Kur'an nediR


Ve bu anlatım tekniğini Kuran, müteşabih olarak nitelemektedir



Yüklə 267,8 Kb.
səhifə4/4
tarix18.01.2018
ölçüsü267,8 Kb.
#38703
1   2   3   4

Ve bu anlatım tekniğini Kuran, müteşabih olarak nitelemektedir. Müteşabihlik Kur'an'ı anlamada ve ona göre yaşamada bir engel değildir, bir gerekliliktir. Yoksa birçok şeyi kavramamız asla mümkün olmayacaktır.
Kur'an'a Bütüncül Değil, Parçacı Anlayışla Yaklaşmak

Kur'an, binlerce parçadan (ayetten) oluşan bir bütündür. Doğal olarak, parçalar bütüne göre (bütünün kapsamı içinde) gerçek anlamını kazanır. Çünkü, Kur'an, bir bütün olarak kendine özgü bir anlama sahiptir.

Ve Kuran bu bütünlüğü ile asıl anlamını ortaya koymaktadır. Bu bakımdan ayetleri anlamaya çalışırken öncelikle Kur'an'm bütünlüğüne gönderme yaparak, bütünden parçaya doğru bîr anlayışı benimsemeliyiz. Ayetleri anlamaya çalışırken, ayetleri Kur'an'ın bizde oluşturduğu bütüncül anlayışın süzgecinden geçirirsek daha doğru sonuç elde ederiz.

Örneğin;

 

Kur`andaki tanımıyla Tevhid inancını kavramamış bir kimsenin, Kur'an'dan bir hükmü doğru anlaması mümkün değildir. Çünkü, Kur'an'dan Tevhidi çıkardığınız zaman, Kur'aıı hiç bir anlam ifade ütmeyen, bomboş bir kitap haline gelir. Tevhid inancının yanlış bilinmesi de aynı neticeyi doğurur. Zaten Tevhid inancının doğru anlaşılmamış veya gereğince kavranmamış olması nedeniyle değil midir ki Müslümanlar Kur'an'ı anlayabilme noktasında derin bir çıkmazı yaşıyorlar?



Hatta tefsir yazmış kimi değerli ilim adamları bile bu kavramı gereğince anlamamış veya yeterince dikkat göstermemiş olmalı ki, bir peygamberin, "Allah bana güç yetiremez" diye düşünmeyeceğini bilmeyecek kadar bir yanlışa düşebilmekte dır.

Öyle ya bir peygamberin, Allah'ın kendisine güç yetiremeyeceğini düşünmesi mümkün mü? Bu Tevhid inancını bozmak demek değil midir? Allah herşeye gücü yeten değil midir? Gerçek bu iken yaptığı mealde Süleyman Ateş bu yanılgıya düşebilmektedir. Bakınız Süleyman Ateş Yeni Ufuklar Neşriyatı Yayınevinin yayınladığı "Kuranı Kerim ve Yüce Meali" isimli Kuran Mealinde Enbiya Suresi 87, ayetine şu şekilde anlam vermektedir:



"Zünnun'u (balık karnına girmiş olan Yunus ibn Matta'yı) da an; zira (o, kavmine) kızarak gitmişti, bizim kendisine 'güç yetiremeyeceğimizi', (kavminin arasından çıkmakla kendisini kurtaracağını) sanmıştı. Nihayet karanlıklar içinde (kalıp): "Senden başka tanrı yoktur. Senin şanın yücedir, ben zalimlerden oldum!" diye yalvardı,"

 

Şimdi biraz düşünelim: Bir peygamberin Allah'ın kendisine güç yetiremeyeceğini düşünmesi mümkün mü? Elbette değil. Değil peygamber, en cahil bir Müslüman bile böyle bir şey düşünmez. Bu yanılgıyı başka meallerde de görmekteyiz. Bu ayetin doğru anlamı ise şöyledir. "... Bizim kendisini 'güç durumda' bırakmayacağımızı sanmıştı..."



