80- Onlar: “Sayılı günler dışında bize ateş dokunmayacaktır” dediler. Sen söyle: “Sözünü asla bozmayan Allah ile bir anlaşma mı yaptınız? Yoksa bilmediğiniz şeyleri Allah adına mı uyduruyorsunuz?”
81- Hayır! Günah işleyen ve hatalar içinde boğulanlar, ateş ehlinden başka bir şey değiller. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
82- İman edip yararlı işler yapanlar ise, Cennet ehlidirler. Orada ebedî kalacaklardır.
83- Yine ey Yahudiler, hatırlayın! Bir vakit, İsrailoğullarından söz aldık ki; Allah’tan başka hiçbir şeye ibadet etmeyeceksiniz. Ana babaya, akrabalara, yetimlere, miskinlere iyilikte bulunacaksınız. İnsanlara güzel muamele edeceksiniz, namazı kılıp zekâtı vereceksiniz. Sonra az bir grup hariç hep sırt çevirdiniz. Şimdi de öylesiniz.
84- Yine bir vakit sizden söz aldık ki; kanınızı dökmeyeceksiniz, kendi insanlarınızı memleketlerinden sürmeyeceksiniz. Siz de karar verdiniz ve şahit oldunuz.
85- Fakat işte sizler birbirinizi öldürüyorsunuz. Kendi milletinizden bir kısmını memleketlerinden sürgün ediyorsunuz. Onlara haksızlık ve düşmanlık yapmak için kuvvet topluyorsunuz. Şayet onlar size esir olarak gelseler, onların fidyesini verir (onları kurtarırsınız. Çünkü milletinizi kurtarmak için fidye vermek, Tevrat’ın bir emridir.) Hâlbuki (yine Tevrat’ta) onları memleketlerinden çıkarmak size haram edilmiştir. Siz (ey Yahudiler!) neden kitabın bir kısmına inanır, bir kısmını inkâr edersiniz? (Bu zihniyet sonucu bir dini kabul edip diğer dinleri inkâr ediyorsunuz. Hâlbuki hepsi de Allah’ın mesajlarıdır.) Sizden böyle davrananların cezası, dünya hayatında çekilen bir zillet ve alçaklıktan başka bir şey değildir. Kıyamet gününde de en ağır azaba çarptırırlar… Hiç şüphesiz Allah, sizin yaptıklarınızdan habersiz değildir.
86- İşte bunlar, ahiret hayatına bedel dünya hayatını satın aldılar. Onun için onlardan ne azap hafifler ne de kendilerine yardım edilir.
87- Hâlbuki biz Musa’ya, kitap (yasa, hidayet, bilgi) verdik. Peşinden nice peygamberler gönderdik. Meryemoğlu İsa’ya da mucizeler verdik. Onu Ruhul-Kudüs ile teyid ettik. Hoşunuza gitmeyen mesajlarla yüklü her bir elçi size geldikçe kibirlendiniz. Bir kısmını yalanladınız, bir kısmını da öldürüyorsunuz.
88- Onlar, “kalplerimiz kapalıdır” dediler. Hayır, (kalpleri kapalı olduğu için değil) bile bile inkâr ettiklerinden dolayı Allah onları mahrum bırakmıştır… Artık onlar çok az inanırlar.
89- Allah katından Tevrat’ı tasdik edici bir kitap, onlara geldiğinde –ki, daha önce müşriklere (kâfirlere) karşı: “Bir peygamber gelecek, bizi sizden kurtaracak” diye fetih bekledikleri halde- o tanıdıkları kitap ve peygamber onlara geldiğinde onu yalanladılar. Artık Allah’ın laneti o inkârcıların üzerine olsun!
90- Allah’ın, kullarından dilediğine yaptığı fazl ve ihsanıyla (vahiy nimetini) indirmesini çekememekten dolayı, Allah’ın indirdiği dini inkâr için, canları pahasına çok kötü bir bedel aldılar! (Kendilerini helak ettiler.) Onun için azap üstüne azaba uğradılar. Ve ayrıca o kâfirler için alçaltıcı bir azap vardır.
