9 . Kitap ehlinin yiyeceklerinin müslümanlara helâl olması izni, domuz eti, boğazlanmadan ölen veya öldürülen hayvanların etleri gibi İslâm’da yenmesi yasaklanmış bulunan yiyecekleri kapsamaz.
10 . Aynı konu için bakınız: Mâide sûresi, âyet, 72.
11 . Âyetin bu kısmı, “Sizi kendi kendinizin efendisi kılmıştı” şeklinde de tercüme edilebilir.
12 . Söz konusu toprakların İsrailoğullarına vatan olarak kalması, onların, Allah’ın Kitabı ve Peygamberi’nin gösterdiği doğrultuda dürüstçe yürümelerine bağlı idi. Zira Tevrat’tan sonra Zebur’da da, yeryüzünde ancak iyi kulların mirasçı olacağı, ifade edilmiştir. Bakınız: Enbiya sûresi, âyet, 105.
13 . Âyet-i kerimede “Allah’a ve Resûlüne karşı savaş ve yeryüzünde bozgunculuk” şeklinde ifade edilen suç, terör, yol kesme, kan dökme, eşkıyalık, yağmalama, masum insanları öldürme gibi toplumun huzur ve sükununu bozmaya yönelik eylemlerdir. Bu âyet, terör, eşkıyalık ve yağmalama gibi toplumun huzurunu bozan gayr-i meşru eylemlerin ne derece tehlikeli olduğuna işaret etmektedir.
14 . Âyetin bu cümlesi “Onlar yalana kulak verirler. Sana gelmeyen bir topluluğa kulak verirler” şeklinde de tercüme edilebilir.
15 . Çünkü kendilerinde böyle bir gayret bulunmamaktadır.
16 . Bu âyette, müslümanların, yahudileri ve hıristiyanları, inançlarından dolayı kendilerine yakın görüp dost edinmeleri yasaklanmakta, onların kendi inanç ve değerlerine sıkı sıkıya bağlı olmaları istenmektedir. Bakara sûresinin 102. âyeti de bu konuda açık bir uyarı niteliğindedir.
17 . Âyet hakkında açıklama için Bakara sûresi, âyet 62’nin dipnotlarına bakınız.
18 . Aynı konu için bakınız: Mâide sûresi, âyet, 17.
19 . Hıristiyanlar Allah’ı, Baba, Oğul ve Ruhu’l-Kudüs’ten oluşan üçlü bir unsurun parçası olarak düşünmektedirler. Hıristiyanların, Allah’ı “Üçün üçüncüsü” diye nitelemeleri, Hz.İsa ve Meryem’i de birer ilâh olarak kabul etmeleri itibariyle de olabilir.
20 . Muhammed ümmetinin “şahitler” oluşu ile ilgili olarak bakınız: Bakara sûresi, âyet, 143; Hac sûresi, âyet, 78.
21 . Üç çeşit yemin vardır: 1- Bile bile yalan yere yapılan yemin. Bunun keffareti yoktur. Çünkü bu büyük bir vebaldir, keffaretle temizlenmez. Tövbe ve istiğfar gerekir. 2- Yanlışlıkla, boş bulunarak yapılan yemin. Buna bir şey gerekmez. 3- Kişinin gelecekte bir şeyi yapacağına veya yapmayacağına dair ettiği yemin. Bu yeminin bozulması hâlinde keffaret gerekir. Âyet, bu keffaretin nasıl yerine getirileceğini açıklamaktadır.
22 . Bu âyette, sarhoşluk veren her türlü içki, kumarın her çeşidi kesinlikle haram kılınmaktadır. Âyet indiği zaman, bütün müslümanlar, ellerinde bulunan şarapları Medine sokaklarına döküp kaplarını kırmışlar, içki alışkanlıklarını; Kur’an’ın bu kesin emri karşısında tereddüt etmeden topluca terk etmişlerdi. Meâlde geçen “içki” kelimesi, âyetteki “hamr” kelimesinin karşılığı olarak kullanılmıştır. Bu bağlamda hamr, aklı örten şey demektir. Bu nitelikteki tüm içki ve uyuşturucular hamr kapsamına girer. Haram kılınan gıdalar ile fal okları için ayrıca bakınız: Mâide sûresi, âyet, 3.