Bu gayet doğal bir beklentidir.  Çünkü, bir kimsenin Allah'ın kendisini zor durumda bırakmayacağını düşünmesi (ki bu peygamber için de geçerlidir) yanlış değildir. Bizler de zorda ve darda kaldığımızda Allah'ın bizi kurtaracağı beklentisi içine gireriz. Hz. Yunus (as) da öyle yapmıştır. Aksini iddia etmek şirktir, Peygamberler de asla şirk koşmazlar.

Amacım Süleyman Ateş Hocayı suçlamak değil. Zira ilmine ve bilgisine çok saygı duyduğum bir kişidir. Ne var ki konumuzun anlaşılması için örnek olarak uygun bir örnek olduğu için burada bu yanılgıya değindim. Yoksa niyetim Süleyman Ateş Hocaya Tevhid'i anlamamış bir kişi olarak nitelendirmek değildir.

Birisi size herhangi bir otomobil motoruna ait bir parça gösterse ve o parçanın ne olduğunu sorsa, siz o demir parçasının ne olduğunu bilseniz bile ne tür bir motorun parçası olduğunu bilmede yanılabilirsiniz. Ancak aynı parçayı otomobilin üzerindeki motorun kendisinde görseniz hemen hangi motorun parçası olduğunu rahatlıkla anlayabilirsiniz. Başka bir örnek daha verilim.

Tahta bir masa düşünün. Masanın ayaklarından birini masanın altından alarak bu nedir diye sorsak; ya tahta parçası, ya kalas, ya odun parçası veya herhangi bir şeyin ayağı vs. gibi cevaplar alırız. Oysa ki aynı parçayı ait olduğu masanın altında iken, -masanın ayağını göstererek- "bu nedir? diye kime sorarsak soralım, "masanın ayağı“ cevabını alırız ki doğru cevap da budur.

Tıpkı bu örneklerde olduğu gibi, ayetleri de anlamlandırırken ait olduğu Kitab'ın bütünlüğünü dikkate alarak anlamaya çalışmalıyız ki yanlışa düşmeyelim.

Gerçek böyle olduğu halde, Kur'an dan bîr ayet alarak, ona verdiği anlamla kendi görüşünü Kitaba onaylatmaya çalışmak yanlış bir yöntemdir. Ve bu yanlışın sahipleri Kuran` a değil, Kur'an'ı kendi anlayışlarına uydurmaktadırlar.



Şu da bilinmelidir ki; Kur'anın kendisini, Onun ne olduğunu, niçin gönderildiğini doğru olarak tanımlamadan; O'nu gereğince anlamadan, içindekilerine(ayetlere) doğru anlam vermek asla mümkün değildir.

Onun için, ayetleri anlamanın, olmazsa olmaz şartı, Kuran'ın ne olduğunu doğru bilmektir. Zira, Kur'anın kendisini nasıl bilirsek içindekilerini de öyle biliriz.

Yanlış biliyorsak içindekilerini de yanlış, doğru biliyorsak içindekilerini de doğru biliriz. Burada her şey Kur'an nedir? sorusuna verilecek cevaba bağlıdır.

 

İnsanı doğru yola iletsin diye gönderilen Kuranı, bu anlamda ölçü almayanların, isimleri Müslüman da olsa Kur'an'a tabi olduğunu söylemesine rağmen, Kur'an'ın öngördüğü bir hayatı yaşamaları mümkün değildir.


Kur'an'da Bilime Konu Edilen Ayetler, Kıssalar ve Örnekler

a) Bilime Konu Edilen Ayetler

Doğum ile ölüm arası hayatın düzenleyicisi yaşamın genel ilkelerini belirleyen ve insanı doğruya iletici kılavuz olsun diye gönderilen Allah'ın kitabının, kimilerince bilim kitabı (tarih, biyoloji, uzay, doğa bilimleri v.s.) olarak algılanması, Kuran'a gönderiliş amacına dışında yaklaşma biçiminin en somut örneğidir.

Çünkü, Kur'an'ın gönderiliş amacını bilen birisi, hiç Onu bilim kitabı olarak görür mü? O'na, bilim kitabı diye yaklaşanlar, O'nun özünü kavrayamamış olanlardır. Bu yanılgıya düşmenin nedeni, Kuranda tarihten, doğadan, yaratılıştan, biyolojiden v.s. birçok konudan söz edilmiş olmasıdır.

