VEDA HACCI: VEDA HUTBESİ
Hz. Muhammed (s.a.v) hac yapmak niyeti ile, Mekke’ye gideceğini ilan etti. O sene hac etmeye niyet eden sahabeler her taraftan Mekke’ye akın etmeye başladılar. Zilhicce ayına 5 gün kala, Hz. Muhammed (s.a.v) Medine’den 40.000 kişilik bir Müslüman kafilesiyle yola çıktı.
Hz. Muhammed (s.a.v)‘in Medine ile Mekke arasındaki Hac yolculuğu tam 10 gün sürdü. Mekke’ye girip uzaktan ”Kabe’yi” görünce:
“Allah ü Teala’dan başka tapacak yok. Bir’dir, şeriki yok. Mülk O’nundur, Hamd O’na yaraşır. Yaşatır ve öldürür. Her şeye kadirdir. Allah ü Teala’dan başka tapacak yok. Vaadini yerine getirdi. Kuluna yardım etti. O’na karşı birleşenleri yalnız başına yendi” dedi.
O sıralarda Yemen’de bulunan Hz. Ali bir kafile ile Hac için Mekke’ye geldi. Arabistan’ın çeşitli yerlerinden gelen Müslümanlar Arafat Dağına çıktı. 124,000 Müslüman toplandı. Meşhur Veda Hutbesi 3 günde, 3 sefer ayrı, ayrı tekrarlandı. Arefe günü Arafat’ta bayram’ın birinci günü Mina’da ve yine bayramın ikinci günü Mina’da Hz. Muhammed (s.a.v) tarafından okundu. “Veda Hutbesi”nin metni şöyledir:
* * *
Allah ü teala’ya hamd ederiz. O’na döneriz nefislerimizin fenalıklarından ve kötü işlerimizden ona sığınırız.
Ey Nas ! (Ey İnsanlar)
Sözümü iyi dinleyiniz bilmiyorum belki bu seneden sonra sizinle burada ebedi olarak bir daha birleşemeyeceğim.
Ey Nas!
Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehrimiz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise canlarınız, mallarınız, ırzlarınız da öyle mukaddes’tir. Her türlü tecavüzden masundur.
Ashabım!
Yarın Rabbinize kavuşacaksınız. Ve bugünkü her hal ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski dalaletlere dönüpte birbirinizin boynunu vurmayınız. Bu vasiyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin…Olabilir ki; bildirilen kimse burada da işitenden daha iyi anlayarak muhafaza etmiş bulunur…
Ashabım!
Kimin yanında bir emanet varsa, onu sahibine versin. Faizin her nev’i mülgadır, ayağımın altındadır. Lakin borcunuzun aslını vermek gerektir.
Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah ü Tealanın emriyle faizcilik artık yasaktır. Cahiliyetten kalma bu çirkin adetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım faiz de Abdulmuttalib’in oğlu Abbas’ın faizidir.
Ashabım!
Cahiliyet devrinde güdülen kan davaları da kamilen mülgandır. İlga ettiğim ilk kan davası da Abdülmuttalib torunu Rebia’nın kan davasıdır.
Ey Nas!
Bu gün şeytan sizin topraklarınızda yeniden nüfus ve saltanatını kurmak kudretini ebedi surette kaybetmiştir. Fakat size bu saydığım şeyler haricinde küçük gördüğünüz işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da hazer ediniz.
Ey Nas!
Kadınların haklarına riayet etmenizi ve bu hususta Allah ü Teala’dan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah ü Teala’nın emaneti olarak aldınız. Ve onların namuslarını ve ismetlerini Allah ü Teala adına söz vererek helal ediniz. Sizin kadınlar üzerinde ki hakkınız, onlarında sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız, onların aile haremini sizin hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çiğnetmemelidir. Eğer onlar razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları hafif surette darb ve tahzir edebilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, memleket an’anesine göre her türlü yemek ve giyimlerini temin etmenizdir.
Ey Müminler!
Size bir emanet bırakıyorum ki siz o’na sarıldıkça, yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet, Allah ü Teala’nın kitabı (Kur’an'dır)
Ey Müminler!
Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi muhafaza ediniz. Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir. Ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz, başkasına helal değildir. Meğer ki gönül hoşnutluğu ile kendisi vermiş olsun.
Ashabım!
Nefsinize zulm etmeyiniz. Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır.
Ey Nas!
Cenabı Hak her hak sahibine hakkını (Kuran’da) vermiştir. Varis için, vasiyete lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zinakar için mahrumiyettir. Babasından başkasına nesep iddia eden soysuz, yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan nankör, Allah ü Teala’nın gazabına, meleklerin lanetine ve bütün Müslümanların ilencine uğrasın. Cenabı Hak bu makule insanların ne tövbelerini, ne de adalet ve şehadetlerini kabul eder.
Ey Nas!
Allah ü Teala’nın risaletini tebliğ ettin, risalet vazifeni ifa ettin. Bize vasiyet ve nasihatte bulundun diye şehadet ederiz.
Şahid ol ya Rab
Şahid ol ya Rab
Şahid ol yaRab.
(Sahihi Buhari) muhtasarı cilt 10, sayfa (397-399)
* * *
Hz. Muhammed (s.a.v) daha Arafat’ta iken, (Maide) Süresi nazil oldu:
“Bugün ben dininizi ikmal ettim. Size nimetimi tamamladım. Size din Olarak Müslümanlığı seçtim” (Maide Sûresi: 3. âyet) buyurdu. Hz. Ebu Bekir, bu ayeti işitince Hz. Muhammed (s.a.v)'in vefatına işaret olduğunu anladı.
Hac tamam olduktan sonra, Hz. Muhammed (s.a.v) Medine’ye döndü. O sıralarda Hz. Muhammed (s.a.v)in oğlu Hz. İbrahim öldü. Böylelikle Resul’ü Ekrem’in Hz. Fatıma (r.a) Hazretlerinden başka hiçbir evladı kalmadı.
Hz. Muhammed (s.a.v) Suriye’ye gönderilmek üzere bir ordu hazırladı. Zeyd Bin Harise hazretlerinin oğlu Üsame’yi Başkumandan tayin etti. Hz. Muhammed (s.a.v) Üsame’ye sancağı vererek:
“Babanın şehit olduğu yere git! Düşmanları atlara çiğnet! buyurdu. Üsame Medine yakınında ”Curuf” mevkiinde ordugah kurdu. Bir gün sonra Hz. Muhammed (s.a.v) hasta oldu. Hastalığın ikinci günü Hz. Muhammed (s.a.v) bir taraftan Fadl Bin Abbas, diğer taraftan Ali Bin Ebu Talib kendisini tutarak camiye getirdiler. Minbere çıkıp oturdu:
“Ey Nas! Kimin arkasına vurmuş isem, işte arkam! Gelsin vursun! Bende kimin hakkı varsa, işte malım! Gelsin alsın!” buyurdu. Ondan sonra Hz. Muhammed (s.a.v)’in hastalığı daha da şiddetlendi. Sahabeler bu duruma çok üzüldüler.
Hz. Ali ile amcası Hz. Abbas’ın oğlu Fadl koltuğuna girerek tekrar Hz. Muhammed (s.a.v)’i camiye getirdiler. Minbere çıkarak söze başladı:
“Ey Nas! Ahirete göç edeceğimi düşünüp telaş ediyormuşsunuz, hiçbir Peygamber ümmeti içinde ebedi olarak kaldı mı, ben de sizin aranızda ebedi olarak kalayım.”
Sonra “Ey Muhacirler! Size Ensar hakkında olmanızı vasiyet ederim. Onlar benim has cemaatimdir, vaktiyle sizleri evlerinde misafir etmediler mi? Her bakımdan, sizi nefislerine tercih etmediler mi?
“Ashabım! İlk Muhacirlere de hürmet etmenizi vasiyet ederim. Bütün muhacirler de birbirlerinden hayırlı olsunlar! Her iş, Allah ü Teala’nın izniyle olur. Allah ü Teala’nın iradesine galebe etmeye çalışanlar, sonunda mağlup olurlar. Allah ü Teala’yı aldatmak isteyenler, muhakkak aldanırlar.” buyurdu.
Vefatına üç gün kala hastalığı daha da şiddetlendi ve Mescide artık çıkmaz oldu. O zaman Hz. Muhammed: (s.a.v) “Söyleyin Ebubekir’e, cemaate namaz kıldırsın!” emrini verdi. Hz. Ebubekir de üç gün (on yedi vakit) namazı, Hz. Muhammed (s.a.v) adına kıldırdı.
Rebi’ul Evvel ayının onuncu cumartesi günü Cebrail (a.s) gelip, Hz. Muhammed (s.a.v)’in hatırını sordu. Pazar günü ise yine Cebrail (a.s) gelip hatırını sordu ve bu arada Yemen’de Peygamberlik iddiasında bulunan Esved’ül Ansi’nin Müslümanlar tarafından öldürüldüğünü bildirdi. Hz. Muhammed (s.a.v) sahabelerine yalancı peygamber Esved’in öldürüldüğünü haber verdi.
Rebiul Evvel’in 12. pazartesi günü, sahabeler Mescid-i Şerif’te sabah namazını Hz. Ebubekir’in arkasından kılarken Hz. Muhammed (s.a.v) geldi. Sahabeleri böylece ibadet halinde görünce çok memnun oldu. Hz. Muhammed (s.a.v) sol tarafta ve oturduğu yere Ebubekir’e uyarak namaz kıldı.
Ashab artık o’nun yüzünü bir daha göremedi. Pazartesi günü saat ilerledikçe hastalığı da şiddetleniyordu. Sonra güneşin zeval vaktinde Cibril (a.s) ile Azrail (a.s) birlikte, Hz. Muhammed (s.a.v)‘in kapısı önüne geldiler. Cebrail (a.s) içeriye girerek, Hz. Muhammed (s.a.v)'e Azrail’in kapıda beklediğini içeri girmek için izin istediğini söyledi.
Hz. Muhammed (s.a.v) izin verince hemen içeriye girdi. Azrail (a.s) Allah ü Teala’nın emrini Hz. Muhammed’e (s.a.v) bildirdi. Bunun üzerine Hz. Muhammed (s.a.v) “Ya Azrail! Gel görevini yerine getir” buyurdu. Azrail (a.s) Peygamberlerin sonuncusu ve bütün insanların en büyüğü olan Hz. Muhammed (s.a.v)’in ruhunu aldı. Hz. Muhammed (s.a.v) görevini başarılı bir şekilde ifa ederek Allah ü Teala’ya kavuştu.
Hz. Muhammed (s.a.v)‘in vefatı birdenbire her tarafa yayıldı. Ashab üzerinde çok derin tesir yaptı. Bu haberi duyan Üsame ordusu Medine’ye tekrar geri döndü. Başkumandanlık sancağı Hz. Muhammed (s.a.v)‘in kapısı önünde dikildi. Bütün Medine halkı bir matem havası içinde idi. Mümin’lerin bir kısmı ağlıyor, bir kısmı da telaş içinde bulunuyordu. Son derece sinirlenmiş olan Hz. Ömer:
“Her kim Hz. Peygamber öldü derse, boynunu vururum” diyordu.
Bu durum karşısında, sahabelerden soğuk kanlılığını muhafaza eden yalnız Hz. Ebubekir olmuştu. Hz. Muhammed (s.a.v)in evine girdi. Resulülah’ın yüzünü açtı. Ölmüş olduğunu görünce “Ölümün de hayatın gibi güzel.” diyerek o mübarek yüzünü öptü. Dışarıya çıkarak Mescid-i Şerif’e geldi.
“Ey Nas! İçinizde Muhammed’e tapan varsa, iyi bilsin ki Muhammed ölmüştür. Allah Baki’dir asla ölmez!” dedi ve hemen
“Muhammed, ancak bir peygamber’dir. Ondan önce nice resul’ler geldi, geçti. Eğer o (Muhammed) ölürse veya öldürülürse, siz geriye mi döneceksiniz? Her Kim geri dönerse, Allah ü Teala’ya hiçbir zarar vermez. Allah ü Teala, şükredenlere mükafat verir” ayetini okudu.
Hz. Ebubekir’in bu konuşması üzerine Ashab biraz yatıştı. Herkes Hz. Muhammed (s.a.v)in öldüğüne inandı. Ve böylelikle devr-i saadet kapandı.
HZ. MUHAMMED (SAV)’İN
AHLAKI
İnsanlık tarihinin en büyüğü, Hz. Muhammed (s.a.v)’dir. Ulaşmış olduğu büyük başarı, ne bir peygamber ne de bir siyasi adama şimdiye kadar nasip olmamıştır. Hz. Muhammed (s.a.v) Peygamber olmadan önce de büyük bir şahsiyetti. O hayatı boyunca putlara tapmamış, içki içmemiş ve yalan söylememişti. Onun için Araplar kendisine güvenilir lakabını vermişlerdi.
Hz. Muhammed (s.a.v) İslam dinine halkı davet etmeye başladığı zaman bunların yalnız dinlerini değiştirmekle yetinmedi. Bütün hayat nizamlarını siyasi, içtimai, iktisadi ve ailevi safhalarını değiştirdi. Arapların atalarından gelen ahlaka aykırı esas ve prensipleri bir anda yok edip değiştirmek şüphesiz büyük inkılaptı. Hele o zaman Arap yarımadasında büyük bir mevki sahibi olan Kureyş’lilerin bunu kabul etmesi çok daha zor oldu. Onun için Kureyş’liler Hz. Muhammed (s.a.v)’e düşman olup, şiddetli bir şekilde direndiler. İslam dini içki, kumar ve zinayı men etmişti. Halbuki, Kureyş kabilesinin kazanç kaynağı bunlara dayalı idi. Yine o zaman Kureyş kabilesi diğer bütün kabilelerden daha üstün sayılırdı. İslam dininin, bunları diğer kabilelerle eşit ve müsâvi tutulması çok güçlerine gitti. Halbuki Hz. Muhammed (s.a.v) Kureyş kabilesinden olup, bu imtiyazlı olan sınıftan sayılırdı. Bu imtiyazı terk edip, diğer insanlarla eşit ve müsavi olduğunu söylemişti. Arapların hiç benimsemediği bu siyası ve içtimai nizamı bir anda değiştirmek, şüphesiz büyük mücadeleyi gerektirirdi. Hz. Muhammed (s.a.v) her türlü tehlikeye koşuyor ve herkes bu çetin mücadeleden kaçarken kendisi sebat ediyordu. Müslümanlığı kabul edenleri Kureyş’lilerin zulmünden kaçırıp Habeşistan’a yolluyor ve tek başına müşriklerle kahramanca mücadele yapıyordu.
Hz. Muhammed (s.a.v) hayatında, hiçbir zaman maddeye önem vermemişti. Bugün ne zengin kanaat ediyor ve ne de fakir haline şükrediyor. Zenginlerin bir kısmı gayrı meşhur yollardan para kazanmak için adeta maddeye kul olmuşlardır. Kazandıklarını da faydalı şeylere değil, lüks ve eğlenceye harcamaktadırlar. Yine dikkatle incelenecek olunursa, milletler arası mücadeleye de, madde sebep olmaktadırlar. İşte maddeyi ayakları altına alan tek yüce insan Hz. Muhammed (s.a.v)’dir. Bütün Arap yarımadasını fethedip mal ve mülküne hakim olduktan sonra Hz. Muhammed (s.a.v)’in hayatında en ufak bir değişiklik görülmüş değildi. O yine hasır üzerinde yatar ve arpa ekmeği yiyordu. Hz. Muhammed (s.a.v)in bir hasırı vardı. Gece onu yuvarlak bir şekilde dikerek içinde ibadet eder, gündüz serer, üzerinde otururdu. Yemek yemesine gelince belini doğrultacak birkaç lokma ile yetinirdi. Temizliği, güzel ve muntazam bir şekilde giyinmeyi severdi. Müslümanların da böyle hareket etmelerini tavsiye ederdi. Bir hadis-i şeriflerinde: “Allah ü Teala temizdir, temizliği sever” (En kamil manasıyla paktır, pak olanı sever, kerimdir; kerem (iyilik) sahibi olanı sever, cömerttir; cömerdi sever, evinizin iç ve dışını temiz tutunuz; Yahudilere benzemeyiniz” buyurdu.
Hz. Muhammed (s.a.v) asla kibirli değildi. Bir hadis-i şeriflerinde: “Kalbinde zerre miktar kibir olan cennete giremez.” buyurdu. İnsanlara önce kendisi selam verir. Kiminle konuşursa ona yönelir, karşı tarafın sözü bitinceye kadar beklerdi. Birinin elini sıkarsa, elini karşıdakinden evvel çekmezdi. Çarşı ve pazardan evine aldığı eşyayı bizzat taşırdı. Bir meclise girdiği zaman, nerede boş yer varsa orada oturuverirdi. Gelen misafire kendi yastığını verip, kendisi kuru yerde otururdu. Onun önüne hürmeten ayağa kalktıkları zaman “Acemlerin, birbirlerini ta’zimen ayağa kalktıkları gibi siz de kalkmayın.” El öpmeyi de yasaklamıştı. Kibirli olmamakla beraber, edebe riayet edilmesini isterdi. Ashabın kendisine karşı nasıl hitap edip, nasıl davranacağını öğretmişti.
Hz. Muhammed (s.a.v), Peygamber olmadan önce de ibadet ediyordu. Hira mağarasında bazen bir ay yalnız başına ibadet ettiği olmuştu. O zaman ibadeti tefekkürden ibaretti. Peygamber olduktan sonra, ayakları şişinceye kadar namaz kılardı. Bütün hayatı boyunca gece kalkarak nafile ibadette bulunurdu. Bazen gece ve gündüz ibadet ettiği olmuştu. Ashabın gücünün yetmeyeceği hususlarda, kendisini taklit etmelerinden onları men ederdi. Hayatın icap ve zaruretlerine de gerekli ehemmiyeti verirdi. Onun için dünyayı tamamen terk ederek, kendini ibadete verenlere de kızıyordu. Bir hadis-i şeriflerinde:
“Allah için ben, hepinize nispetle Allah’tan en çok korkan ve çekinenim. Fakat, oruç tutar (bazı günler ramazan haricinde) oruçsuz olurum. Namaz kıldığım gibi uyurum da. Kadınlarla da evlenirim. Benim sünnetimden yüz çeviren benden değildir” buyurmuştur. Din ile dünyayı böylelikle birleştirmişti. İbadet ederken, tam olarak eksiksiz bir şekilde bu görevini yerine getirirdi. Başka bir dünya işine teşebbüs edence de onu bitirmeyince dönmezdi. Onun için dünya tarihinde, Hz. Muhammed (s.a.v) kadar din ve dünya işini başaran bir kişiye daha tesadüf edilmiş değildir.
Mekke müşrikleriyle Taif halkının Hz. Muhammed (s.a.v)’e yaptıkları eziyet ve cefa tamamen insanlık dışı idi. Kureyşliler’in Haşimoğullarına uyguladıkları boykot antlaşması ile Hz. Muhammed (s.a.v)’in soyunu açlıkla karşı karşıya bırakmışlardı. Eşi Hz. Hatice ile hamisi olan amcası Ebu Talib’in vefatı üzerine Mekke’den çıkmış ve İslam dinini yaymak için Taif’e gitmişti. Fakat Taif halkı bu şerefli misafirin değerini bilemediler.
Memleketlerinden bu mübarek zatı çıkardıkları gibi O’nu taş yağmuruna tuttular. O zaman Hz. Muhammed (s.a.v) tekrar Mekke’ye avdet etmek mecburiyetinde kaldı. Mekke müşrikleri birleşerek Hz. Muhammed (s.a.v)’i öldürmeye karar verdikleri zaman, ilahi bir izinle Medine’ye hicret etmek mecburiyetinde kaldı. Allah ü Teala’nın yardımı ile kısa bir zaman içinde Mekke şehri ile Taif’i fethetti. Bu arada altı bin esir aldı. Fakat bir tanesini öldürmeden hepsini serbest bıraktı. Hatta Mekke’yi fethettiği zaman en büyük düşmanı olan Kureyş müşriklerinin başkomutanı Ebu Süfyan esir düştüğü zaman onu af edip serbest bıraktı. Ve “Kim Ebu Süfyan’ın evine girse dokunulmayacak.” diye buyurdu. Uhud muharebesinde Hz. Hamza’yı şehit eden Habeşi bir köle olan Vahşi, İslam dinine girdiği zaman onu da affetti.
Hz. Muhammed (s.a.v) bütün insanlara karşı çok merhametli idi. Müşriklere karşı da büyük merhameti vardı. Çünkü rahmet O’nu tamamen ihata etmişti. Bilhassa zayıf ve fakirler Hz. Muhammed (s.a.v)’in rahmetine daha yakın kişilerdi. Bütün hayatı fakirlerle beraber geçmişti. Bir fakir yanına geldiği zaman çok sevinirdi. Hatta bir hadis-i şeriflerinde:
“Benden bir şeyi fakirleriniz vasıtasıyla isteyiniz. Çünkü siz zayıfların yüzü suyu hürmetine merzuk olunuyorsunuz.” diye buyurdu. Hz. Muhammed (s.a.v)’in fakirlere olan bu yakın ilişkisinden dolayı, Kureyş müşriklerinin alaylarına mevzu oluyordu. Kölelerin hürriyete kavuşmaları için elinden gelen yardımı yapıyordu. Köleleri hürriyete kavuşturmak için devlet hazinesinden hisse ayırmıştı. Hz. Muhammed (s.a.v) köleleri hürriyete kavuşturduktan sonra, iaşelerini temin etmek için onlara sermaye de verirdi. Bu iyilik ve merhamet yalnız insanlara karşı değil, bütün hayvanlara da şamildi. Hayvanlara çok kötü muamele eden Araplardan bu adeti tamamen ortadan kaldırdı. Bilhassa atış talimlerinde, diri hayvanları hedef olarak dikerlerdi. Bu durumları yasak etti.
Küçük çocuklara karşı çok şefkatli idi. Sahabelerin çocuklarını gördüğü zaman onları okşar ve öperdi. Yanına gelenleri güler yüzle karşılardı. Müslümanlardan biri felakete uğradığı zaman, kalbini saran rahmet ve merhametinden bazen gözyaşı dökerdi. Bir gün ölmek üzere olan bir çocuğu yanına getirdikleri zaman gözleri doldu. Neden ağladığını soran ashaba ”Bu, Allah’ın mümin kullarının gönüllerine koyduğu rahmet eseridir. Zaten Allah ancak, kullarından merhamet sahiplerine rahmetiyle muamele buyurur.”
Müşriklerin çocuklarına dahi şefkatli idi. Bilhassa savaşta çocuk öldürülmemesini tavsiye ederdi. Sahabelerin bir kısmı savaşta düşmanları lanetlemesini istediler. Hz. Muhammed (s.a.v):
“Ben lanetçi olarak değil, alemlere rahmet olarak geldim.” diye buyurdu. O’nun merhametinden bütün alem kıyamete kadar faydalanacaktır.
Hz. Muhammed (s.a.v) inanç hürriyeti için mücadele etmişti. Kureyş müşriklerine bu inanç hürriyetini kabul ettirinceye kadar onlarla savaştı. Müslümanlar Mekke’den ”Rabbimiz Allah’tır.” dedikleri için kovulmuşlardır. Allah ü Teala Hazretleri Kur’an-ı Kerimde;
“Kendilerine karşı harp açanlara, zulme uğradıkları için harp etmelerine izin verdi. Allah ü Teala, onlara yardıma hakkıyla kadirdir. O müminler yalnız ”Rabbimiz Allah’tır” dedikleri için nahak yere yurtlarından çıkarılmışlardı. ” (Hacc: 22/39)
Görülüyor ki savaşa izin verilmesi, inançtan dolayı zulme uğrayan Müslümanların kendilerini savunmaları içindi. Hz. Muhammed (s.a.v) müşriklerle çarpışmamak için her zaman sulh yolunu tuttu. Hudeybiye barış antlaşması buna açık misaldir. Bu antlaşma ile İslam’a davet serbestliğini sağladıktan sonra iki yıl içinde yirmi senedekinden çok fazla insan Müslüman oldu. Kureyş’liler Hudeybiye Barış antlaşmasını tek taraflı olarak bozdukları zaman, on bin kişilik bir kuvvetle Mekke’ye hareket ederek kan dökmeden orayı aldı.
Bu olaylar şüphesiz Hz. Muhammed (s.a.v)’in ne kadar yüksek siyasete ve idari isabetlere haiz olduğunu göstermektedir. Yüksek siyaseti sayesinde İslam daveti en sağlam temeller üzerinde kuruldu.
HZ. MUHAMMED (S.A.V) GEÇMİŞ VE GELECEK OLAN BÜTÜN İNSANLARIN EN BÜYÜĞÜDÜR.
Allah (c.c) tarafından, Kuran-ı Kerim'de övülen, o yüce Peygamberi, insanoğlu nasıl idrak edip anlatabilsin.
O, gerçekten üstün bir ahlak üzerinde yaratılmış ve alemlere rahmet olarak gönderilmişti. Hakkı batıldan kılıç gibi kesip ayırdı. O yeryüzünü aydınlatan bir nurdu. İnsanları vahşet ve cehalet bataklığından kurtardı.
Bütün geçmiş ve gelecek insanlar bir araya gelse, o yüce Peygamberin, üstün vasıflarını idrak edip anlatamazlar. Nasıl ki; insanoğlu, Kur’an-ı Kerim’in tümünü idrak etmekten acizdir. O halde Kuran ahlakı ile ahlaklanmış, o faziletli Peygamberi nasıl idrak edebilsin. Hiç bir insanın sahip olmadığı, geniş kültür hazinesine sahipti. Allah (c.c) gayblarından O’na geçmiş ve geleceğe ait bilgileri bildirmişti. Allah (c.c) şöyle buyurur:
”Ey Muhammed! Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik. ” (Enbiya: 107)
Mümin ve kafir farkı gözetmeden, hatta bütün canlılara rahmet olarak gönderilmiştir. Hz. Muhammed (s.a.v)’e inanan ve tasdik eden kurtulur. Aksi halde helak olur.
Allah ü Teala’ya iman eden bir kişi, Hz. Muhammed (s.a.v)’in Peygamberliğine de iman etmiş olması gerekir. Hz. Muhammed (s.a.v)’in Peygamberliğini kabul etmeyen bir kişinin imanı sahih değildir, iman ehli sayılmaz. Çünkü Hz. Muhammed (s.a.v) belli bir kavime gönderilmiş bir peygamber değildir. Bütün insanlara gönderilmiştir.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Ey İnsanlar! Sizi can sıkıcı bir azaptan kurtaracak kazançlı bir yolu göstereyim mi? Allah’a ve peygamberine inanınız.” (Saf: 10 - 11)
Bir başka ayette Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Ey Muhammed! Seni insanlara peygamber gönderdik. Şahit olarak Allah yeter. (Nisa: 79)
Bütün insanlar Hz. Muhammed (s.a.v)’e uymak ve itaat etmekle mükelleftir. Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“De ki, şayet Allah’ı seviyorsanız, bana uyunuz ki Allah’ta sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın ve Allah affeder, merhamet eder.” (Al-i İmran: 31)
Bir başka ayette Allah ü Teala şöyle buyuruyor:
“Peygambere itaat eden Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse bilsin ki, biz seni bekçi göndermedik.” (Nisa: 80)
Hz. Muhammed (s.a.v) Müslümanların arasında bulunduğu sürece, Allah ü Teala onlara azap etmez. Dünyada ve ahirette iman eden kişiler için bir güvencedir. Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Sen içlerinde iken Allah onlara azap etmez. Onlar bağışlanma dilerken de elbette Allah azap edecek değildir.” (Tevbe: 33)
Allah ve melekler Hz. Muhammed (s.a.v)’i methedip, övmektedirler. Bu O’nun fazilet ve üstünlüğünü, eşsiz olduğunu gösteren en güzel bir örnektir.
Allah ü Teala şöyle buyuruyor;
“Şüphesiz Allah ve melekleri peygamberi överler O’na salat ve selam etmektedirler.” (Ahzap: 56)
Bir başka ayette Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Ya-sin. Ey Muhammed! Kuran-ı Hakim’e and olsun ki, sen doğru yol üzere gönderilmiş Peygamberlerdensin.” (Yasin: 1-4)
Allah ü Teala’nın Hz. Muhammed (s.a.v)’e yaptığı ikramlardan biri O’nu ismiyle çağırmamıştır. Allah (c.c) şöyle buyurur;
“Ey peygamber sana indirileni tebliğ et!” (Maide: 67)
“Ey peygamber Allah sana yeter.” (Enfal: 64)
Hz. Muhammed (s.a.v) daha hayatta iken geçmiş ve gelecek bütün günahları bağışlanmıştır. Allah (c.c) şöyle buyurur:
“Ey Muhammed! Doğrusu Biz sana apaçık bir zafer sağlamışızdır. Allah böylece senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlar. Sana olan nimetini tamamlar. Seni doğru yola eriştirir. Böylece sana, hiç kimsenin güç yetiremeyeceği bir şekilde yardım eder” (Fetih: 1-3)
Hz. Muhammed (s.a.v)şöyle buyurdu:
“Altı hususiyetle peygamberlerden üstün kılındım. Bunlar benden önce kimseye verilmedi. Geçmiş ve gelecek günahlarım bağışlandı. Ganimetler bana helal kılındı, benden önce hiç kimseye helal kılınmadı. Ümmetlerin en hayırlısı kılındı, yeryüzü benim için mescid ve temiz kılındı, bana Kevser kılındı. Korku ile yardım edildim. Nefis elinde olana yemin olsun ki, dostunuz şüphesiz hamd sancağının sahibidir, kıyamet günü Adem ve diğerleri onun altında bulunacaklardır.” (Bezzar)
Hz. Muhammed (s.a.v)’e verilmiş olan üstünlüklerden biri de kıyamet günü bütün peygamberlerin imamı ve şefaatçisi olacaktır.
Hz. Muhammed (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Kıyamet günü olunca Peygamberlerin imamı, hatibi, şefaatlerin sahibi olacağım, fakat övünmek yoktur.”
Başka bir hadiste şöyle buyurdu:
“Cennet, ben girinceye kadar bütün peygamberlere yasaktır ve benim ümmetim girinceye dek de diğer ümmetlere yasaktır.”
HZ. MUHAMMED (S.A.V),
GERÇEK PEYGAMBERDİ
Hz. Muhammed (s.a.v)in peygamberliği akli olan kesin delillerle artık sabit olmuştur. O’nun peygamberliğine dil uzatan zavallılar, İslam dinini iyi bilmediklerindendir. Hz. Muhammed (s.a.v)in hayatı malum olan bir şahsiyettir. Yirmi beş yaşına gelinceye kadar halkın içinde yaşamış ve ticaretle uğraşmıştır. Yirmi beş yaşından kırk yaşına gelinceye kadar çoluk çocuğu ve ibadetle meşgul olmuştur. Kırk yaşına geldikten sonra, Allah ü Teala tarafından kendisine peygamberlik geldi. Hz. Muhammed (s.a.v)in peygamberliğini akli delillerle izah edelim:
Hz. Muhammed (s.a.v) hiç okumamış mektep ve medrese tahsili görmemişti. Eğer Hz. Muhammed (s.a.v) okur, yazar olsaydı, sahabeler bunu bizlere mutlaka nakil ve rivayet ederlerdi. Okumamış bir insanın hikmetlerle dolu olan ve bütün ilimleri ihtiva eden Kur’an-ı Kerim gibi kitabı vücuda getirmesi olanaksızdır. İlme ve fenne mutabık olan Kur’an-ı Kerim, her zaman insanlara Hz. Muhammed (s.a.v)’in peygamberliğini teyit etmiştir. Kısa bir zaman içinde birbirine düşman olan Arap kabilelerini birleştirmiş, putperestliği imha etmiş, zengin ile fakir arasındaki imtiyazları silip süpürmüştür. İnsanların bozuk olan ahlakını düzeltmiştir. Okumamış bir kimsenin bütün insanlara yön verecek şekilde içtimai, siyasi, iktisadi, ahlaki ve edebi inkılap yapıp bunu başarıya götürmesi şüphesiz O’nun peygamberliğine en büyük delildir.
Hz. Muhammed (s.a.v) kırk yaşına gelinceye kadar dinle asla uğraşmamıştır. Allah ü Teala tarafından kendisine peygamberlik geldikten sonra İslam dinini kurmuştur. Esasında peygamberlik mühim bir görevdir. Hiç bir zaman yalan iddialarla peygamberlik yapılamaz. Çünkü Allah’a iftira etmeye yeltenenlerin başarıya ulaşması olanaksızdır. Hz. Muhammed (s.a.v) dünyaya geldiği günden ölünceye kadar gayet dürüst ve emin bir zat olduğunu bütün tarih kitapları kanıtlamıştır.
Düşmanları olan Kureyş’liler davasından vazgeçirmek için, Hz. Muhammed (s.a.v)e mevki ve para vaat ettikleri halde, bunlardan hiç birini kabul etmemişti. Yapmış oldukları bütün zulüm ve işkencelere rağmen aldığı ilahi emirleri yerine getirmeye çalışmıştır. Başarıya ulaştığı zaman bidayette nasıl idiyse, asla değişmeden aynı kalmıştır.
Önceki davranışları ile son davranışları arsında zerre kadar bir fark olmamıştır. O’nun bütün emir ve yasakları beşeriyetin ıslahı içindi.
Hz. Muhammed (s.a.v)'i gören binlerce kişi, O’nun peygamberliğinden asla şüphe etmemişlerdir. Hatta onu gören bazı insanlar, iman ederek bunda yalan söyleyecek bir yüz yoktur, diye yemin etmişlerdi.
Hz. Muhammed (s.a.v) istikbale ait söylemiş olduğu bütün sözler aynen eksiksiz olarak çıkmıştır. Sahabe’nin durumu, yapılacak olan bütün fetihler ümmetinin gelecekteki durumu ve kıyametin alametlerini teker, teker izah etmiştir. Ve bunlar aynen çıkmıştır.
Kıyamete kadar canlı bir mucize olarak yaşayacak olan Allah’ın Kelamı Kur’an-ı Kerim, Hz. Muhammed (s.a.v)in en son peygamber olduğuna şehadet etmiştir. Aradan 1350 sene gibi uzun geçmiş olmasına rağmen, başka bir peygamberin gelmemiş olması bunu açıkça teyit etmiştir. Eskiden her birkaç yüz yıl içinde insanlara mutlaka peygamber gelirdi. Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de:
“Muhammed Allah’ın resulüdür.” (Fetih Sûresi 29. ayetinde. )
“Muhammed, adamlarınızdan hiç birinin babası değildir. Fakat Allah’ın resulü ve peygamberlerinin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” (Ahzab sûresi 40. ayetinde)
“Muhammed (s.a.v) bir peygamberden başka bir şey değildir.” (Âl-i İmran sûresi 144. ayetinde)
“O hikmet dolu Kur’ana yemin ederim ki, Habibim sen, hiç şüphesiz gönderilen peygamberlerdensin. Dost doğru bir yol üzerindesin. Bu Kur’an, yegane galip, çok esirgeyici Allah’ın indirdiği bir kitaptır.” (Yâsin sûresinin 2, 3, 4, 5. ayetinde)
“Ya Muhammed! De ki, peygamberliğine Allah şahittir. Nezdinde kitap ilmi olanlar da bunu bilir.” (Rad sûresinin 34. ayetinde)
Bütün beşeriyete kıyamete kadar yön verecek olan Hz. Muhammed (s.a.v), gerçek bir peygamberdir. Şimdiye kadar tarih hakiki peygamber olmayan bir kişinin, din kurup devam ettirdiğini kayıt etmiş değildir.
CENNETLE MÜJDELENEN ON KİŞİ (AŞERE-İ MÜBEŞŞERE)
Hz. Muhammed (s.a.v)’in sahabelerinden hayatlarında iken, cennet ile müjdelediği on kişiye “Aşere-i Mübeşşere” denir. Bunların mübarek isimleri şunlardır:
1-Ebu Bekir es Sıddık (r.a)
2-Ömer el-Faruk (r.a)
3-Osman b. Affan (r.a)
4-Ali b. Ebu Talib (r.a)
5-Talha b. Ubeydullah (r.a)
6-Zübeyr b. el-Avvam (r.a)
7-Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a)
8-Said b. Zeyd (r.a)
9-Abdurrahman b. Avf (r.a)
10-Ebu Ubeyde b. Cerrah (r.a)
Şimdi bunların İslam dinine yaptıkları hizmetleri kısaca tanıyalım:
1- HZ. EBUBEKİR ES SIDDIK (R.A)
Mekke’nin Kureyş kabilesindendir. Hz. Muhammed (s.a.v)’den iki yaş küçüktü. Kureyş içinde çok yüksek bir mevkii vardı. Cahiliye devrinde Mekke’nin kan davalarına hakemlik yapardı. Onun verdiği bütün kararlara taraflar riayet ederlerdi. Mekke’de ayrıca ticaretle uğraşırlardı. Devrin en zenginlerindendi. Müslüman olduktan sonra, bütün servetini İslam dini uğrunda sarf etti. Bilhassa Müslüman olan köleleri satın alıp, azad ediyordu. Hz. Ebubekir, Müslüman olmadan önce de hiç puta tapmamış ve ağzına da içki koymamıştı.
İslam dinini kabul etmede, asla tereddüt etmemişti. Çünkü puta tapmak mantığına asla uygun düşmüyordu. Bilhassa Hz. Muhammed (s.a.v)’in miracını duyar duymaz tasdik ettiği için ona “Sıddık” denilmişti. Hz. Ebubekir, Kur’an-ı Kerime aşık olduğu için, Kur’an okurken ağlardı.
Hz. Muhammed (s.a.v) Medine’ye hicret edince, Hz. Ebubekir’i yanına alarak çıkmıştı. Yaptığı işlerde Hz. Muhammed (s.a.v), istişarede bulunurken Hz. Ebubekir’i sağına ve Hz. Ömer’i soluna alırdı. İlk önce Hz. Ebubekir’in reyine başvururdu.
Hz. Muhammed (s.a.v)’in hastalığında: “Söyleyin Ebubekir’e, cemaate namaz kıldırsın!” emrini verdi. Peygamberimiz hayatta iken üç gün ona vekaleten imamlık yaptı. Hz. Muhammed (s.a.v)’den sonra Müslümanların ilk halifesi seçildi. İki sene halifelik yaptı. Hz. Ebubekir’in halifeliğinde, Müslümanlık büyük bir buhran geçiriyordu. Yalancı peygamberler türedi. Arap yarımadasında yer yer ayaklanmalar ve dinden çıkma hareketleri baş gösterdi. Bunların hepsini bastırarak tekrar İslam birliğini kurmaya muvaffak oldu. Halifeliği zamanında Kur’an-ı Kerimi topladı. Vefatında cenazesi Hz. Muhammed (s.a.v)’in “Hücre-i Saadet” denilen türbesine gömüldü.
2- HZ. ÖMER EL FARUK (R.A)
Hz. Ömer doğruyu eğriden ayırdığı için, Hz. Muhammed (s.a.v) kendisine “Faruk” lakabını vermişti. Hz. Muhammed (s.a.v)’den on üç yaş küçük olup, otuz üç yaşında iken Müslüman olmuştu. Kureyşliler arasında yüksek bir mevkii vardı. Müslümanlıktan önce Kureyşlilerle diğer kabileler arasındaki siyasi meseleleri çözmeye görevliydi.
Müslüman olduktan sonra, İslam dinine büyük hizmetleri olmuştu. Kureyş müşrikleri bütün Müslümanlara eziyet yaptıkları halde, Hz. Ömer’e yanaşamazlardı. Müslümanlığın ilk devirlerinde dahi, korkmadan bütün müşriklere meydan okuyordu. Bütün savaşlarda Hz. Muhammed (s.a.v)’in yanında bulundu. Hz. Muhammed (s.a.v) her zaman, Hz. Ömer’in reyini alır ve O’nu soluna oturturdu. Hatta on iki meselede, İlahi vahiy O’nun reyine uygun düşmüştü.
Hz. Muhammed (s.a.v)’in vefatından sonra da halife olarak seçilen Hz. Ebubekir’in yanından ayrılmadı. İslam birliğinin sağlanmasında ve Kur’an-ı Kerim’in toplanmasında Hz. Ebubekir’e çok büyük yardımı oldu.
Hz. Ebubekir’in vefatından sonra, Hz. Ömer Müslümanlara halife seçildi. Halifeliği zamanında büyük fetihler yaparak Suriye, Filistin, Mısır ve İran toprakları tamamen İslam sınırları içine katıldı. Hz. Ömer bilindiği gibi adaletiyle tanınmış bir halife idi. O’nun devrinde Gassani hükümdarı “Cebele” Müslüman olmuştu. Hac mevsiminde Kabe’yi ziyaret eden hükümdar Cebele, eteğine basan bir köleye yumruk vurarak burnunu kırmıştı. Köle, hükümdarı Hz. Ömer’e şikayet etti. Hz. Ömer, derhal hükümdarı sorguya çekerek “Köleyi memnun etmesini, aksi takdirde aynı muameleyi ona yapacağını” bildirdi. Çünkü Müslümanlıkta hükümdarlık, kölelik yoktur. Müslümanlar arasında tam bir eşitlik vardır.
Hz. Ömer’in bu adaletinden korkan Cebele Bizans’a kaçmak mecburiyetinde kaldı.
Hz. Ömer İranlı bir köle tarafından zehirli bir hançerle şehit edildi. Cenazesi Hz. Muhammed (s.a.v)’in ”Hücre-i Saadet” denilen türbesine gömüldü.
3- HZ. OSMAN BİN AFFAN (R.A)
Mekke’nin Kureyş kabilesindendir. Hz. Ebubekir’in delaletiyle Müslüman olmuştu. Mekke’nin sayılı zenginlerindendi.
Hz. Muhammed (s.a.v)’in damadı idi. İlk önce “Rukiyye” adındaki kızıyla evlenmiş, ölünce diğer kızı ”Ümmü Gülsümü almıştı. Hz. Muhammed (s.a.v)’in iki kızı ile nikahlandığı için O’na “Zinnureyn” (iki nur sahibi) denilmiştir.
İslam dinine maddi ve manevi çok büyük katkıları olmuştu. Medine'ye hicretinden sonra meşhur “Rum kuyusunu” bir Yahudi'den satın alarak bütün Müslümanlara vakfetmişti.
Tebük savaşında on bin kişilik ordunun üçte birini yalnız başına teçhiz etmiş, ayrıca Hz. Muhammed (s.a.v)’e bin altın yardımda bulunmuştu. Bedir savaşı dışında kalan bütün savaşlara iştirak etmişti. Hz. Ömer şehit edildikten sonra, Müslümanlara halife olarak oy birliği ile Hz. Osman seçildi. On iki yıl halifelik yaptı. Mısır ve Irak’tan Hz. Osman’a karşı yürüyenler evini kırk gün muhasara altına aldılar. Hz. Osman çok cesurdu ve her türlü felaketlere göğüs geriyordu. Tek bir Müslüman’ın kanının akmasına razı olmadığı için, asiler O’nu feci bir şekilde öldürmeye muvaffak oldular. Şehit edildiği gün oruçluydu ve Kur’an okuyordu. Asiler Hz. Osman’ın evini ve devletin hazinesini de yağma ettiler.
4- HZ. ALİ BİN EBU TALİB (R.A)
Hz. Ali Kureyş kabilesindendir. Hz. Muhammed (s.a.v)’i 25 yaşına kadar himaye eden ve besleyen amcası Ebu Talib'in oğludur. Peygamberimiz (s.a.v) Hz. Hatice ile evlendikten sonra, amcasına bir yardım olsun diye beş yaşında olan oğlu Ali’yi yanına aldı. Hz. Muhammed (s.a.v)’in kızı “Fatımat-üz Zehra ile evleninceye kadar, hep O’nun evinde kaldı.
Hz. Muhammed (s.a.v)’e peygamberlik gelince, Hz. Ali on yaşlarında idi. Ve çocuklardan ilk Müslüman olan Hz. Ali oldu. Hz. Muhammed (s.a.v) Mekke’den Medine’ye hicret edince, hayatını tehlikeye atarak O’nun yatağında yatmaktan çekinmemişti. Peygamberimizin yapmış olduğu bütün savaşlara katılmış ve müşriklerin en ileri gelenlerini bizzat kendisi öldürmüştü. İslam’ın korkunç düşmanları ile göğüs göğse kahramanca çarpışması bugün halk arasında efsaneleşmiştir.
Hz. Ali (r.a) Hz. Muhammed (s.a.v)’in terbiyesi ile yetiştiği için devrin en büyük alimlerindendi. Müslümanlığın en ince teferruatını ve Kur’an-ı Kerim’in hükümlerini çok iyi bilen bir sahabe idi. Hz. Osman’dan sonra Müslümanlara halife seçildi. Halifeliği iç isyanlarla geçti. Bilhassa ”Cemel” ve “Sıffin” olayları kanlı oldu. Hz. Ali, Kufe'de halife iken haricilerin bir fedaisi tarafından şehit edildi.
5- TALHA BİN UBEYDULLAH (R.A)
Kureyş kabilesindendi. İlk Müslümanlardan olup, Bedir savaşı dışında kalan bütün savaşlarda Hz. Muhammed (s.a.v) ile beraber bulundu. Bedir savaşı esnasında, Hz. Muhammed (s.a.v)’in emriyle Şam’a gitmişti. Onun için bu savaşa iştirak etmemişti. Uhud savaşında, Hz. Muhammed (s.a.v)’e atılan bir kılıcı koluyla ittiği için çolak olmuştu. Hz. Talha devrin en zenginlerindendi. Servetinin büyük bir kısmını İslam dini uğrunda sarf etti. Hz. Talha “Cemel” vakasında Mervan tarafından şehit edildi.
6- ZÜBEYR BİN EL AVVAM (R.A)
Kureyş kabilesinden olup, Hz. Muhammed (s.a.v)’in halazadesi oluyordu. Ayrıca Hz. Aişe’nin hemşiresi olan Esma ile evli olduğu için Hz. Muhammed (s.a.v)’in bacanağı olmuştu. Hz. Muhammed (s.a.v)’in bütün savaşlarına iştirak etmişti. Savaşlarda müşriklerle göğüs göğse kahramanca çarpışan sahabelerdendi. Hz. Ömer’in halifeliği zamanında yapılan, Mısır savaşı ile diğer seferlere iştirak etmişti. Çok zengin bir sahabe idi. Bazı rivayetlere göre bin kölesi olduğu söylenmektedir. Müslüman olduktan sonra, servetinin büyük bir kısmını Allah Teala yolunda sarfetti. Cemel vakasında şehit edildi
7- SAAD BİN EBİ VAKKAS (R.A)
Kureyş kabilesindendir. Müslüman olduğu zaman çok gençti. On yedi yaşlarında idi. Hz. Muhammed (s.a.v)’in yapmış olduğu bütün savaşlara iştirak etmişti. Çok cesur olduğu için savaşlarda büyük başarılar sağlardı. Hz. Ömer’in halifeliği zamanında başkumandan tayin edildi. İran’ı fethetti. Hz. Ömer’in şehit edilmesinden sonra evine çekilip hiçbir şeye karışmadı. Cemel ve Sıffin savaşlarına da katılmadı.
8- SAİD BİN ZEYD (R.A)
Hz. Ömer’in kız kardeşi Fatıma ile evlenmişti. Said ve eşi ilk Müslümanlardandı. Hz. Ömer’den önce Müslüman olmuşlardı. Hz. Muhammed (s.a.v)’in Bedir savaşı dışında yapmış olduğu bütün savaşlara iştirak etmişti. Bedir savaşı yapıldığı sırada, Hz. Muhammed (s.a.v)’in emriyle görevli olarak Şam taraflarına yollanmıştı. Dünya işlerine hiç ehemmiyet vermediği için, halifeler devrinde görev almamıştı. İbadete çok düşkün bir zattı.
9-ABDURRAHMAN BİN AVF (R.A)
Kureyş kabilesindendir. Bütün savaşlarda, Hz. Muhammed (s.a.v)’in yanında bulundu. Çok cesur bir sahabe idi. Uhud savaşında yirmi yerden yara almış ve topal olmuştu. Başta mali durumu iyi değildi. Daha sonra ticaretle uğraştığı için, çok zengin olmuştu. Hayatta iken, servetinin büyük bir kısmını İslam dini uğrunda sarf etti. Günde otuz köle azat ettiği olmuştu. Yaptığı vasiyette servetinin büyük bir kısmını İslam gazilerine hibe etti.
10-EBU UBEYDE BİN CERRAH (R.A)
Kureyş kabilesindendir. Hz. Muhammed (s.a.v)’in yapmış olduğu bütün savaşlara katılmıştı. Büyük bir kumandan ve çok adil bir insandı. Hz. Ebubekir’in halifeliği zamanında Suriye’ye gönderilmişti. 70 gün muhasaradan sonra Şam’ı teslim aldı. Hz. Ömer’in halifeliği zamanında ise başkumandanlığı Ebu Ubeyde’ye verdi. Çok adil olduğu için, Suriye’yi harpsiz olarak aldı. Hz. Ebu Ubeyde öldüğü zaman hiçbir serveti yoktu. Hz. Ömer kendisinden sonra halifeliğe namzet olarak Ebu Ubeyde’yi görüyordu. Fakat Hz. Ömer’den önce vefat etti.
İSLAM’DA KARDEŞLİK
Allah ü Teala Hazretleri insanı, yaratıkların en şereflisi olarak kılmıştır. İnsana akıl, düşünce, maddi ve manevi değerler vermiştir. Bu mevcut olan alemi de onun yararına sunmuştur. İnsanlar için en başta gelen vazife, birbirlerine karşı sevgi ve saygıdır.
İslam dininin bütün hükümleri kardeşlik temeli üstünde kurulmuştur. Eğer İslam’da kardeşlik bağı olmasaydı, Müslümanlık kuru bir deyimden öteye geçmezdi. Allah ü Teala Hazretleri Kur’an-ı Kerim’de:
“İnsanlar birbirinin kardeşidirler, onun için iki kardeşiniz arasını bulunuz. Allah’tan da korkunuz ki rahmetine erişesiniz” (Hucurat sûresi: 10)
İslam dininde bu kardeşlik geçici bir kardeşlik olmayıp, ebedi olarak devam eden kardeşliktir. Müslümanlar arasında çıkan kavga ve münakaşalarda bunların arasını bulup, hemen barıştırmak gerekir. Hz. Muhammed (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde:
“Siz inançlı olmadıkça cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmeyince de inançlı olmazsınız buyurdu” Başka bir hadis-i şeriflerinde:
“Bir insana kötülük olarak Müslüman kardeşini hor görmesi yeter” buyurur.
İslam dini bütün müminlerin kardeşçe birlik ve beraberlik içinde yaşamalarını kesin olarak emreder. Onun için kardeşlik bağlarını bozucu her türlü kötü hareket ve davranışlardan sakınmak gerekir. Fitne çıkarmak isteyenlere yardımcı olmamak lazımdır. Hz. Muhammed (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde:
“Birbirinize kin beslemeyin. Birbirinizi kıskanmayın. Birbirinize dargın durmayın. Ey Allah’ın kulları kardeş olun. Bir Müslüman’ın darılıp ta din, Müslüman kardeşi ile üç günden fazla bir süre görüşmemesi doğru olmaz.” Başka bir hadis-i şeriflerinde:
“Müminler birbirini sevmekte, birbirine acımakta ve yekdiğerini korumakta bir vücut gibidirler. Vücudun herhangi bir parçası rahatsız olursa diğer kısımları da bu yüzden uykusuzluğa ve humma hastalığına tutulurlar.”
Bir Müslüman’ın başına gelecek felaketten bütün Müslümanların üzüntü duymaları gerekir. Çünkü Müslümanlar birbirlerine karşı çok merhametlidirler.
Bugün insanoğluna yakışmayacak bir tutum ve davranış içindeyiz. Kardeşliği kalp kırma ve gönül incitmeye çevirdik. Fikir ayrılığı ebedi ve ezeli olan kardeşliğimize leke getirdi. Hiç bir fikrin, milli ve dini kardeşliğimizin üstünde olmaması gerekir.
Müslüman hiç kimseye zararı olmayan, herkese yararlı olan kişidir. Onun için Müslüman’ın her türlü huzur bozucu hareketlerden uzak kalması lazımdır.
İSLAM’DA BİRLİK VE BERABERLİK
Bugün İslam dini tamamen çağ dışı bir sistem olarak kabul edilmektedir. Cemiyetimizde dinsizlik bir moda akımı halini almıştır. Onun için çoğu insanlar din bilgisinden yoksun olarak yetişmekte ve birbirlerini yok etmektedirler. Allah ü Teala’ya kul olmayanlar, yaratılışlarında ki mevcut olan kulluk etme özelliklerinden dolayı, başkalarına kul ve köle olmuşlardır.
İslam dini, insanoğlunun Allah ü Teala’dan başka hiç kimseye kul ve köle olmayacağını açıkça bildirmiştir. Allah ü Teala Hazretleri Kur’an-ı Kerim’de:
“Biz gerçekten Ademoğullarına büyük şeref bahşettik. Onları karada ve denizde taşıdık, en güzel şeylerden onlara rızıklar verdik ve yarattıklarımızın çoğuna büsbütün üstün kıldık” (İsra sûresi: 70)
Kur’an insanoğlunun bütün mahlukattan üstün ve şerefli bir varlık olarak yaratıldığını ilan ediyor.
Birlik ve beraberliğin ancak toplu olarak Allah ü Teala’nın ipine yapışmak suretiyle gerçekleşeceğini yine Kur’an-ı Kerim bizi bildirmektedir. Cenab-ı Hak:
“Ey Müminler! Allah’tan ona yaraşır biçimde korkun ve ancak Müslümanlar olarak ölün. Ve topluca Allah’ın ipine yapışın, ayrılmayın. (Ali İmran sûresi: 102-103)
Allah ü Teala insanların tefrikaya düşerek birbirlerine zulmetmelerine, şereflerinin zedelenmesine müsaade etmemiştir.
İslam dini birlik ve beraberliğe çok ehemmiyet vermiştir. Bir milletin birlik ve beraberliğini devam ettirebilmesi için zalim devlet başkanlarına veya iktidarlara karşı dahi sabredebilmesini emretmiştir. Hz. Muhammed (s.a.v) bir hadisi şeriflerinde:
“Her kim devlet başkanında hoşuna gitmeyen kötü bir şey görürse, bu kötülüğe karşı sabretsin. Çünkü devlet başkanına karşı isyan ederek ona itaatten bir karış dışarı çıkan bir insan, bu isyankar hali üzerine ölürse muhakkak cahiliyet ölümü ile ölür” (Müslim, İmare: 56)
Görülüyor ki Hz. Peygamber birlik ve beraberliği bozan her türlü isyan ve ihtilalleri şiddetle menetmektedir.
İSLAM DA ÇALIŞMAK
Allah ü Teala Hazretleri yerde ve gökte ne varsa hepsini insan için yaratmıştır. İnsanın onurlu bir hayata ulaşabilmesi için şüphesiz çalışmalıdır. Mademki mevcut bütün nimetler insanlar için yaratılmıştır. O halde insan bütün güç ve kudretiyle çalışarak bu mevcut olan nimetlerden yararlanmalıdır. Yoksa başkasına muhtaç duruma düşer. Bu hususta Allah ü Teala Hazretleri Kur’an-ı Kerim’de:
“Allah kendisinden isteyebileceğiniz her şeyi size vermiştir. Allah’ın nimetlerini sayarsanız bitiremezsiniz. Buna rağmen insan çok nankördür” (İbrahim: 14/34) buyurmuş.
Her zaman insanın hedefi başkasına yardım etmek olmalıdır. Çünkü insan başkasından yardım almak ve başkasına yük olmak için yaratılmış değildir. Allah ü Teala her insana bir akıl vermiştir. Yeryüzünde vermiş olduğu çeşitli nimetlerden rızkını toplamalıdır. Allah ü Teala (c.c) Kur’an-ı Kerim’de;
“Namaz bitince yeryüzüne yayılın, Allah’ın lutfundan rızk isteyin” (Cuma: 62/10) Diğer bir ayette ise:
“İnsan için çalışmasının karşılığından başkası yoktur. O, çalışmasının karşılığını şüphesiz görecektir” (Necm sûresi: 53/39-40)
Hz. Muhammed (s.a.v) her gelen gün daha fazla çalışarak ilerlememizi emretmektedir. Bir hadis-i şeriflerinde:
“İki günü birbirine eşit olan aldanmıştır.” Yine en hayırlı rızkın el emeği ile kazanılan helal rızk olduğunu bildirmiştir. Çalışmaya gücü yeten bir insanın başkasının yardımıyla yaşaması hoş görülmemiştir. Hz. Muhammed (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde:
“İnsan elinin kazandığından daha hayırlı hiçbir şey yiyemez.” Başka bir hadis-i şeriflerinde:
“Zenginler ile organlarında eksiklik bulunmayan ve gücü kuvveti yerinde olanların sadaka almaları helal değildir.” buyurmuştur.
İslam dini, kazancın helal yollardan sağlanmasını kesin olarak emreder. Helal yollardan sağlanan kazançtan hem ferdin ve hem de toplumun büyük yararı vardır. Gayr-ı meşru kazanç kişiye çok ağır sorumluluklar yükler. Allah ü Teala Hazretleri Kur’an-ı Kerim’de:
“Onlardan çoğunu günah işlemekte, düşmanlık yapmakta ve haram yemede birbirleriyle yarış yaptıklarını görürsün. Yaptıkları iş ne kötüdür.” (Maide sûresi: 5/62)
Gayrı meşru yollarla çok kazanmak gayet kolaydır. Bu kazançlar başta kişiler için çok yararlı gibi görünürse de, toplumun mutluluğunu ve ahlakını bozar. Eğer gayrı meşru kazançlar zararlı olmasaydı, İslam dini bunları yasaklamazdı. Helal olan kazançta kişinin ve toplumun mutluluğu vardır.
İSLAM DA DOĞRULUK
Bütün insanlar için hakka ulaşmak gaye olmalıdır. Bu gayeye ulaşmak için en kısa yol doğruluktur. Her hususta doğruluk kadar yüce ve zor olan bir makam yoktur.
Cenab-ı Hak peygamberine ve onunla kıyamete kadar beraber olanlara doğruluğu emretmektedir. İnsanların ıslahı ile için gönderilen peygamberlere tabi olmayan ve tefrikaya düşenler, her zaman perişan olmuşlardır. Allah ü Teala Hazretleri Kur’an-ı Kerim’de:
“O halde sen ve seninle olanlarla birlikte, sana Emrolunduğun gibi hareket et. Aşırı gitmeyin, çünkü O (Allah) ne yaparsanız görür” (Hud: 112)
Bu emir, Hz. Muhammed (s.a.v) ve onunla beraber olanlar içindir. Peygambere bu ayet nazil olduğu zaman, kendisini ihtiyarlattığını söylemişti. Bununla da doğruluğun zorluğunu ve yüceliğini belirtmiştir. İslam dini Müslümanları çok güzel olarak birleştirmiştir. Adi ihtirasların tamamen ötesinde, o kadar kuvvetli bir din kardeşliği kurmuştur ki, Müslümanlar arasında çok sağlam bir bağ olmuştur. Allah ü Teala’nın emirlerine Müslümanlar riayet ettikleri nispette cihana hakim olabilmişlerdir.
Müslümanların, fırka fırka olmasını Hz. Muhammed (s.a.v) şiddetle menetmişti. Toplantıda dahi ayrılık zannı verecek bir şekilde oturulması peygamberimiz tarafından hoş görülmemişti. Bir gün Hz. Muhammed (s.a.v) mescide girdiğinde, sahabelerin fırka, fırka olduğunu görünce “Eyvah bana ne oldu ki, sizi fırka fırka görüyorum?” diyerek sahabelerin bu yaptığı hareketi tasvip etmediğini ifade etmişti.
İlk Müslümanların en önemli hususiyetleri doğru olmalarıydı. Her hakikati korkusuzca söyleyebilirlerdi. Şahsi hesaplarını göz önünde bulundurarak ve zalimlere boyun eğerek haksızlığa göz yummazlardı.
Kısa bir zamanda İslamiyet, bu sağlam olan esasları sayesinde insanlığa medeniyet dersi vermiştir.
İSLAM’DA KOLAYLIK
İslam dini semavi dinlerin sonuncusudur. Hz. Muhammed (s.a.v) bütün insanlara gönderilen en son peygamberdir. Önceki peygamberler muayyen bir topluluğa ve belli bir zaman için gönderildi. Hz. Muhammed (s.a.v) ise en son peygamber olduğu için, bütün insanların ihtiyaçlarına kıyamete kadar cevap verebilecek bir din ile gelmiştir.
İslam’ın her devirde yaşayan insanlara gönderilmiş bir din olduğunu, Allah ü Teala Hazretleri Kur’an-ı Kerim’de:
“Ya Muhammed, de ki: Ey insanlar doğrusu ben, göklerin ve yerin sahibi, ondan başka ilah bulunmayan, dirilten öldürten Allah’ın hepiniz için gönderdiği peygamberim” (A’raf sûresi: 7/158)
“Kim İslamiyet’ten başka bir dine yönelirse, onun ki kabul edilmeyecektir. O ahirette kaybedenlerdendir. (Ali İmran sûresi: 3/85)
İslam dini ruh ve bedenimize kolay olacak şeyleri emretmiştir. İnsanın türlü hallerini güç ve kabiliyetlerini göz önünde bulundurmuştur. Ağır bir yük olarak gönderilmemiştir. İslam dini, her zaman bütün insanları şefkatle kucaklamıştır. Allah ü Teala Hazretleri Kur’an-ı Kerim’de;
“Allah sizin için güçlük çıkarmak istemez, fakat sizin kalp ve bedeninizi temizlemek ve size olan nimetlerini tamamlamak ister.” (Maide sûresi: 5/7)
“Allah dinde size karşı güçlük çıkarmadı.” (Hacc sûresi: 22/78)
İslam dininde asıl olan kolaylıktır. Kişileri dinden nefret ettirmek, İslam dininin prensiplerine tamamen aykırıdır. Hz. Muhammed (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde buyurmaktadır:
“Kolaylaştırınız, güçleştirmeyeniz. Müjdeleyip sevindiriniz, nefret ettirip ürkütmeyiniz.”
İslam’da önemli olan kolaylıktır. Çünkü İslam insanın yaratılışını ve yapabilme gücünü göz önünde bulundurur. Allah ü Teala kullarına karşı şefkatli ve merhametlidir. Affını cezasına ve rahmetini gazabına üstün kılmıştır. Hz. Muhammed (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde:
“Allah her şeyin iyi ve kötü yönlerini tespit etti. Sonra iyiliklerin güzelliklerini, fenalıklarında çirkinliklerini açıkladı. Her kim bir güzel şey diler de, onu yapamaz ise, Allah o kimse hesabına bir iyilik sevabı yazar. Eğer o kimse güzel bir iş yapmak ister ve yaparsa, Allah o kimse hesabına on katından yedi yüz katına ve hatta daha da fazla sevap yazar. Her kim de kötü bir iş yapmak ister de onu yapmazsa, o kimse hesabına tam bir iyilik sevabı yazar. Eğer o kimse fena bir iş yapmak ister ve yaparsa, Allah O’nun aleyhine bir tek günah yazar.
İslam’daki kolaylık, ibadetlerin yerine getirilmesinde bazı hallerde görülmektedir. Mesela seyahat esnasında dört rekatlı farz namazları, iki rekat olarak kılınır. Ramazan orucunda hasta olan bir şahıs, daha sonra kaza etmek şartıyla tutmayabilir.
İSLAM’DA ZORLAMA YOKTUR
İslam dini vicdan ve hürriyete büyük ehemmiyet vermiştir. Hoşlanılmayacak bütün hareketleri İslam dini reddetmiştir. Din denince insanın aklına, iman ile amel gelir. İnsanın hoşlanmayacağı bir zorlama ile değil, tebliğ vasıtasıyla yapılmalıdır. Zorlama ile hakiki bir dindar kazanılmaz. Onun için, İslam dininin hakim olduğu yerlerde hiçbir zaman zorlama yapılmamıştır. İslam’da bütün ameller niyetlere bağlıdır. Zorlama ile inanç insan için mümkün değildir. Çünkü zorlama ile yapılan inançta iyi niyet mevcut olmadığı için, yapılan bütün ibadetlerden de hiçbir sevap beklenemez.
Cenab-ı Hak inanç işini kişinin ihtiyarına bırakmıştır. Onun için İslam dinine bir kimseyi sokmak için zorlamaya lüzum yoktur. Hak batıldan; iman küfürden tamamen ayrılmıştır. Allah-u Teala Hazretleri Kurân-ı Kerim'de;
“Dinde zorlama yoktur. Artık Hak ile batıl iyice ayrılmıştır. Putları inkar edip Allah’a inanan kimse, kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa sarılmıştır. Allah işiticidir, bilicidir.” (Bakara suresi: 256. ayet)
Hak batıldan hidayet delaletten ayrılmıştır. İmanın ebedi saadette, küfrün ise daimi azaba sebep olacağı artık anlaşılmıştır.
Yalnız ‘dinde zorlama yoktur’ prensibi, İslam’a girmeye zorlama gibi durumlara mani olmak için konulmuştur. Yoksa bu prensip İslam dinine mensup olan Müslümanlara uygulanmaz.
İSLAM’DA ADALET
Adalet eksiksiz bir şekilde hak sahibine hakkını vermektir. Her zaman bir cemiyeti meydana getiren insanlar arasında çeşitli münasebetler mevcuttur. İnsanın içinde bulunduğu cemiyetin saadetle yaşayıp devam edebilmesi için, kesin olarak adalete ihtiyaç vardır.
İslam dini adalete gerekli olan ehemmiyeti vermiştir. Zalime karşı çıkmak ve zulmü yok etmek için kesin olarak adalete uygun bir şekilde hareket etmek gerekir. Ancak o zaman fertlerin hak ve hukuku tamamen korunmuş olur. Ve cemiyet hayatı bir intizama girer. Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:
“Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği ve akrabaya vermeyi emreder. Zinadan, fenalıklardan ve zulüm yapmaktan da nehyeder. Size böylece öğüt verir ki benimseyip tutasınız” (Nahl sûresi: 90) Yine Kur’an-ı Kerimde:
“Eğer hükmedersen, aralarında adaletle hükmet. Çünkü Allah adalet sahiplerini sever.” (Maide sûresi: 42)
İslam adaleti karşısında bütün insanlar birdir. Kuvvetlinin zayıfı çiğnememesi, zulmün yok edilmesi, hak ve hukukun korunması için adaleti bir temel prensip olarak şart koşmuştur. Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:
“Bir kavme olan kininiz, sizi adalet yapmamanıza sevk etmesin. Adalet yapın ki o takvaya çok yakın olandır” buyrulmaktadır. (Maide sûresi:8)
Adaletle hareket etmek her insana düşen ferdi bir görevdir. Sosyal adalet ancak ferdi adaletle mümkün olabilir. Zulüm yapan insanlar arasındaki cemiyette sosyal adalet hiçbir zaman gerçekleşemez.
Cemiyetin huzur içinde yaşayabilmesi için fertlerin şuurunda adalet mefhumunu kesin olarak yerleştirmek gerekir. Çünkü manevi bütünlük ancak bu ferdi adaletle mümkündür. İnsanlar arasında manevi bir bütünlük olmadan sosyal adalet söz konusu olamaz.
İSLAM’DA YARDIMLAŞMA
İslam dini içtimai yardımlaşmayı bir kutsal görev olarak kabul eder. Cemiyeti meydana getiren insanların ızdırapta ve refahta birleşmeleri gerekir. Bir cemiyetin huzur ve selameti yönünden bu şarttır.
İslam dini bütün müminlerin saadetini hedef tutmuştur. Onun için bütün müminlerin birbirlerine karşı yardımcı olmaları gerekir. Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur:
“İyilik etmek ve fenalıktan sakınmak hususunda birbirinizle yardımlaşın, günah işlemek ve haddi aşmak üzerinde yardımlaşmayın (Maide sûresi: 2) Hz. Muhammed (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurur:
“Birbirlerini sevmede, birbirlerine acımada, yek diğerini korumada müminler bir vücut gibidir. Vücudun herhangi bir uzvu rahatsız olursa sair uzuvlar bu yüzden humma ve uykusuzluğa tutulur.
İnsanlar birbirlerine daima muhtaç olup, karşılıklı olarak birbirlerine dayanmak ve yardımlaşmak suretiyle hayatlarını ideme ettirirler. Onun için emredilen iyi işleri yapmak ve kötülükleri tamamen terk etmek her insana düşen bir görevdir.
İslam dini sosyal ve ekonomik alanda müminlerin yardımlaşmalarını şart koşmuştur. Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerimde:
“Gerçek müminler kendilerinde fakirlik ve ihtiyaç olsa bile mümin kardeşlerini öz canlarından daha üstün tutarlar. Her kim nefsinin menfaat ve ihtirasından ve cimriliğinden korunursa işte arzularına ve ebedi felaha erenler ancak onlardır (Haşr sûresi: 9) Hz. Muhammed (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyururlar:
“Sizden biriniz, kendi nefsi için istediğini mümin kardeşi içinde istemedikçe gerçek mümin olamaz.”
Dünya ve ahiret saadeti ancak müminlerin birbirlerine karşı yardımlaşmaları ile mümkündür. Hz. Muhammed (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyururlar:
“Komşusu aç iken tok yatan, mümin değildir.” Bu yardımlaşma belli bir saha için değil de dini, ilmi, sosyal, ahlaki, ticari ve iktisadi alanlarda olmalıdır. Cemiyete faydalı bir insan olmak için, kendi nefsimiz için sevdiğimizi başkaları için de sevmemiz gerekir.
İSLAM’DA İBADET
İslam’da ibadet; insanı kötü işlerden uzaklaştırmak ve Allah ü Teala’ya yaklaştırmak için yapılır. İnsanın ahlaken yükselmesi manen ve ruhi terbiyesi ancak Allah ü Teala’nın emrettiği bütün ibadetleri yapmakla olur.
İslam dininde ibadet Allah ü Teala’ya yapılır. İbadete layık olan yalnız O’dur. Çünkü yaratan ve yaşatan Hazret-i Allah’tır. Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de:
“Hüküm vermek, ancak Allah’a aittir, başkasına değil, ancak O’na ibadet etmenizi emretmiştir. Bu, dosdoğru dindir, fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf sûresi: 40) Yine Kur’an-ı Kerimde:
“Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet ediniz ki, böylece O’na karşı gelmekten korunmuş olasınız” (Bakara sûresi: 21)
Bütün peygamberler insanları, Allah ü Teala’yı tanımaya ve O’na ibadet etmeye çağırmışlardır. Çünkü bütün insanlar Allah ü Teala’ya ibadet etmek için yaratılmışlardır. Nitekim Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de:
“Ben cinleri ve insanları da ancak bana ibadet etsinler diye yarattım (Zariyat sûresi: 56)
Allah ü Teala’ya ibadet etmek yaratılışımızın bir gereğidir. İslam’da ibadet her insanın anladığı ve dilediği şekilde yapılmaz. Ancak Allah ü Teala’nın bildirdiği ve Hz. Muhammed (s.a.v)’in öğrettiği bir şekilde yapılır. İbadetler zaman mekana ve örfe bağlı değildirler. Onun için mana ve mahiyetleri itibariyle bunları kimse değiştiremez.
İslam dininin emrettiği bütün ibadetlerden gaye, Müslümanların ruhlarını yüceltmek ve onları topluma faydalı bir unsur haline getirmek içindir. İbadetleri gösteriş için değil, yalnız Allah ü Teala’nın bir emri olduğu için yapılmalıdır. İnsan ancak o zaman ruhen tam bir olgunluğa erişebilir.
NUMAN
HAZRETLERİ
Numan Hazretleri, 20. yüzyılda Anadolu’da yetişen evliyaların büyüklerinden olup, keramet sahibi bir zattı. İnsanlar için örnek bir hayat levhasına sahipti. Tasavvuf kitaplarında zikredilen büyük evliyaların tüm meziyetlerini, kendi bünyesinde toplamıştı.
Siirt iline bağlı (Bağtep) Halenze köyünde doğmuş olup, çocukluğu ve gençliği bu köyde geçmiştir. Yamalı, sade ve temiz giyinirdi. Nurani yüzlü, buğday tenli, ak sakallı bir mübarekti.
Numan Hazretleri ümmiydi (okuma yazması yoktu). Gençliğinde ticaretle meşguldü. Ancak bir süre sonra üzerine öyle bir hal geldi ki, dünyayı terk etmek mecburiyetinde kaldı. Nefsin terbiyesi için, başlangıçta ne kadar zorluklar varsa hepsine daldı. O marifete varıncaya kadar, yorucu ve meşakkatli günler geçirdi. Aydınlar ilçesine bağlı, Tom köyünde bulunan Şeyh Muhammed Hazretlerinin türbesinde altı sene Allah ü Teala’ya ibadet etti. Ruhaniyet yoluyla terbiye edilen zatlardandı. (Üveysi idi) O Allah ü Teala’nın sevgisinden dolayı, cezbeye tutulup, kendinden geçmişti. Kırk sene dağlarda tek başına dolaşmıştı. Uzun zaman, yemeden içmeden durup, hep Allah ü Teala’ya ibadet ile meşgul olmuştu.
Ömrünün sonlarına doğru, Siirt’in merkezinde bulunan ve içinde ibadet edilmeyen harabe bir camiye, gelip yerleşti. Bir yatak ve abdest almak için su kabından başka dünyalık hiçbir şeye malik değildi. İnsanların ellerinde bulunanlardan yüz çevirirdi. Yanında bir günlük yiyecekten fazlası bulunmazdı. İhtiyacı olan odunları, dağdan toplayıp sırtına alıp getirirdi.
İç alemden anlayan zatlar, Ona çok büyük değer veriyorlardı. Ziyaretine geliyorlardı. Sözlerin dış görünüşüne bağlı olanlar ise, O’nun kıymetini anlayamıyorlardı. Bilhassa çocuklar eza ve cefa vermekten geri kalmıyorlardı. O mübarek zata taş atıp, alay ediyorlardı. O’na karşı çıkanlar ve eziyet edenler sonunda hep pişman oldular. Hiç biriside hayatta muvaffak olmadı.
Duası makbul olan bu zattan istifade edilmesi gerekirken, dünya menfaatlerine ve hatalara kurban edilmesi, üzücü olup büyük bir talihsizlikti.
Yirmi seneden fazla sohbetinde bulundum. Acaib halleri vardı. Belki keramet olarak binden fazlasını gördüm. Çünkü hayatı baştan başa keramet ve işaretlerle dolu idi. Sekir halinde bulunduğu için, hep keramet gösteriyordu. Allah ü Teala’nın muhabbetinden sarhoş olduğu için, kendi irade ve ihtiyarında olmadan bu kerametleri gösteriyordu. Kişi böyle durumlarda yaptıklarından sorumlu değildir. Hatta namazı dahi, bu istiğrak yüzünden çok zor kılıyordu.
Kerametleri ve kesin bir feraseti vardı. Bunlardan kısaca birkaç tanesini zikredeyim. Kendisine bir hususta soru sorulduğu zaman, biraz susup, murakabe yaptıktan sonra başını kaldırıp cevap verirdi. Yap veya yapma derdi. Verdiği cevaba aykırı hareket edenler, kesinlikle muvaffak olamazdı. İnsanların içinden geçenleri biliyordu. Öğrenci olanlara, istikbalde ne olacaklarını, hangi göreve geleceklerini ve nerede çalışacaklarını söylüyordu. O’nun eliyle pek çok hasta şifa buldu. Belaya uğramış pek çok insan, o mübarek zatın duası ile kurtuldu. Bazen mezarlıkları dolaşıyordu, kabirde bulunan ölülerin hallerine vakıftı. Mezarda bulunan bazı şahısların başında saatlerce murakabe ederdi. Ölüm hastalıklarında, ebediyete göç edip vefat eden şahısların, durumlarını, imanla ölüp ölmediklerini söylüyordu. Keramet olarak gösterdiklerini tekrarla ismen saymaya kalksak bir kitaba sığmaz. Bu muhterem zattan gördüklerimizi, isim zikretmeden genel olarak saydık. Bu kerametleri gören ve halen hayatta olan yüzlerce kişi vardır.
Numan Hazretleri bir sohbette: “Allah ü Teala tarafından takdir buyrulan şeylerin yazılı olduğu manevi levha (yani levh-i mahfuzu) görüyorum, buna rağmen mahalle çocukları bana eza ve cefa veriyorlar” diye anlatırdı. Yine başka bir sohbette Hz. Hızır (a.s)la iki kere buluştuğunu ve mübarek ellerini öptüğünü beyan etmişlerdi. Siirt ilinde ikamet ettiği halde vakit namazlarını Mekke’de ve Kabe'de cemaatle eda ettiğini söyler, cennetle cehennemi gördüğünü, bazen cezbe halinde iken aktarırdı.
Allah ü Teala’nın izniyle öldükten sonra dahi çağrılırsa yardıma yetişeceğini söylüyordu. Çünkü veliler için uzak ve yakın diye bir mefhum, sırası gelince söz konusu değildir.
Ebediyete göç edecekleri sırada, gelen ziyaretçilere bu akşam öleceğim dedi. Ve söylediği akşam Hakkın rahmetine kavuştu. Miras olarak sadece 33 lira para, bir yatak ve abdest kabı bıraktı.
Abid, zahid, manevi durumu gayet yüksek, hayatı baştan başa kerametlerle dolu, gayb ilminin mazharı, ilahi sırlar hazinesi olan Numan Hazretleri 1971 yılında 83 yaşında iken Allah ü Teala’nın rahmetine kavuştu. Mezarı Siirt’te Şeyh Şerafeddin Hazretlerinin türbesinin bulunduğu yerdedir.
ESERİN HAZIRLANIŞINDA İSTİFADE EDİLEN KAYNAKLAR
1-Peygamberimiz (Zekai Konrapa)
2-Hz. Muhammed (s.a.v) ve Hayatı (Ali Himmet Berki-Osman Kesikoğlu)
3-İslam Peygamberi (Muhammed Hamidullah)
4-Resul-i Ekrem’in Örnek Ahlakı (Abdurrahman Azzan)
5-Fecrul İslam (Ahmet Emin)
6-Resulullah’ın Büyüklüğü (Halil İbrahim-Molla Hatır)
7-Diyanet Dergileri
İÇİNDEKİLER
KONU
1-ÖNSÖZ
2-KUR’AN
3-KUR’AN-I KERİMİN TOPLANMASI VE AYETLERİN TERTİBİ
4-HZ. EBUBEKİR ZAMANINDA KUR’AN-I KERİMİN BİR CİLT HALİNDE TOPLANMASI
5-KUR’AN OKUMANIN FAZİLETİ
6-KUR’AN-I KERİMİN İHTİVA ETTİĞİ GERÇEKLER
7-KUR’AN-I KERİM VE AHLAK
8-KUR’AN-I KERİM DAİMİ BİR MUCİZEDİR
9-KUR’AN-I KERİMİN GEÇMİŞTEN VE GELECEKTEN HABER VERMESİ
10-KUR’AN-I KERİM MÜSBET İLİMLERLE ÇATIŞMAZ
11-KUR’AN-I KERİM’İN EDEBİ GÜZELLİĞİ
12-KUR’AN-I KERİM, MUCİZELERİN EN BÜYÜĞÜDÜR
13-KUR’AN-I KERİM, SEMAVİ KİTAPLARIN EN SONUDUR
14-HZ. MUHAMMED (S.A.V)’İN DOĞUMU VE ÇOCUKLUĞU
15-HZ. MUHAMMED (S.A.V)’İN GENÇLİĞİ
16-HZ. MUHAMMED (S.A.V)İN PEYGAMBER OLUŞU
17-HZ. MUHAMMED (S.A.V)’İN HİCRETİ
18-BEDİR SAVAŞI
19-UHUD SAVAŞI
20-HENDEK SAVAŞI
21-HUDEYBİYE ANTLAŞMASI
22-HAYBER’İN FETHİ
23-MEKKE’NİN FETHİ
24-VEDA HACCI
25-HZ. MUHAMMED (S.A.V)’İN AHLAKI
26-HZ. MUHAMMED (S.A.V) GEÇMİŞ VE GELECEK OLAN BÜTÜN İNSANLARIN EN BÜYÜĞÜDÜR
27-HZ. MUHAMMED (S.A.V) GERÇEK PEYGAMBERDİ
28-CENNETLE MÜJDELENEN ON KİŞİ (AŞERE-İ MÜBEŞŞERE)
29-İSLAM’DA KARDEŞLİK
30-İSLAM’DA BİRLİK VE BERABERLİK
31-İSLAM’DA ÇALIŞMAK
32-İSLAM’DA DOĞRULUK
33-İSLAM’DA KOLAYLIK
34-İSLAM’DA ZORLAMA YOKTUR
35-İSLAM’DA ADALET
36-İSLAM’DA YARDIMLAŞMA
37-İSLAM’DA İBADET
38-NUMAN HAZRETLERİ
Dostları ilə paylaş: |