİHİMİZDE BİR REFORM
“KÖY ENSTİTÜLERİ”
Yrd. Doç. Dr. H.Hüseyin AKSOY
Hazırlayan:
Pınar ÖZDEMİR YENİCE
03630145
Ankara
Ocak, 2005
KÖY ENSTİTÜLERİ’NİN TARİHİ TEMELİ
Köy enstitülerinin kuramsal temeli olarak Ahmet Tevfik’in 1912’de Üsküp Darülmuallimi’nin çıkardığı “Yeni Mektep” dergisinde yayınladığı Darülmualliminler-Çiftlik Mektepleri” ve gene 1912’de çıkarılan “Tedrisat-ı Ziraiye Nizamnamesi” ile açılan Ziraat Mektepleri ve 1914’te önce öğretmen sonra Kastamonu Milletvekili olmuş olan İsmail Mahir Efendi’nin mecliste köy eğitimi hakkında ortaya koyduğu fikirler, 40 yıl sonra kurulacak Köy Enstitülerine gerekli hazırlığı sağlayacaktır.
Ahmet Tevfik, İsmail Mahir Efendi, köy ve tarım eğitimi üzerinde duran Ethem Nejat ve daha sonra Köy Enstitülerinin kurulup gelişmesini sağlayan İsmail Hakkı Tonguç gibi eğitimciler, imparatorluğun Avrupa yakasında (Balkanlarda) ki öğretmen eğitimi deneyim ve fikirlerini “kuvvetini maariften, ülkenin yegane gelir kaynağı olan ziraat ve sanattan ve dolayısıyla ülkedeki köylerin kalkındırılmasından” alan esas bir temele dayandırmışlardır.
İsmail Mahir Efendi’nin “acele edip kız öğrencilere ev ekonomisi ve sanatları, erkek öğrencilere tarım ve iş bilgisi öğretip, biraz genel kültür vererek iyi bir uygulama yaptırdıktan sonra iki lira maaş bağlayıp, köylüler de ev mekteplerini yaptılar mı bu işi kısa zamanda hallederiz; aksi halde üç yüz senede bu işi halledemeyiz vb.” düşünceleri, Ethem Nejat’ın belirttiği gibi “köy yaşamını uygarlaştırma” da pratik bir çözüm yolu olarak görülmektedir. Çünkü Köy Enstitüleri de bu görüşlere uygun olarak kurulmuşlardır. Mahir Efendi’nin “alim yetiştirmek nazariyesini bırakıp, adam yetiştirmek esasını kabul etmeliyiz” sözü “çok bilgili insan yerine, çok yönlü iş yapabilen insan yetiştirme” kavramı temel bir eğitim felsefesini aksettimektedir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında şehirlerde ve büyük bölge köylerinde, nüfusu 400’den aşağı 32.000 köyün okulu yoktu. Mevcut şehir okullarında ilköğretim 5 yıl birçok köy okullarında 3 yıl süreliydi. Öğretmenler köylere gitmek istemiyorlardı, köylerde okur yazarlık oranı şehirlere göre daha düşüktü, okula devam eden kız ve erkek öğrenci sayısı arasında uçurum vardı.
Bu duruma bir çare bulunmalıydı. Bu nedenlerle ilköğretim alanındaki öğretmen ve okul sorununa, 1923 yılından Köy Enstitüleri’nin kurulduğu 1940 yılları arasındaki 17 yıl içerisinde köy enstitülerine giden yolda köy muallim mektepleri, millet mektepleri ve eğitmen kursları gibi üç önemli eğitim hareketi görüyoruz ki; Köy Enstitüsü kanun ve programlarının şekillenmesinde bu deneyimlerinde oldukça önemli etkileri olduğu görülmektedir. (Demirtaş, 1993; 11,12)
KÖY ENSTİTÜLERİ’NİN DOĞUŞU, GELİŞİMİ
Eğitim toplumların bilgi ve beceri birikimleriyle değer yargılarını sonraki kuşaklara aktarmak amacıyla ailede, yakın çevrede, okullarda, iş yerlerinde vb. kurumlarda sürdürülen öğretim ve yetiştirme etkinliklerinin tümü olarak tanımlanabilir. Bu bakışa göre eğitimi yalnızca okullarda sürdürülen etkinliklere indirgemek yetersiz, hatta yanlış bir görüş olacaktır. Hele günümüz okullarında, eğitimin göz ardı edilerek, yalnızca öğretim yapıldığı dikkate alınırsa. Oysa ki her öğrenim görmüş kişi eğitimli insan değildir; tıpkı her bilgili insanın kültürlü insan, her entelektüel kişinin aydın kişi olmayacağı gibi. Okullar organize eğitim kurumlarıdır. Ancak tek eğitim kurumu olmayıp eğitim kurumları arasında en önde gelenidir. Eğitimin amacı şu şekilde özetlenebilir:
-
Bireyin kişiliğini geliştirmek,
-
Bireyin mesleki yeterliğini artırmak,
-
Toplumun moral değerlerini yükseltmek,
-
Bireyin toplumuna uyumunu sağlamak.
Cumhuriyet dönemi eğitim politikası incelendiğinde eğitim ilkelerinin şu şekilde belirlendiğini görüyoruz:
-
Eğitim ulusal olmalıdır.
-
Eğitim bilimsel olmalıdır.
-
Eğitim laik olmalıdır.
-
Eğitim uygulamalı olmalıdır.
-
Eğitim karma olmalıdır.
Cumhuriyet döneminde eğitim politikası, bu amaçlar ve ilkeler doğrultusunda uygulanmaya başlanmıştır. Bu doğrultuda eğitim, daha yaygın ve daha işlevsel bir kimlik kazanmıştır. Mustafa Kemal Atatürk, eğitimin Anadolu’nun her köşesine yayılmasını ve daha yararlı olabilmesini sağlamak için 1935 yılında CHP’nin IV. Kurultayında; askerliğini çavuş olarak yapan köylü gençlerin köylerinde sağlık, tarım, hayvancılık vb. alanlarda eğitmen olarak görevlendirilmesi için yetiştirilmesi kararını aldırmıştır. İlk uygulama 1936 yılında Eskişehir’de açılan kursta, köylü gençlerin belirtilen amaçlar doğrultusunda eğitilmesiyle başlamıştır. Bu kurs, köy enstitülerinin ilk temelidir. Bunun devamı olarak 1937’de ilk Köy Öğretmen Okulu açılmıştır. Ancak, Atatürk Köy Enstitüleri’nin hayata geçirilişini görememiş, bu yeni programın mimarlığına Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel tarafından, İsmail Hakkı Tonguç getirilmiştir. (http://www.kemalinaskerleri.8m.com)
Eğitim uzmanı olarak Türkiye’ye davet edilen John Dewey (1924) ve Kühne’nin (1925) eğitim sistemimiz hakkında verdikleri raporlar doğrultusunda Denizli’de ve Kayseri’de açılan muallim mektepleri (1927) uygulamada iyi sonuç alınamadığından 1932-1933 öğretim yılında kapatılmışlardır. Normal muallim mektepleri yanı sıra açılıp denenen bu okulların ötekilerden farklı olmadığı görülmüştür. Sabahları genel kültür, öğleden sonraları da tarım derslerine ayrılan bu okullardan mezun olan öğretmenler, beş yıl köylerde mecburi öğretmenlik yapacaklardı. Yahya Kemal Kaya’nın köy ve şehir muallim mektebi ayrımının demokrasiye aykırı olduğu ve ikiliğe yol açtığı eleştirileri de kapatılmalarını hızlandırmıştır (Demirtaş:1993,14).