Oysa ki Kur'an'ın bunlardan söz ediyor oluşu, Onun bu bilimlerin kitabı oluşundan değil, kendi doğruluğunu, gerçekliğini ve dayandığı gücü ortaya koyarak insanın idrakine sunmak içindir. Yani vahyin mesajını insana, insanın ikna olacağı ve anlayacağı bir dîlle sunmaktır.

Allah, kendisinin ve kullarına gönderdiği kitabın iyice anlaşılması için bilimsel ve tarihsel birçok veriyi kullanmıştır. Söz konusu bilime konu edilen ayetlerin anlattığı şeyler amaç değil, araçtır. Güneşten, yıldızlardan, insanın yaratılışından, arı dan sivrisinekten ve buna benzer bir çok konudan söz eden Allah, bunları araç olarak kullanıp, kulların kendisini tanımaları ve kitabına emin olarak inanıp ona göre yaşamalarını amaçlamıştır:

"Andolsun Biz, öğüt alsınlar ve sakınsınlar diye insanlara bu Kur'an'da her turlü örneği verdik" (Zümer -27).

Evrenin yaratılışı ve evrende olan her şey, kendisine konulan yasaya (sünnetullah'a) bağlıdır. Herşey özelliği ile vardır. Ve her şey özelliğine (kaderine) tutsaktır.

Yerçekimi kuvveti, gezegenlerin, Ayın ve Güneşin yörüngelerindeki hareketleri, Güneşin ısıtması ve aydınlatması, suyun belirli bir derecede donması veya kaynaması, gece ile gündüzün ardanla gelişi, ölümünden sonra doğanın yeniden canlanması, gök kubbenin direksiz yapısı, arının bal yapması, kimi hayvanların yediklerini süte dönüştürmesi, vs.., kısaca ne varsa bütün bu var olanlar Allah'ın koyduğu yasalara göre hareket eder.

Güneş ısıtmaya ve aydınlatmaya, arı bal vermeye, bitkiler ölümlerinden sonra yağmurla yeniden dirilmeye, su belirli bir derecede kaynamaya, ateş yakmaya mecburdur.hiç bir şey kendisine konulmuş olan yasayı (sünnetullah'ı) değiştiremez, aksi bir şey yapamaz. İşte Kur'an. insana her şeyin bağlı olduğu yaratıcı ve yasa koyucu gücü, o yaratıcı gücün eserlerinden, yola çıkarak, asıl yaratanı bulmasını ve ona teslim olmasını, O'nun gücüne karşı konulamayacağını, dilediği herşeyi yapabileceğini, her şeyin gerçek sahibinin o olduğunu, insanın sahip olduğu ne varsa O'nun tarafından verildiğini, her şeyin O na muhtaç olduğunu bilmesi ve anlaması için çeşitli örnekleri vererek açıklamaktadır.



Tarihsel ve bilime konu olan ayetlerin amacı budur. "Göklerin ue yerin yaratılmasında,gece ile gündüzün peşpeşe gelmesinde, insanlara faydalı şeyleri taşıyan gemilerin denizde hareket etmesinde, Allah'ın gökten su, indirip onunla Ölümünden sonra yeri dirilterek orada her türlü canlıyı yaratmasında, rüzgarın estirilmesinde ve yerle gök arasında emre amade bulutların hareket ettirilmesinde aklını kullanan kimseler için ayetler (belgeler} vardır' (Bakara-164).

b) Kıssalar

Kur'an, geçmişte yaşamış toplumların tarihini hikaye olsun veya tarihi bilgi olsun diye değil, o toplumların tercihleri ve bu tercihlerinin dayandığı gerekçeleri, olumlu ve olumsuz yönleri, kabul ve red etmelerinin kendilerine ne kazandırdığını veya ne kaybettirdiğini, karşı koyanlarla kabul edenlerin sosyolojik, psikolojik ve ahlaki durumlarım, kısaca topyekün bir insanlık tarihini (insanın özelliklerini) aktararak tercihlerimizde bize yön vermek istemektedir.

