Kur'an'ı Tanıma metodu ve fatiha sure'SİNİn tefsiRİ



Yüklə 0,71 Mb.
səhifə13/30
tarix08.01.2019
ölçüsü0,71 Mb.
#93384
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   30

"Rabb-ul âlemİn"


"Rabb" kelimesi hakkında da şunu hatırlatmak zorundayız: "Rabb" kelimesinin tam karşılığı farsçada mevcut değildir. Bazen bu kelimeyi terbiye eden, eğiten diye mana ederler. Ancak şuna dikkat etmek gerekir ki, "Rabb" kelimesi "Rabebe" maddesinden türemiştir, "Rabeye" maddesinden değil. "Terbiye eden" mürabbi kelimesinin karşılığıdır ve mürabbi kelimesi de "Rabeye" maddesinden türemiştir. Bazen de onu "yetki sahibi" diye tercüme ederler. Resulullah (s.a.a)'in büyük babası Abdulmuttalib de bu kelimeyi bu manada kullanmıştır:

"Ben develerin sahibiyim ve evin (Kâbe) de bir sahibi var elbet."

Kısacası bu kelimelerin hiçbiri tekbaşına "Rabb" kelimesinin manasını vermemektedir. Bu iki sıfatın herbiri ayrı ayrı Allah'ın sıfatlarındandır; ancak, "Rabb" kavramında hem yetki sahipliği manası vardır, hem de eğiten manası. Allah hem tüm âlemin yetki sahibidir ve hem de bütün âleme kemal verendir.

Her şeyi bilen Allah Teala daha başka alemler de yaratmıştır ki, o âlemlerin varlıkları bir takım özel nedenlerden dolayı, sahip olabilecekleri her kemal ve olgunluğa, ta var oldukları andan sahiptirler.

Başka bir deyişle, o varlıkların bütün istidat ve yetenekleri fiiliyete geçmiştir. Yani, yaratıldıkları andan itibaren mümkün mertebe kemal seviyesinde yaratılmışlardır. Başka bir deyişle, başlangıç ve sonları aynıdır. Onlar, yaratılış yönleriyle Allah'ın yetki, terbiyet ve eğitimi altındadırlar. Allah da onların yaratıcısı ve varedicisi olduğundan ötürü onların Rabbidir.

Ama, bizim yaşadığımız bu alem, yani dünya alemi veya madde alemi ise tedric alemidir. Yani, bu dünyaya hüküm süren kural ve düzen, varlıkların eksikten kemale doğru ilerlemelerinden ibarettir.

Bu alamdeki yaratıkların başlangıç ve sonları aynı değil. Tam aksine farklı ve değişiktir. Onlar, bir açıdan Allah'ın mahluku ve başka bir açıdan da onun yetki ve eğitimi altındadırlar.

Tabiat âleminin kendisi bir mecmua olarak diğer âlemlerden farklı bir alemdir. Çünkü muhtelif kısım ve bölümlere sahiptir ve bu bölümlerin herbiri de özel bir düzen ve nizam ile hayatlarını sürdürüyorlar. Hakikatte her bölümün de kendine ait bir dünyası var. Cansızlar alemi, bitkiler âlemi, hayvanlar âlemi, insanlar âlemi ve gökler âleminin hepsi eksiklikten kemala doğru hareket etmektedirler. Bunların hiçbiri yaratıldıkları zaman kamil olarak yaratılmamışlardır. Bu alemlerin tümündeki varlıkları kemalin son merhalesine iletecek olan da Allah'tır. O Rabb-ul alemindir.