91- Onlara: “Allah’ın indirdiği dine inanın” denildiğinde, “biz, bize inen dine inanırız” derler ve gerisini inkâr ederler. Hâlbuki o din de, hem hak hem de onların dinini tasdik edicidir. Söyle: “Eğer gerçekten mümin (dindar) idiyseniz, neden daha önce Allah’ın peygamberlerini öldürüyordunuz?”
92- Nitekim Musa, mucizelerle size geldiği halde, siz ondan sonra, kendinize zulmederek buzağıyı mabud ittihaz ettiniz.
93- Yine bir vakit sizden söz aldık. Tur dağını üstünüzde yükselttik (manen veya maddeten.) “(Bu Tur dağından size gelen) İlahî vahiyleri kuvvetle tutun ve dinleyin” dedik. (Bu söze muhatap olanlar hal dilleriyle:) “İşittik ve isyan ediyoruz” dediler. İnkârcılıklarından dolayı, buzağı sevgisi kalplerine nüfuz ettirildi. Söyle: “Eğer mümin (dindar) iseniz, bu dininiz size ne kötü şeyler emrediyor.” (Demek dindar değilsiniz.)
94- Söyle: “Eğer Allah katındaki ahiret yurdu, insanlar dışında sadece size özelse ve bu iddianızda doğru iseniz, ölümü arzulayınız.”
95- Onlar yaptıklarından dolayı asla ölümü istemeyeceklerdir. Ve Allah, o zalimleri(n iç yüzünü) çok iyi biliyor.
96- Yaşamak konusunda insanların ve hatta müşriklerin de en ihtiraslısı olarak onları göreceksin. (Demek ahirete imanları yoktur.) Nitekim (ahirete inanmayan) müşrik kişi bin yıl yaşamayı severek ister. Fakat uzun ömür yaşaması, o müşrik kişiyi azaptan kurtaracak değildir. Allah onların yaptıklarını çok iyi görendir.
[Ahirete inanmayan insanlar, ruhanilere ve meleklere de inanmadıklarından, dar bir dünya içinde boğulup azap çekiyorlar. Böyleleri, inanmadıkları Allah ve melekler gibi gerçeklere de düşman olurlar.] 97- Söyle: “Kim Cebraile düşmansa, muhakkak bilsin ki; o Cebrail, Allah’ın izniyle bu Kur’anı, mevcud semavi kitapları doğrulayıcı ve inananlar için müjde ve rehber olarak senin kalbine indirmiştir.
98- Kim Allah’a (maneviyata,) meleklerine (ruhanilere,) peygamberlerine (dinî liderlere,) Cebraile (vahye) ve Mikaile (ekolojiye) düşman ise muhakkak bilsin ki; Allah kâfirlerin düşmanıdır.
[İmanı olmayan kâfir, maddeden başka bir şey bilmediği için, bütün yüce değerleri kaybettiğinden, Allah’ın rahmet ve sevgisini de kaybeder, gazabına mazhar olur.] 99- Andolsun, (Biz bu Kur’anı) sana (onların iddia ettiği gibi savaş ve fitne için değil) açık mesajlar (hidayet ve müjde olarak) indirdik. Fasıklardan (nefsine düşkün, yasaları çiğneyenlerden) başkası o mesajları yalanlamaz.
100- (Onlar bu yüce değerlere inanmadıkları gibi, insanî değerleri de yoktur.) Ne vakit bir sözleşme yaptılarsa, onlardan bir grup tarafından bu sözleşme bozulmuş değil mi? Aslında onlar, (Tevrat’a da) inanıyor değillerdir. (Yalnızca inanıyor görünüyorlar.)