1935’e gelindiğinde artık yabancı uzmanlardan medet umma dönemi bitmiş bulunuyordu. Türkiye’nin önünde dağ gibi duran bir ilköğretim, özellikle köy eğitimi davası vardı. 1935 nüfus sayımına göre faal nüfusumuzun %81’i çiftçiydi. Erkek nüfusunun çoğunluğu da okuma yazma bilmiyordu.
İşte bu koşullarda 1936’da Köy Enstitüleri uygulamasına kadar varacak bir denemeye girişildi: Köye eğitmenler yoluyla ulaşmak; askerliğini çavuş olarak yapmış, köyünde çalışan kişileri alıp altı aylık kurslardan geçirip bazı bilgi ve becerilerle donattıktan sonra köye göndermek. Bunlar, hem köylü çocuklarını üç yıllık bir eğitimden geçirecek, hem de köylerinde birer halk önderi olacaklardı. Devletten de küçük bir maaş alacaklardı. Uygulamanın sonucu başarılıydı. Bunu takiben dört köy öğretmen okulu açıldı ( Öğretmen Dünyası Dergisi:1990:sayı:124:8).
1936 yılında başlayan eğitmen kursları başarılı bir şekilde yürütülürken nüfusu 400 den fazla köylere beş sınıflı okullarda görev yapabilecek öğretmen ve köy kalkınmasına yardım edebilecek meslek erbabı, ebe ve sağlık memuru yetiştirmek amacıyla 17 Nisan 1940 tarihinde çıkarılan 3863 sayılı kanunla Köy Enstitüleri kurulmuştur. Bundan iki yıl sonra 1942 yılında çıkarılan 4274 sayılı Köy Enstitüsü ve Köy Okulları Teşkilat Kanunu ile de kırsal bölgelerde gerçekleştirecek ilköğretimin yapı ve esasları ile Köy Enstitüleri’nin hedef ve işleyişleri arasındaki ilişki de açıklığa kavuşturulmuş oldu. 1943 yılında da Köy Enstitüleri’nin öğretim programı çıkarılmış ve bina, eşya ve dershanelerinin tamamlanarak Köy Enstitüleri’nin sayısının artırılmasına ve dolayısıyla daha fazla öğrencinin, kanuna göre sadece köy ilkokullarını bitirmiş başarılı ve sağlıklı kız-erkek köy çocuklarının enstitülere alınmasına çalışılmıştır (Demirtaş:1993:15).
KÖY ENSTİTÜLERİNİN KURULUŞU
O zaman dönemin tek partisi [devlet partisi] olan Cumhuriyet Halk Partisi, 1935’te topladığı Büyük Kurultay’ında, devlet eliyle başlatılan “plânlı endüstrileşme” hareketine koşut bir “plânlı” olarak “köyü kalkındırma” hareketi başlatma kararı da aldı. yeni bakan Arıkan, eğitimcilere (özellikle Cevat Dursunoğlu’na) danışarak Tonguç’u İlköğretim Genel Müdürlüğüne getirdi. Tonguç, önce ciddî bir köy incelemesi yaptı; rakamları ve eski yapılanları değerlendirdi; 20 yıllık bir plân taslağı hazırladı. Bu plâna göre 1954 yılında öğretmen, koruyucu sağlık hizmeti, tarım teknisyeni ulaşmamış köy kalmayacaktı. Bunu başarmak hiç de kolay değildi. Her şeyden önce, açılacak enstitülere okur-yazar köy çocuğu/öğrenci bulmak büyük bir sorundu.
Tonguç, klâsik eğitimcilerin direnişlerine karşın, ilk olarak, askerliğini yapmış okur-yazar gençlerden seçtiği bir grubu “Eğitmen” sanıyla köylerde “geçici öğretmen” olarak görevlendirmek üzere, 1936 yılında Eskişehir’in Çifteler Çiftliği’nde dört aylık bir kurs açtı. Ankara köylerinde görevlendirilen ilk 84 eğitmen başarılıydı. Eğitmen kursları ülkenin başka yerlerinde de açılarak çoğaltıldı. Eğitmen adayları, açılacak Köy Enstitülerinin ilk binalarını da yapmışlardı. Kendi köylerine giden eğitmenler, topladıkları çocukları üç yıl okutup mezun ederek yenilerini alıyorlardı. Eğitmenleri “gezici başöğretmenler” iş başında da yetiştiriyorlardı. Eğitmenler ayrıca, köyde çıkan sağlık sorunlarını kaymakamlığa iletmek ve köylüye modern tarım tekniklerini öğretmek, akşam okulları ile yetişkinlere de okuma-yazma, hesap ve yurttaşlık öğretmekle de yükümlüydüler.
İkinci bir önemli adım olarak, 1937-38 öğretim yılında Eskişehir/Çifteler ve İzmir/Kızılçullu’da, “deneme” olarak iki “Köy Öğretmen Okulu” açıldı. 1940’a kadar açılan bu tip 4 okul, yasa çıkınca “Köy Enstitüsü” adını aldı ve değişik bölgelerde yeni Köy Enstitüleri açıldı. Enstitüsü sayısı 1945’te 20’ye, 1948’de 21’e çıkarıldı. Enstitüler, bölge esasına göre kurulmuştu. Her enstitünün sorumlu olduğu 3-4 il vardı. Enstitüler, bu illerin köylerinde eğitmenlerin yetiştirdiği öğrencilerden seçerek öğrenci alıyor, bunlar enstitülerde ilkokulu tamamlayarak Enstitü öğrencisi oluyorlardı. Enstitü öğrencileri, üçüncü sınıftan sonra “öğretmenlik” ve “sağlık” kollarına ayrılıyordu. “Köy Sağlık Memuru” ve “Köy Ebesi” yetiştiren Sağlık Kollarının öğrencisi daha azdı. Enstitü girişimi evrimini tamamlayamadığı için öğretmenlik ve sağlık bölümünden başka bölüm açılamadı (Altunya, 2002).
Atatürk’ün cenaze töreni, bir dönemin de kapanışının habercisiydi. Atatürk’ten sonra liderliği İsmet İnönü devralmış ve köyde eğitim projesini sürdürme görevi ona düşmüştü. İnönü, cumhurbaşkanı seçilince kabineyi Celal Bayar kurmuş ve Milli Eğitim Bakanlığı’na Hasan Ali Yücel getirilmiştir. Yücel bakanlıkta tam bir devrim yapmış, üniversiteler kanunun çıkarmış ve özerkliği güvence altına almaya çalışmıştır. Dünya klasiklerinin çevrilmesi için bir tercüme bürosu kurdurmuş ve 500’den fazla eserin Türkçe’ye kazandırılmasını sağlamıştır. Ancak onu ölümsüzlüğe kavuşturacak asıl proje Köy Enstitüleri olmuştur.
Yücel’in Milli Eğitim Şurası’nda tartışmaya açtığı bu proje, cumhuriyetin en önemli hamlelerinden biriydi. Yücel bir yasa tasarısı hazırlatarak, ülkeyi tarım koşullarına göre her biri 3-4 ili kapsayan 21 bölgeye ayırdı.