Kur'an'ı Kerim'den bu dünyanın eğitim dünyası olduğu anlaşılıyor. İyiler ve kötüler diye çeşitli gruplara ayrılan insanların hepsi eğitim ve terbiye halindedirler. Daha ilginç olanı, bu dünyanın çiftçilik için elverişli bir tarlaya benzemesidir ki, bu tarlada her çeşit tohum ekilip yetişiyor, gelişiyor. Bu dünyada iyilerin tekamül ettiği gibi, kötüler ise (kötü tohum eken kimseler) de bu dünya düzenindeki kendi aşamalarını katederler. İsrâ suresinde şöyle buyrulmuştur: "Kim, şu hemencecik, pek tez geçen dünyayı dilerse biz de dilediğimize, dilediğimiz şeyi hemencecik veririz orda, sonra biz, cehennemi de onun için halkettik, oraya kınanmış, kovulmuş bir halde girer. Ve kim, inanarak ahireti diler ve bu hususta adamakıllı çalışıp çabalarsa bu çeşit kimseler, çalışmalarının mükafatını mutlaka görürler. Onlara da, bunlara da, hepsine, rabbinin lutuf ve ihsanından yardımda bulunuruz, bağışlar dururuz ve rabbinin ihsanı, kimseden menedilemez."74[74]

Kısaca ayetlerin içeriği şöyledir: Her kim dünyayı isterse ve dünya için tohum ekerse biz de kendi istediğimiz kadar dilediğimize yardım eder ve tohumunun ürün vermesini sağlarız. Yani, bu hususta herkesin istediği peşin ürünü illa da vereceğiz diye kesin ve değişmez bir kural yoktur.

Dünya isteyenlerin tohumunun ürün vermesi yüzde yüz kesin değildir. Bu ise dünyanın bu tohumlar için elverişsiz ve verimsiz olmasından kaynaklanmıyor. Bunun nedeni dünyanın afet, engel ve belalarla dolu olmasıdır.

Ayetin devamında ise şöyle buyruluyor: Bütün amaç ve gayesi dünya olan ve insana lâyık olan yoldan sapan bu kişilerin sonu kesinlikle cehennem olacaktır.

Ama hedefi dünya olmayıp ahiret tohumu eken ve bu yolda da çalışıp çaba harcayan birinin ameli asla zayi olmayacak ve ürün verecektir. "Onlara da, bunlara da, hepsine, rabbinin lutuf ve ihsanından yardımda bulunuruz, bağışlar dururuz ve rabbinin ihsanı, kimseden menedilemez." 75[75]

Kısacası bu dünya öyle bir yapıya sahiptir ki herkesin ektiği tohumu yeşertir ve geliştirir. Ancak bazı tohumlar yüzde yüz yeşerip ürün verir, işte onlar sırat-ı müstakim doğrultusunda ekilen tohumlardır. Bazı tohumların yeşerme imkanı olsa bile, hepsinin ürün vermesi beklenemez. İşte bu yüzden planlı bir şekilde kötü işleri yapıp bir sonuca varanlar "yaptığımız iş kötü olsaydı sonuç elde edemezdik." diyerek işlerinin kötülüğünü gizleyemez, tevil edemezler. Hayır! Herhangi bir teorinin pratikte gerçekleşmesi ve bir netice vermesi, onun hak olduğunu göstermez. Çünkü bu dünyanın düzeni budur. Ekilen her tohum yeşerir ve bazen de beklenen sonucu verir.


"er- Rahman-İr Rahİm"


Bu iki kelime hakkında önceden de yeterince bahsetmiştik; şimdi ise şunu eklemek istiyoruz ki, Allah'ı bu iki sıfatla vasıflandırmak çok kamil bir marifet ister. Çünkü Rahman, yani çok merhametli. Sadece "çok" kelimesinden anladığımız çokluk miktarı değil, bütün varlık Allah'tandır ve Ondan gelen herşey de rahmettir. Rahim, yani daima insanlara ihsanda bulunan.

Bu iki sıfatın birincisi dünya düzeni hakkındadır, ikincisi ise insanların özel dünyasına aittir. Allah'ı birinci sıfatla (Rahman) vasıflandırmak için, insanın öyle derin bir irfan merhalesine sahip olması gerekir ki dünyanın her zerresinin rahmetle dolu olduğunu görebilsin, dünyadaki olayları hayır ve şer diye ikiye ayırmaktan kaçınsın ve bütün evren Allah'tan kaynaklandığı için onun her şeyinin rahmet olduğunu bilsin. Bu konu adl-i ilahi'de ele alınmış olan bir mevzudur.