Kıssalar, tarih sahnesinde karşı karşıya gelen iki inancın bağlılarını karşılaştırarak, aralarında kıyas yapmamızı ve onlardan 'ders' almamızı istemektedir. İslam'a dayalı inançla, küfre dayalı . inancın karşılaştırmasını yapıp,gerçek imanın insana vereceği gücü ve başarıya giden yolu bize göstermektedir. Allah'ın desteğini elde edenlerin bu desteği nasıl hakettiklerini kıssalar ortaya koymaktadır.

Kıssaların üzerinde düşünerek, elde edeceğimiz tarih bilinci bizi nasıl olmamız gerektiği konusunda doğruya iletecektir. Diğer önemli bir konu da, Kur anda anlatılan herşeyin bir amacı ve hikmeti olduğudur. Bizler, 'amacı' gözardı ederek ve 'araçları' (anlatılan şeyleri), amaç yerine koyarak Kur'an'a yaklaşırsak, verilmek istenen mesajı doğru anlayamayız. Kıssalar tarihin yorumlanmasında araç olarak kullanılmıştır.



Kıssaların bize aktarılmasının amacı vardır. Önemli olan bu amacı kavramaktır. İnsanlık tarihinin ilahi bir yorumu olan kıssalarla geçmişi yorumlayan Allah, bugünü ye geleceği, bu yorumun ortaya koyduğu gerçeklere göre değerlendirmemizi istemektedir. İnananlarla, küfredenlerin özelliklerini, tutumlarını, karakterlerini ve tercihlerini neye dayandırdıklarını, değer yargılarının ve yanılgıların neler olduğunu, Rabbani mücadelede tavizsiz olmanın Tevhidi ilke olduğunu, gerçek üstünlüğün izzetli ve şerefli olmada olduğunu örneklerle ortaya koyarak, böylece inananlarla küfredenlerin insanlık anatomilerini açık ve net bir biçimde gözler önüne sermektedir.

Ve biz, küfredenlerin özelliklerini bu anatomiden ortaya çıkarırız. Bu bize büyük bir avantaj sağlar. Çünkü, özelliğini bildiğimiz şeye karşı ne yapacağımızı, onu nasıl kullanacağımızı veya kendimizi ona karşı nasıl koruyacağımızı ve ondan nasıl yararlanacağımızı da biliriz. Keza iman ile küfrün mücadelesinde kazanmanın yolu, zafere ulaşmanın şartları ve nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini Kur'an bize canlı örneklerle (kıssalarla) anlatmaktadır.



c) Örnekler

Allah kendisini ve mesajını kavrayalım diye yaşanılmış ve yaşamakta olduğumuz hayattan bize örnelder sunmaktadır. Verdiği örneklerle, gücünü ve büyüklüğünü de anlayalım diye yarattığı şeylerin nasıl bir gücün eseri olduğunu düşünmemizi ve o güce teslim olmamız gerektiğini; bunun dışında bir yol olmadığını, yoluna girenleri ödüllendireceğini, aksilik edenleri cezalandıracak güçte olduğunu bilmemizi; o'ndan kurtuluşun mümkün olmadığını anlamamızı istemektedir.



Evet bu bir anlatım tekniğidir. Herkes anlatmak istediği şeyi kendisine uygun gördüğü bir yöntemle anlatır. Çünkü anlatılmak istenen şeyin anlaşılması bakımından bu gereklidir. Bizler de başkasına anlatmak istediğimiz şeyin daha iyi anlaşılması bakım dan çeşitli örnekler vererek anlatmaz mıyız? İşte Allah da anlamamız ve bilmemiz gereken bazı şeyleri örnekleme yöntemi ile anlatmıştır. Gerek 'kıssa'lar, gerek bilime konu olan bazı ayetler anlatılmak istenilen, şey için araç olarak kullanmıştır.