Bu 21 bölgenin en uygun yerlerine birer Köy Enstitüsü kurulacaktı. Enstitüler şehirden uzakta olacak, ama mümkünse tren istasyonuna yakın bir yere kurulacaktı. Bu enstitülerde köyün kalkınması için gerekli öğretmenler yetiştirilecekti. Ancak öğretmen sadece okuma yazma öğretmekle kalmayacak, aynı zamanda köylüye modern tarım tekniklerinden marangozluğa, müzikten hasta tedavisine kadar her konuda eğitim verecekti. Bir anlamda yerel önder aydınlar yetiştirilecekti. Böylece köylerin kalkınmasının sorumluluğu o bölgenin içinden yetişmiş aydın köylülere emanet edilecekti. Hem geri kalmış bölgeleri kalkındıracak hem de olası göç hareketlerini önleyecek bir projeydi. Okulların adı “enstitü” konuldu, çünkü bilgiyi iş haline getirerek uygulayan bir eğitim sistemi öngörülüyordu.
Yücel hemen, bu seferberlikte omuz omuza çalışacağı yol arkadaşını belirledi: İsmail Hakkı Tonguç’u vekaleten yürüttüğü göreve asli olarak atadı. Enstitüleri yaratan bu iki isim buluştuktan sonra, artık geriye sadece projeyi uygulamak kalmıştı. (Dündar: 2000, 22)
Daha önce kurulan 4 öğretmen okulu enstitüye dönüştürüldü bu okullara 17 yeni okulunun eklenmesi kararlaştırıldı. 1940 yılında 10 enstitü (Sakarya Arifiye, Antalya Aksu, Balıkesir Savaştepe, Isparta Gönen, Adana Düziçi, Kayseri Pazarören, Samsun Akpınar, Trabzon Beşikdüzü, Kars Cılavuz, Malatya Akçadağ) daha açıldı. Bundan sonra açılan 7 enstitü [Konya İvriz (1941), Ankara Hasanoğlan (1941), Sivas Pamukpınar (1941), Erzurum Pulur (1942), Diyarbakır Dicle (1944), Aydın Ortaklar (1944), Van Erciş (1947)] ise diğer enstitülerin yardımıyla yapılacaktı. (Dündar: 2000, 26)
Enstitülerin çoğunun kurulacağı yerlerde tek bir bina bile yoktu. Buralara çadırlar kuruldu. Köylerden alınan ilk öğrenciler, öğretmenleri ile birlikte enstitülerini kurmaya giriştiler. Devletin bu iş için ayırdığı ödenek son derece azdı. Devlet, giderlerin %27’sini karşılıyordu. Enstitü mensuplarının, kuruluş evresinde çetin bir çalışma gösterdikleri görülüyor.
Eğitim hamlesi tam başlayacağı sırada Avrupa’da II.Dünya Savaşı başlamıştı. Bu nedenle hükümet Trakya’nın boşaltılmasına karar verdi. Göçecekler arasında Kepirtepe Köy Enstitüsü öğrencileri de vardı. Bu tecrübeyi Mehmet Başaran şöyle anlatıyor:
“ Bir gün, duyuru tahtamızda bir ilan gördük: ‘Herkes, iki tabak, çatal, kaşık, bir battaniye, bir sırt çantası hazırlayacak kendisine ve Anadolu’ya yolculuğa çıkılacak. Bu yolculuk bir tür gezi niteliğinde olacak. Belki gittiğimiz yerlerde ders de yapacağız. Uzunca da kalabiliriz.’ deniliyordu.”
Mehmet Başaran, Ankara Hasanoğlan köyüne ulaştıklarında karşılaştıkları manzarayı şöyle anlatıyor:
“ Kalacak yer yoktu, köy camisinde kaldı bir bölümümüz. Bir bölümümüz köy okullarında kaldı. Sığmayanlar da çadırlara yerleştirildi. Üçe ayrılmıştık. Yıl 1941. hiçbir şey yok, savaş önlemleri alınmış, gaz yok, ekmek yok, 350 gram ekmek yiyoruz. Işık için lüks lambası yakıyoruz.”(Dündar:2000:27).
KÖY ENSTİTÜSÜNE GELEN ÇOCUKLARIN PROFİLİ
Davar peşinde koşan köy çocukları, koltuklarına sıkıştırdıkları azık torbaları, milli eğitim müdürlüklerinden verilmiş bir zarfla enstitüye başvurmuşlardır. Sırtlarında lime lime olmuş yırtık gömlek ve entarileri, bacaklarında potur, şalvar hatta içdonu, ayaklarında ise yemeni, çarık, lastik çokça da yalın ayaklı, uzun ve bakımsız, bazen de sıfıra vurulmuş saçlarıyla geldiler. Sarı benizli, çapaklı gözlerinde zeka parıltıları taşıyan, dişleri bakımsız ve çürük, vücutları kirli ve sıska, karınları sıtma şişi, tırnakları uzun köylü çocuklarıdır onlar… birbirleri ile yüksek sesle konuşurlar, yollarda rastladıkları ağaçlardan, meyveleri dallarıyla birlikte hoyratça koparır; ama yiyeceklerini birbirlerine ikram etmesini de bilirler… (Kaya:2001:63)
Enstitüye gelen öğrenciler genelde üstsüz başsızdırlar. Emekli öğretmen Mehmet Buran, Müdürü Nazif Evren’e yıllar sonra yolladığı mektubunda şöyle diyordu (Kaya:2001:63):
“Ben 23 Temmuz 1945 Cumartesi günü babamla birlikte geldim. Ayağımda bir yakınımın hediye ettiği takunyalar vardı. Köyde ayağımda çarıkla ya da yalınayak başkalarının keçisini koyunu güderdim, takunyalar enstitü hediyesi olarak alınmıştı. İşte ben Dicle’ye böyle geldim… Dicle, dolayısıyla siz bana sahip çıktınız. Önce ayağıma Beykoz postalı verdiniz. Ama postal ayağıma büyük geldiği için geri alıp, özel iskarpin ısmarlayıp giydirdiniz. Ne mutlu değil mi? Sevgili öğretmenim o günden sonra hiç yalınayak kalmadım.”
Köy enstitülerinde kız ve erkek öğrenci ayrımı yapılmadan, her öğrenciye değer verilir, eğitimleri sırasında eşit bir muameleye tabi tutulurlardı.
Tonguç, Tuna boylarından kalkarak İstanbul’a okumak için yola çıktığında gözü yaşlı anasının, onu babasından gizli uğurlamasını ve biriktirdiği üç beş kuruşu mintan cebine soktuğunu unutmamıştır. Bu nedenle eğitbilim düşüncesinde köy kızlarının eğitim görmeleri her zaman baş köşede olmuştur.
Eğitim uzmanları kız erkek karma eğitimin insan psikolojisi açısından ne denli önemli olduğunu, karma eğitim yapan okulları bitiren öğrencilerin ilerdeki yaşamlarında çok daha sağlıklı yuvalar kurduklarını söylüyorlar. Gerçekten de Köy Enstitülü kızlar, yatakhane, tuvalet-banyo dışında tüm dersliklerde, işliklerde, tarla-bahçe çalışmalarında olduğu kadar, eğlentilerde, halaylarda da erkek öğrencilerle dirsek dirseğe çalışmışlardır (Kaya: 2001:c.2 70).
Enstitüye başladıklarında, içinden geldikleri olumsuz koşulların etkisiyle eğitimsiz, cahil, nerede ne yapacağını bilemeyen öğrenciler, enstitüden mezun olduklarında tıpkı kendileri gibi olan diğer çocukları eğiten birer öğretmene dönüştüler.
KÖY ENSTİTÜTÜLERİNİN MAHİYETİ ve AMAÇLARI
Tarihi kökleri II. Meşrutiyete kadar inen ve cumhuriyet döneminde birkaç önemli denemeden sonra 17 Nisan 1940 tarihinde Köy Enstitüleri olarak kurulup 1942 yılında 4274 sayılı kanunla köy okulları dahil olmak üzere yasal dayanakları tamamlanarak sayıları 21’e çıkarılmış ve nihayet 1947, 1953 program değişiklikleri ile iyileştirilmek istenmişse de Şubat 1954 yılında çıkarılan 6234 sayılı kanunla geleneksel öğretmen okullarına dönüştürülmüştür. Köy Enstitüleri’nden bu yıllar içinde yaklaşık 15000 öğretmen ve sağlıkçı mezun olarak görev yapmıştır. Köy Enstitüleri’ni daha iyi anlayabilmek için onun kuruluşundaki temel gerekçe ve nedenleri iyi anlamak gerekir.
Ekonomik ve kültürel alanlarda köy alt yapısının geliştirilmesiyle halkın demokratik yaşama katılımının sağlanması amaçlanıyordu. İsmail Hakkı Tonguç’un 1940 yılında Köy Enstitüleri kurulurken enstitü müdürlerine yazdığı mektupta maksat; “cemiyete vefakar, yeni, diri, çalışkan, dürüst, cesur, becerikli, meşakkate tahammül edebilen, müşkül ne olursa olsun yenebilen, tuttuğunu koparan, sosyal hayatın her safhasına nüfus edebilen, hayat şartlarını değiştirebilen, toprağa bağlı köklü, hayattan zevk alan, yaşamaya doymayan, insanları ve hayatı seven…vatandaşlar yetiştirmeniz içindir.” demekle verilecek eğitimin hedeflediği insan tipini açıklamıştır. Burada asıl amaç, doğanın güçlerini kontrol altına alabilecek, zamanla tarım kültüründen ve kırsal kültürden çağdaş ve demokratik bir sanayi- kent kültürüne geçişi kolaylaştıracak bir eğitim altyapısını en kısa zamanda kurmaktır. Yine Tonguç’un deyimi ile “ İdealizmle realizmden bir hamur yaparak…” reel köy tanınacak, ona göre de eğitim şekillenecekti (Demirtaş:1993:17,18).
KÖY ENSTİTÜLERİNİN ÖĞRETİM PROGRAMLARI
Enstitü programları %50 kültür, %25 tarım, %25 teknik dersleri içeriyordu. Haftada 33 saat ders vardı. Enstitü öğrencileri sabah 06.00’da kalkıyor, sabah temizliğinden sonra toplu cimnastik yapıyorlardı. Kahvaltı ve 45 dakikalık sabah mütalaasını 8.45-12.15 arası dersler izliyordu. Öğle yemeğinden sonra da “koro ve orkestra” vardı. Öğleden sonra işlerden ya da derslerden sonra akşam yemeği yeniyor, yeniden yarım saatlik “milli oyun ve spor” çalışması yapılıyordu. Elli dakikalık bir serbest okuma saatinden sonra gece mütalaasına geçiliyor ve 21.30’da yatılıyordu.
Köy Enstitüleri’nin iki öğretim programı yayımlanmıştır. Biri 1943 tarihini, biri de 1947 tarihini taşır. Her ikisinin de amacı 1940’da çıkan 3803 sayılı Köy Enstitüleri Kanunu’nun istediği nitelikteki elemanları yetiştirmek amacı güder (Öğretmen Dünyası Dergisi:1990:10)
Pedagogların yıllardır tartıştığı ve hep tartışacakları iş içinde eğitim, enstitülerde gündelik hayatın bir parçasıydı. Öğrenci yaparak-yaşayarak öğreniyordu.
Köy Enstitülerinde uygulanan eğitim ve öğretim yöntemi, “öğrenciyi merkeze” koymuş ve onun etkin kılınmasını temel almıştı. Ekip çalışmaları ve bireysel etkinlikler, öğrenci kişiliğinin geliştirilmesi açısından vazgeçilmez koşuldu. Enstitülerde, bulunabilen teknolojinin yoğun olarak kullanılması esastı.
EMİN GÜNEY ( Hasanoğlan Köy Enstitüsü Öğrencisi)
“Demircilik derslerinde, marangozluk derslerinde, duvar derslerinde, tarım derslerinde, kültür derslerinde öğrendiklerimizi uygulardık. Örneğin matematikte, dik üçgen konusunda öğrendiğimiz pisagoru kullanarak binaların temelini kazardık.Kültür derslerinde öğrendiğimiz makaralar dediğimiz prangaları kullanarak, binaları yaparken tuğlaları, kiremitleri, harcı yukarı çıkarırdık. Bunun gibi birçok örnek verebilirim. Yani köy enstitüsünde kültür dersleri ile iş iç içe girmişti, birbirlerini tamamlardı.”
1953 yılına kadar Köy Enstitülerinin öğretim süresi ilkokul üzerine 5 yıldır. Öğrencilere yazları en çok 45 gün izin verilir.
1946’ya kadar uygulanan enstitü programlarında öğretmenlik bölümünün haftalık ders yükü 44 saattir. Bunun yarısı genel kültür ve meslek derslerine, dörtte biri iş ve dörtte biri de tarım etkinliklerine ayrılıyordu. Her enstitülünün öğretmenlik diplomasında bir “İş” (demircilik, yapıcılık, ev işleri gibi), bir de “Tarım” (meyvecilik, kümes hayvancılığı gibi) “ek” branş olarak belirtiliyordu. Öğrencilerin yarısı kültür derslerine, diğer yarısı ziraatla ve yapıcılıkla ilgili iş alanlarına, işliklere giderlerdi. Okulun günlük ve nöbetle görülecek işlerine ayrılan gruplar da kendilerini bekleyen çeşitli işlerin başına dağılırlar.
Manzara hemen değişir. Ocağın başında, taş kıran taş yontan çocukların olduğu yerden çekiç sesleri yayılır vadiye.
Dik yamaçları aşarak dağlardan su getiren öğrencilerin, arkların içinde kazma salladıkları görülür.
Her yandan bir başka ses gelir.. Her yerde iş başındaki insan kümeleri görülür.
Hareket, ses, toprağı değerlendirme, yapıcılık hevesi, doğayla haşır neşir olma coşkusu, öğrenme hırsı, enstitünün bahçesini, yapısını, işliğini mutfağını, her yanını kaplar.
Ovanın her yanında, sebze bahçelerini sulayan çocukların sevinçli sesleri duyulur.
Enstitüden at arabasıyla çıkan iki çocuk hızla değirmene gider. Bir yamacın üstüne dağılmış, sürünün başında dolaşan çocuklardan biri enstitüye doğru azık almaya gelir.
Yapımı süren okul binasına tuğla, harç çeken, duvar ören öğrencilerin şen kahkahaları derelerin içinde yankılanır.
Penceresi açık bir işlikten gelen dokuma tezgâhının sesi, coşkuyla söylenen türkülere karışır. Mutfakta çocuklar aşçıya yardım eder, kazanın etrafına dizilir, patates soyarlar.
Makinelerin başında, arkadaşlarına çamaşır, elbise diken kızlar bir yandan da söyleşir, türküler söyler.