101- Ve ne zaman ki; Allah katından Tevrat’ı doğrulayıcı bir elçi geldi. O kitap verilmişlerden bir kısmı Allah’ın kitabını arkalarına attılar. Sanki hiçbir şey bilmiyorlarmış gibi…
102- Onlar, şeytanların Süleyman’ın iktidarına benzeterek geliştirdikleri medeniyete (büyüye) uydular. Süleyman medeniyet kurmakla kâfir olmadı. Fakat o şeytanlar kâfir oldular: Büyü ve Babil’de (dünya başkentlerinde) Harut ve Marut (karakedi ve karayılan şeklindeki) iki meleğe inen tılsımları insanlara öğretiyorlardı. Hâlbuki Harut ve Marut, birisine bir tılsım öğrettiklerinde, “biz sınanmak için varız. Sakın bu tılsımı kötüye kullanıp kâfir olma!” derlerdi. Hâlbuki onlar, (şeytanlaşmış Yahudiler) onlardan karı koca arasını açacak şeyler öğreniyorlardı. Fakat Allah’ın izni olmadan hiç kimseye bir zarar verecek değiller. Onlar kendilerine zararı olan, fakat bir faydası olmayan şeyleri öğreniyorlar. Onlar daha önce bildiler ki, bu medeniyet büyüsünü satın alanların ahirette bir payları yoktur. Canları pahasına aldıkları şey ne kötüdür. Keşke bilmiş olsalardı!...
103- Eğer inanıp sakınsalardı, Allah katındaki bol mükâfat daha yararlı olurdu. Keşke bilmiş olsalardı.
104- Ey iman edenler! (Yahudiler gibi, Peygamber’e) “raina” (bizi kolla) demeyin! “Bizi gözetle” deyin ve dinleyin. (Yahudiler bu “raina” kelimesini dillerindeki bir kelime ile eşleştirip, Peygamber’le ve sizinle alay ederler.) Böyle kâfirler için elem verici bir azap vardır.
105- Ehl-i kitaptan ve müşriklerden dini değerlere inanmayan o kâfirler, Rabbinizden size bir iyilik inmesini istemezler. Hâlbuki Allah, rahmetini istediğine mahsus kılar. Allah büyük fazl ve ikram sahibidir.
106- Biz, (Kitap’tan ve tabiattan) bir ayet (ve yaratığı) gidersek veya unuttursak (veya geciktirsek,) ondan daha yararlısını veya aynısını getiririz. Sen Allah’ın her şeye gücü yettiğini bilemedin mi?
107- Bilemedin mi ki; göklerin ve yerin idaresi ve mülkiyeti yalnızca Allah’ındır? Allah’tan başka ne sahibiniz ne de yardımcınız vardır.
108- Siz daha önce Musa’nın, (Yahudiler tarafından) soru ve istekler yağmuruna tutulması gibi, size gelen Peygamber’i soru ve istekler yağmuruna mı tutmak istiyorsunuz? Kim imana karşı küfrü satın alsa, o gerçekten doğru yoldan sapmıştır.
109- Ehl-i kitabın çoğu, hak onlara açıklandıktan sonra, yalnızca nefislerinden gelen bir kıskançlık sonucu, inanmışlığınızdan sonra sizi kâfir yapmak isterler. Fakat affedin, iyi davranın ta ki Allah, emrini yerini getirsin. Hiç şüphesiz Allah, her şeye gücü yetendir.
110- Namazı dosdoğru kılın, zekâtı tam verin. Siz kendiniz için ne hazırlarsanız, onu Allah katında (ebedî âlemde) bulursunuz. Hiç şüphesiz Allah, yaptıklarınızı çok iyi görendir.
111- (O ehl-i kitap) dediler ki: “Yahudi ve Hıristiyanlardan başkası Cennete girmeyecektir.” Bu, sadece onların arzusudur. Sen de ki: “Eğer doğru iseniz, bu konuda delilinizi getirin.”
112- Evet, kim işlerini güzelce yaparak özünü Allah’a teslim etse, Rabbinin katında (ebedî âlemde) mükâfatını alacaktır. Böylelere ne (gelecek) korkusu ne de (geçmişin) üzüntüsü vardır.
113- Yahudiler, “Hıristiyanların bir dayanağı yoktur” dediler. Hıristiyanlar da “Yahudilerin bir dayanağı yoktur” dediler. Hâlbuki onlar, kitabı okuyorlar. (O kitap, onlara bütün dinleri kabul etmelerini emrediyor.) Cahil müşrikler de öyle söylediler. Allah, kıyamet günü ihtilaf ettikleri konular hakkında onları yargılayacaktır. [Bunların dindarlıkta samimi olmadıklarını, bölücülük yapmakla zulmettiklerini gösterecektir.]
114- Allah’ın mescidlerinde Allah’ın anılmasını engelleyen ve o mescidlerin yıkılmasına çalışanlardan daha zalim kim olabilir? Bunlar, ancak korkarak buralara girebileceklerdir. Bunlara dünya hayatında bir alçaklık vardır, ahiret hayatında da onlara büyük bir azap vardır. (Bazı Hıristiyan ve Yahudiler, inananları Kudüs’e gitmekten, müşrikler ise inananları Mekke’ye gitmekten alıkoydular. Fakat:)
115- Doğu da, batı da Allah’ındır. Nereye dönerseniz orada Allah’ı bulursunuz. (Yeryüzünün her tarafı mescittir. Allah her yerde vardır.) Şüphesiz Allah’ın varlığı ve bilgisi sonsuzdur.
116- “Allah, evlat edinmiş” dediler. Allah bundan çok yücedir. Göklerde ve yerde olan her şey O’nundur. Her şey O’na dua eder ve yakarır.
117- O, gökleri ve yeri yoktan vareden, güzelce yaratandır. Bir şeye hükmettiği zaman, sadece ona “ol” der, o şey oluverir.
118- O bilgisizler dediler ki: “Neden Allah, bizimle konuşmaz veya bize bir mucize gelmez. Onlardan öncekiler de onların dedikleri gibi dediler. Kalpleri birbirine benziyor. Hâlbuki Biz, araştırıp inanmak isteyen bir toplum için ayetlerimizi net bir şekilde açıklamışız.
119- Biz seni müjdeleyici ve uyarıcı olarak gerçeklerle gönderdik. Sen artık, Cehenneme ehil olanlardan sorumlu değilsin.
120- Sen onların din ve milliyetlerine uymadıkça Yahudi ve Hıristiyanlar senden razı olmazlar. Sen de ki: “Asıl doğru yol Allah’ın yoludur.” Eğer sana bu bilgi geldikten sonra, onların heva ve heveslerine uyarsan, Allah’a karşı ne bir sahip ne de bir yardımcı bulursun.
[Ehl-i kitabın bu olumsuz grupları yanında, Tevrat ve İncil’e gerçekten inanan grupları da vardır:]
121-O kitap verdiklerimiz, hakkıyla bu Kur’anı okuyorlar. İşte onlar gerçekten ona inanıyorlar. Ve kim onu inkâr ederse, işte onlar esas zarar edenlerdir. [Bazı Yahudiler gibi..]
122- Ey İsrailoğulları! Benim size verdiğim nimeti hatırlayın! Ve bilin ki; (bir zaman) Ben sizi insanlardan üstün kılmıştım.
123- Öyle bir günden sakının ki; o günde kimsenin kimseye bir faydası olmaz. Kimseden fidye kabul olmaz. Kimseye hiçbir şefaat fayda vermez. Ve o gün kendilerine yardım da edilmez.
124- Ve hatırlayın ki; Rabbi olan Allah, İbrahim’i birtakım kelimelerle (prensiplerle) denedi. İbrahim onları tamamladı (yerine getirdi.) Allah: “Ben seni insanlara önder yapacağım” dedi. İbrahim: “Zürriyetimden de önderler yap” dedi. Allah: “Benim sözüm, zalimleri içine almaz” dedi.
