2- Kur'ân'ın İrşâd Halkasının Genişliği ve Umûmî Seviye
Kur'ân'ın hedefi, insanları her hususta en doğruya irşad etmektir (Um, 9). Ulûhiyet mevzuunda da vusule uygun usûl kullanmıştır. Bu hususta seviyeyi çok umûmî tutmuş, her seviyede insanın anlayacağı deliller getirmiş, avam havas herkese uygun gelecek tarzda hitab etmiştir.1374
Kur'ân'ın delilleri her insanın faydalanacağı gıdalar gibidir. Memedeki bebekten tut, en kuvvetli adamın faydalanacağı su, her bünyeye yarayan süt gibidir. Felsefe ve kelâmın delilleri kuvvetlilerin faydalandığı ve fakat bazılarını da hasta eden, çocukların ise hiç faydalanamadıkları yiyecekler gibidir.1375 Kur'ân'ın delillerini her sınıf insan, vehim, acizlik ve yorgunluk duymadan kolaylıkla anlar. Bunları anlamada sade bir köylü ile bilgin bir filozof aynıdır. Çünkü gaybları ve yarattığını bilen Allah kullarının gücüne göre teklifte bulunur.1376 Kur'ân'ı da insanların anlayıp düşünmeleri için göndermiştir (Kamer, 17).
Her devirde, insanların çoğu, anlayış bakımından, orta seviyede ve halk kültürü seviyesindedir. İşte Kur'ân bu umumî seviyeyi gözetmiştir. Bu sebeble Kur'ân'ın delillerinde hissî tarafa ağırlık verilmiştir. Bu itibarla Kur'ânî delilleri avam da anlar. Yani akl-ı selîmi ve fıtratı, çeşitli şeylerle karıştırılmamış herkes bu delillerden istifade eder. Bu kadannı düşünmede insanlar fıt-ratan müşterektirler. Meramını anlatmayan bedîhî mantık kurallarına göre mukaddimeler sıralayamayan herkes, düşünemiyor mânâsına gelmez. Kur'ân'da ve kâinatta herkesin düşünüp anlayacağı kadar çok delil vardır.1377 İmânda olduğu gibi, Kur'ân'ın delillerinden, hitablarından da akıl, vicdan, ruh, kalp hepsi gıdasını alır (Nemi, w; Bakara. ıo9; Nisa, 65). Demek ki imanda önce ilim ve aklî marifet, ondan da kalbî basiret meydana geliyor ve ikisi bir bütün oluyor (Fatır, 28). Kur'ân'da avama karşı hakikatlerin yalnız bir tarafı gösterilirken,1378 bir fizyoloji, bir psikoloji, bir atom alimi, bir feza bilgini de, kendisini hayretlere düşüren Kur'ân'ın gerçeklerinden aynı şekilde istifade eder. Nitekim yapılan keşif ve yeni buluşlar Kur'ân'ın bakir gerçeklerini şerh etmeye yarıyor. Kur'ân'ın her gün bir yeni sim anlaşılıyor.
Meselâ, Kur'ân, sebebsiz bir şeyin olamayacağını (Tûr. 35-36), her varlığa Yaratan Allah'ın vücud verdiğini anlatırken, öldükten sonra dirilmeye, yeryüzünün baharda yeşilenmesini misal verirken, ilk defa yaratanın tekrar hayata iadesinin daha kolay olacağını bildirirken (Rûm; 27), her sınıf ve seviyede insanın anlayacağı, hem makûl hem müşahede edilen delilleri ortaya koymuştur. Fıtratı bozulmayan herkes bunları anlar ve ruhuna sindirir.1379 Kur'ân'ın bir mucize yönü de işte böyle zoru kolay anlatmasıdır. Halbuki bunların hiç birisinde mantık ilminin kıyas şekilleri sıralanmamıştır. Nitekim Hz. Ali de "İnsanların anlayacakları miktar (akıllarının seviyesine göre) söyleyin, yoksa Allah ve Resûlü'nün yalanlanmasını mı istersiniz?" demiştir. Bundan dolayı Allah Resulü (sav), bir cariyeden "Allah'ın gökte" olduğunu söylemesini kabul etmiştir. Çünkü onun aklı daha fazlasına yetmiyordu. Kur'ân'da işte bu seviyeden, tâ müteşâbih âyetleri anlamaya kadar1380 geniş bir saha vardır. Kur'ân, delil ve isbatları, muhatabın seviyesine uygun şekilde ölçüp biçmiştir.