Sınıfların birinde kimya dersi yapılır, diğerinde matematik.. Müzik dersi gören çocukların mandolinlerinden çıkan ezgi uzaklardan duyulur.
Köy Enstitüsü programı, çok yönlü eğitimi benimsemişti. Genel kültür ve beceriler yanında edebiyat, resim, müzik ve spor gibi etkinlikler, her öğrencinin doğal hakkı sayılıyordu. Eğitim yaşamının tümüne sanat, hareket ve yaratıcılık egemendi. Enstitülerde her hafta bir eğlenti düzenlenir, bu etkinliğe yönetici ve öğretmenler de katılırdı. Bu eğlenti programları piyes, müzik, gösteri, halk oyunu, orta oyunu vb. etkinliklerden oluşurdu. Bu etkinlikleri, çevredeki köylüler ve öğrenci velilerinden konuk olanlar da izlerlerdi. Öğrenciler her sabah erkenden kalkıp okulun önündeki büyük alana toplanıyor ve güne, cimnastik yaparak ya da sabah sporu niyetine kızlı erkekli halk oyunları oynayarak türkülerle başlıyorlardı. Sonra,kendilerinden önce kalkıp fırınlarda ekmek pişiren arkadaşlarının hazırladığı kahvaltıya geçiyorlardı.
Sabah yedi buçuktan sonra serbest okuma saati başlıyordu. Her enstitünün büyük bir kütüphanesi vardı ve Hasan Ali Yücel’in çevirisini yaptırdığı klasikler burada bulunabiliyordu. Her öğrenci bir yıl içinde 25 klasik eseri okumak zorundaydı. Teklif, Elektra, Faust, Kırmızı ve Siyah, Vadideki Zambak, Benim Üniversitelerim, Goriot Baba, Vadideki Zambak, Figaro’nun Düğünü, Nora, Şamdancı, Harp ve Sulh, Venedik Taciri, Germinal gibi kitapları okuyan bu öğrenciler, Zoraki Tabip, Kibarlık Budalası, Bir Yaz Gecesi Rüyası gibi oyunları da oynuyorlardı.
Bu serbest okuma saatlerinde isteyen öğrencilere müzik öğretmenleri tarafından mandolin, keman, akordeon, bağlama dersleri de veriliyordu. Her öğrencinin bir müzik aleti (genellikle mandolin) çalması zorunlu idi. Halk kültürünün tüm malzemesi enstitülere taşınıp işleniyordu. Âşık Veysel de, Köy Enstitülerinde, halk türküleri öğretmeni olarak görev yapıyordu.
MEHMET BAŞARAN (Kepirtepe Köy Enstitüsü Öğrencisi):
“Paşa sokuluyor kızın yanına ‘ Kızım çantanda ne var görebilir miyiz?’ diyor. ‘Görebilirsiniz paşam’ diyor kız. Çantasından bir çeyrek köfte ekmek ve bir de klasiklerden yeni çıkmış bir kitap çıkarıyor. İnönü yanındakilere dönüyor, ‘Görüyor musunuz? diyor; köy enstitülerinde kitap, ekmekle bir tutuluyor. Ne zaman Türkiye’de erinden generaline, sade vatandaşından cumhurbaşkanına kadar herkes ekmekle kitabı azığıyla bir araya getirebilirse Türkiye’nin kalkınması daha gerçekçi olacak. Tam bağımsızlık o zaman gerçekleşmiş olacak. İşte Köy Enstitüleri bunu yolunu açıyor.”
Akşam... Yatma zamanı... Gece nöbetçilerinden başka bütün öğrenciler yatakhanelere çekilir.
Ortalık aydınlanırken, uzak ufuklardan sesi duyulan kampana vurmaya başlar. Enstitü mensupları, günlük işlerine başlamak üzere uyanırlar. Geceyi dinlenerek geçiren coşku seli yatakhaneden okulun dört bir yanına akar çok geçmeden.
Harmandalı, Somalı, Arpazlı gibi zeybeklerle, halk oyunlarıyla türkülerle güne başlanır.. Mandolin, keman, bağlama gibi sazları çalabilen öğrenciler, bisiklete, motosiklete de binebilmektedir. Köy Enstitüleri aynı zamanda köy kökenli aydınlar kuşağının yetiştiği bir ocak gibidir. Fakir Baykurt, Mehmet Başaran, Mahmut Makal, Talip Apaydın, Dursun Akçam gibi yazarların yanında, birçok ressam, politikacı ve eğitimci de bu okullarda yetişmiştir.
TALİP APAYDIN:
“Bize haber verildi, ‘İsmet Paşa geliyor yarın.’ Tabi ona göre yemek çıkıyor, önemli bir konuk olduğu zaman sevinirdik, çünkü iyi yemekler çıkardı o gün. O gün öğrendik ki etli pilav var, bir de incir hoşafı var. İncir hoşafı falan verilemiyordu o zamanlar. Onun için çok sevinmiştik. İsmet Paşa masaların arasında dolaşırken, benim arkama gelince, benim tabağımdaki iki incirden birisini aldı, ağzına götürdü. Ben böyle bakmışım ‘nereye gidiyor benim incir’ diye.Sonradan arkadaşlar söylediler sapsarı olmuşum. Tabii helal olsun İsmet Paşa için bir incir ne ki. Aradan 40 yıl geçti, ben ‘Köy Enstitüleri Yılları’ kitabımda anlattım bu olayı. Adana’dan biri okumuş bu kitabı ve bana iki kavanoz reçel gönderdi. Katmerli faizi ile incirimi almış oldum.’
Gün boyu süren iş eğitiminin ardından öğrenciler akşam yorgun argın enstitüye dönüyorlardı. Ancak enstitü, henüz gelişme çağında olan bu çocuklara doyurucu yemek sunamıyordu. Savaş yıllarıydı ve ekmek gramla tartılarak verilebiliyordu.
Bütün enstitülerde Cumartesi günleri eleştiriye ayrılmıştı. O gün bütün okulun öğrencileri, öğretmenleri ve müdürleriyle buluşur, geçen haftanın bir değerlendirmesini yapar, yanlış uygulamaları eleştirirlerdi. Hasan Ali Yücel’in Milli Eğitim Bakanlığında kurulan karargahın komutanı İsmail Hakkı Tonguç’tu. Tonguç 21 enstitü ile de ayrı ayrı ilgileniyor, sık sık gidip denetliyordu.
TALİP APAYDIN (Çifteler Köy Enstitüsü Öğrencisi):
“Diyor ki genelgenin başında, ‘Bu, bütün öğretmen ve öğrencilerin bulunduğu kurulda okunacak. Herkes bunu dinleyecek. Orada diyor ki, ‘Hiçbir öğretmen hiçbir öğrenciye el kaldıramaz. Kötü söz söyleyemez. Küfredemez. Dayak atamaz. Eğer bu dediklerimi yaparsa, öğrencinin de aynı şekilde mukabele etmek hakkıdır.’ “
( Dündar:2000:41)
KÖY ENSTİTÜLERİNDE ÖĞRETİM İLKE VE YÖNTEMLERİ
Köy enstitülerinde uygulanan öğretim ilke ve yöntemleri çok açık belirtilmediğinden bu ilke ve yöntemleri mevcut öğretim programları, yasalar, yönetmelik ve genelgelerde uygulamada esas olan eğitim görüşlerinden kısmen de olsa çıkarılanlara göre; Köy Enstitüleri’nin öğretim ilke ve yöntemleri şöyle maddeleştirilebilir:
-
Uygulanacak öğretim programlarının fazla ezbere ve bilgiye yer verilmeden yaşama yönelik olarak hazırlanmıştır
-
Öğretimde özellikle iş pedagojisine yer verilmiştir.