125- Ve hatırlayın ki; Biz Kâbe’yi, insanların sevap kazanacağı ve güven duyacağı bir yer kıldık. İnsanlar, Makam-ı İbrahim’i namazgâh edindiler.(*) İbrahim ve İsmail’den; “Benim evimi, ziyaretçiler için, mukimler için, rükû ve secdeye kapananlar için, (necasetten, putlardan, günahlardan) temizleyin” diye söz aldık.
(*) Bu kelimeye, İmam-ı Nafi’in kıraatine göre, fiil-i mazi olarak meal verilmiştir. 126- Ve hatırlayın ki, İbrahim: “Ey Rabbim! Burayı emniyetli bir şehir kıl. Ahalisinden Allah’a ve ahirete inananları meyve ve ürünlerle rızıklandır” dedi. Allah: “Kâfir olanları da az bir miktar faydalandırır, sonra ateş azabına zorlarım. Orası ne kötü dönüş yeridir.” dedi.
127- Yine hatırlayın ki; İbrahim ve İsmail, Kâbe’nin temellerini yükseltirken şöyle diyorlardı: “Ey Rabbimiz! Bunu bizden kabul et. Hiç şüphesiz Sen, işiten ve bilensin!”
128- Ey Rabbimiz! Bizi Sana teslim olmuşlardan kıl. Zürriyetimizden de Sana teslim olmuş bir ümmet (toplum) yap. İbadet yerlerimizi bize göster. Tevbemizi kabul et. Hiç şüphesiz Sen tevbeleri kabul eden ve çok acıyansın.”
129- “Ey Rabbimiz! O zürriyetimizden, onlara ayetlerini okuyan (kâinatı açıklayan,) onlara kitap (yasa) ve hikmeti (ilmi) öğreten, onları (manevi kirlerden) temizleyen bir elçi gönder. Hiç şüphesiz Sen, izzet (kudret) ve hikmet sahibisin. (İzzet ve hikmetin, onların başıboş bırakılmalarına fırsat vermez.)
130- Kendi nefsini tanımayanlardan başka artık kim, İbrahim’in din ve milletinden yüz çevirir. Biz onu dünyada seçkin kıldık. O ahirette de Salihlerdendir.
131- Rabbi ona; “teslim ol!” dediğinde, O: “Ben, âlemlerin Rabbine teslim oldum” dedi.
132- İbrahim de Yakub da, bu teslimiyet ve İslamiyeti çocuklarına tavsiye ettiler: “Ey oğullarım! Allah sizin için bu yüce dini seçmiştir. Siz Müslüman (Allah’a teslim olmuş) olmaktan başka, sakın hiçbir şekilde ölmeyin.
133- Yoksa ölüm Yakub’a geldiğinde, siz orada mı idiniz? Ki çocuklarına: “Benden sonra neye ibadet edeceksiniz?” diye sorduğunda, onlar: “Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilahına, bir ve tek olan İlaha ibadet ederiz. Biz onun için Müslüman olmuşlarız” dediler.
(Yani İbrahim, İsmail, İshak, Yakup hepsi de Allah’a teslimiyet demek olan öz dinden başka bir dine sahip değillerdi. Siz Yahudilerin iddia ettiği gibi, onlar şeklen Yahudi dininde değillerdi.) 134- Onlar gelmiş, geçmiş bir ümmettirler. Onların kazandıkları onlara, sizin kazandığınız size… Siz onların yaptıklarından sorguya çekilmezsiniz!
(Boşuna onların yaptıklarından kendinize bahaneler uydurmayın. Ecdatperestlik yapmayın. İnsan kendi yaptıklarından sorumludur, atalarınkinden değil.) 135- “Yahudi ve Hıristiyan olun, doğru yolu bulursunuz?” dediler. Sen de ki: “Hayır, dosdoğru İbrahimin dinine uyarız. O (ne Yahudi, ne Hıristiyan) ne de müşrik idi.”
136- “Biz Allah’a, bize inen ile İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve torunlarına inen (vahiylere,) Musa ve İsaya verilen (kitaplara,) peygamberlerin Rableri katından aldıkları haberlere inandık. Peygamberler arasında ayrım yapmayız. Biz, Allah’a teslim olanlarız” deyin.