İnsanın yaratılış evreleri, ölümünden sonra bitkilerin yeniden canlandırılması, Güneş ve Ayın konumu ve hareketleri, kısaca canlı ve cansız ne varsa bütün bu evren hakkında verilen bilgiler bize Allah'ın nasıl bir yaratıcı olduğunu anlamamızda örnek olarak verilmiştir. Bir çok 'kıssa' ve 'olay' da bu anlamda dikkatlerimize sunulmuştur. Örneğin, Fil suresi de bunlardan biridir: "Rabbinin, fil sahiplerine ne yaptığını bilmiyormusun Üzerlerine taşlaşmış çamur atan kuş sürüleri göndererek onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı?


Sonunda onları yenilmiş ekin'gibi yaptı."

Bu surede verilmek istenen mesajın önemli bir boyutu da Allah'ın gücünün karşı konulmaz oluşunu ortaya koymaktır. Ve bu sure bir örnek olarak Peygamberin ve Mü'min'lerin dikkatine sunulmaktadır. Allah'ın destek ve yardımının her türlü gücü yok edecek büyüklükte olduğunun bilinmesi istenmektedir.

Burada mesajın asıl amacının bu olduğunu kavramayan kimi Müslümanlar, işin esasını yani bu örnekle anlatılmak istenen 'amacı' kavramak yerine, verilen 'örneğin' kendisi üzerinde gereğinden fazla durarak onu uzun uzun hikaye etmişlerdir. Ebrehe'nin Kabe'yi yıkmak için fillerden nasıl bîr ordu kurduğundan tutun da, ordunun başında bulunan filin büyüklüğünden ve Ebrehe'nin nasıl herkesi yenip esir aldığından, Kureyş'in başı ve lideri olanın develerim geri almak için Ebrehe ile görüşmeye gittiğinden, Ebrehe'nin Kabe'yi yıkacağını söylemesine karşın onun: "yeter ki develerimi ver. Ben develerin sahibiyim, evin sahibi değil Evin sahibi var, onu korur"

dediğini ve bunun üzerine develerini geri aldığını; Kabeyi yıkmak isteyen Ebrehe'nin Mekke'ye giremediğinden ve Allah'ın onu nasıl perişan ettiğine varıncaya dek uzun uzun hikayeler anlatılmaktadır.

Oysa ki bu olay? Allah'ın gücüne karşı konulamayacağına ve Allah'ın yardımını hak edene yardımcı olacağına, destek vereceğine dair verilmiş/ anlatılmış bir örnektir, örneğin bu boyutunu idrak edemeyenler ise, bunun üzerinde uzun uzun hikayeler uydurarak asıl verilmek istenen mesajın anlaşılmasına engel olmuşlardır.

Kur'anın gönderilmesindeki asıl amaç, insanların bu dünyadaki yaşamlarını ve inançlarını kendisine göre düzenlesinler diyedir. Her şeye kanun koyan, düzen veren yüce Rabbimiz, yarattığı biz kullarını başıboş bırakmamış, gönderdiği elçiler ve kitaplarla dogru yolu göstermiştir.



''Göklerin ve yerin hükümranlığı kendisinin olan, çocuk edinmeyen, hükümranlıkta ortağı bulunmayan, herşeyi yaratıp bir ölçüye göre düzenleyen ve dünyaları uyarmak üzere kulu Muhammed'e hakkı batıldan ayırt eden Kur'an'ı indiren Allah yücelerin yücesidir" (Furkan 1,2).

 

Yarattığı herşeyi bir ölçüye göre düzenleyen Allah kullarının hayatlarını düzenlemelerinde ölçü olsun diye de Kur'an'ı indirmiştir.



Tıpkı Güneş'e, Aya, suya, ateşe konan yasa gibi, Kuran da insanlığın yasasıdır. Kim bu yasaya uymazsa, insanlığını yitirir. Bu yasa insanlığın kaderidir/özelliğidir. Ve insanlık bu özelliği ile insanlıktır. Bu özelliğe uygun davranmayan insan, şerefli bir varlık olmaktan çıkar. Nasıl ki Güneşe konan yasa, onun belli bir yörüngede dönmesi, ısıtması ve aydınlatması ise, nasıl ki suya konan yasa onun belli bir derecede donması veya kaynaması ise ve her eşya kendisine konulan yasalarla varolabiliyor ve o yasaların tutsağı ise, bu yasalar olmasa her şey çözülecek ve bir hiç olacaksa, insan da insanlığın yasası olan Kitab'a uymakla, gerçek insanlığa girer, uymamakla da insanlıktan çıkar.

Yarattığı insanı en iyi tanıyan, onun için gerekli olanları en iyi bilen Allah, onun için en uygun olan yasayı da koymuştur. İnsanı ve ihtiyaçlarını Allah'tan daha iyi bilen olabilir mi ki, insan için daha iyi yasa koyabilsin? Bu bakımdan elbette kî en iyi yasa (düzen), Allah'ın koyduğu yasadır. Ancak, Allah, koyduğu yasaya uyup uymama konusunda insana seçme özgürlüğü vermiştir. Zaten ceza ve ödül de bu özgürlüğün bedelidir. Cennet ve Cehennem bunun için vardır. Kendisine yakma özelliği verilen ateş, ben yakmam diyebilir mi? Onun yakmama gibi bir hakkı var mı? Yakıcı olmasından dolayı bir sorumluluğu olabilir mi?

Elbette ki hayır Çünkü onun görevi yakmaktır. Ya insan? Evet insan yaptıklarından sorumludur. Kuranın içerdiği mesaj özü itibariyle Allah'ın insanlık yasasıdır (Sünnetullah). însan bu yasaya uymazsa Cehennemle cezalandırılacak, uyarsa Cennetle ödüllendirilecektir.


Kur an'ın Anlaşılmasına Dair Bazı Öneriler

a- Kur'an'ı çokça, gereğince ve hayatımızı kendisine göre düzenleme amacı ile okumak, anlaşılmasını kolaylaştırmada belirleyici bir öneme sahiptir.

b- Kur'an konuşma dili ölçüleri içinde okunmalıdır. Zira bilindiği gibi konuşma dili ile yazı dili arasında farklar vardır. Bu fark dikkate alınmazsa, özellikle bazı ayetlerin gereğince anlaşılabilmesi oldukça güçleşmektedir. Dikkat edilirse yazılı bir eser, sahneye konacağı zaman önce konuşma diline dönüştürülmektedir,

c- Anlaşılmak üzere gönderilen Kur'an'ın yüzünden okunuşunu ibadet haline getiren zihniyet sadece yüzünden okumayı yeterli görerek, insanların O'nu anlamaya çalışmasına engel olmuştur. Ne dediği anlaşılmadan okunan bir kitabın, okuyana hiçbir yarar sağlamadığını bilmemize rağmen okumak için, okumayı ibadet olarak görmemiz Kur'an'dan ne kadar uzak olduğumuzun göstergesidir.

Sadece yüzünden okunmakla yetinmeyip, o'nu gereğince ve anlayarak okumakla, Allah'ın oku !. emrine uymuş oluruz. Bugün Kuranın yüzünden okunması için gösterilen çabanın çok azı, anlaşılarak okunması için gösterilseydi, Müslümanların kendi Kitaplarını anlamada bir sorunları olmayacaktı.

 

Evet ancak, Kuran'ı anlayarak okumak ve okutmak ibadedtir. Bu konuda özellikle meal/tercüme yapanlara büyük sorumluluk düşmektedir. Sadece meal yapmakla yetinmemeli, aynı zamanda meallerin okuyanlar tarafından gereğince anlaşılması ve ilahi hikmetin kavranması için, anlama yöntemlerini de detaylıca ortaya koymalıdırlar. Çünkü , meallerle dinlerini öğrenmek isteyen kimseler yüzyıllardır oluşturulagelen engellere takıldığından, okuduğunu gereğince anlamada güçlük çekmektedirler.