23 . “Haram ay” ifadesi ile ilgili olarak bu sûrenin ikinci âyetinin dipnotuna bakınız.
24 . Bu âyette Kâ’be, haram ay ve kurbanlar, insanlar için maddî ve manevî kalkınmanın sebepleri arasında gösterilmiştir. Kâ’be, dünya müslümanları için inançtaki tevhid ile sosyal tevhidin birlikte yaşandığı mübarek bir mekândır. Hac ayları da, bütün müslümanların iman kardeşliğini, dostluk ilişkilerini güçlendiren bir mevsimdir. Ayrıca kesilen kurbanlar ihtiyaçlı kitlelere destek sağlar. Ticaret yoluyla ekonomik güç kazanılır. Herkes için eşdeğerde bir kıyafet, bütün insanların eşit olduğunu simgeler. İhram yasakları sosyal hayatta kötülüklerden sakınma alışkanlığı kazandırır.
25 . Bazı kimseler Hz. Peygamber’e, “Hac her yıl mı farz, yoksa ömürde bir defa mı?”, “Benim babam kimdir?” “Babam cennette mi, cehennemde mi?” gibi sorular yöneltmişti. Bunun üzerine âyette, kişinin üzerine lazım olmayan, nezaket kaidelerine uymayan cevap verilirse, soru sahibinin üzülmesine yol açan sorulardan kaçınılması tavsiye edilmiştir.
26 . “Bahîre”, “Sâibe”, “Vasîle ve “Hâm”, putperest Arapların ilâhlarına kurban ettikleri veya onlar adına serbest bıraktıkları hayvanlara verilen isimlerdir. “Bahîre” beşincisi erkek olmak üzere beş batın doğuran ve sağılmayıp, binilmeyip, kulağı yarılarak salıverilen deve; “Sâibe” bir kimsenin yakalandığı hastalıktan kurtulduğu takdirde “Bahire” yapmayı adadığı deve demektir. Araplar, koyun dişi doğurursa yavruyu kendilerine saklar, erkek doğurursa bunu putlara kurban ederlerdi. Kuzuların, dişili erkekli ikiz olmaları hâlinde dişinin hürmetine, erkeği de kurban etmeyip “Vasîle” adıyla salıverirlerdi. ”Hâm” ise on nesil deveyi dölleyen ve sırtına yük vurulmayıp salıverilen erkek deve demektir.
27 . Allah Teâlâ, her peygamberi kendi ümmeti hakkında konuşturacak, şahid olarak dinleyecektir. Ümmetlerin peygamberlere karşı takındıkları tavrı gözlerinin önüne serecektir. Peygamberlerine bağlı kalanlar sevinecek, onları aşağılayan veya ilâhlaştıranlardan hesap sorulacaktır. Bu âyetlerde, peygamberler arasında ifrat ve tefrite en çok hedef olan Hz. İsa, bir örnek olarak ele alınıyor.
28 . Hz. İsa’nın beşikte iken konuşması ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Âl-i İmrân sûresi, âyet, 46; Meryem sûresi, âyet, 29-33.
29 . “Kitap” yazı veya bütün ilâhî kitaplar, “hikmet” kitaplardaki ilim, din ve dünya için ihtiyaç duyulan şey demektir.
30 . Konu ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Âl-i İmrân sûresi, âyet, 48,49.
31 . Havariler, Hz. Peygamber’in sahabileri gibi; Hz. İsa’yı görmüş, ona iman etmiş ve sadakatle yardımda bulunmuş kimselerdir.