137- Eğer sizin inandığınız gibi inanırlarsa, doğru yolu bulmuş olurlar. Eğer sırt çevirirlerse, onlar bölücülük ve düşmanlık içindedirler. Allah seni onlardan koruyacaktır. O çok iyi işiten ve çok iyi bilendir.
138- (Biz) Allah’ın boyasıyla (ahlakıyla) boyanırız. Onun boyasından daha güzel boya mı olur? Biz yalnızca O’na ibadet edenleriz.
[İman, Allah’a bağlanmak demektir. Ona bağlanmak ise, O’nun sıfatlarıyla boyanmak, ahlaklanmak demektir.] 139- De ki: “Allah’ın (yaptıkları) hakkında bizimle nasıl çekişirsiniz? Çünkü O, sizin Rabbiniz olduğu gibi bizim de Rabbimizdir. (Size peygamberlik verdiği gibi bize de verir.) sizin amel ve ibadetiniz olduğu gibi bizim de amel ve ibadetimiz vardır. Üstelik O’na karşı sizden daha samimiyiz.(*)
(*) Nesefi.
140- Yoksa “İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve torunları Yahudi ve Hıristiyan idiler” mi diyorsunuz? Sen söyle. “Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?” Yanında, Allah katından gelmiş bulunan bir şahitliği (bilgiyi) inkâr edenden daha zalim kim olabilir? Ve Allah sizin yaptığınızdan habersiz değildir.
141- Onlar gelmiş geçmiş bir ümmettir. Onların kazandıkları onlara, sizin kazandığınız size. Ve siz onların yaptıklarından sorguya çekilecek değilsiniz.
142- İnsanlardan akılları kıt olanlar: “Müslümanların ona yönelik ibadet ettikleri kıblelerinden onları çeviren ne?” diyecekler. (Peygamber Medine’ye geldiğinde, Allah’ın emriyle Kudüs’e doğru namaz kılmaya başlamıştı. Bu durum, bazı insanların tuhafına gitmişti. Kâbe dururken neden Kudüs’e doğru ibadet ediliyor? diye.) Sen de ki: “Doğu da batı da Allah’ındır. Allah istediğini doğru yola iletir.”
143- Böylece sizi (Kabeye yöneltmekle) vasat (orta yolda) bir toplum kıldık. Ki insanlara karşı şahit olasınız, Peygamber de size karşı şahit olsun. (Daha önce) senin ona yönelerek ibadet ettiğin Kâbe’den seni (Kudüs’e) çevirmemiz,(*) sadece geri dönmek isteyenlerden kimin Peygamber’e uyacağını ortaya çıkarmak içindi. Şüphesiz bu kıble değişikliği, Allah’ın hidayet verdiği insanların dışındakilere zor gelir. (Ey inananlar!) Allah sizin imanınızı zayi edecek değildir. Allah insanlara çok şefkat eden ve çok acıyandır.
(*) Ayetteki “cealna” beddelna demektir.
144- Çok zaman senin göğe yöneldiğini görüyoruz. Seni, senin razı olacağın bir kıbleye çevireceğiz. Bundan sonra sen yönünü Mescid-ül Haram’a (Kâbe’ye) çevir. Nerede olursanız, yüzünüzü onun tarafına çevirin. Kendilerine kitap verilenler, bu yönelmenin Rablerinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler. Allah, onların yaptıklarından habersiz değildir.
145- Sen o kitap verilenlere bütün mucizeleri göstersen de, onlar senin kıblene yönelmezler. Sen de onların kıblesine tabi olacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar [dini bölücülük içindedirler.] Sana bilgi geldikten sonra, onların heva ve heveslerine uyarsan, o zaman gerçekten zalimlerden olursun.
146- Kitap verilenler, çocuklarını tanıdıkları gibi onu (Peygamber’i veya Kâbeyi) tanırlar. (Onun hak olduğunu bilirler.) Onlardan bir grup bile bile hakkı gizlerler.