Bir kul daima, Allah'tan kaynaklanan her şeyin rahmet olduğunu anmalıdır. Masum Ehl-i Beyt imamlarından rivayet edilen dualarda da bu noktaya dikkat etmek tavsiye edilmiştir. (Namaza başlarken beş defa tekbir getirmek sünnettir) Beşinci tekbirden sonra okunması sünnet olan bir duada Namaz kılan bir kul, kendilerine Allah'ın seslendiği evliyadan biri olduğunu düşünüp şöyle der: "Geldim, geldim. Senin rızana geldim, her şeyimle koşarak geldim. Hayır sadece senin elindedir ve senden şer gelmez."

Allah'ı "Rahman" sıfatıyla tanımak, ilahi hikmetin kamil örneği olan dünyayı tanımak anlamındadır. Allah'ı bu sıfatla andığında ise; evrenin hayır, rahmet ve nur ile dolu olan bir düzen olduğu görüşünde olmalıdır. Şer, bela ve fenalıklar ise hakiki olmayan nisbî şeylerdir. Belli ki her kes böyle bir dünya görüşüne sahip olduğunu iddia edemez. Yine, kendini zorlayarak da böyle bir görüş elde edemez. Kur'an'ın, Allah'ı bu sıfatla anmamızı isteyerek, Allah'ı ve dünyayı bu şekilde. Ve böyle bir görüşe sahip olmamız, akıl ve burhan yoluyla önemli bazı konuları idrak etmemize bağlıdır. Bütün bunları, dolaylı olarak felsefî konular hakkında düşünmeye davet etmek sayılır ve bu gibi marifetlerin mümkün olabileceğini teyid etmektedir.

"Rahim" sıfatı hakkında da şunu demeliyiz ki, Allah'ı bu sıfatla tanımak, insanın, dünyadaki varlıklar arasındaki kendi yer ve makamını kamil bir şekilde tanımasına bağlıdır.

İnsanın varlıklar arasındaki özelliği, onun, bu dünyanın olgun ve kamil evladı olmasıdır. İnsan, baba ve annesinin nezareti altında olan buluğ çağına ermemiş bir evlat değildir. Çünkü, akıl ve düşünce açısından kendi yolunu seçebilecek bir olgunluk ve kemale sahiptir. Diğer varlıklar ise dünyadaki etkenlerin zorunlu yönlendirmesine tabidirler. Aklî olgunluğundan dolayı özgürlük ve ihtiyara sahip olan ve iki yoldan birini seçemekte serbest olan tek varlık insandır.

"İster şükretsin, ister nankör olsun, gerçekten de biz ona doğru yolu gösterdik."76[76]

Hem doğru, hem yanlış her iki yol insanın önüne konmuş, eğer insan doğru yolu seçip sırat-ı müstakim yolunda haraket ederse Allah'ın özel inayet ve rahmetini kazanmış olur. Öyle bir mertebeye ulaşır ki, dünyanın sadece Allah'ın yolunda yürümek için yaratıldığını ve Allah'ın da kendisine yardım ettiğini ve onu hidayete kavuşturduğunu (uğrumuzda Cihad edenleri kendi yolumuza hidayet ederiz. Allah iyilik edenlerle birliktedir),77[77] kalbinin nur ile dolduğunu ve güçlendiğini farkeder. Yolu için gerekli sebep ve vesileleri Allah'ın hazırladığını ve kendine onun rızık verdiğini* idrak etmiş olur. Ve nitekim öyle bir makama ulaşır ki, kendi Allah'ıyla muamelede bulunur. Çünkü ne kadar ihlasla amel etse Allah'ın lütfunun daha da çoğaldığını görür. İşte böyle bir durumda olan bir kul, rıza ve teslim makamına varmış olur.



Yüklə 0,71 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   30




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin