fatİha SURESİNİN TEFSİRİ Sunuş
Bismillahirrahmanirrahim
"Kur'an'ı Tanımaya Doğru" mecmuası, Üstat Şehit Murtaza Mutahhari'nin Tahran'daki haftalık toplantılarında yapmış olduğu konuşmalar serisidir.
Üstat Mutahhari, Tahran'da bulunduğu yirmi beş yıl boyunca halkın çeşitli tabakalarıyla haftalık veya aylık olarak çok faydalı ve değerli toplantılar düzenliyordu. Bu haftalık toplantılardan biri "Kur'an tefsiri" üzerineydi ve bu toplantıya genelde halk kitlesi katılıyordu.
Şüphesiz, eğer Şehit Mutahhari ilmî bir toplantıda Kur'an'ı tefsir etseydi İslamî ilimler hakkındaki derinliği, kendine mahsus dikkat ve titizliği ve de Kur'an'a olan onca aşk ve isteğinden dolayı bu tefsir bambaşka bir boyut kazanmış olurdu. Ancak toplantıya katılanlar gözönünde bulundurulursa üstadın amacının sadece dinleyicilerini Kur'an'la tanıştırmak olduğunu anlayacağız.
Bu haftalık toplantıların ne zaman ve Kur'an'ın neresinden başladığı hakkında kesin bir bilgiye sahip değiliz. Ancak bazı konulara dayanarak bu tefsirin Meryem suresinden başladığını ve Kur'an'ın sonuna kadar devam ettiğini ve ikinci defa ise Kur'an'ın başından başlayıp Bakara suresinin 23. ayetine kadar sürdüğünü anlayabildik. Elinizde bulunan bu kitap, mevcut kasetlerden aktarılmış ve Kur'an'ın yirmi dokuz ve otuzuncu cüzlerinin (bazı sureler de eksiktir), Fatiha ve Bakara suresinin bir bölümünün tefsirinden ibarettir. Fatiha ve Bakara suresinin bir bölümünün tefsiri zaman açısından -belki de bir kaç yıl- yirmidokuzuncu ve otuzuncu cüzlerin tefsirinden yapıldığı ve bu surelerde daha yeni görüşler ortaya koyulduğu için bunları öne geçirdik. Diğer cüzler ise bu serinin sonraki bölümlerinde yer alacaktır.
Sapık ve şartlanmış mektepler maddi temellere dayanarak kendi görüş ve istekleri doğrultusunda Kur'an'ı tevil ve tefsir etmeye başladıkları bir dönemde Üstat Mutahhari bu tefsiri başlatmıştır. Üstat Mutahhari'nin, bu sapık akımı tespit edip bunun üzerinde duran, bunun çok tehlikeli olduğunu duyuran, yazılarında ve konuşmalarında fırsat buldukça bu yanlış düşünceler üzerinde duyarlılık gösteren ilk şahıs olduğu söylenebilir. Bu tefsir derslerinde de onların tahrif ve yanlış değerlendirmelerini yer yer alıp gereken cevabı vermiş, ciddiyetle Kur'an'ın hakikatlerini savunmuş ve sonunda da bu yol uğrunda canını feda etmiştir.
Üstadın ömrünün son yıllarında kasetten kağıt üzerine aktarılan bu tefsirinden herkesin yararlanabilmesi için defalarca kitap haline getirilerek basılmasının istenmesi üzerine Şehit Mutahhari nihayet böyle bir fırsatı bekleyen arkadaşlarından birini bu işle görevlendirdi ve bu derslerin fazlalıklarının atılıp, gerekli yerlerinin izah edildikten sonra basılmasını istedi.
Bunun üzerine Fatiha ve Bakara suresinin tefsir edilen kısmı istenilen şekilde düzenlenip Şehit Mutahhari'ye sunuldu ve o da gereken izahatı buna ekledi. Ancak Ayetullah Mutahharinin şehadete ermesi üzerine diğer kısımlar ve 29. ve 30. cüzün tefsiri öylece kaldı. Bu emaneti koruyarak ve -genelde konuşmada mevcut olan- bazı fazlalıklar ve tekrar sözler atılarak onlar da düzenlendi baskıya hazır bir hale geldi.
Her biri kendi konusunda eşsiz olan Şehid Mutahhari'nin bu değerli eserinin de diğer eserleri gibi faydalı olmasını ümid ediyoruz.
Şehid Mutahhari'nin Eserlerini Yayınlama Kurulu 15/1/1359 (Hicri Şemsi)
FATİHA SURESİ
Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla
"Hamd, alemlerin rabbi Allah'a: Rahman'dır, Rahim'dir, din gününün sahibidir. Ancak sana ibadet ederiz ve ancak Senden yardım dileriz. Bize doğru yolu göster, nimet verdiklerinin yoluna, gazaba uğrayanların ve sapıkların-kine değil
Kur'an, yazıldığı günden beri, Beraat (Tevbe) suresi hariç her surenin başlangıcına "Bismillahir-rahmanir-ahim" yazılmıştır, yani her sure "Bismillah"la başlamıştır. Ama çok eski zamanlardan beri bu ayetin (Bismillahirrahmanirrahim) surelerin cüzü olup olmadığı hakkında Şia ile Sünni mezhepleri arasında ihtilaf olmuştur. Ehl-i Sünnet, onun hiç bir surenin cüzü olmadığına inanmakta ve her surenin "Bismillah"la başlamasını her işin "Bismillah"la başlaması türünden olup "Bismillah"ın surelerin cüzü olmadığı görüşündeler. Ancak bazen amelde surelere bismillah'sız başlıyorlar. Namazda Fatiha suresinden sonra okumak istedikleri herhangi bir sureyi bismillahsız okuyorlar.