1 . Hicretten sonra İslâm’ın devlet olması, Bedir zaferi, İslâm’ın fütuhatı ve yayılması, o gün için hayal bile edilmiyor, İslâm alay konusu oluyordu. Âyet, önceden bu tarihî gelişmelerin haberini veriyor, İslâm’la alay edenlerin ahirette beklenmedik şekilde karşılarına çıkacak azaba da işaret ediyor.
2 . Müşrikler, melekleri kadın suretinde hayal edip böyle inanırlardı. Bu inanışın yanlışlığını vurgulamak üzere, onlara melek gönderilse bile bunun kadın suretinde temsil edilemeyeceği ifade edilmiştir. (Bakınız: Zuhruf sûresi, âyet, 19)
3 . Kâfirlerin ısrarla istedikleri şekilde peygamber bir melek olsaydı, o melek bir insan suretinde gelecekti. Çünkü sıradan insanların meleği asıl şekliyle görmelerine imkân yoktu. Bu defa onların bu husustaki şüpheleri ve müşkülleri aynen sahnelenmiş olacaktı. Zira peygambere dedikleri gibi ona da, “Sen de bizim gibi bir beşersin, melek olamazsın” diyeceklerdi.
4 . Kureyşliler, “Ey Muhammed! Senin hakkında yahudilere, hıristiyanlara sorduk, peygamberliğine dair bir haber olmadığını söylediler. Bize senin peygamber olduğuna dair bir şahit göster” demişler ve bunun üzerine bu âyet inmişti.
5 . Çünkü Tevrat’ta ve İncil’de Resûlullah hakkında tanıtıcı bilgiler vardır. (Bakınız: Bakara sûresi, âyet, 146)
6 . Konu ile ilgili olarak bakınız: İsrâ sûresi, âyet, 46.
7 . Konu ile ilgili olarak bakınız: Sâffât sûresi, âyet, 171-173.
8 . İnsan, Allah’ı tanıyacak, iman ve İslâmla bağdaşacak fıtratta yaratılmıştır. Kişi bu fıtratı üzere yürümez; onu bozar, küfür ve sapıklığa kucak açarsa, Allah da onu şaşırtır.
9 . Kureyş’in ileri gelenleri Hz. Peygamber’e, “Fakir müslümanları yanından kovarsan seninle gelir otururuz” demişlerdi. Hz. Peygamber de “Ben mü’minleri kovamam” buyurmuştu. Onlar, “Bari biz senin yanına geldiğimizde onlar kalkıp gitsinler, biz çıkınca girsinler. Çünkü biz bunlarla oturmayı gururumuza yediremiyoruz,” demişlerdi. Resûlullah da bu kişilerin bu sayede müslüman olabileceklerini düşünerek teklifi kabul etmek üzere iken bu âyet-i kerime inmiştir.
10 . Hz. Peygambere karşı çıkanlar, “Seni reddediyoruz, inkâr ediyoruz, ama bize hiçbir şey olmuyor. Gerçekten peygamber olsaydın, başımıza taş yağardı. Hadi hemen böyle bir azap gelsin de görelim,” diyorlardı. İslâm’ın ilim ve akıl yoluyla ikna etme prensibini temel ilke olarak aldığını, zorlama ve kaba kuvvete dayanmadığını bilmiyorlardı. Zaten böyle bir azabı istemek, Peygamber’in âlemlere rahmet oluşu ile bağdaşmazdı.
11 . Koruyucu melekler, insanların iyi ya da kötü tüm yaptıklarını tespit eden meleklerdir. Konu ile ilgili olarak bakınız: İnfitar sûresi, âyet, 10.
12 . Âyette şu mesaj verilmektedir: “Ben illa da sizi tasdike zorlayacak, yalanlamanızı engelleyecek, sizi Allah adına cezalandıracak, veya azap geldiği takdirde onu durduracak, sizi ondan koruyacak değilim. Ben, olmuş ve olacakları Allah’ın bana vahyettiği şekilde haber veririm.”
13 . Konu ile ilgili olarak bakınız: Nisâ sûresi, âyet, 140.