147- Gerçek, Rabbinden geldiği gibidir. Artık şüphe edenlerden olma!
148- Her toplumun yöneldiği bir kıblesi var. Artık iyiliklerde yarışın. Nerede olursanız Allah sizi huzuruna alacaktır. Allah, her şeye gücü yetendir.
149- Nereden çıkarsan (nerede olursan, namazda) yüzünü Mescid-ül Haram tarafına çevir. Bu yöneliş, Rabbinden gelen bir gerçektir. Allah sizin yaptıklarınızdan habersiz değildir.
150- Nereden çıkarsan, yüzünü Mescid-ül Haram tarafına çevir. Siz (ey müminler!) nerede olursanız, yüzlerinizi ona doğru çevirin. Ki insanların aleyhinize (kullanacakları) bir delilleri olmasın. (Müslümanların bir ilkesi, kıblesi yoktur, demesinler.) Zalim olanlar hariç. (Onlar diyecektir.) Sakın onlardan korkmayın. Benden korkun! Bir de bu kıble değişikliği, size olan nimetimi tamamlamam içindir. Artık doğru yolu bulmanız umulur.
151- Nitekim size, sizden bir peygamber gönderdik. Size ayetlerimizi (kâinat ayetlerini) okuyor. Sizi, (manevi kirlerden) paklıyor. Size kitap (yasa) ve hikmeti (anlayışı) öğrettiği gibi, hiç bilmediğiniz şeyleri de size öğretiyor. (Kİ bu dengeli yol sayesinde başarılı olasınız.)
152- Artık Beni anın. Ki Ben de sizi anayım. Bana şükredin, nimetlerimi inkâr etmeyin.
153- Ey iman edenler! Sabır ve salât (dua ve namaz) ile (Allah’tan) yardım isteyiniz. Hiç şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.
154- Allah yolunda şehit edilenlere ölüler demeyiniz. Hayır, onlar diridirler. Fakat siz idrak etmiyorsunuz.
155- Biz, sizi bir miktar korku ve açlık ile ve mallarda, canlarda ve ürünlerde eksiltme yapmakla deneyeceğiz. (Sabredip etmeyeceğinizi ortaya çıkaracağız.) Artık sen sabredenleri müjdele!...
156- Öyle sabredenler ki, bir musibet başlarına geldiğinde: “Biz Allah’ın malıyız ve O’na döneceğiz” derler.
157- Bunlar için Rablerinden bağışlanmalar ve rahmet (başarı) vardır. Ve bunlar doğru yolu bulanlardır.
158- Safa ve Merve, Allah’ı hatırlatan şeairlerdendir. Kim Kâbe’ye hacc niyet ederse veya umre yaparsa, Safa ve Merve’yi tavaf etmesinde bir günah yoktur. (Müşriklerin böyle tavaf etmesi, onları Allah’ın şeairi olmaktan çıkarmaz.) Kim hayır ve iyilik yaparsa, (bilsin ki) Allah, karşılık verendir ve çok iyi bilendir.(*)
(*) Bu ayetin bir önceki ayetlerle irtibat yönü şudur. Hacc ve Umre’nin, cihat ve diğer ibadetler gibi sabır istediğini, Kâbe ve Mekke’nin eski bir ibadet merkezi olduğunu, kıble olmaya layık olduğunu bildirmek içindir. Ehl-i kitap, kitaplarında Kâbe’nin bu durumuyla ilgili bilgileri bildikleri halde gizliyorlardı. 159- Onlar ki, indirdiğimiz ayetleri ve mesajları –kitapta (Tevrat’ta) insanlar için açıkladığımızdan sonra- gizliyorlar. İşte onlar, Allah’ın da lanetine uğrarlar, lanet edenlerin de lanetine uğrarlar.
160- Onlardan tevbe edenler, ıslahat yapanlar, gizlediklerini açıklayanlar ise; Ben onların tevbesini kabul ederim. Ben tevbeleri çok kabul eden ve çok rahmet edenim.