Kur'ân'ın gayesi irşâd olduğu için, irşad halkasını geniş tutmuştur. Hem kalp, hem akıl yolunu kullanarak manevî icâzıyla her şeyde bir marifet penceresi açmıştır1381 Bilhassa umumî seviyeyi gözetmiştir Kur'ân. Çünkü Kur'ân mürşiddir. Umûma yaramayan şeyleri ibhâm ile icmal etmesi bundandır. Yine bundan dolayı ince meseleleri, temsil ile idrâke yaklaştırır. Mugalataya düşürmemek için zahirî nazârlardaki bedîhî şeyleri değiştirmez.1382
Felsefe ve mantık usulleri ise, belirli bir seviye almış kimselere hitab eder. Gerçi felsefe de Kur'ân'ın ele aldığı mevzularla meşgul olur.1383 Fakat o umûmun faydalanamayacağı bir yoldan, gider. "Büyük önerme", "küçük önerme", "netice" gibi mantıkî kıyas şekillerini herkes anlamaz. Hem, düşünmek için mutlaka bu kalıpları kullanmak da şart değildir. Halbuki din yalnız filozoflar için, alimler için gelmemiştir. Felsefe ve ilim ise insanların pek azına nasib olur. Halbuki insanların fıtrat ve duygulan, bütün insanlar arasında müşterektir. Bundan dolayı âlimlerden, câhillerden ve felsefecilerden mü'minler olur. Eğer din mantık ilminin metoduna uysaydı, pek az kimse iman ederdi.1384 Havas her devirde ve her toplulukta daima az bir zümreyi, avam ise her zaman ekseriyeti teşkil etmiştir.
Filozofların hareket noktası akıldır. Felsefî sistemlere o sistemi kuran filozofların akılcılığı hakimdir. Varlıklara varlık için bakarlar. Ulûhiyet için söyledikleri de tutarsızlıklarla doludur. Aristo'nun Tanrısı hareket etmeden hareket ettiren ilk muharriktir, ilk sebeptir. Tanrıyı o kadar kemal ile tavsif etmiştir ki, haddini aşarak pasif duruma düşürmüştür. Onun tanrısı kainatla temas etmeyen bir heykelden farksızdır. Kainatın varlığından haberi yoktur, ancak kendisini bilir.1385 İradeden" münezzehtir, zatından başka bir şey taleb etmez. Küllileri bilir, cüz'îleri bilmekten yücedir.1386 Âlem yaratılmamıştır, ezelî ve ebedîdir. İlk sebeb ve ilk muharrik fikri Sokrat ve Aristo'da da vardır.1387 Ef-latun'a göre Tanrı, âlemin yaratıcısı değil, ustası, düzenleyicisi-dir (Demiurgos).1388
Görüldüğü gibi Aristo ve Eflatun'un düşünce sisteminde ilah anlayışı tamamen hayalî bir varlık olup, hayalen düşünülen dünyalarda varlığı kabul edilen zihnî bir ilâhtır.1389 O ilâhın irâde ve faaliyeti yoktur, çünkü onlara göre onun ideal oluşunun ve kemâlinin izahı budur.
Yeni filozoflar da ulûhiyet mevzuunda tutarlı şeyler söylememişlerdir. Bir çoğu şer problemini ulûhiyetin varlığı ile bağdaştıramamışlardır.1390 Güya izah edeceğiz, halledeceğiz derken zorluğa zorluk katmaktan başka bir şey yapmamışlardır.1391 Bir çokları da tekâmülü, yahut basitten bileşiğe, alçaktan yükseğe doğru değişmeyi benimsemişlerdir. Ancak onlara göre, bütün âlem, kaynağı ve sonu olmayan ebedî bir maddeden ibaret olunca, tekâmül ve değişikliğe bir yol yoktur. Çünkü bugün kâinatta olan, her zaman vardı. Madem ki madde sonsuzdur, tekâmül ne demektir.1392 Yeni zamanlar maddeciliğinin eskilerden farkı, gözlerine gözlük, kulaklarına kulaklık takmalarından ibarettir.1393
Ardı arkası kesilmeyen, biribirini yıkan faraziyeler yığını,1394 tüm insanlığa yol gösterecek evsafta olamaz. Hakîkaten de olmamıştır. Eski Yunanlılar, iman meselesinde, beşer mirasına ilâvede bulunan şey veremediler.1395Yunan çok tanrıcılığı, sarhoş, zanî, sahtekâr, zalim ve bütün kötülüklerin kaynağıdır.1396
Esasen felsefe vahyi kabul etmemekle, daha baştan kendisini beşerî akılla tahdid etmektedir. Filozof, diğer sistemlerden kendisini ayırabilmek için, önceden kendisine bazı usûller koyarak, kendisini ikinci defa tahdid etmektedir. Filozof, sisteminin mantıkî bir bütünlük gösterip kendi içinde çelişki olmaması için bu usûlünün dışına çıkmamaktadır. Bizce felsefe, bunca tahdid-lerle, değil ilahî mevzularda, beşerî mevzularda bile sınırlıdır. Filozoflar, üzerlerine kendi elleriyle intihar kozalarını ören ipek-böceklerini andırırlar. Bunu da hür düşünce adına yaparlar.