14 . Meâldeki “hükümranlık ve nizam” ifadesi, âyetteki “melekût” kelimesinin karşılığıdır. Melekût, Allah’a özgü hükümranlık demektir. “Melekûtu göstermek” de Yüce Allah’ın kâinata koyduğu, hissedilebilen veya hissedilemeyen muazzam nizamı ve tabiat kanunlarını araştırıp anlayabilecek, inceliklerini kavrayabilecek yeteneğin verilmesidir.
15 . Yani ilâhî kitaplara, onların hükümlerine ve peygamberlerin davetine uyacak mü’minler bulunacaktır.
16 . Yani Allah’ı, şanına yaraşır şekilde tanımadılar, bilemediler.
17 . Yahudiler, Peygamberi ve ona indirilen Kur’an’ı inkâr etmek uğruna, kendi peygamberlerini ve kitaplarını inkâr etme durumuna düşmüşlerdi.
18 . Bu sûrenin 90. âyetinde ifade edildiği üzere, İslâm evrensel bir dindir. Dolayısıyla, Mekke civarındaki insanlar ifadesi tüm dünya insanlığını kapsar.
19 . Bu ifadeyle, meyve ve sebzelerin hayatlarını sürdürme ve gelişme kanunları açısından birbirlerine benzemelerine rağmen tad, renk, koku, yapı ve görüntü olarak birbirlerinden çok farklı oldukları vurgulanmış olabileceği gibi, başka benzerlik ve farklılıklar da kastedilmiş olabilir. Âyet-i kerimede Cenab-ı Hakk’ın yaratmasındaki muazzam inceliklere bir dikkat çekme vardır.
20 . Allah’ın zatına bu dünya gözüyle ulaşmak, O’nun hakikatini kavramak mümkün değildir. Ahirette ise birçok gözler O’nu görecektir. Konu ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Kıyâme sûresi, âyet, 23.
21 . Basiret, gönül gözü demektir. Kafadaki göze basar denildiği gibi, kalp ve gönül gözüne de basiret denir. Âyetteki “gerçekleri gösteren deliller” ifadesi ile, Allah Teâlâ tarafından Resûlullah’a vahyolunan âyetler ve Allah’ın birliğine, kuvvet ve kudretine delalet eden ve yukarıda geçen âyetlerde dile getirilen ibret alınacak kâinat olayları kastedilmiştir.
22 . Peygambere gönderilen vahyin karşısında hayretlere düşen müşrikler, “Sen ders almış okumuşsun, yoksa bu okuduğun Kur’an âyetleri ümmî birinin işi değil”, diyorlardı.
23 . Kureyş müşrikleri peygamberimize, “Aramızda yahudi veya hıristiyan âlimlerinden bir hakem seçelim. Senin getirdiğin din hakkında onların kitaplarında bulunanı bize haber versinler” demeleri üzerine bu âyetle onlara cevap verilmiştir.
25 . Müşrikler ölmüş hayvan eti yerler ve aralarında, “Bakın, Muhammed ve ashabı kendi elleriyle kestikleri hayvanların etini yerler de Allah’ın öldürdüğü haramdır, derler” diye dedikodu yaparlardı. Âyet, müşriklerin durumuna düşmemeleri konusunda mü’minleri uyarmaktadır.
26 . Âyetteki “va’dedilen şeyler” ile, öldükten sonra dirilme, hesap, cennet, cehennem, iyilere iyi derece, kötülere kötü derece verileceği gibi gerçekler kastediliyor.
27 . Bu âyet, Cahiliye Araplarının yanlış ve saçma âdetlerinden birini anlatıyor: Hurma, arpa, buğday gibi ziraat ürünleriyle, koyun, keçi, deve, sığırdan Allah için bir pay ayırırlar, misafirlere, fakirlere harcarlar; kendileri bundan yemezlerdi. Bir pay da putlarına ayırır, onu istedikleri gibi putların hizmetlerine harcarlardı. Ayrıca Allah için ayırdıklarından artakalanı putlara ait fona aktarırlar, “Allah zengindir, fazlasına ihtiyacı yok. Putlar ise fakirdir”, diye bir de kılıf uydururlardı. Âyette bu akılsızca uygulama kınanıyor.
28 . Arap müşriklerinin batıl inançları çoktu. Bunlardan biri de bir familyadan olan hayvanların bazen erkek bazen dişilerinin eti haram veya helâl sayılır, birtakım isimler altında uydurma helâl haram listeleri yapılırdı. Hâlbuki bu hayvanların deve, sığır, koyun, keçi, erkek, dişi olmaları ya da doğmuş bulunup bulunmamaları, etlerinin haram olmalarının sebebi ve illeti olamazdı. Âyet, bu mantıksızlığı açıklıyor. (Ayrıca bakınız: Mâide sûresi, âyet,103.)
29 . Bakınız: En’âm Sûresi, âyet, 99 ve ilgili dipnot.
30 . Öşür, “onda bir” demektir. Toprak ürünlerinde bu oranda verilen zekâtın özel adıdır.
31 . Âyetin bu kısmı, “O, hayvanlardan yük taşıyanları ve tüylerinden döşek yapılanları yaratandır” şeklinde de tercüme edilebilir.
32 . Konu ile ilgili olarak 139. âyetin dipnotuna bakınız.
33 . Darda kalan kimsenin, haram kılınan yiyeceklerden yiyebileceği ile ilgili olarak ayrıca, bu sûrenin 119. ve Bakara sûresi, 173. âyetlerine bakınız.
34 . Konu ile ilgili olarak bakınız: Nisâ sûresi, âyet,160. Aslında bunlar haram şeyler değildi. Yahudiler bir zamanlar bıldırcın eti ve kudret helvasıyla beslenmişlerdi. Sonra saldırganlık, zulüm, hakka karşı başkaldırma, peygamberleri öldürme, faiz alma, insanları öldürmeyi helâl sayma gibi ölçüsüz davranışları sebebiyle birçok temiz rızıklardan mahrum edilmişlerdi. Sığır ve koyun gibi bazı hayvanların yalnızca iç yağlarının kendilerine haram kılındığı ve bu hayvanların onlara haram kılınan tırnaklı hayvanlar kapsamına girmediği âyetin metninden anlaşılmaktadır.
35 . Bu âyetten Allah’ın; insanların doğru yola ermelerini dilemediği anlamı çıkarılamaz. Burada vurgulanmak istenen nokta, insanların hür iradesine Allah’ın müdahale etmediğidir. İnsanlar doğru, ya da eğri yolu kendi hür iradeleriyle seçerler. Allah da bu tercihlerin aksine bir irade ortaya koymaz. Zira böyle bir şey insan iradesine baskı olurdu ki, bu taktirde insanların sorumlu olmaması gerekirdi. Buna göre Allah’ın, insanları kendi tercihlerine ters düşecek şekilde zorunlu olarak doğru yola getirmek istememiş olması, aslında onların iradelerini bu yönde kullanmadıklarının bir ifadesidir. Kısaca âyet şöyle anlaşılmalıdır: “Siz istemeseniz de Allah sizi doğru yola iletebilirdi. Ama bu sizin hür iradenizi yok saymak olurdu. Bu sebeple Allah sizin tercihinize ters düşecek şekilde doğru yola girmenizi istemedi ki iradenize baskı yapmış olmasın.”
36 . Konu ile ilgili olarak ayrıca bakınız: İsra sûresi, âyet, 32.
37 . Konu ile ilgili olarak ayrıca bakınız: İsra sûresi, âyet, 33.
38 . Yetimin malına en güzel bir şekilde yaklaşmak, onun malının çoğalmasını sağlayacak yolları araştırmak demektir.
39 . Konu ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Bakara sûresi, âyet, 286.
40 . Konu ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Furkân sûresi, âyet, 7,8,21.