Okuduğunu gereğince anlamayan bir kimse, Kur'anla sağlıklı bir iletişim kuramamaktadır. Bu büyük bir sorundur. Bu sorun aşılmalı ve nasıl ki yüzünden (Arapça) okuma tekniği ile ilgili her türlü yöntem en ayrıntılı biçimde belirlenmişse ve bu konuda kitaplar dolusu bilgiler verilmişse, Türkçe meallerin de gereğince anlaşılmasına dair yöntemler ortaya konmalı ve okuyanın, okuduğu mealden, Vahyin kendisinden ne istediğini anlaması için yardımcı olunmalıdır.

İnsanları, Kur'an mealini okumaya çağırmak ve  Okuduğu mealle, anlatılmak isteneni kavraması konusunda, anlatılmak istenenle iletişim kurmada yeterli birikime sahip olmayanlar ne yazık ki okuduklarını anlamada büyük bir güçlük çekmektedirler.

 

Burada konuyla ilgili olduğu için bir anımı anlatmak istiyorum:

Geleneksel kültüre göre inancını şekillendirmis, muhafazakar, cumadan cumaya namaz kılmakla yetinen, oruç tutan bir iş arkadaşım, bir gün elinde "Yasin Suresinin Fazileti" isimli bir kitapçıkla yanıma gelip, kitapçığı bana gösterek bir sorusu olduğunu ve cevap vermemi istedi.

Yasin Suresinin Tercümesini/mealini okuduğunu ve ilk kez Kur'an'dan mealen birşey okuduğunu, okuduğu şeyi yazanın (meal'i yapanın) saçmaladığını, böyle bir saçmalığın Kur'an olamayacağını belirterek: "alçak ve şerefsiz adam, nasıl böyle bir şey diyebilir (yazabilir)? Bu saçma şeyleri nasıl yazabilir" diye hakarette bulundu.

Arkadaşım, buna benzer birçok şey söyleyip, meali yapana oldukça ağır hakarette bulunduktan sonra, yaptığı davranışının doğru olduğundan emin bir yüz ifadesi ile benden düşüncemi sordu. Kendince, Kur'an'ın yüceliğini korumak amacıyla böyle davranmıştı. Evet, Kur an'ı savunma adına, kitapçığın sahibine olmadık hakaretler yapmıştı.

Çünkü inandığı kitabı korumak, inancının bir gereğiydi. Ve o da inancının gereğini yapıyordu. Bundan daha acınacak bir durum olamazdı. Arkadaşım hayatında ilk kez Yasin Suresinin Türk çesini(mealini) okumuş ve okuduğu şeyi saçma bulmuştu. Onun saçma bulduğu şey surenin orjinali değil, mealiyidi. Çünkü, Kur'an'a inanan/iman eden biriydi.

Onun kafasındaki Kur'an anlayışına, okudukları uymamıştı. Kendisince saçma bulduğu açıklamaları Kur'an'a yakıştiramamış, bilakis büyük bir hakaret olarak görmüştü. Ona göre bu saçma şeyler (!) Kur'an olamazdı. Kur'an tahrif edilmişti. Bu saçmalıklar meali veren hain ve alçak adamın uydurmasıydı. "Mukaddes ve yüce bir Kitap olan ve dünyada ne varsa hepsinin bilgisini içinde barındıran, her şeyi açıklayan, bilim ve teknolojinin kaynağı olan, her bir sözünün binlerce anlamı bulunan Allah'ın sözü" bir kitapta, böyle basit şeyler olamazdı.

O, mucizevi bir kitaptı. Ve hiç kimsenin gerçek anlamıyla O'nu açıklamaya gücü yetemezdi. Evet, arkadaşımın kafasındaki Kur'an anlayışı buydu.  Arkadaşım Kur'anı koruma adına Kur'an'a olmadık hakaretler yapmıştı. Çünkü, okuduğu ve hakaret etmekte olduğu şey gerçekten de Yasin suresinin mealiydi.

Ve diğer meallerden hiç bir farkı da yoktu. Ancak arkadaşımın okuduğunu anlamasına, gerçeği görmesine; yıllarca Kur'an adına büyüklerinden, hacı ve hocalardan duydukları ve kulaktan dolma bilgiler engel olmuştu. Arkadaşım bir örnekti, içinde bulunduğumuz toplumun büyük bîr çoğunluğunun Kur'an'la ilişkisinin ne olduğunu yansıtan bir örnek.