Diğer bir ifadeyle, filozof bir örümcek yuvası örer. Gerçi örümcek yuvası da zahiren muntazam, tertibli ve süslü görünürse de, içi boştur. Örümcek, ancak küçük haşerâtı avlamak için onu, karnından örer. Nitekim yukarıda görüşlerini kaydettiğimiz eski Yunan ve yeni maddeci filozofların, Allah hakkındaki tavsifleri, ilimsiz, hidayetsiz, karınlarından dokudukları, boş zanlardan ibarettir.1397 Bunlarla ancak zayıf akıllıları avlarlar. Onlar bu halleriyle sarp bir dağın tepesine tırmanmaya çalışan çocuklar gibidirler. Daima ayakları kaymaktadır. Kâinat alfabesinin harflerini bilmezken, varlık bilmecesini çözmeye çalışırlar. Üstelik bunlar büyük filozof sayılırlar. Ulûhiyet hakkındaki sözleri zan, tahmin ve hevâdan ibarettir. Felsefî neticeler, şahsî, mütenakız ve eksiktir, büyük kitlelere yol olamaz.1398 Hasılı bu yol, sadece zihnî, kısır, kuru, soğuk, kalb ve vicdana yatışmaz bir yoldur.1399
Kelâma gelince, Gazzâlî'den itibaren kelâm eserleri, felsefe kitabı manzarası arz etmeye başlamıştır. Bu felsefenin esası da Eski Yunan felsefesidir. Eski Yunan filozoflarının kullandıkları bazı metodları İslâm kelâmcıları da kullanmışlardır. Bu durum kelâmın müslümanlar tarafından az okunmasına ve rağbetten düşmesine sebep olmuştur.1400 Çünkü kelâmcıların, a'yân ve a'râzın hudûsu, imkân delilleri, taksimler, mukaddimeler ve delillerin Aristo mantığı usulleriyle takdimi herkes tarafından anlaşılır bir usûl değildi. Kur'ân'ın delilleri herkesin faydalanacağı bir gıda mâhiyetinde iken, kelâmcıların delilleri, pek az kimsenin istifade edebileceği bir ilâç mahiyeti iktisab etti.1401 Böylece pek az bir zümre kelâmdan faydalanırken; ele aldıkları sual ve tevcih; problem ortaya koyup sonra çözme usulleriyle, halkın çoğuna zarar bile verdikleri söylenmiştir. Nitekim bu usûlleri selef de kullanmamıştır.1402 Anlaşılmayan veya anlaşılması pek güç olan ilmin rağbet görmemesi tabiîdir. Dahası var; kelâm Yunan akılcılığına tâbi olarak delilleri burhâni ve hitâbi olmak üzere taksime tâbi tutmuş, Kur'ân'ın delillerini, -bilhassa mütekellim-lerin müteahir olanları- zannî ve hitâbî delil kısmından saymışlardır. Bu taksimde hakem ise Yunan mantığı olmuştur. Bu cür'et sayılmaz mı?1403 Halbuki Kur'ân'ın hayat verme delili ne kadar kesin ve yüce ise, tevhid delili de öylesine kesin ve şereflidir. Bunlar ekseriyeti ikna eden şeylerdir.1404 Dediğimiz gibi, kelâmın delilleri ve bu delilleri takdim usûlleri ilâçlar gibidir. İlâçlar ise hastalar içindir, onlar da azdır. Hastanın tedâvî edildiği şey ise, zaruret hükmündedir. Sağlıklıyı ondan korumak gerekir. Sağlıklıya ilaç vermekten doğacak zarar, hastayı tedavideki ihmalden doğacak zarardan az değildir.1405 Ancak kelâmcılar, bu yola filozoflara cevap vermek için girdiklerini söylerler.
Mütekellimler Kur'ân mesleğine girseydiler, bilgileri daha toplayıcı, daha verimli olurdu. Ancak mantık meslek ve kayıtlarına, burhan ve şekillerine girdiler, ilimleri de, umûmun fayda-lanamadığı, havassa mahsus .bir ilim haline geldi. Çünkü geniş kitle Kur'ân'ın inceliklerini, akılları ölçüsünde anladıkları halde, kıyas şekillerinden, hiçbir şey anlamıyorlardı.1406 Bu itibarla denilebilir ki, bilhassa felsefe ile kelâmın sıkı münasebet kurdukları uzun asırlar boyu, müslümanlar akâid sahasındaki ihtiyaçlarını kelâm eserleriyle değil, ilmihal tarzında muhtasar kitaplarla gidermişlerdir.1407
Kelâm uleması, itikat esaslarının doğruluğunu kabul ettikten sonra onu aklî delillerle isbâta giderler. Filozoflar hiç bir ka-yıd ve İnanç olmadan araştırırlar. Ancak mütekellimler Kur'ân'ın talebeleri oldukları halde, mutezile gibi, usûllerinde aklı nakle tercih ettikleri, diğer bir ifadeyle kalbi kafaya taşıdıkları için,1408 kimisi onlarca cilt kitap yazdıkları halde, Kur'ân'ın on âyeti kadar açıklıkla, kesin isbat ve ciddi şekilde ikna edememişlerdir. Uzak yerlerden borularla su getirenler gibi, uzayan sebeb silsilesini kesmek için, ta başa kadar uzunca bir yola giderler. Kur'ân âyetlerinin her biri, Hz. Musa'nın asası gibi, her vurduğu yerden su çıkarır. Her varlıkta Allah'ı gösteren bir marifet penceresi açar.1409 Felsefenin kalbe ulaşamayan, soğuk zihinden öte geçemeyen yolu gibi değildir.1410 Kur'ân'ın metodu, varlık sahnesinde her tarafa saçılmış Allah'ın âyetleriyle, beşer varlığının fıtratı arasında anlaşılır bir dil kullanmak olmuştur. Üzerinde yaşadığımız bu dünya Allah'ın âyetlerinin hayretler veren san'atının sergilendiği harika bir müze gibidir. Bu müzenin bir benzeri de içimizde gizlidir.1411 İşte Kur'ân insanı bu müzelerde gezdirir. Bir an güneşin doğduğu yerle battığı yeri, gölgenin uzayıp kısaldığını düşünmek, bir an bir nehrin çağlayışını, bir pınarın kaynayışını, susuzlukları giderişini, bir bitkinin büyümesini bir tomurcuğun nazlı nazlı açılışını düşünmek, bir çiçeğe bakmak, havada uçan kuşu, denizde yüzen balığı, durmadan çalışan karıncayı., düşünmek, beşer kalbine kâinat sırlarının akması için kâfidir. Bir lahza, bu hayret verici varlık âleminin beşer kalbine neler söylediğine kulak vermek, korkunç bir idrâk ürpertisine, müsbet bir tesir icrasına yetecektir.1412 İşte Kur'ân'ın metodu budur.
Meselâ fâliku'1-habb ve neva isminin açtığı marifet ufkuna bakınız. Allah'ın ne üstün faaliyetini sergilemektedir! Parmakla ezilecek kadar ince ve yumuşak olan çekirdek ve tohumun saçakları, sert çuvaldızların, sivri bıçakların giremeyeceği derecedeki sert yerleri, bazan taşlan, kayaları çatlatır aralarına girer. Topraktan hayatî gıdaları emerek ağaç gövdesine verir. Bu Allah'ın ölüden diri çıkarmasına ne güzel bir temsildir.1413 İşte Allah böyle faaldir.
Netice olarak diyebiliriz ki Kur'ân insanlığın fıtratına hitap ederek umûmun istifade edeceği şekilde irşad halkasını geniş tutmuş, dar dehlizlere girmemiştir. Allah'ı tanıtmada herkeste mevcud fıtrî vicdanlara hitab etmiştir. "Hiç gökleri ve yeri yaratanın varlığında şüphe olur mu?" (ibrahim, ıoı demiştir. Bu itibarla Kur'ân'ın ulûhiyeti tanıtmadaki geniş caddesini, İyi anlayıp takdir etmek gerekir.1414
Dostları ilə paylaş: |