41 . Konu ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Mü’min sûresi, âyet, 84,85.
42 . Konu ile ilgili olarak ayrıca bakınız: İsrâ sûresi, âyet,15; Fatır sûresi, âyet, 18; Zümer sûresi, âyet, 7; Necm sûresi, âyet, 38.
1 . Bu harfler ile ilgili olarak Bakara sûresinin ilk âyetinin dipnotuna bakınız.
2 . Bu âyette, insanların küfürde, zulümde, şirkte Allah’a karşı yalanlar uydurmada ısrar etmeleri, ilâhî davete sırt çevirmeleri karşısında sıkılan Peygamberimiz teselli edilmektedir. Konu ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Hicr sûresi, âyet, 97; Kehf sûresi, âyet, 5,6; Hûd sûresi, âyet, 12.
3 . Konu ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Kasas sûresi, âyet, 65.
4 . Konu ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Mâide sûresi, âyet, 109.
5 . Âyetin bu kısmı, “Andolsun sizi yeryüzüne yerleştirdik” şeklinde de tercüme edilebilir.
6 . Âyetin bu kısmı, “halat iğne deliğinden geçinceye kadar cennete giremezler” şeklinde de tercüme edilebilir.
7 . Bu “sur” ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Hadîd sûresi, âyet, 13.
8 . A’râf, yüksek yerler, yüksek mevkiler demektir. Bazı müfessirler, “A’râf” ile cennet ve cehennem arasındaki surun yüksek yerleri ve sırtlarının kastedildiğini ifade etmektedirler.
9 . Konu ile ilgili olarak ayrıca bakınız: En’âm sûresi, âyet, 70.
10 . Arş, kudret ve hâkimiyet tahtı, sınırsız kudret makamı demektir.
11 . Rahmet rüzgârları gibi Peygamberler de ilâhî rahmetin müjdeleyicileridir. Tebliğine memur oldukları semavî kitaplar yağmur yüklü bulutlar gibi kalplerin can suyudur. Toprak gibi insanların da iyisi, kötüsü vardır. İyiler verimli toprak gibi, topluma yararlı olurlar. Kötüler ise çorak toprağa benzerler. Topluma faydaları dokunmaz.
12 . Hicr sûresinin 74. âyetinde de ifade edildiği gibi bu yağmur, taş yağmurudur.
13 . “Allah’ın tuzağı” ifadesi mecazî olup, “inkârcılara mühlet verip, sonra onları ansızın yakalaması”, “inkârcıların inkârlarına karşılık vermesi” gibi anlamlar ifade eder.
14 . Firavun, İsrailoğullarını vatanlarından uzaklaştırmış, onları en zor işlerde köle olarak çalıştırıyordu.
15 . Hz. Mûsâ’nın bu mucizesi için bakınız: Kasas sûresi, âyet, 32; Şu’arâ sûresi, âyet, 33.
16 . Hz. Mûsâ’nın, Firavun ve sihirbazlarla aralarında geçen bu olay için ayrıca bakınız: Tâ-Hâ sûresi, âyet, 60-63; Şu’arâ sûresi, âyet, 43-44.
17 . Daha önce Mısırlı yerli halkın egemenliğinde bulunan Mısır ve Şam’ın verimli doğu ve batı taraflarına, ezilen İsrail halkı yerleşmiş, bu sûrenin 128. ve 129. âyetlerindeki vaad gerçekleşmişti.
18 . Hz. Mûsâ’nın kavmi, “Ey Mûsâ! Allah’ı apaçık görmedikçe sana inanmayacağız” demişlerdi. (Bakınız: Bakara sûresi, âyet, 55) Bu âyetin son cümlesi, onlara da bir cevap niteliğindedir.
19 . Allah’ın dağa tecellisi, O’nun kudret ve yüceliğinin izlerinin dağ üzerinde açığa çıkması demektir.