-
Okuma alışkanlığı ve yazma becerilerinin kazanılmasına çalışılmıştır.
-
Halk oyunları, halk müziği ve sanatının geliştirilmesine çaba gösterilmiştir.
-
Öğretilecek konu ve uygulamalar gerçeğe yönelik ve gerçek sorunları çözemeye yönelik bir mahiyettedir.
-
Öğrencilere demokratik davranışlarını geliştirme fırsatları verilmiştir.
-
Karakter eğitimine, disiplin, özgürlük ve sorumluluk duygusunun geliştirilmesi için türlü uygulamalara gidilmiştir.
-
Tüm öğretim etkinliklerinde yaparak ve yaşayarak öğrenmeye gerekli önem gösterilmiştir.
Enstitülerdeki eğitim öğretim uygulamaları iş pedagojisine, özellikle Avrupa ülkeleri, Amerika ve Rusya’da revaçta olan iş ilkesine, “eli kadar kafası, kafası kadar eli işleyen” , “kuramla uygulamayı bağdaştırma” , “yapay iş yerine, üretime dönük gerçek iş yapma” sloganlarına uygun düşecek tarzda uygulanmıştır. (Demirtaş: 1993:31)
ENSTİTÜLERİN FİNANSMANI NASIL SAĞLANIYORDU?
3238 sayılı kanuna dayanılarak açılmış bulunan eğitmen kurslarının ihtiyaçlarını karşılamak üzere Maarif Vekilinin isteği üzerine devlete ait bulunan tarla, çiftlik, bağ, bahçe vs. arazinin İcra Vekilleri Heyetince tahsis edilmesi öngörülmüştü. Kanun ayrıca Köy Öğretmen Okullarının ihtiyaçlarında kullanılmak üzere Maarif Vekaleti bütçesinden 20 bin liraya kadar bir döner sermaye verilmesini, köy öğretmen okulları ve eğitmen kurslarında Ziraat Vekaletine ait demirbaş eşyanın da Maarif Vekaletine devredilmesini, bu okulların döner sermayelerine bu eşyaların demirbaş kaydedilmelerini kararlaştırmıştı. Köy ilkokullarındaki öğretmenleri teşvik için de bu öğretmenlere kıdem ve ikramiye verilmesi karara bağlandı.
Köy Enstitüsünde gerekli olan tüketim maddelerini hem daha ucuza almak hem de zaman kaybını önlemek için enstitü yönetimi serbest pazarlık yolu ile alıyordu. Küçük alımlar ihale kanununun dışında yapılıyordu.
Öğrenciler o yıllarda kendi çevre temizliklerini yapmayı, okulun bakım ve onarımına katkıda bulunmayı, okulda revir ve döner sermaye düzenini kurmayı başarmışlardır.
Köy Enstitüleri giderlerini en aza indirmek için bir çok gereksinimini kendisi üreterek karşılıyordu. Binaların yapımından yiyecek ve giyeceklerin üretimine kadar birçok şey okuldaki öğretmen, usta öğretici ve öğrencilerin el emeği idi.
Marangozluk ve demircilik işlerinde komşu köylerin gereksinimleri de karşılanırdı. Çoğu kez parasız ya da maliyetin altında bir miktar alınırdı. Bu durum çevrede enstitüye büyük ilgi ve saygınlık sağlardı.
O yılların savaş yılları olması nedeniyle yokluğun, kıtlığın, karaborsanın olduğu bir dönemde çok az bir para ile köy enstitülerinin kuruluşunu tamamlaması, paranın çok akıllıca kullanıldığını göstermektedir (Türkkaan, 1996).
Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilat Kanunu, enstitülerde tüketim ve üretim kooperatifleri kurulmasını öngörmektedir. Öğrencilerce çalıştırılan bu kooperatifler, enstitülerin ve çevre köylerin gereksinimlerini karşılayıcı boyutlara ulaşmıştır (Oğuzkan, 1995).
KÖY ENSTİTÜLERİNİN KAPATILMASI
1946 seçimlerinin ardından CHP yine iktidarda idi, ama Kurtuluş Savaşı’ndan gelen devrimci kanat bir tarafa itilerek, yerini sağ kanat aldı. Meclis Başkanı Kazım Karabekir, Başbakan Recep Peker, Milli Eğitim Bakanı ise Reşat Şemsettin Sirer’di.
Yeni hükümet başkanı Recep Peker “Enstitüleri millileştireceğiz”, Reşat Şemsettin Sirer ise “ Enstitüleri ıslah edeceğiz” diyordu. Yeni hükümetin bu görüşleri, 14.04.1946’da Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’ne gelerek, Köy Enstitüleri’nin kuruluş yıldönümünde kutlama programına katılan İsmet İnönü’yü de baskı altına almış olacak ki, İsmet İnönü o tarihten sonra bir daha Hasanoğlan’a gidememiştir.
İsmail Hakkı Tonguç ise seçimlerden sonra yeni bakanla çalışamayacağını anlamış, genel müdürlükten ayrılmış, Talim Terbiye Kurulu üyeliğine getirilmiştir. 07.08.1946’da genel müdürlükten ayrılmak isteyen İ.H.Tonguç’a Bakan R.Şemsettin Sirer “senin ve senin gibilerin çoluk çocuklarıyla beraber bellerinizi kıracağım” tehdidini savurmuştur .
Köy Enstitüleri 1947’de sadece üç dönem mezun verdikten sonra Bakan Reşat Şemsettin Sirer tarafından “sol fikirlerin yayılmasını önlemek” için kapatıldı. Enstitülerde çalışmakta olan yüksek bölüm mezunları toptan askere çağırıldılar, sonra da köy öğretmenliklerine ve gezici başöğretmenliklere atandılar. Enstitülerin yöneticileri değiştirildi, öğrenciler sınıfta bırakılarak iki yıllık durumuna düşürüldüler ve okuldan uzaklaştırıldılar. 1946’dan önce öğretmen olanlar “yetiştirme” bahanesi ile beyin yıkama kursundan geçirildiler. 09.04.1947 tarihli yönetmelikle öğrencilerin ders dışı faaliyetleri sınırlandı, yönetime katılmaları engellendi. 09.05.1947 tarihli genelge ile kız ve erkek öğrenciler ayrıldı. 20.05.1947 tarihli genelge ile serbest okumalar güdüme alındı, zararlı sayılan kitaplar yakıldı ve 1950 sonrasında Enstitüler klasik öğretmen okuluna dönüştürüldü (Başaran, 1999).
KÖY ENSTİTÜLERİ İLE İLGİLİ OLUMLU GÖRÜŞLER
Köy Enstitüleri ile ilgi bugüne kadar çok şey yazılmış, çok şey söylenmiştir. Bunların hepsi olumlu olmamakla birlikte, enstitüler doğal sürecin dışında müdahale ile kapatıldığı için bu enstitülere karşı duygusal bir bakış açısı geliştirilmiş ve genellikle olumlu görüşler ön plana çıkmıştır.
BEKİR SEMERCİ: (Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü Öğrencisi)
1987 yılı kurban bayramıydı. Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitütüsü’nün 1946 yılı mezunlarından Bekir Semerci 41 yıl sonra okulunu ziyaret etmek istedi. Zaten enstitü bunca yıldır gözünde tütüyordu. Şimdi artık kalın duvarlarla çevrili okulun kapısına vardı. Bir hayli bekledikten sonra içeri alındı. Semerci, yaklaşık yarım yüzyıl önce yaptıkları tiyatronun çevresindeki çam ağaçlarının büyüyüp serpildiğini, gökte adeta birbiriyle kucaklaştığını gördü. Bu çamları da arkadaşlarıyla birlikte o dikmişti. Birkaçının dallarını tutup öptü. Kendisini gezdiren asık suratlı görevlinin elinden kurtulup çıkış kapısından ayrıldıktan sonra tren istasyonuna doğru giderken dayanamadı. Yerden bir avuç toprak aldı, öptü, öptü…Eski Hasanoğlan Köy Enstitüsüne doğru serpti( Semerci:1989:219,221).
Bir köy enstitüsü mezunu böyle özlem ve tutkuya sevk eden şey ne olabilirdi? Aradan bunca yıl geçmesine rağmen enstitü günlerini unutamıyordu. Nasıl unutabilirdi ki… 1940’lı yıllarda Anadolu bozkırı içinde büyük bir kirizma başlamıştı. “Derin vurmuştuk kazmayı” diyordu Mehmet Başaran. Türkiye bir hayli bocaladıktan, çeşitli yolları denedikten sonra köy çocuklarını ve halkını eğitmenin, köyün canlandırmanın yolunu bulmuştu. Eğitim alanında en büyük devrimini yapıyordu. Benizleri sarı, ayakları çarıklı, üstleri başları dökülen bitli köy çocukları, ikinci büyük savaşın yoklukları içinde, Anadolu yaylalarında köyler arasındaki vadilerde birer modern köy kuruyorlardı. Taş taşıyorlar, harç karıyorlar, temel eşiyorlar, tuğla pişiriyorlardı; ark açıyorlar, yollar yapıyorlar, ağaç dikiyorlar, sebze yetiştiriyorlar, balık tutuyorlardı. Hem de türkü söyleyerek. Mandolin ve akordeon çalarak, dünya klasiklerini okuyarak, tartışarak, halay çekerek…
Bu Türkiye halkının geç kalmış bir aydınlanma seferberliğiydi. Çifteler Köy Enstitüsü ve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü mezunlarından Abdullah Özkucur, anılarının adını “Köy Enstitüleri Destanı” koyuyordu 1985’te. Gerçekten bir destandı bu. Çanakkale destanı gibi, Sakarya destanı gibi. Gerek o zaman, gerekse daha sonraki yıllarda çetin bir mücadeleyi gerektirmiş ve şimdi Köy Enstitülerinde öğrencilerin diktiği ağaçlar gibi serpilip boy atmış, dallanıp budaklanmış meyveye durmuş ağaçlar gibi büyüyen bir destan (Öğretmen Dünyası Dergisi:1990:5).
Köy Enstitülerinde öğrenci merkezli eğitimi ve yararlarını Mustafa Aydoğan yıllar sonra şöyle anlatıyordu:
MUSTAFA AYDOĞAN ( Çifteler Köy Enstitüsü Öğrencisi)
“ Yani siz tarımı bugün okulların birçoklarında yapıldığı gibi, saksıdan çiçek yetiştirmek, saksıda buğday yetiştirmek şeklinde yaptığınız zaman onu öğretemezsiniz; bu ezbere bir şey olur. Benim torunlarım öyle yapıyorlar. Bir tohumu alıyorlar, pamuklu bardağa koyuyorlar, orada yetiştiriyorlar. Bu, tarım öğretimi değildir.” ( Dündar:2000:39).
Uygulamalı eğitime bir örneği de bir başka Köy Enstitüsü öğrencisi şöyle anlatıyor:
PAKİZE TÜRKOĞLU ( Aksu Köy Enstitüsü Öğrencisi)
“ Hava sıcak olduğunda Tonguç, Köy Enstitüsünde tarih dersini derslikte anlatmayı yasak ediyordu. Bizim bir öğretmenimiz vardı, Zühre Hanım, bizi Perge Harabeleri’ne götürdü. Perge Harabeleri bizim enstitünün arkasında bütün görkemiyle doğan bir harabeydi. Çıkardı bizi yüksek yere, çevremize baka baka, hiç unutmuyorum, ‘ niçin bu yapılar yüzyıllar önce bu kadar güzel, yüksek, görkemli yapılmış, bugün insanlar burada şu saz evlerde oturuyorlar düşünsenize.’ dedi.” ( Dündar:2000:40).
Enstitü öğrencilerinin enstitüye bu kadar bağlı olmalarının bir nedeni de enstitüyü kuranların da en az onlar kadar bu enstitülere sahip çıkmaları, destek vermeleri ve inanmalarıydı. Hasan Ali Yücel, sık sık Köy Enstitülerini ziyaret ediyor ve öğrencilerle bizzat ilgileniyordu. Mehmet Başaran bunu bir anısında şöyle dile getiriyor:
Mehmet Başaran (Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü Öğrencisi)
“ Hafta sonlarında eğlenceler düzenleniyordu, konuklar geldiğinde gene şiirler isteniyordu. Hasan Ali Yücel de gelmişti. Ben ‘Bir Atlı’ şiirimi okudum. Tabii, ilkokullarda öğretildiği gibi biraz acemi okudum. ‘Rüzgara vurunca sazdan bir eyer’ falan, bir şey okumuş olmalıyım ki, ‘yok’ dedi, ‘olmuyor’ dedi. Çağırdı, çekti bir köşeye, ‘ Bak, bir metnin güzel okunması, vurguları, ulamaları tonlamayı yerinde yapmaya bağlıdır’ dedi. Neye tonlama deniyordu, neye ulama deniyordu, neye vurgu deniyordu bilmiyordum. ‘ Hadi bakalım şimdi benim söylediğim gibi yap’ dedi. Yaklaşık yarım saat benimle ilgilendi ve gerçekten bana şiir okumayı Hasan Ali Yücel öğretti. “(Dündar:2000:60)
Tonguç’un Anadolu bozkırında yetiştirdiği on yedi bin çiçekten biri, Talip Apaydın, “Köy Enstitüsü Yılları” adlı kitabında bu değerli eğitimciyi “bozkır bahçıvanı” olarak tanımlar:
“Tonguç’un asıl bahçıvanlığı yıllarca karanlıkta bırakılmış,bilisiz, yoksul, köyden adam çıkmayacağına kendisine bile inandırmış, kıraç Anadolu bozkırının insanını okutmaya niyetlenmesiyle belirginleşir. Dağ başlarından, dere kıyılarından, dana ardından topladığı köy çocuklarını, bozkırın yaban çiçeklerini köy enstitülerindeki eğitimin adam edici aşısından geçirmesi, sulaması, gerektiğinde budaması ona bozkır bahçıvanı denmesine hak verdirir. Okuyup topluma yararlı olmuş yirmi binden fazla köy çocuğu onun eseridir. Onun açtırdığı yirmi bin çiçek, onun açtığı yoldan giderek Anadolu’da yüz binlerce bozkır çiçeğini aşıladılar. Koca bahçıvanın bahçesinde çiçekler açmaya devam etti” (Apaydın: 1978: 126)
GÜNÜMÜZ EĞİTİMİNDE KÖY ENSTİTÜLERİ DENEYİMİNDEN NASIL YARARLANABİLİRİZ?
Köy Enstitüleri Türk eğitim tarihi açısından son derece önemli bir deneyimdir. Bu deneyimden günümüz eğitimi açısından çıkarılacak çok önemli dersler vardır. Bunlardan bir kısmını şöyle sıralamak mümkündür:
-
Eğitimin-öğretimin ezbercilikten çıkarılması, hazır bilgiyi ezberleyen gençler yetiştirmekten vazgeçilmesi gerekir. Köy Enstitüleri bu bakımdan örnek alınabilir.
-
Eğitimde fırsat eşitliği ilkesi en fazla enstitülerde sağlandı. Eğitimin demokratikleşmesi için örnekleri uzaklarda aramaya gerek yok.
-
Günümüz üniversitelerinin en önemli eksikliklerinden biri de halk ya da toplumla yaşadığı kopukluktur. Köy Enstitülerinin Yüksek kısmı bu kopukluğun ortadan kaldırılması için atılmış ilk adımdı.
-
Köy Enstitülerinde ders programlarının yörenin ekonomik koşulları dikkate alınarak öğretmen ve öğrencilerce hazırlandıklarını biliyoruz. Günümüz okullarında ana-babaların, öğretmen ve öğrencilerin katılımıyla saptanacak bir eğitim programını neden uygulamayalım?
-
Günümüzde eğitimin öngördüğü sınav sistemi ezberciliğe prim tanıyan ve fırsat eşitliği adı altında kıyıcı ve eleyici bir düzenle uygulanmaktadır. Oysa, örneği Köy Enstitülerinde görülen uygulamaya dönük, üretici çalışmayı öne çıkaran bir eğitim sisteminde sınava bile gerek kalmayacaktır.
-
Köyden kente göç etmiş kırsal kesim insanının kentlere uyum sağlamasının ne denli zor olduğu bilinmekte. Kent varoşlarında yaratılan köy kentlerin eğitim sorunlarının, adına ne denilirse denilsin Köy Enstitüleri benzeri kurumlarla çözüleceğini de düşünmek gerekir.
-
Üniversiteye giremeyen dar gelirli işçi çocukları için örneklerine Batı ülkelerinde rastlanan işçi üniversiteleri de açılabilir. Yüksek Köy Enstitüsü halka açılan ilk üniversite sayılabilirdi.
-
Günümüz eğitiminde kullanılan Osmanlıca sözcüklerle dolu dil yerine, enstitülerde kullanılan Öz Türkçe köylünün ve halkın anlayabileceği bir dildir.
Müdafaa-i Hukuk Dergisi’nin 30 Mart 2000 tarihli Köy Enstitüleri özel sayısında Bekir ÖZGEN tarafından yazılmış “Köy Enstitüleri Deneyiminden Yola Çıkarak Bugünün ve Geleceğin Eğitimine Bakış” adlı yazıda bir tablo verilmiştir. Buna göre (Kaya:2001:442):
Köy Enstitüleri Eğitimi
-
Eşitlikçi okul
-
Yoksullar okulu
-
Halka açılan halk okulu
-
Üretici ve kaynak yaratan
-
Karma eğitim yapan
-
Kitap dostu
-
Parasız yatılı
Bugünkü Eğitimimiz
-
Seçkinci okul
-
Varlıklılar okulu
-
Halka kapalı devlet okulu
-
Kaynak tüketen okul
-
Ayrı eğitim veren okul
-
Kitap düşmanı okul
-
Paralı özel okul
-
İzlencesini kendi yapan
-
Ana dille eğitim veren
-
Birey-yurttaş okulu
-
Özgür düşünce okulu
-
Dinsel sömürüye kapalı
-
Güler yüzlü sevgi okulu
-
Örgütleyici hoşgörü okulu
-
Öğrenciyi mutlu eden okul yapıları
-
Ulusal ve yerli eğitim veren
-
İşe yarar bilgi veren
-
Tam öğrenme okulu
8) İzlencesi yapılmış okul
9) Yabancı dille eğitim veren
10) Kul-ümmet okulu
11) Düşünce suçu arayan okul
12) Dinsel sömürüye açık okul
13) Çatık kaşlı, soğuk okul
14) Yasakçı, kuralcı okul
15) Çocuk siloları gibi okul yapıları
16) Şabloncu eğitim veren okul
17) Kuru ve ölü bilgi veren okul
18) Yarı belleme okulu
YORUM
Köy enstitüleri devlete fazla yük getirmeden yöneticisi, öğretmen ve öğrencisiyle birlikte ortak bir emek harcayarak, ulusal ve evrensel boyutta bir eğitim ortamı sağlamıştır. Bugün dahi birçok eğitim sisteminin özlemini duyduğu eşitlikçi, özerk, kendi finansmanını kendisi karşılayan, öğrenci merkezli uygulamaya dönük, çok boyutlu bir öğretim programına sahip bir kurum olarak geçmişten bugüne hala etkisi duyulan ve şu an yokluğu hissedilen, mezun ettiği öğrenciler tarafından özlemle anılan Köy Enstitüleri’nin yapısından günümüz eğitimi açısından çıkarılacak pek çok ders vardır. Geçmişe dönüp hayıflanmak yerine bugün yapılabileceklerin düşünülmesi ve pratik çözümlerin uygulanması doğru bir yaklaşım olacaktır.
KAYNAKÇA
Apaydın, Talip. Köy Enstitüleri Yılları. 1978, Cem Yayınevi.
Bayram, Feridun. Eğitmenler “öğrenmeyi öğretme ustaları”, Ankara. T.C. Kültür Bakanlığı başvuru kitapları.
Çalış, Bahattin. Kurban Edilen Köy Enstitülerimiz. Ankara, 2003. Art Yayınları.
Çıkar, Mustafa. Hasan Ali Yücel ve Türk Kültür Reformu. Ankara, 1998. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Demirtaş, Abdullah. Çağdaş Köy Enstitüleri. 1993. Dikili Belediyesi Yayınları.
Dündar, Can. Köy Enstitüleri. Ankara, 2000. İmge Yayınları.
Eyüboğlu, Sabahattin. Köy Enstitüleri Üzerine. 1999, Cumhuriyet Yayınları.
Kaya, Yalçın. Köy Enstitüleri “Antigone’den Mızraklı İlmihal’e”. İstanbul, 2001. Tiglat Matbaacılık. ( Cilt 1-2)
Köy Enstitüleri İle İlgili Yasalar (Cilt 1). Ankara, 2000. Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Yayınları.
Köy Enstitüleri Öğretim Programı. Ankara, 1943. Maarif Matbaası.
Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilat Kanunu ve Müzakereleri. Ankara, 1943. Maarif Matbaası.
Öğretmen Dünyası Dergisi:1990. Sayı:124.
Özel, Mehmet. Köy Enstitüleri. Ankara, Kültür Bakanlığı.
Şengör, A.M.C. Hasan Ali Yücel ve Türk Aydınlanması. Ankara, 2003. Tübitak Yayınları.
Tonguç, İ. Hakkı. Eğitim Yolu İle Canlandırılacak Köy. Ankara, 1998. Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Yayınları.
Türkoğlu, Pakize. Tonguç ve Enstitüleri. İstanbul, 2000. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Yücel, Hasan Ali, Milli Eğitimle İlgili Söylev ve Demeçler. İçel, 1993. Kültür Bakanlığı Yayınları.
http://www.kemalinaskerleri.8m.com.tr
Dostları ilə paylaş: |