161- Kâfir olup da küfür üzere ölenlerin üzerine Allah’ın, bütün meleklerin ve insanların laneti olsun. (Mahrumiyet içinde kalsınlar.)
162- Onlar o lanette (Cehennemde) ebedî kalacaklardır. Onlardan ne azap hafifletilir ne de gözetilirler.
163- (Ey insanlar! Kurtuluşunuz tek bir Allah’a inanmadadır.) İlahınız tektir. Ondan başka ilah yoktur. O Rahman ve Rahimdir.
164-Hiç şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ve gündüzün değişmesinde, insanlara yararlı şeylerle denizde seyreden gemide, gökten bir su indirip onunla, ölümünden sonra yeri diriltmesinde, o su ile her nevi canlıyı yaymasında, rüzgâr ve gök ile yer arasında musahhar kılınan bulutta, aklını kullanan bir toplum için ayetler (mesajlar, mucizeler) vardır..
165- İnsanlardan bazıları var ki; Allah’ın dışında bir kısım şeyleri mabud ediniyorlar. Allah’ın sevilmesi kadar onları seviyorlar. Fakat gerçek inananlar, Allah’ı her şeyden daha çok seviyorlar. Keşke o zalimler, azap görecekleri vakit, bütün kuvvetin Allah’ın elinde olduğunu, Allah’ın şiddetli azabı bulunduğunu anlayacaklarını (şimdiden) idrak etseler.
166- O vakit ki; tabi olunanlar, tabi olanlardan teberri ederler. Hep beraber azabı görürler. (Kendilerini hayata bağlayan) bütün sebepler kesilir.
167- Tabi olanlar derler ki. “Keşke bir daha dünyaya dönebilseydik de bu liderlerimiz bizden teberri ettikleri gibi, biz de onlardan teberri etseydik.” Allah böylece yaptıklarını bir hasret kaynağı olarak onlara gösterir. Ve onlar ateşten de çıkacak değillerdir.
168- Ey insanlar! Yerdeki helal ve hoş olan şeyleri yiyin. Şeytanın adımlarına uymayın. O sizin için apaçık düşmandır.
169- O ancak size kötülüğü, fahiş şeyleri emreder. Bilmediğiniz şeyleri Allah’a iftira olarak söylemenizi ister. (Onun için bir vahiy gelmeden, bu helaldir, şu haramdır, demeyin.)
170- Onlara: “Allah’ın indirdiğine tabi olun” denildiğinde, onlar: “Babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye tabi oluruz” derler. Ya ataları bir şey bilmez ve doğru yolda olamasalar da mı (onlara tabi olacaklar?)
171- O kâfirlerin örneği, ses ve sadadan başka bir şey işitmeyen (aksetmeyen) cansız kayaları çağıran bir adamın örneği gibidir. (Kâfirlerin gözünde her şey cansız ve ölüdür. Böyle olduğu gibi kendileri de) sağır, dilsiz ve kördürler. Böyle cansız oldukları için düşünmüyorlar da…
[Bu ayete “kâfirlerin örneği çobandan çağrı ve sesleniş dışında bir şey anlamayan hayvanlar gibidir,” şeklinde de meal verilebilir. Bu takdirde çoban peygamberdir.] 172- Ey iman edenler, size verdiğimiz hoş nimetlerden yiyin, Allah’a şükredin. Eğer yalnızca O’na ibadet ediyorsanız. (Yani kâfirler gibi, kâinatı başıboş, cansız sanmayın. O kâinat Allah’ın size verdiği bir sofradır. Siz de başıboş ve sahipsiz değilsiniz. Allah’ın misafirlerisiniz.)
173- Allah, ancak leşi, kanı, domuz etini ve Allah dışındaki diğer şeylere kesilen kurbanları haram kılmıştır. Kim mecbur kalırsa, istemeyerek ve haddi aşmayarak yerse, ona günah yoktur. Hiç şüphesiz Allah, Gafur ve Rahimdir.