20 . “Ümmî”, okuma yazma bilmeyen insan demektir. Ancak okuma yazma bilmeyen her insan bilgisiz olmayacağı için, “ümmî”, cahil demek değildir. Nitekim, okuma yazma bilmeyen Hz. Peygamber, vahiy yoluyla aldığı bilgilerin yanında, geniş çapta dünyevî tecrübe ve bilgilere sahip bulunuyordu.
21 . Âyetteki “ağır yük” ve “zincir” ifadeleri, mecazî olup, “ağır mükellefiyetler”, “ağır teklifler” anlamlarını ifade eder.
22 . Adı geçen memleketin Kudüs veya Erîha olduğu rivayet edilmiştir.
23 . Bakara sûresinin 58 ve 59. âyetlerinde de zikredildiği üzere, söylemeleri istenen “hıtta (yâ Rabbi, bizi affet)” ifadesini, tefsir kaynaklarının belirttiğine göre, buğday anlamına gelen “hinta”ya çevirerek güya alay etmişlerdir.
24 . Âyette sözü edilen bu kent, Ürdün’ün Akabe limanına yakın “Eyle” kasabası olabilir.
25 . Allah Teâlâ, İsrailoğullarının cumartesi (sebt) günü dünyevî işlerden ve dolayısıyla balık avından sakınmalarını ve o günü ibadete ayırıp tatil yapmalarını emretmişti. Balıklar cumartesi günleri akın akın sahile geliyor, diğer günler o derece gelmiyorlardı. Bu, bir imtihandı. İsrailoğulları, bu yasağı ihlal ederek cumartesi günleri de balık avlamaya başladılar. Âyette anlatılan olay budur.
26 . Âyette sözü edilen kimseler, kendilerine verilen bu yetenekleri kötü kullandıkları için, cehennemlik olmuşlardır. Allah, bunların böyle davranacaklarını ezelde bildiği için, onları “cehennemlikler” olarak belirlemiştir.
27 . Buradaki “tuzak” kelimesi için bu sûrenin 99. âyetinin dipnotuna bakınız.
28 . Bakınız: En’âm sûresi, 75. âyet ve ilgili dipnot.
29 . Buradaki “ondan” ifadesi, “onun türünden” şeklinde de anlaşılabilir.
30 . Âyette yer alan “bir tek nefisten yarattı” ifadesi, yaratılan eşin, fizikî olarak o nefisten yaratıldığını değil, “nefis” (insan) ile eşinin aynı cinse, insan cinsine mensup olarak yaratıldığını ifade etmektedir. Yani insan cinsinin erkek türü olan Âdem’e, yine insan cinsinden, kadın türünde bir eş yaratılmıştır.
31 . Bu âyet, Kur’an’daki on dört secde âyetinden biridir. Bunlardan birini okuyan, ya da dinleyen kimsenin secde yapması vaciptir. Bu secdeye “tilavet secdesi” denir. Tilavet secdesi şöyle yapılır: Abdestli ve kıbleye yönelik olarak tekbir getirilip secdeye varılır. Üç defa “Sübhane Rabbiye’l-a’lâ” denilerek secdeden kalkılır. Bu secdeye, ayakta iken veya otururken varılabilirse de, ayakta iken gidilmesi daha uygundur.
1 . Tevekkül, tüm tedbirleri alıp, gerekenleri yaptıktan sonra, işin sonucunu Allah’a bırakarak ona güvenmek demektir.
2 . Âyette sözü edilen iki taife, Kureyş müşriklerinin Mekke’ye gitmekte olan silâhsız ticaret kervanı ile, Mekke’den Bedir’e doğru hareket etmiş olan Kureyş ordusudur. Müslümanlar, orduyla savaşmak yerine, kervanı basarak ganimet elde etmek istemişlerdi.
3 . Burada Allah’ın yardımı bin melek aracılığı ile gerçekleşmiştir. Yoksa Allah Teâlâ dileseydi, tek bir melekle ya da aracısız olarak doğrudan doğruya yardım ederdi.