3- mucİze gerçekleşmİş mİdİr?
Bu sorunun cevabı çok kolaydır. Çünkü, mucizenin sebep-sonuç kuralının üstünde bir şey olmadığı ve mucize derken sadece doğal kabul edilen ve alışıla gelenin üstündeki bir olay anlaşılması gerektiği aydınlığa kavuştu.
Bu dünyada normal ve tabii akışın aksine gerçekleşmiş olan ve gerçekleşen nice olaylar vardır. Ebu Ali Sina'dan şöyle nakledilmiştir: Arif birinin bir ay bir şey yemeden yaşadığını ve ölmediğini duyarsan hayret etme. Çünkü bu, tabiat kanununa ters düşen bir şeydir, varlık aleminin genel kanununa değil.
Çünkü normal insanlar bir kaç gün bir şey yemezlerse ölürler. Bunun sebebi, onların vücudunun, bu süre zarfında yemeğe muhtaç oluşudur.
Ancak bir insan iradesini güçlendirerek kendi vücuduna öylesine hakim olur ki kalbinin çarpması ve nefes alıp vermesi onun kendi elinde olursa, yemeği hazmetmesi ve midesinin faaliyetleri onun denetimi altına girer. Mürtazlar arasında bile bunun bir çok örneği vardır. Riyazet ehli olan kimseler uzun süre kendi solunumlarına hakim olabilir ve nefes almadan durabilirler. Halbuki normal insanlar bir kaç dakika nefes almadan duramazlar.
Bu, ruhu güçlendirmenin neticesidir, yani; ruh, vücuda hakim olacak şekilde güçlenebilir.
Naklederler ki: Rusya’nın önderlerinden biri, Hindistan’a gittiklerinde bu tür olayları görüp hayrete düşmüşlerdi.
Onlar Hindistan'da şöyle bir olayla karşılaşmışlardı: Birini üstü kapalı bir tabuta bırakarak bir mezara gömdüler. Mezarda nefes almak için herhangi bir yer de bırakılmadı. Bir süre sonra onu mezardan çıkardıklarında yeniden nefes almaya başladı. Adam mezara gömüldüğünde nefes alıp vermeyi kendi isteğiyle engellemiş ve mezardan çıktıktan sonra nefes almaya başlamıştı.
Bu tür işlerin örnekleri fazladır. İnsan, gayri şer’i bile olsa bazı alıştırmalar yapıp iradesini takviye ederek bu gibi işleri yapabilir.
Dedik ki mucize sadece tabiata hüküm süren değişmez kanunların aksine gerçekleşir. Peygamberler de Allah'ın inayetiyle insanların en kamili olduklarından, en güçlü ruhlara ve en sağlam iradelere sahip olduklarından dolayı onların eliyle mucizenin gerçekleşmesi çok kolay bir şeydir.
Mucizeyi, mürtazlar gibilerinin yaptıkları normal dışı olaylardan farkına gelince, mucizenin alıştırma veya buna benzer her hangi bir yolla yapılmasının insanlar için mümkün olmadığıdır, yani normal insanların mucizeyi yapmaktan aciz oluşudur.
mucİze, mucİzeyİ getİrenİn İddİasInIn doğruluğuna nasIl delalet eder?
Mantık alimleri diyorlar ki, delalet üç kısımdır:
1- Kararlaştırma yoluyla gerçekleşen delalet.
2- Tabii delalet.
3- Aklî delalet.
Kararlaştırma yoluyla gerçekleşen delalet
Kararlaştırma yoluyla gerçekleşen delalet bir şeyi başka bir şeye alamet olarak kararlaştırılmasına denir. Öyle ki, eğer tersi kararlaştırılsaydı tersine delalet ederdi.
Buna örnek olarak kelimelerin kendi manalarına delalet etmeleri gösterilebilir. "Ekmek" kelimesi, kararlaşma yoluyla, yenilen özel bir şeyin "su" da içilen bir şeyin ismi olup onlara bildirir. Halbuki eğer bunun tersini yapmış olsalardı; yani, su ekmeğin yerine ve ekmek de suyun yerine vaz edilmiş olsaydı, "su" kelimesi yenilen bir maddeye "ekmek" kelimesi de içilen bir maddeye delalet ederdi. Bunun da herhangi bir mahzuru da olmazdı. Yani, "su" kelimesi ile o sıvı madde arasında ve "ekmek" kelimesi ile yenilen o madde arasında zatî bir ilişki yoktur.
Trafik kurallarında da bu tür delalet mevcuttur. Mesela, yeşil lamba geçişin serbest olduğuna delalet eder, eğer yeşil lamba "geçiş yasağı”nın alameti olsaydı o zaman geçişin yasak olduğuna delalet ederdi..
Mucizenin, nübüvvetin doğruluğuna delalet etmesi de delaletin bu kısmından mıdır? Yani Allah, önceden bunu halk ile kararlaştırmış ve "Biri, bu gibi işleri yaparsa bilin ki o benim tarafımdan gelmiştir ve söylediği her şey doğrudur" mu demiştir?
Kesinlikle böyle değildir. Çünkü Allah, halka iletmek istediği her şeyi peygamberlerin vasıtasıyla iletir, biz ise burada enbiyanın kendisini ispatlamak istiyoruz.
Tabii delalet
Bunun başka bir adı da tecrübi delalettir. Öksürüğün, hastalığa ve nabzın hızlı atışının vücuttaki rahatsızlığa delalet etmesi gibi. Bunlar tabii ve tecrübi alametlerdir. Yani tecrübe yoluyla anlaşılan alametlerdir.
Mucize, katiyen bu tür delaletten de değildir. Çünkü mucize, insanın tecrübeyle elde edebileceği bir mesele değildir.
Akli Delalet
Sonucun, sebebi bildirmesi gibi, istidlal yoluyla gerçekleşen delaletlere akli delalet denir. Akıl bir şeyin sonradan var olduğunu idrak edince sebepsiz bir şeyin var olmasını imkansız bildiğinden dolayı, hemen onun sebebini anlar ve bunu anlamak içinse herhangi bir anlaşma veya tecrübeye muhtaç değildir.
Mucizenin delalet etmesi de bu tür delaletlerdendir. Bunu biraz açıklamak zorundayız:
Mucizenin bir şeye delalet etmesi iki şekilde düşünülebilir. Kelam alimleri genelde mucizenin bir nevi akli-ameli delalet olduğunu söylerler. Mesela; insanın aklı bazı yerlerde şahsın tutum veya susmasından onun bir işe razı olduğunu anlar. Fıkıhta hüccet sayılan Masum İmamların takriri de bu kabildendir. Fıkıh alimleri diyorlar ki, eğer Masum İmam aptes alma şeklini açıkça birine öğretseydi yahut İmam’ın kendisi aptes alsaydı bu bizim için hüccet olurdu. Aynı şekilde, eğer biri İmam’ın yanında aptes alsa ve İmam da onun aptes alma şeklini eleştirmese, aklen o şekil aptes almanın doğru olduğu anlaşılır. Şöyle ki eğer öyle aptes alma şekli doğru olmasaydı İmam onu ikaz ederdi ve İmam ikaz etmediğine göre demek ki o şekil alınan aptes İmam açısından doğrudur. Eğer biri, "Aptes doğru olmadığı taktirde İmam niye ikaz etsin ki?” derse cevaben şöyle demeliyiz: Çünkü, İmamın uyarmaması halkı cehalette bırakmak demektir ve böyle bir şey kötü ve çirkin bir iştir İmam da kötü bir ameli yapmayacağından ikaz etmesi gerekir.
İşte bunlar diyorlar ki mucizenin, nübüvvetin doğruluğuna delalet etmesi bu türdendir. Şöyle ki eğer biri gelip "Ey insanlar, ben Allah tarafından gönderildim” derse -İnsanın bütün fiillerinden Allah'ın haberdar olduğunu göz önünde bulundurursak- bu şahsın iddiası Allah'ın huzurunda yapılmış olduğu ortaya çıkar. Kendi iddiasının ispat etmek için olağanüstü bir şey yapar ve bunu da Allah'a veya kendisine isnat ederse, bu onun doğruluğunun delili olur. Çünkü, eğer bu yalan olsaydı Allah bu işin yapılmasına izin vermezdi. Çünkü o şahıs yalancıysa Allah, onun bu işi yapmasına müsaade etmesiyle amelen onu onaylamış olur ve böylece de halkı cehalete sürüklemiş olurdu.
Genelde kelam alimlerinin mucize hakkındaki görüşler budur ve biz de bunu genişçe açıkladık. Ancak, bazı alimler de kelam alimlerinin, mucizenin hakikatini idrak edemedikleri görüşündedirler. Çünkü kelam alimleri, mucizenin peygamberin tasarrufu olmadan Allah'ın doğrudan bir peygamber eliyle gerçekleştirdiği iş olduğunu sanmışlardır. Allah işi peygamberin eliyle yapıyor; mesela, İsa (a.s) gelip bir ölünün baş ucunda duruyor ama, ölüyü dirilten Allah'tır. İsa (a.s)'ın bunda hiçbir rolü yoktur, o, sadece bir vesiledir, diyorlar. Yani, mucize doğrudan Allah'ın yaptığı iştir. Mucizenin gerçekleşmesinde bizim bir katkımız olmadığı gibi peygamberlerin de bir katkısı yoktur, diyorlar.
Ancak, bu doğru değildir. Çünkü, mucize meselesi bundan çok daha farklı bir şeydir. Mucize ile mucizeyi getiren şahıs arasında bir nevi hakiki bağlantı vardır; öyle ki, bu işi ondan başka kimse yapamaz.
Mucize, Allah'ın "veli"sinin ruhi ve manevi kemalini gösterir. Allah'ın velisi mucizeyi gerçekleştirdiğinde, onun insani gücü ilahi güce bağlanmış olur. Yani; Allah, velisine normal insani güç, kudret ve iradesinden daha üstün bir güç ve kudret vermiş olur.
Geçen sözlerden anlaşıldı ki, Allah'ın velisi, Allah'a tam anlamıyla itaat etmesi ve ameli riyazetlerde bulunması neticesinde öyle bir yere varır, öyle bir güce sahip olur ki tabiat kanunlarına galip olur. Başka bir deyişle, insan, Allah'a ibadet ve itaat etmekle O'na öylesine yaklaşır ki yeryüzünde Allah'ın kamil bir halifesi olur.
Dolayısıyla, Allah'ın velileri olağanüstü bir şey yaptıklarında, bunu kendileri yaparlar, ancak bu iş insani güç ötesindeki bir güç ve kudretle olur.
Ali b. Ebi Talib, kırk veya elli kişinin zorla kaldırabildiği Hayber kalesinin kapısını bir elle kaldırıp bir kenara attığında şöyle dedi:
Ant olsun Allah'a, Hayber'in kapısını bu insani gücümle kaldırmadım, bunu yaparken ilahi bir güç bana yardım etti. Yani Hz. Ali'nin gücü bu işin üstesinden gelemezdi; bunu yaparken ilahi bir güç ona yardım etti. Öyle ki, eğer bu kapı o ağırlığından on kat daha ağır olsaydı Ali yine de bu işi yapabilirdi.
Hz. Ali (a.s), kapıyı ben kaldırdım diyor, ben elimle kapıdan tuttum ama Allah onu kaldırıp uzağa attı, demiyor. Bunu ben yaptım; ama, Allah'ın verdiği bir güç ve kudretle, O halde mucizenin manası şudur: Eğer İsa (a.s) ölüyü diriltiyorsa bunu insani gücüyle yapmıyor; aynı şekil de, bunu insanın tasarrufu olmadan doğrudan Allah da yapmıyor, bunu Allah'ın vermiş olduğu bir güç ve kudretle insan yapıyor.
Böylece mucizenin; nübüvvetin doğruluğuna delalet edişinin, aklî delalet türünden olduğu aydınlanmış oldu. Ancak, kelam alimlerinin dediği delalet türünden değil; yüzde yüz mantığa uygun bir akli delalet türündendir.
Dostları ilə paylaş: |