Şia, Ehl-i Beyt İmamlarına (a.s) uyarak şiddetle bu meseleye karşı koymuşlar. Ehl-i Beyt İmamları bu hususta şöyle buyurmuşlar: "Kur'an'ın ayetlerinin en büyüğünü Kur'an'dan atanları Allah öldürsün." Eğer Bismillah'ı surelerin başından atarsak, artık bu ayet Neml suresi hariç Kur'an'da mevcut olmayacaktır. Neml suresindeki Bismillah'ı da Kur'an, Saba kraliçesinin dilinden nakletmiştir. Saba kraliçesi, Hz. Süleyman'ın (a.s) mektubunu okurken şöyle dedi: Bu mektup Süleyman'dandır ve "Bismillahirrahmanirrahim"le başlıyor.
Şia kesinlikle onu Kur'an'ın cüzü olarak biliyor, Kur'an'dan ayrı bir şey olmadığını savunuyor. Aynı şekilde onun, her işe Bismillah'la başlamak türünden olmadığına da inanmaktalar.70[70]
İŞLERE ALLAH'IN ADIYLA BAŞLAMAK
Dikat ettiğiniz gibi bu ayet car ve mecrur'dan ibaret olup tam bir cümle değildir. Car ve mecrurun kendisine ait olduğu kelime de atılmıştır. Atılan bu kelimenin ne olduğu hakkında müfessirler muhtelif görüşler belirtmişler. Bu görüşlerden bazıları şunlardan ibarettir:
- Yardım diliyorum
- Başlıyorum
- İşaretliyorum, alamet bırakıyorum. Bu üçüncü ihtimal daha doğrudur.
İsim takmalarda amaç ve gayeler farklıdır. Bazen biri bir kuruluşa herhangi bir şahsın adını takar; bundan amacı bu isim sayesinde maddi hedefine ulaşmaktır. Veya malum olduğu gibi dünyaya gelen bir çocuğa eskiden sevdikleri birinin adını takarlar ve bununla da bu çocuğun adıyla o şahsı yeniden yaşatmayı ve bu çocuk var oldukça o şahsın da hatırasının yaşamasını amaçlarlar.
İnsanlara bütün işlerine Allah'ın adıyla başlamaları emredilmiştir; ama bunun sebebi nedir? Bundan gaye, insanın bütün işlerinin Allah'ın adıyla kutsallık, ibadet boyutu ve bereket kazanmasıdır.
Fıtrî açıdan Allah'ı tanıyan, Allah'ı mukaddes bir varlık bilen ve O'nu bütün hayırların kaynağı olarak tanıyan bir insan, işlerine Allah'ın adıyla başlamakla onun kutsallığı ve kerameti sayesinde bu işin de mukaddes olmasını amaçlıyor.
Birinin adıyla işe başlamak onu mukaddes bilmekten, bütün eksikliklerden münezzeh olduğuna inanmaktan ve bütün kemalların kaynağı olduğunu bilmekten kaynaklanıyor ve insan kendi işini ona isnat ederek bereketli olmasını amaçlıyor. Dolayısıyla işlere Allah'tan başkasının, hatta peygamberin bile adıyla başlamak doğru değildir. A'lâ suresinin evvelindeki emredilen "Allah'ın adını tesbih etmek" de bu anlamdadır.
Allah için tesbih etmek veya Allah'ı tesbih etmek gibi tabirler defalarca Kur'an'da işlenen tabirlerdir. ama "Allah'ın adını tesbih et" tabiri sadece A'lâ suresinin evvelinde kullanılmıştır. Allah, A'lâ suresinde şöyle buyuruyor: "Yüce Allah'ın adını tesbih et."
Bizce bu husustaki en güzel görüş, Allame Tabatabai'nin "el-Mizan" tefsirinde belirtmiş olduğu görüştür. Allame şöyle diyor: Allah'ı tesbih etmek, Allah'tan başkasını takdis etmemek ve Allah'ın adını anmak gerektiğinde başka birini anmamak demektir. Yani, Allah'ın adıyla birlikte başkasını anmak veya Allah'ı anmak yerine başkasını anmak, her ikisi de şirktir.
Son zamanlarda şirke karşı savaş açtıklarını savunan bir grup arasında, kendisi de şirk olan bir amel yaygınlaşmıştır. İşlerine Allah'ın adıyla başlayacakları yerde "Halkın adıyla" diyerek başlıyorlar. Kur'an Allah'ın adının daima tesbih edilmesini ve insanın işlerine O'nun adıyla başlamasını emretmiştir, başka birinin adıyla başlamasını değil. O halde Peygamberin adını da Allah'ın adının yanına ekleyerek işe başlamak şirk olursa, Allah'ın adı yerine halkın adıyla işe başlamak şirk olmaz mı? Allah'ın adıyla işe başlamak, onun adı sayesinde işlerin bereketli ve kutsal olmasını sağlar.
Dostları ilə paylaş: |