Kur’an-i kerim allah’i nasil tanitiyor


- İnkâr Fikrini Tasrîh Etmeksizin imanı Takviye



Yüklə 1,65 Mb.
səhifə29/40
tarix17.01.2019
ölçüsü1,65 Mb.
#98439
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   ...   40

3- İnkâr Fikrini Tasrîh Etmeksizin imanı Takviye

Kur'ân, ilk surelerde görüldüğü gibi, putlardan hiç bahset­meden Allah'ı tanıtmaya ve tavsife başlamış, muhatapların inançlarına temas etmeden, doğrudan doğruya kendi fikrini ve davasını ortaya atmıştır. Yani Kur'ân, bir dava, bir gerçek ge­tirmiştir. Bu yüzdendir ki Kur'ân'da ulühiyetin tanıtılışında İsbat ciheti hakimdir. Yani ulühiyetin ne olmadığından (selbî yön) zi­yade, ne olduğu ciheti yer alır. Kur'ân mesajının bu seyrine putperestlerin itiraz edip mücadeleye başlamalarından sonra şirkin çürütülmesine geçilmiştir.1415 Artık zararlı unsurların te­mizlenmesine sıra gelmiştir. Kalelerden zararlı unsurlar temiz­lendikten sonra marifet meyvalan verecek nurlar ekilebilecek-tir. Bu safhada Kur'ân, şirkin bütün tutamaklarını koparıp atar. Allah'ın yaratma, takdîr ve tedbîrindeki sünnet ve fiillerini açık­larken, Allah'ın sıfatlarını da açıklar. Kur'ân'ın cedel yapmama­sı da onun gönüllere hitab eden, kendinden emin gerçekçi yö­nünü gösterir. Bir sualden sonra cevabın gelişi, olayların se­rinliği içinde tecellîsi veya gerçeklerin meseller darbı sırasında belirmesi bu kabildendir. Aslında bu üslûb da, akılları ikna, kalblere tesir bakımından daha üstürfbir üslûbtur.

Mutlak inkâr, insanlar arasında çok az bulunduğu için, Kur'ân, esas hücumlarını şirke yöneltir. İnkâr cihetini tasrih et­meden, imanı takviye eder. İnkâr hususunda vârid olan âyetle­rin istifâm-ı inkârî üslubuyla hitab ederek, ulühiyetin asla şüphe götürmez bir hakîkat olduğunu belirtmesi de bu kabildendir. "Allah'ı nasıl inkâr edersiniz ki, siz ölülerdiniz. O sizi dirilt­ti; yine öldürecek, yine diriltecek; sonra O'na döndürüle­ceksiniz" (Bakara, 28). "Peygamberleri şöyle dedi: "Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında da şüphe ha? (..,)" (ibrahim, ıoj. İki bahçe sahibinden-, malıyla üstünlük taslayan, ona ebediyet iza­feye kalkışan, zenginliğinin yok olmasını istemediği için, kıyametin kopacağından bile şüphe eden, Allah'ı unutup kendisine ve zenginliğine güvenen kimseye mü'min arkadaşı şöyle der: "Seni topraktan, sonra nutfeden yaratan, sonra da seni bir adam biçimine koyan Rabbını inkâr mı ettin" {Kehf, 37). Bu en mühim ulûhiyet mevzularında üslûbun sual tarzında varid oluşu, inkârı tasrîh etmemenin çok bariz örnekleridir.

Çünkü Kur'ân'ın getirdiği bir mesaj bir tez vardır. O, bu kendi müsbet yolunda yürüyerek, kalplerde ve zihinlerde en büyük inkılâbı gerçekleştirmiştir.1416



4- Devir ve Teselsülün Butlanı Yerine Kısa Yolu Tercihi

Mantığın kurucusu Aristo, bedaheti, hakikat ölçüsü; isbat edilmemiş her şeyden şüpheyi, usûl kabul eden, cebri geomet­riye tatbik ve analitik geometriyi keşf eyleyen Descartes ve he­sabı tefâduliyi icâd eden Leibnitz gibi büyük filozoflar ilk illetin varlığında asla şüphe etmemişlerdir. Nihayetsiz devam edecek bir sebebler zincirini kabul etmezler.1417 Zaten fıtratı teşevvüşe uğramamış herkes sebebler zincirinin ilânihâye devam etmeye­ceğini, bunu bir yerde başlatan bulunduğunu anlar. Ancak Al­lah, sebebleri yaratan Müesbibu'l-esbâbdır. Bu bakımdan M. İk-bâl'de sebeb netice alâkasında- her iki uzuv bir birine aynı derecede muhtaçtır. Mahiyeti itibanyla bu silsileye katılan, hiç bir varlığa benzemeyen, bütün varlıklardan tamamen başka olan bir varlığa ulaşılmasını tenkid eder. "Bu delil yardımıyla varılan ilet, zorunlu bir varlık olarak düşünülemez. Sebep netice münasebetinin zarurî oluşuyla Allah'ın zarurî bir varlık oluşu aynı şey değildir"1418 der. Kozmolojik delili Hume ve Kant da tenkid etmişlerdir. Ancak İkbâl'in tenkidi, bu delil Kur'ân'daki dinamizme1419 uygun bulamayışındandır. Nitekim Gazzâlî de bu delili ve filozofların anlayışını tenkid eder. Yani Kur'ân'daki ulûhiyet birbiri arkasına sıralanan, paslı sebepler zincirinin son halkası değildir. Yoksa teselsülün bâtıl olduğunda her akl-ı selîm sahibi müttefiktir. Nitekim bir hadis, "şeytan bi­rinize gelir de semâyı kim yarattı; yeri kim yarattı? der." "O da: "Allah" diye cevap verir, o zaman şeytan: "Öyle ise Al­lah'ı kim yarattı" der. Hem kim bu nevîden bâtıl bir şeyi kendisinde hissederse, hemen: " Ben Aiîah'a iman ettim" desin"1420 mealinde, teselsülün sonsuzca devamının düşünme­nin bir şeytan vesvesesi olduğunu, bu asılsız şeyden Allah'a sı­ğınmak gerektiğini öğretir.

Kur'ân'da, illet-malûl delillerinin sıralanışıyla nihayette bir ilk sebebe ulaşan bir ulûhiyet anlayışı yoktur. Çünkü bu sebep­leri böyle başa kadar götürmek, Allah'ı hem sebebler cinsinden bir sebep gibi düşünmeyi gerektiriyor, hem de O'na ulaşıncaya kadar, O'nu her şeyle bağlı, dolayh ve atıl bir mefhum olarak düşündürüyor. Halbuki Kur'ân'da Allah her şeyin yaratıcısıdır. Sebeplerin de yaratıcısıdır. Sebepler cinsinden -ilk sebep olsa da- bir sebep değildir. Böyle uzunca bir yolda gitmeye lüzum yoktur. Allah her an Hayy'dır, Hallâk'tır, Faal'dir, Kayyûm'-dur. Varlıkları görüp gözetmektedir. Her şeyden haberdardır. "O her an bir iştedir" (Rahman, 291. Kur'ân'ın tanıttığı ulûhiyet böylesine aktif bir ulûhiyettir. Kur'ân'ın talimi tamamen pratiğe yöneliktir. Kur'ân'da nazarî olarak ne bir theologie (Tanrıbi-lim) ne de Theodice (Tanrı felsefesi) vardır. Kur'ân'da kâinat­ta, tarihte insandaki icraatını izhar eden, Hayy, Kayyûm, Fa'âl, bizzat Allah vardır.1421 Kur'ân'da şimdiye kadar yazdığımız fiil ve isimleriyle, kendimizi statik değil, dinamik bir ulûhiyet karşısın­da buluruz. Keyfiyet ve künhünü ise ancak kendisi bilir.

Yunan felsefesinde Eflatun ve Aristo, Allah'ı hareket etme­yen ve hadis olmayan, ilk sebeb ve ilk muharrik olarak tavsif et­mekle, onu determinizmin bir çeşit esiri haline koydular. Bunları takib eden İslâm filozofları ve hatta kelamcılar bile hareket, hâdi­selerin sıfatıdır diye "Kadîm havadise mahal olamaz" kaidesini koymuşlardır. Böylece kendi kendilerini ve buna bağlı olarak ulûhiyet tasavvurunu farkında olmadan sınırlamışlardır. Yani bu durum zarurî olarak Allah mefhumunda faaliyetsizliği getirmiş­tir. Buradan kurtulmak için de kelamcılar Allah'ın varlıklarla alâ­kasını, O'nun ezelî ilminin, kudretinin, iradesinin "tallukâtı" olarak izah etmişlerdir.1422 Bu izahlar elbette Kur'ân'ın ulûhiyeti mevzuundaki aktivitesini karşılayamaz. Devir ve teselsülün bâtıl olduğunu ispat için, bu felsefelere sapma yüzünden, gerek İslâm filozofları, gerekse mütekellimîn pek çok tenkidlere maruz kalmışlardır.



Halbuki Kur'ân, her bakışta, karşımızda ve içimizde buldu­ğumuz âyetleriyle Allah'ı bize tanıtır. Borular döşeyerek dolam­baçlı yerlerden su getirir gibi değil. Hz. Musa'nın asası gibi her vurduğu yerden su çıkarır.1423 Şu âyetlerdeki, kâfirlerin adeta yakasından yapışan ifâdelere bakın!: "Yoksa bu tenakuzu onlara akılları mı emrediyor? Yoksa azgın bir kavim midirler? Yoksa o Kur'ân'ı kendi mi uydurup söyledi diyorlar?Hayır, iman etmezler. Haydi Kur'ân gibi bir söz getirsinler, eğer doğru söyleyenlerse (...) yoksa kendileri hâhksız mı yaratıl­dılar? Yoksa onlar yaratıcılar mıdır? Yoksa gökleri ve yeri mi yarattılar? Hayır (gerçeği) anlamazlar. Yoksa Rabbinin hazineleri onların yanında mı? Yoksa onlar mı her şeye hâ­kim olmuşlar? Yoksa onların bir merdiveni var da (vahiy edileni) ondan mı dinliyorlar? Öyle ise dinleyiciler açık bir delil getirsin. Yoksa kızlar O'na oğullar size mi? Yoksa ken­dilerinden bir ücret istiyorsun da cereme vermek ağırlarına mı geliyor? Yoksa gayb iimi onların yanında da onlar mı ya­zıyorlar? Yoksa onlar bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Fakat o kâfirler kendileri o tuzağa düşeceklerdir. Yoksa onların Allah'tan başka bir ilahları mı var? Allah onların koştukları ortaklardan münezzehtir." (Tur, 32-41). "Yoksa gökleri ve yeri yaratıp da sizin için gökten bir yağmur indiren mi (hayırlı­dır?). O suyla biz sizin için bir ağacını bitiremiyeceğiniz gü­zel manzaralı bağ ve bahçeler bitirmişizdir. Allah ile bera­ber bir ilah mı var? Hayır, onlar haktan ayrılan bir kavim­dir. Yoksa arzı bir mesken yapıp da ortasından ırmaklar akıtan, ona ait sabit dağlar yaratan ve iki denizin ortasına bir engel koyan mı (hayırlıdır?) Allah ile beraber bir ilâh mı var? Hayır onların çoğu (tevhidi) bilmezler. Yoksa sıkıntıya düşen kimse dua ettiği zaman onun duasını kabul edip fe­nalığı gideren, sizi yeryüzünün sakinleri kılan mı (hayırlı­dır)? Allah ile beraber bir ilâh mı var? Siz pek az düşünü­yorsunuz. Yoksa karaların ve denizlerin karanlıklarında size yol gösteren ve selâmete çıkaran, yağmurun önünde rüzgarları müjdeci gönderen mi? Allah ile beraber bir ilâh mı var? Allah onların ortak koştukları şeylerden çok yüce­dir. Yoksa halkı yaratıp duran, (öldükten) sonra onu iade edecek (diriltecek) olan size gökten ve yerden nzık veren mi (hayırlıdır)? Allah ile beraber bir ilah mı var? De ki: "Eğer Allah ile beraber birtakım ilahlar vardır" sözünde doğru ise­niz, delilinizi getirin bakalım!" (Nemi, 60-64). "De ki: "Eğer Al­lah kıyamete kadar devamlı olarak geceyi üzerinize (karan­lık) bıraksa, Allah'tan başka size bir aydınlık getirecek ilâh kimdir? (Ey kâfirler topluluğu)? Ne dersiniz? Halâ dinleyip kabul etmeyecek misiniz? De ki: "Eğer Allah kıyamete ka­dar devamlı olarak gündüzü üzerinize bırakacak olsa, Al­lah'tan başka size içinde dinleneceğiniz bir geceyi getirecek ilah kimdir? Ne dersiniz? Halâ görmeyecek misiniz?" (Kasas, 71-72). Çünkü Allah her an bir iştedir. Dualarımızı İşitir. Bize ce­vap verir. Bize şah damarımızdan yakındır (Kâf, ıe). Her varlıkta O'na delâlet eden âyetler vardır. Hiç bir iş onu diğerinden meş­gul edemez.1424


Yüklə 1,65 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   ...   40




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin