4 . Bedir savaşında teke tek vuruşmalardan sonra Hz. Peygamber hücum emri vereceği anda Cibril’in talimatı üzerine yerden bir avuç toprak alıp Kureyş ordusunun üzerine doğru fırlattı ve “yüzleri kavrulsun” buyurdu. Müşrikler gözlerine giren tozları gidermekle meşgul iken Hz. Peygamber orduya hücum emri verdi. Savaş bilinen zaferle sonuçlandı.
5 . Müşrikler savaşa çıkmadan önce Kâ’be’nin örtüsüne yapışıp, “Ey Allah’ım! Bu savaşta iki toplumdan doğru yolda olana yardım et, fetih nasip et” diye dua etmişlerdi.
6 . Bu âyette, müslümanların kötülüklere karşı cephe almada duyarlı olmaları emredilmekte, aksi takdirde azabın bütün toplumu kapsayacağı uyarısı yapılmaktadır.
7 . Bakınız: Nisâ sûresi, âyet, 98 ve ilgili dipnot.
8 . Âyetteki “Allah’ın tuzak kurması” ifadesi mecazî olup, “Allah’ın, kurulan tuzağı bozması” veya “tuzak kuranları cezalandırması” anlamını ifade eder. Müşrikler, Hz.Peygamber’in Medine’ye hicret edeceğini öğrenince, ona engel olmak için bir çare bulmak üzere, Dâru’n-Nedve’de toplandılar. Zira hicretin gerçekleşmesi hâlinde Müslümanlığın önü alınamayacak, pek çok menfaatleri bu sebeple yok olacaktı. Toplantıda, Hz. Peygamber’in hapsedilmesi, sürgün edilmesi ve öldürülmesi yönünde teklifler getirildi. Öldürmek kesin çözümdü. Ama Haşimoğulları’nın problem çıkarmasından çekiniyorlardı. Ebu Cehil, şöyle bir çözüm teklif etti: “Her kabileden bir genç seçelim, ellerine birer kılıç verelim, hepsi birden hücum edip onu öldürsünler. Böyle yaparsak, Haşimoğulları bütün kabileleri karşısına alıp bir hak dava edemez.” Bu görüş kabul edilince, Cebrail durumu Hz. Peygamber’e haber vermişti. Hz. Peygamber, kendi yatağına Hz. Ali’yi yatırarak Hz. Ebubekir’le birlikte Mekke’den çıkmış ve hicreti gerçekleştirmişti. Âyette söz konusu edilen tuzak, işte müşriklerin bu planıdır. “Allah’ın tuzak kurması” kavramıyla ilgili olarak bakınız: Âl-i İmrân sûresi, âyet, 54 ve ilgili dipnot.
9 . İslâm’a inanmayanlar Mescid-i Haram’da müslümanların ibadetine engel oluyorlardı. Onların bir kısmı kadınlı-erkekli Kâ’be’yi çıplak olarak tavaf ederken, ıslık çalıp el çırparlardı.
10 . Âyette, geçmişte küfre dönenlere uygulanan cezaların onlara da uygulanacağı ifade edilmektedir.
11 . Bakınız: Âl-i İmrân sûresi, âyet, 123-124.
12 . Bakınız: Enfâl sûresi, âyet, 8-9.
13 . Bedir savaşı sonunda Resûlullah’a yetmiş tane savaş esiri getirilmişti. İçlerinde Peygamber’in amcası Abbas ile diğer amcası Ebu Talib’in oğlu Âkil de vardı. Hz. Peygamber, esirler hakkında yapılacak işlem için ashapla istişarelerde bulundu. Hz. Ebu Bekir, “Bunlar senin kavmin ve akraban. Onları öldürme. Onlardan fidye al. Tövbe edebilirler. Böylece mü’minleri de kuvvetlendirmiş olursun” demişti. Hz. Ömer ise, öldürülmelerini teklif etmişti. Nihayet, fidye alınması ve esirlerin serbest bırakılması benimsendi. Bunun üzerine bu âyet indi.
1 . Hacc-ı Ekber günü, İslâm bilginlerinin çoğunluğuna göre, hac günlerinden arefe günü ya da bayramın birinci günüdür. Ancak arefe günü olması ihtimali daha kuvvetlidir.
2 . Huneyn, Mekke’den Tâif’e giden yollardan biri üzerinde, Mekke’ye yaklaşık on mil uzaklıkta yer alan bir vadinin adıdır. Bu âyetle bir sonraki ayette, Mekke’nin fethinden sonra (H.8) müslümanlarla müşrik Havâzin kabilesi arasında, bu vadide gerçekleşen savaşa işaret edilmektedir. Bu savaşta müslümanların sayısı düşmanınkinden çoktu. Müslümanlar, sayıca üstünlüklerine güvenerek savaş öncesi fazlaca emin ve rahat hareket ediyorlardı. Bu sebeple, Havâzinlilerin kurduğu pusuya düştüler. İslâm ordusunun büyük bir kısmı düzensiz bir şekilde geri çekilmeye başladı. Ancak, Hz. Peygamber’in ve sebatkâr bir grup müslümanın gayretleriyle dağılan ordunun toparlanması sağlandı ve tekrar hücum edilerek zafer kazanıldı.
3 . Haram aylar, Cahiliye devri uygulamasına göre, hürmet edilmesi gereken, savaş ve kan dökülmesi yasak olan kamerî aylar demektir. Bu aylardan Zilkâde on birinci, Zilhicce on ikinci, Muharrem birinci ve Receb yedinci aydır.
4 . Kur’an’da “en-Nesî” diye ifade edilen bu uygulama kısaca; Cahiliye devrinde, kan dökülmesi yasak olan dört aydan arka arkaya gelen Zilkâde, Zilhicce ve Muharrem aylarından birinin yerini yasak kapsamına girmeyen bir başka ay ile değiştirerek, yasak devre içinde savaşıp kan dökebilecekleri bir ara dönem oluşturmaları uygulamasıdır. Yasak aylar uygulaması İslâm’da kaldırılmıştır.
5 . Doğru yol Kur’an’da apaçık gösterilmiştir. Âyette, tercihlerini sapıklıktan, inkârdan yana kullananların, bu tercihlerine rağmen doğru yola iletilmeyeceği, bir kural olarak ifade edilmektedir. Benzer diğer âyetleri de böyle anlamak gerekir.
6 . Âyetin bu kısmına tefsir bilginlerince, “Gençler ve yaşlılar olarak”, “Siz kolay da gelse, zor da gelse” gibi çeşitli anlamlar da verilmiştir.
7 . Âyetin bu kısmı, “Allah’ın, içlerinde gizledikleri ve gizlice yaptıkları görüşmeleri..” şeklinde de tercüme edilebilir.
8 . İslâm tarihinde “Dırâr Mescidi” diye bilinen bir mescid, bazı münafıklarca, Kuba mescidi civarında; bu mescidi gözden düşürmek için inşa edilmişti. Münafıklar, bu işe hıristiyan bir rahip olan Ebû Âmir’in teşvikiyle girişmişlerdi. Ebû Âmir, Hz. Peygamber ile uzun müddet savaştıktan sonra Suriye’ye kaçmıştı. Münafıklar, Ebû Âmir’in bir ordu ile gelip müslümanlarla savaşmasını bekliyorlardı. Yaptıkları bu mescidin, müslümanları bölmesini ve böylece ona yardım etmiş olmayı umuyorlardı.
9 . “Oruç tutanlar” şeklinde tercüme edilen “es-Sâihûn” kelimesi, “(Allah yolunda) seyahat edenler” şeklinde de tercüme edilebilir.
10 . Hz.İbrahim’in babasına verdiği söz ile ilgili olarak bakınız: Meryem sûresi, âyet, 47; Şu’arâ sûresi, âyet, 69-86; Mümtehine sûresi, âyet, 4.
11 . Âyette sözü edilen üç kişi Medineli müslümanlardan Ka’b b. Malik, Hilâl b. Ümeyye ve Murâra b. Rabi’dir. Bunlar Tebük seferine katılmayıp geride kalmışlardı. Hz. Peygamber, Tebük’ten dönünce bunlarla konuşmamış, ashap da onlardan yüz çevirmişti. Bunların tövbelerinin kabul edildiği hükmü, öncekilerden elli gün sonra gerçekleşmişti.
12 . Tebük seferinden sonra Hz. Peygamber, küçük bir birlik çıkarmıştı. Seferden geri kalanlar hakkında inen âyetlerin de etkisi ile bu defa herkes bu birliğe katılmış, din konusunda köklü bilgi sahibi olmak üzere meşgul olacak kimse kalmamıştı. Bu âyette, ilmin cihad kadar önemli olduğuna, biri olmadan öbürünün olmayacağına dikkat çekilmektedir.
1 . Bu harflerle ilgili olarak Bakara sûresinin ikinci âyetinin dipnotuna bakınız.
2 . Arş, kudret ve hâkimiyet tahtı, sınırsız kudret makamı demektir.
3 . Âyetteki “Allah’ın tuzak kurması” ifadesi mecazî olup, “inkârcılara mühlet verip sonra onları ansızın yakalaması” ve “inkârcıların inkârlarına ceza ile karşılık vermesi” gibi anlamlar ifade eder.
4 . Bu konu ile ilgili olarak bakınız: A’râf sûresi, âyet, 34.
5 . Mûsâ ve Firavun kıssasının başka bir anlatımı için bakınız: A’râf sûresi, âyet, 103-140.
1 . Bu harflerle ilgili olarak Bakara sûresinin ilk âyetinin dipnotuna bakınız.
2 . “Arş” kavramıyla ilgili olarak ayrıca bakınız: A’râf sûresi, 54. âyet.
3 . Tefsir bilginlerine göre burada sözü edilen delil akıldır. Buna göre âyette, aklını gereği gibi kullanan ve bu sayede Allah’ın varlığına ve birliğine inanan kimse ile, her şeyi dünya hayatından ibaret kabul edip fıtrata aykırı olarak, inkâr yoluna sapan kimselerin bir olmadığı; üstelik insanın doğru bir inanca sahip olma yolunda aklıyla baş başa bırakılmayıp, aklın ilâhî vahiyle de desteklendiği vurgulanmış olmaktadır.
4 . Aynı olayla ilgili olarak Mü’minûn sûresinin 27. âyetine bakınız.
5 . Âyetin bu kısmında, bütün canlıların, Allah’ın kudret ve iradesi altında bulunduğu, mecazî bir anlatımla dile getirilmektedir.
6 . Bu âyet-i kerimede insanoğluna çok hayatî bir mesaj verilmektedir. Çünkü yeryüzü, Allah’ın insana bir emanetidir. Bu emanetin, Allah’ın yeryüzünde yarattığı tabii denge çerçevesinde korunması, geliştirilmesi ve imar edilmesi gerekir. Allah’ın yeryüzüne koyduğu tabii dengeye zarar verecek her türlü anlayış ve eylem de Kur’an’ın bu mesajına ters düşer. Çünkü insana verilen görev yeryüzünün imarıdır, tahribi değil.
7 . Bir peygamber, gönderildiği kavmin manevî babası sayılır. Bu itibarla gönderildiği toplumun kadınları o peygamberin manevî kızları mesabesindedir. Burada Lût Peygamber, kavmini içine düştükleri cinsel sapıklığı (erkeğin erkekle cinsel ilişkisi) terk edip meşru ve doğal ilişkiye dönmeleri ve kadınlarla nikâhlanmaları konusunda uyarmaktadır.
8 . Âyetin son cümlesi, “Bu, her şeyin ortaya dökülüp görüleceği bir gündür” şeklinde de tercüme edilebilir.
9 . Bu âyet, namaz vakitlerini göstermektedir. Gündüzün iki tarafından maksat, güneşin tepe noktasına gelmesinden önceki ve sonraki dilimleri demektir. Buna göre sabah namazı gündüzün bir tarafında, öğle ve ikindi namazları da öbür tarafında olmaktadır. Gecenin gündüze yakın vakitleri ise akşam ve yatsı vakitleridir.
10 . Allah, peygamberler aracılığıyla insanlara doğruyu ve yanlışı gösterdikten sonra kendilerine verdiği hür iradenin bir gereği olarak onları tutacakları yolu seçmekte özgür bırakmış, mutlaka razı olduğu yolu seçmeye zorlamamıştır. Onlara yanlışı seçme hakkı tanımamış olsaydı, insanları tek ümmet yapmış olurdu. Böyle yapmayarak onları doğru veya eğriyi seçmekte serbest bırakmıştır. Aksi takdirde seçimlerinden dolayı sorumlu tutulmalarının bir anlamı olmazdı. Bunun sonucu olarak bazıları nefislerinin heva ve hevesine uyup yanlışları seçmişler ve böylece ihtilaflar ortaya çıkmıştır. İhtilaflar çıkmaya da devam edecektir. Âyet-i kerimede bu gerçek vurgulanmakta, Allah’ın gösterdiği yolu seçenlerin O’nun rahmetini elde etmiş olacakları belirtilmekte ve aslında bütün insanların özgür iradelerini kullanarak bu rahmeti elde etsinler diye yaratıldığı yahut da kendi seçimlerine göre hangi yolu tercih etmişlerse, o yola gitmek üzere yaratıldıkları ancak birçoklarının yanlışları tercih ederek Allah’ın rahmetinden uzak kaldığı, böyleleri için de cehennemin kaçınılmaz bir varış yeri olarak kararlaştırıldığı ifade edilmektedir. Ayrıca bakınız: İnsan sûresi, âyet, 3.
1 . Bu harflerle ilgili olarak Bakara sûresinin ilk âyetinin dipnotuna bakınız.
2 . Bu âyet, “Elif, Lâm, Râ. Bunlar, açıklayıcı Kitab’ın âyetleridir” şeklinde de tercüme edilebilir.
3 . Yûsuf ile Bünyamin bir anadan, diğer kardeşler ise başka anadan idiler.
4 . Âyetin bu kısmı, “Zaten onu hemen elden çıkarmak istiyorlardı” şeklinde de tercüme edilebilir.
5 . Tevekkül, bir iş konusunda yapılması gereken her şeye başvurduktan sonra, o işin sonucunu Allah’a havale ederek O’na güvenmektir.
6 . Müşrikler, Allah’ın varlığına inanmakla birlikte, ilâh edindikleri kimseleri veya şeyleri Allah ile aralarında aracı ilâhlar olarak kabul ederler veya ancak Allah’a nisbet edilebilecek nitelikleri ilâh edindikleri bu şeylere verirler. (Konu ile ilgili olarak bakınız: Zümer sûresi, âyet, 3)
1 Bu harflerle ilgili olarak Bakara sûresinin ilk âyetinin dipnotuna bakınız.
2 Arş, kudret ve hâkimiyet tahtı, sınırsız kudret makamı demektir.
3 Botanik biliminin açık bir şekilde ortaya koyduğu üzere bitkilerde üreme, erkek ve dişi organlar vasıtasıyla gerçekleşmektedir. Bu erkek ve dişi organlar bazen aynı çiçekte, bazen ayrı çiçeklerde, bazen de hurmada olduğu gibi ayrı ağaçlardaki çiçeklerde olabilmektedir.
4 “Koruyucu Melekler” için ayrıca En’âm sûresinin 61. âyetine bakınız.
5 Bu âyette puta tapanlar, kuyu başındaki susamış insana benzetilmektedir. Elini uzatıp suyun gelmesini isteyen bu kimsenin isteğini, cansız, şuursuz su nasıl yerine getiremezse, tıpkı bunun gibi cansız, şuursuz putlar da onlara tapanların isteklerine cevap veremezler.
6 “Ana kitap” için ayrıca bakınız: Zuhruf sûresi, âyet, 4.
1 . Bu harflerle ilgili olarak Bakara sûresinin ilk âyetinin dipnotuna bakınız.
2 . Âyetteki “sabit söz” ile kelime-i tevhid kastedilmektedir.
1 . Bu harflerle ilgili olarak Bakara sûresinin ilk âyetinin dipnotuna bakınız.
2 . Bu âyetteki “kalp”, A’râf sûresi 179. âyette de olduğu gibi, düşünce ve idrak merkezi anlamındadır. Buna göre Kur’an’ın suçluların kalbine sokulması, kendi dilleri ile onu anlamalarına imkân sağlanması demektir.
3 . Bu âyet-i kerimede, rüzgârların hem bitkilerin tozlaşmasındaki oynadığı role hem de bulutları sürükleyerek meydana getirdiği aşılamaya işaret edilmektedir.
4 . Aynı konu için bakınız: Hûd sûresi, âyet, 78 ve ilgili dipnot.
5 . Eyke halkı, Hz. Şu’ayb’ın kavmi idi. “Eyke”, birbirine girmiş sık ağaçlar demektir. Şu’ayb, kavmi ağaçlık bir bölgede yaşadığı için onlara “Eyke halkı” denmiştir.
6 . Hicr”, kayalık bölge demek olup Medine’nin kuzeyinde bir yerin adıdır. Salih peygamberin kavmi Semûd, burada yaşardı.
7 . Tefsir bilginleri, âyette geçen “tekrarlanan yedi âyet”in, Fâtiha sûresi, yahut Kur’an’ın yedi uzun sûresi olduğunu söylemişlerdir.
1 . Âyetin bu cümlesi, "Bu doğru yoldan sapanlar da vardır" şeklinde de tercüme edilebilir.
2 . Tâğût ile ilgili olarak bakınız: Bakara sûresi, âyet, 256.
3 . Âyetin son cümlesi, "Bilmiyorsanız Kitap ehline sorun" şeklinde de tercüme edilebilir.
4 . Âyette sözü edilen Allah’a sığınma, “Eûzübillâhimineşşeytânirracîm” diyerek yapılır.
5 . Müşrikler, Kur’an’ın Allah tarafından indirilmiş olduğunu inkâr ediyorlar ve okuma yazma bilmeyen Hz. Peygamberin de, böyle son derece yüksek edebî yapıya sahip olan Kur’an’ı yazmış olacağına da ihtimal vermiyorlar, olsa olsa onu Arap olmayan birinden öğrenmiş olabileceğini iddia ediyorlardı. Bu âyette bu tür iddialara cevap verilmektedir.
6 . Yenmesi yasaklanan şeylerle ilgili olarak ayrıca bakınız: Bakara sûresi, âyet, 173.
7 . Tövbe ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Nisâ sûresi, âyet, 17-18.
1 . İsrâ ve Mî’rac, Peygamberimizin mucizelerindendir. Hicretten bir buçuk yıl kadar önce vuku bulmuştur. Hz. Peygamber, bir gece Kâbe’nin çevresinde uyku ile uyanıklılık arası bir durumda iken Cebrail gelmiş, onu Burak adlı, -bizce mahiyeti bilinmeyen- bir binite bindirerek, önce Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya götürmüş, oradan da göklere yükseltmiş “Sidretü’l-Müntehâ” denilen en üst makama ulaştırmıştır. Hz. Peygamber, bu makamı da geçerek Cenab-ı Hakk’ın huzuruna erişmiştir. Mucizeler, tabiat kanunlarının dışında cereyan eden harikulâde olaylardır. Bu sebeple, onları aklî ölçüler içinde değerlendirmek doğru olmaz.
2 . Yani her insan yaptığı işten sorumludur.
3 . Âyet hıristiyanların, “İsa, insanların günahını yüklenmiş ve bu günahın cezasını kanıyla ödemiştir” şeklindeki inancını iptal etmektedir. Âyette ayrıca suçun şahsîliğine de işaret vardır.
4 . Âyetin bu kısmı “.. şımarık ileri gelenlerini başlarına getiririz de..” şeklinde de tercüme edilebilir.
5 . Yoksul sahabiler Hz. Peygamberin yardımı ile geçinirlerdi. Resûlullah bazen onlara verecek bir şey bulamadığından çok üzülür, mahcubiyetinden dolayı yüzünü başka tarafa çevirirdi. Bu âyet-i kerimede, Hz. Peygamber’e, onlara bir şeyler verecek durumda olmadığında, hiç olmazsa yumuşak sözlerle gönüllerini alması gerektiği hatırlatılmıştır.
6 . Bu ayet genellikle kelime kelime, “Elini boynuna bağlama, onu büsbütün de açma” şeklinde tercüme edilmektedir. “Elini boynuna bağlamak” ve “Elini büsbütün açmak” Arap dilinde “cimrilik etmek” ve “müsrif olmak” anlamlarında birer deyimdir. Biz âyeti, kelime kelime tercüme yerine, dilimizde bu anlamları ifade eden iki deyim ile tercüme etmeyi tercih ettik.
7 . Âyette, Allah’ın çocuk sahibi olduğu şeklindeki yanlış inanç reddedilmektedir.
8 . Âyetin son cümlesi şu şekilde de tercüme edilebilir: “.. o takdirde o ilâhlar, Arş’ın sahibi olan Allah’a üstün gelmek için çareler ararlardı.”
9 . Aynı konuyla ilgili olarak bakınız: En’âm sûresi, âyet, 25.
10 . Peygamberler arasındaki bu üstünlük farkı maddî açıdan değil, manevî değerler ve yüce kabiliyetlere sahip olma yönündendir. Hatta, Hz. Dâvûd’un ulaştığı şeref, kendisine verilen mülk ve saltanatla olmayıp, Zebûr’un vahyedilmesiyledir.
11 . Toplumların tabiî ömürlerini tüketip yok olmaları da “helâk” kavramı içinde değerlendirilmelidir.
12 . Burada ifade edilen “rüya”dan maksat, Hz. Peygamberin Mîrac gecesindeki müşahedeleridir. Bu müşahedeler gece vakti meydana geldiği için rüya kelimesiyle anlatılmıştır. Kur’an’da lânetlenmiş bulunan ağaç da, cehennemdeki “zakkum” ağacıdır.
13 . Âyette sözü edilen bu kitap, aynı sûrenin 13 ve 14. âyetlerinde söz konusu edilen, amellerin yazıldığı kitaptır.
14 . Bu âyette, “güneşin zevali”, öğle ve ikindi namazlarının, “gecenin karanlığı” da akşam ve yatsı namazlarının vaktine işaret etmektedir. “Fecr” kelimesi ise sabah namazının vaktini belirtmektedir. Tefsir bilginlerinin ifadesine göre sabah namazının şahitli oluşu, gece ve gündüz meleklerinin bu namazın kılınışında hazır bulunmaları demektir.
15 . Hz. Mûsâ’ya verilen dokuz mucizenin yılana dönüşen asa, elinin bembeyaz kesilmesi, çekirge, ekin biti, kurbağa, kan, taştan su fışkırması, denizin yarılması ve Tûr dağının İsrailoğullarını korkutması olduğu rivayet edilmiştir.
1 . Bu âyet başta inanç ve ahlâk alanları olmak üzere her yönüyle çöküntüye uğramış bulunan insanlık adına son derece üzülen Hz. Peygamber’i teselli etmektedir. Şu’arâ sûresinin 3. âyeti ile Hicr sûresinin 97. âyeti de aynı özellikteki âyetlerdir.
2 . “Kehf” mağara ve dağların içindeki dehliz demektir. “Rakîm” ise âyette söz konusu edilen mağaraya konulan kitabedir. Bazı bilginlere göre rakîm, mağaraya sığınan gençlerin mensub olduğu köyün veya kentin adıdır. Rakîm, yüksek dağ ve tepe anlamına da gelmektedir. Bu âyette; Allah’ın, hayret uyandıran delillerinin “Ashab-ı Kehf”ten ibaret olmadığına, sürekli olarak gerçekleştikleri için, sıradan işlermiş gibi algılanan sayısız olayların da birer ilâhî kudret göstergesi olduklarına dikkat çekilmektedir.
3 . Ashab-ı Kehf kıssasının Bizans imparatoru Decuis’in (Dekyanus’un) devrine ait olduğu rivayet edilmektedir.
4 . Ashab-ı Kehf, bu konuşmadan sonra uykuya dalmışlardır. Bundan sonraki âyetler onların uykudaki hâllerini tasvir etmektedir.
5 . Bu âyette, inanıp inanmama konusunda insanların tamamıyla hür irade sahibi oldukları vurgulanmaktadır. Yoksa, inanmamanın bir sorumluluk getirmeyeceği kastedilmiş değildir.
6 . Kalplere perde gerilmesinin, kulaklara ağırlık konmasının sebebi; insanın haktan yüz çevirmesi, kalbinin katılaşıp imanı kabul etmemesi yani kişinin kendi eylemleridir.
7 . Âyette söz konusu edilen kul, çoğunluğun görüşüne göre Hızır (a.s.)’dır. Fakat Kur’an, bu “kul”un kim olduğundan söz etmemiştir.
8 . Bu kıssada çeşitli hikmet ve mesajlar yanında öğretmen-öğrenci ilişkileri ve sabırlı olmak konularında ilginç ve ibretli öğütler de yer almaktadır. Hoşgörülü davranmak, bilmeyerek yapılan hata ve kusurlara karşı bağışlayıcı olmak, merak ve ilginin aşırı noktaya varmaması, eğitim adabı gibi konular bunlardandır. İrşat usulü ve din eğitimi konularında ihtisas yapacak olanlar, Kur’an’ın terbiye ve tebliğ metotlarıyla ilgili âyetlerin yorumuna öncelikle eğilmelidir.
9 . Müslim ve Ebû Dâvûd’un rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Hz.Peygamber, “Allah, bize ve Mûsâ’ya rahmet etsin! Eğer sabretseydi, şaşılacak şeyler görecekti. Fakat o arkadaşından utandı” buyurmuştur. (Müslim, Fezâil, 172)
10 . Âyetin son cümlesi, “O takdirde beni terk etmekte mazur sayılacağın bir noktaya ulaştın” şeklinde de tercüme edilebilir.
11 . Âyetlerde söz edilen bu üç olay, insanın dünya hayatında karşılaştığı her işte, ilâhî hikmetlerin nasıl tecelli ettiğini göstermektedir. Tabiatta ortaya çıkan hiçbir olay şer olarak nitelendirilemez. Her olayda mutlaka hayır hedeflenmiştir. Bunlardan bazılarının zararlı ve şer gibi görünmesi, kişinin kendi iradesini kötüye kullanmasından kaynaklanmaktadır. Bu, kâinatta işleyen ilâhî rahmeti gölgelemez.
12 . Ye’cüc ve Me’cücle ilgili olarak ayrıca bakınız: Enbiya sûresi, âyet, 96.
13 . Kur’an’da “zübera’l-hadîd” şeklinde geçen ibare “demir parçaları”, “demir kütleleri” diye çevirilmiş ise de biz “demir madeni” diye çevirmeyi tercih ettik.
1 . Bu harflerle ilgili olarak Bakara sûresinin ilk âyetinin dipnotuna bakınız.
2 . 7-10. âyetlerle ilgili olarak ayrıca bakınız: Âl-i İmrân sûresi, âyet, 40-41.
3 . Zekeriyya (a.s.)’ın işaret yoluyla anlaşmak zorunda kalması, eşinin hamileliği konusunda, bir önceki âyette sözü geçen işaretin gerçekleştiğini gösteriyordu.
4 . Allah’ın kudretine delil olmak üzere, Hz. Yahya’nın ilginç doğum olayı anlatıldıktan sonra, burada daha ilginç olan, Hz. İsa’nın babasız olarak dünyaya gelmesi olayı dile getirilmektedir.