Yüzyıllar boyunca Kuranla aramızda oluşturulan yapay engeller yüzünden, düşüncesinde böylesi kirlenme oluşmuş olanlardan meal okumalarını istemek bir anlam ifade eder mi? Bu yapay engeller yıkılmadan, meal okumanın fazla bir yararı olabilir mi? Olsa bile gereğince/yeterince olabilir mi?



Evet, bu engeller tek tek ortaya konmalı ve yıkılmalıdır ki Kur'ani okuyan, okuduğunu gereğince anlayabilsin. Anlasın ki, farkında olmadan, Allah'la birlikte başka ilahlar edinmesin, Allah'ın Kitabına, Kitabı koruma adına hakaret etmesin.

Arkadaşıma, önce Kur'an'm ne olduğunu ve niçin gönderildiğim açıklamaya çalıştıktan sonra beraberce Yasin Suresinin mealini yeniden ve anlamaya çalışarak okuduk. Sure bittiğinde arkadaşım hayretini gizleyememişti.

Biraz önce söylediklerinin tam tersine, okuduğumuz meal oldukça hoşuna gitmiş ve beğenmişti. Yaptığı hatadan dolayı, Allah in kendisini affedip etmeyeceğini, affetmesi için ne yapması gerektiğini sordu.

Tevbe etmesini söyledim. Nasıl böyle bir aptallık yaptığına hayıflanarak yanımdan ayrılırken: "Bana şimdiye kadar Kur'an adına bunca yalan yanlış şeyleri öğretenlerin Allah belasını versin ' diye bedduada bulundu.  Bu duruma düşmemek veya bu durumda olanımız varsa ondan kurtulmak için Kur'anı anlamada Onunla aramızda oluşan engelleri kaldırmak zorundayız.



d- Kur'an, doğal olarak gönderildiği toplumun dilini kullanmıştır. Yani Arapça'dır. Bazılarının dediği gibi Rabb'ça filan değil. Zaten kendisi de Arapça bir kitap olduğunu söylemektedir. Onun için bu konuda söylenecek herşeyi gereksiz buluyorum.

Ancak dil ile ilgili dikkate almamız gereken husus şudur: Kur'an'ın kullandığı dil o günün toplumunun konuştuğu ve kullandığı dildi. Bu bakımdan bazı kelimelerin zaman içinde değişikliğe uğramış alabileceğim göz önünde bulundurarak, ilk kullanıldığı zamanki anlamı taşıyıp taşımadığını dikkate almak, doğru anlamada gerekli bir bilgidir.



Örneğin, riba o günkü toplumda neyin karşılığı olarak kullanılıyordu? Şimdi de aynı anlamı koruyor mu? ilah, o günkü toplumda neye deniyordu, bugün de aynı anlamı ifade ediyor mu? Şayet, zamanla bir anlaın değişikliği olmuşsa ilk kullanıldığı anlamı öğrenmemiz, anlatılmak istenen şeyi doğru anlamamızı sağlayacaktır.

e- Kur'an'da öncelikle bizi muhatap âlân ayetlerle ilgilenmeliyiz. Muhatap alındığımız ayetleri muhakkak anlarız. Bir ayet bize hitap etmiyorsa, onun hitap ettiği birileri veya birşeyler yok demek değildir.

Bizim için önemli olan bize hitap edip etmediğidir. Şayet, bize hitap etmiyorsa, yani bizden bir şey istemiyorsa onu anlamak zorunda değiliz. Ve eğer bizden birşey istiyorsa o zaman ne demek istediğini, bizden neyi istediğini muhakkak anlarız.



Örneğin "yalan söylemeyin, haram yemeyin, hırsızlık yapmayın, namaz kılın, dürüst olun, iyilik yapın, cömert olun, sözünüzde durun, Allah'a eş koşmayın, kafirleri dost edinmeyin gibi ayetlerin muhatabı biziz ve biz, bizden isteneni anlamak/ kavramak konusunda Kur'an'ın mesajını rahatlıkla anlarız.
Yüklə 267,8 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin