Kuran & İtret ben aranızda iki ağır emanet bırakıyorum: Biri Allah’ın kitabı, diğeri İtretim; Ehl-i Beyt’imdir. Bu ikisine sarıldığınız müddetce benden sonra asla sapmazsınız. Hz. Muhammed (s a. a) Muhammed Hadi marifet kur’ÂN İLİmleri



Yüklə 1,21 Mb.
səhifə4/53
tarix31.10.2017
ölçüsü1,21 Mb.
#23316
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   53

Vahyin İnişinin Niteliği


Hz. Resulullah (s.a.a) yüce Allah'tan direkt vahiy aldığı zaman, kendisinde büyük bir ağırlık hissederdi, bu ağırlıktan dolayı bedeni ateş gibi yanmaya başlar, alnından ter boşalırdı ve eğer ata yahut deveye binmiş olsaydı hayvanın beli eğilir, nerdeyse yere yapışacak gibi olurdu. Hz. Ali (a.s) bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: "Maide süresi nazil olduğunda Peygamber Şehba adında bir katıra binmişti. Vahyin nazil olması Allah Resulüne büyük ağırlık yaptı öyle ki katır durdu, yavaş yavaş yere yaklaşıyordu ve nerdeyse göbeği yere değecekti. Peygamber halsiz düştü ve elini bir ashabının omzuna koyarak tutundu." 1

İbade b. Samet ise şöyle diyor: "Peygamber'e vahiy nazil olduğu zaman yüzü büzüşür, rengi değişirdi, sonra başını yere doğru eğerdi, bunu gören sahabe de başını yere eğerdi." 2 Peygamber efendimize vahiy nazil olduğu zaman niçin böyle şeylerin olduğunu biz bilemeyiz; zira daha önce dediğimiz gibi vahyin niteliğini bilmemekteyiz.

Tarih boyunca bazı kötü niyetli insanlar yalanlar, esassız hikâyeler ve kurgular düzenleyerek çok önemli temellerden biri olay vahyi, yanlış bir şey olarak göstermeye çalışmışlardır. Özellikle de Peygamber efendimizin vahiy alması hakkında birçok uydurmaca olay nakledip, söylenti çıkarmışlardır. Öncelikle bu uydurmalar sonucunda oluşacak şüphelerin oluşmaması için konuya iki soruyla giriş yapacağız:

1- Acaba Allah Resulü (s.a.a) peygamberliğinin ilk dönemlerinde yanılgıya kapılarak kendisine gelen hakkında kaygı ve şüpheye düşebilir mi?

2- Acaba şeytan bazen vahye karışabilir ve kendi vesveselerini vahiy niteliğinde peygambere aktarabilir mi?

Masum imamlar ve Resulullah'ın tertemiz Ehlibeyt'inin öğretilerine göre bu iki sorunun cevabı olumsuzdur. Allah Resulü yakinin en son derecesindeydi, hiçbir zaman mübarek kalbine şek ve şüphenin girmesine imkân yoktu ve Onun için neyin vesvese olduğu gün gibi aşikârdı, şeytan hiçbir zaman ona dehalet edemezdi. Bu Ehlibeyt mektebinin kesin inancıdır, fakat Ehlibeyt öğretilerinden kendilerini mahrum bırakan Ehl-i hadisler her iki soruya da olumlu cevap vermişlerdir. Hatta bu konuyla alâkalı bir takım sözde hadislerde getirmişlerdir, öyle ki bu hadisler, peygamberliğin ismetiyle uyuşma makta ve nübüvvetin temellerini sarsmaktadır.

Şimdi Ehl-i hadisin rivayetlerinde geçen, vahiy hakkındaki uydurmalardan ikisini örnek olarak getirelim ve sonrasında aklî-nakli delillerle yalan olduklarını ispatlayalım:

1-Varaka b. Nevfel Yalanı


Varaka, Peygamber'in zevcesi olan Hz. Hatice'nin amcasının oğluydu, okuma yazması olan ve biraz da geçmiş peygamberler tarihini bilen kimseydi. Hakkında şöyle denilmiştir: "O İslam peygamberinin tedirginliğini (peygamberliğinin ilk döneminde) gideren kimseydi." 1 Buhari, Müslim, İbn-i Hişam ve Taberi olayı şöyle anlatmaktadırlar:

"Hz. Muhammed Hira mağarasında ibadetle meşgul idi, tam bu esnada bir ses işitti, başını kaldırdı ve karşısında çok korkunç bir varlıkla karşılaştı. Korkarak başını diğer yönlere çeviriyordu, ama hangi tarafa çevirse karşısında onu görüyordu, öyle ki bütün gökyüzünü kaplamıştı. Yaşamış olduğu bu korkuyla bayıldı ve saatlerce öylece baygın kaldı. Hatice, Hz. Muhammed'in eve geç kalmasıyla endişelenmeye başladı birini onu bulması için gönderdi, fakat bulamadan geri gelmişti. Peygamber bir süre sonra kendisine geldiğinde korkarak, kendisini kaybetmiş bir halde eve geldi. Hatice: Sana ne oldu böyle? diye sordu. Dedi ki: Korktuğum şey başıma geldi, sürekli delirmekten korkuyordum ve en sonunda delirdim galiba!

Hatice: Böyle kötümser olma, sen kendini Allah'a adamış birisin ve Allah seni yalnız bırakmaz, kesinlikle gelecek çok daha aydınlık olacaktır, dedi. Sonra Hatice Peygamber'i alarak amcası oğlu olan Varaka'nın evine götürdü, Peygamber başından geçenleri ona anlattı, O da Peygamber'e bazı sorular sordu, sonrasında şöyle dedi: Üzülüp endişelenme, bu Musa'ya gönderilen yüce Allah'ın mesajcısıdır, şimdi de sana gönderildi ve sana nübüvveti müjdelemektedir. Bu sözlerden sonra Peygamber sakinleşti ve şöyle buyurdu: Şimdi peygamber olduğumu anladım!" 2

Bu ve bunun gibi onlarca yalan, yanlış hikâyeler Müslüman gözüken İslam düşmanları tarafından uydurulmuştur. Özellikle de İslam'ın birinci ve ikinci asırlarında halkı oyalayıp, doğrulardan uzaklaştırıp ve inançlarında zayıf olmalarını sağlamak için bu tür yalan olaylar çokça kurgulanmıştır. Ne yazık ki son zamanlarda da bu tür yalan hikâyelerin yeniden gündeme getirildiğini görmekteyiz, Salman Rüştü gibi mürtet birisi İslam'ın temellerinin ne kadar asılsız olduğunu göstermek için Şeytan Ayetleri kitabını yazmıştır.

Hz. Resulullah (s.a.a) gibi en üstün mükemmelliklere ulaşan ve günler öncesinden nübüvvet müjdesini tüm benliğiyle hisseden birisi, nasıl olur da bu gerçeklerin farkına varamaz. Hz. Muhammed (s.a.a) peygamberliğe seçilmeden önce bile insanların en akıllısı ve en üstünüydü; "Yüce Allah Muhammed'in kalbini en üstün kalp olarak gördü ve sonra onu peygamberliğe seçti."

Böyle mükemmel bir insan nasıl olur da vahiy meleği geldiğinde korkabilir, kendisi hakkında kötü düşünmeye başlar, sonra bir kadının tecrübesi ve bilgisiz bir adamın sorularıyla peygamber olduğunun farkına varabilir. Anlatılan bu yalan olay, nübüvvet makamıyla uyuşmadığı gibi Kuran'ın açık ayetleri ve masumların hadisleriyle de çelişmektedir. Şimdi bazı büyük düşünürlerin görüşlerini aktardıktan sonra bu olayın yalan olduğuna dair delilleri getirelim:

Kadı İyaz 1 (ö:544 h.) Peygamber'e vahiy gelmesinin

her türlü şüphe ve kaygıdan uzak olduğuna değindikten sonra şunları yazmaktadır: Hiçbir zaman ve hiçbir şekilde şeytan melek görünümüne girerek Peygamber'i kandıramamıştır. Peygamberimizin kendisine olan güveni, kararlılığı ve sakin durumu, peygamberliğinin bir mucizesi olarak değerlendirilmelidir. Evet, Peygamber (s.a.a) kendisine gelenin vahiy meleği ve bildirilenin de vahiy olduğu hususunda asla şekke kapılmaz. İlâhî hikmet gereği her şey onun için açıktır, neyin ne olduğunu en iyi şekliyle O bilir ki, böylece Allah'ın sözleri yerini bulsun.



"Rabbinin sözü doğruluğun ve adaletin doruğuna erdi. O'nun sözlerini hiçbir güç değiştiremez. O her şeyi işitir ve bilir." 1

Emin'ül İslam Tabersi de, Peygamber'in vahiy yoluyla insanları hidayet edebilmesi için, vahyin alim ve aktarım aşamalarında her türlü hatadan ve yanlışlıktan masum olması gerektiğini söylemektedir. Merhum Tabersi, Muddessir suresinin tefsirinde şunları yazmaktadır: Hiç şüphesiz yüce Allah vahiy gönderdiği her peygamberine, gönderilenin kesinlikle Allah tarafından geldiğini anlayacak kesin deliller göstermek tedir. Peygamber de bu deliller sayesinde kendisine gelen vahiy hakkında asla şüphe etmezler. Hiçbir zaman korkmaz, kaygılanmaz, tedirgin olup, titreyip, bayılmazlar. 2

Kuran-ı Kerim de bunu açıkça buyurmaktadır, yani peygamberler ulaşmış oldukları üstün kemaller ve Allah'ın göstermiş olduğu açık deliller sayesinde vahiy hakkında şüphe etmez, korkmaz ve üzülmezler. Hz. Musa, peygamberliğe seçildiğinde yüce Allah'ın özel lütfüne mazhar olarak Allah tarafından şöyle vahiy aldı:

"Musa ateşin yanına gelince: Ey Musa! Diye seslenildi: Muhakkak ki ben, evet ben senin Rabbinim! Hemen pabuçlarını çıkar; çünkü sen kutsal vadi Tuva'dasın! Ben seni seçtim. Şimdi vahyedilene kulak ver. Şüphesiz ben Allah'ım, benden başka tanrı yoktur; bana kulluk et; beni anmak için namaz kıl."1

Sonra Hz. Musa'ya elinde bulunan asasını yere atması emredilir: "Asanı at! Musa (asayı atıp) onu yılan gibi deprenir görünce dönüp arkasına bakmadan kaçtı." Korkup kaçması dolayısıyla yüce Allah tarafından şöyle uyarıldı: "Ey Musa! Korkma; çünkü benim huzurumda peygamberler korkmaz." 2 Bu şekilde en ufak bir korku halinde bile, Allah'ın yardımı peygamberine ulaşarak onu her türlü korkudan kurtarmıştır. Bu bütün peygamberler için geçerli olan genel bir kanundur, kim Allah'ın huzuruna kabul edilme gibi üstün makama ulaşırsa, hiçbir zaman hiçbir şeyden korkmaz; zira Rabbin huzur veren atmosferinde bulunmaktadır.

Hz. İbrahim de aynı şekilde kesin bir yakin ve sakinliğe ulaşsın diye gözünden perdeler kaldırılmış, bu şekilde de melekût âleminin gerçekleri ona gösterilmişti:

"İşte böyle İbrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk ki, yakin sahiplerinden olsun." 3

Yukarıdaki ayetlerden açıkça anlaşıldığı üzere peygamberler açık bir düşünceye, şüphesiz bir inanca sahiplerdi, bununla beraber daha fazla yakine ulaşsınlar diye yerlerin ve göklerin melekûtu onlara gösterilmiştir. Acaba tüm peygamberlerin en üstünü olan Hz. Muhammed (s.a.a) bu genel kanundan istisnamıydı ki yalnız bırakılsın, kendisine gelene kaygıyla baksın, korkup titresin ve kendisi hakkında kötü düşünmeye başlasın?! Yüce Allah vahiy esnasında Hz. İbrahim'e ve Hz. Musa'ya yardım ederek korkmalarını engellemişti, acaba Hz. Muhammed (s.a.a) makam yönünden onlardan daha mı aşağı ki Allah'ın yardımından mahrum kaldı? Tâbii ki hayır; çünkü O tüm insanların en üstünüydü, tüm eksik sıfatlardan uzak mükemmel bir varlıktı, yüce Allah onu bebeklikten yetiştirmişti. Hz. Ali (a.s) buyuruyor: "Allah-u Teâlâ bir meleği gece gündüz Peygamberle ilgilenip, Onu insanî mükemmelliklere ulaştırması için görevlendirmişti." 1

Bu ve buna benzer birçok sahih hadis bulunmaktadır. Varaka olayının nasıl büyük bir yalan olduğu yukarıda özetle açıklandı, buna ek olarak şu eleştirileri de yapabiliriz:

1- Bu olayın nakli, sened açısından olayı ilk canlı yaşayan kimseye ulaşmamaktadır. Dolayısıyla hadis ilminde bu tür rivayetler "mursele" olarak kabul edilir ve itibarı yoktur.

2- Bu olay değişik kitaplarda çok farklı şekillerde anlatılmaktadır, farklılığın bu kadar çok olması yalan olduğunu gösterir. Örneğin bir nakle göre Hz. Hatice'nin kendisi yalnız başına Varaka'nın yanına gitti, ikinci nakle göre Peygamber'le beraber gitti, üçüncüye göre Varaka'nın kendisi Peygamber'i tavaf esnasında gördü, ona sorular sorduktan sonra peygamber olduğunu söyledi ve dördüncü nakle göre ise Ebubekir Hz. Hatice'ye gelerek Peygamber'i Varaka'nın yanına götürmesi gerektiğini söyledi. Görüldüğü gibi olay, o kadar fazla değişik şekillerde anlatılmaktadır ki okuyucu hangisine inanacağını bilmemektedir, bu da böyle bir olayın yalan olduğunu gösterir.

3- Bu olayın çoğu nakillerinde, Varaka'nın Hz. Peygamber'in nübüvvetini müjdeledikten sonra şöyle dediği geçmektedir: "Eğer onun peygamberlik dönemini görecek olursam kesinlikle ona iman eder, yardım da bulunurum." Hatta ünlü tarihçilerden olan Muhammed b. İshak Varaka'nın sonraları iman ettiğini gösteren bir şiirini nakletmektedir. 1 Oysaki Varaka hiçbir zaman Peygamber'e iman getirmedi ve kâfir olarak öldü. İbn-i Abbas bir hadisinde diyor ki: "Varaka Hıristiyan olarak öldü." İbn-i Cevzi onun fetret döneminde (nübüvvetin ilk üç yılı) Müslüman olmadan öldüğünü yazmaktadır.2 İbn-i Asakir, "Onun Müslüman olduğunu söyleyeni tanımıyo- rum" demekte ve İbn-i Hacer, İbn-i Bekkar'ın tarihinden şöyle nakletmektedir: "Kureşliler, Bilal Müslüman olduğu için ona işkence yapıyorlardı, o sürekli 'Allah tekdir' diyordu ve Varaka da oradan geçerek bu olan biteni seyrediyordu, acaba niçin hiçbir zaman Müslüman olmadı?" 3

Tüm bunlar bu olayın sadece bir kurgudan ve yalan haberden ibaret olduğunu göstermektedir. Sonuçta bu tür yalan haberler, Peygamber ve vahiy hakkında çok yanlış inançların oluşmasına neden olmaktadır ve bunun da nedeni Ehlibeyt'in kültür ve öğretilerinden mahrum olunmasıdır; çünkü rivayetlerin naklinde masum imamlardan başkasına sarılmak insanı yanlışlığa itecektir.


Yüklə 1,21 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   53




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin