4- KUR’AN’A GÖRE ŞİRK
1- Giriş:
Kur'an-ı Kerim, ilk insan Hz. Âdem'den itibaren yeryüzünde daima iki dinin, iki felsefesinin, iki dünya görüşünün, kısaca iki farklı düşüncenin var olduğunu açıkça beyan ediyor: Tevhid ve şirk... Yeryüzü bu iki farklı düşüncenin, iki ayrı yaşam biçiminin savaş alanı olmuştur sürekli.
Tevhid, Hz. Âdem'den, rasullerin sonuncusu Hz. Muhammed'e kadar bütün peygamberlerin dini; şirk ise Allah'ın zâtında sıfatlarında, fiillerinde, kısacası her alanda birliğini tebliğ eden Allah elçilerinin karşısında yer alanların ortak dini olmuştur.
Şirk, Tevhid'in tam karşısında yer alır. Kur'an, şirki, ilahi davete giden yolda insanlan durduran en önemli engel olarak görür. Bunun için Kur'an, kişileri şirkten vazgeçmeleri konusunda tekrar tekrar uyarmış, evrende ve bizzat insanın kendisindeki apaçık işaretlere dayanarak Tevhid'i ispat eden ve şirki çürüten delilleri gözler önüne sermiştir.
Kur'an’ın mesajı daima müşriklere yönelik olmuştur. Hiç bir zaman Kur'an, salt olarak Allah ve ahiretin varlığını reddeden dinsiz/ateistleri muhatap almamıştır. Ateistler, materyalistler de aynı zamanda müşrik oldukları için, onlar ayrıca muhatap kabul edilmemişlerdir. Tarih boyunca sadece dinsizleri muhatap kabul eden bir peygamberin gönderildiği vaki değildir. Tabii ki Kur'an, dinsiz ve ateist olduklarını iddia edenlerin de görüş ve düşüncelerini çürütmüştür. Kur'an'da bu tür şahıs ve zümrelere kısa işaretlerde bulunulmuş, ancak muhatap doğrudan müşrik toplumlar olmuştur. Belki de toplumun çoğunluğunu teşkil ettikleri içinde böyle olmuştur.
İslam'ın temel gayesi insanları yeryüzünde özgürlüğe, bağımsızlığa, hürriyete kavuşturmak olduğundan dolayı, insanın tıpkı kendisi gibi olanlara köleliğini, fani olanlara karşı baş eğmeyi ve değişen yasalar karşısında boyun bükmeyi öngören şirke karşı tarihin her döneminde amansız bir mücadele içerisinde olmuştur. İslâm bunu insanın iyiliği için yapmış ve böylece kullara kulluğu ortadan kaldırarak, tek olan Allah'a kulluk edilmesi prensibini muvahhidlerin kalbine yerleştirmeyi amaç edinmiştir.
Şirki, biri iki, üç..., olarak kabul eden, bu yüzden de realite ile çelişen bâtıl bir inanç, gerçek dışı bir yaşam biçimidir. Temelde hevâ ve heveslerine, nefsinin arzu, istek ve tutkularına köle olan insanların sahiplendiği bir düşünce ve yaşam biçimi olduğu için cehaletin ve vehmin eseridir. Bu yüzden şirk, akıl ve mantığa uymaz. Hakikat ile çelişir.
Tevhid, insanın evrendeki doğal döngüye ayak uydurması, kainatın her parçasıyla bütünleşmesi ve insan ile kainat arasında tam bir birliğin, tam bir düzenin ve tam bir ahengin oluşmasına zemin hazırlarken, şirk insanı evrenin diğer parçalarından ayırarak onu kainatta yalnız bırakır.
Şirk en iğrenç bir günah ve en büyük bir zulümdür. Haksızlık ve adaletsizliktir. Doğal olarak insanın, kendisini ve bütün alemi yaratan, rızık ve nimet veren Yüce Allah'a ibadet etmesi gerekir. Yani insanın sadece Allah'a ibadet etmesi ve O'na itaat etmesi, yaratıcının insan üzerindeki en tabii hakkıdır. Ne var ki şirk, kendi taraftarlarına zulüm yolunu açarak onların başkalarına kulluk ederek, Allah'ın hakkını çiğnemelerine zemin hazırlar. Dolayısıyle müşrik başkalarına ibadet ederek, onlara taparak Allah'ın hakkını çiğner ve böylece de en büyük zulmü işler.
Şirk esas olarak Allah'ın varlığını inkâr değil, sadece Allah'a has olan sıfatları, vasıflan başkaları için de düşünmek suretiyle O'na ortak koşmak, O'na denkler kabul etmek ve onları Allah'ı seviyor gibi sevmektir.
Şirk temelde Allah'ın ilahhğını, rabliğini ve melikliğini gasp esasına dayanır. Bu yüzden şirk egemenliğine dayalı, zulmün egemen olduğu sistemlerde muvahhidler için rahat ve huzurlu bir hayattan söz etmek mümkün değildir. Şirk'in hakim olduğu yerde Tevhid'e yer yoktur. O halde rahat ve huzurlu bir hayata talip olan Tevhid erleri, işe şirki ortadan kaldırmakla başlamalı, ondan sonra Tevhid'i yerleştirmeye çalışmalıdırlar. Tarih boyunca Tevhid'in önderliğini yapan bütün peygamberler de işe hep bu noktadan başlamışlardır.
Şirk'in sayısız çeşitleri vardır. İnsanı şirk koşmaya götüren amiller de çoktur. Şimdi Kur'an'a dönelim ve onun şirki nasıl nitelediğini, ayrıca şirki mahkûm etmek için nasıl bir yol izlediğini tetkik etmeye çalışalım. 555
2- Şirk'in Mahiyeti Üzerine:
Kelime olarak şirk; Şe-Ri-Ke fiil kökünden mastardır. “Şe-Ri-Ke” ortak olmak demektir. Şirk, Allah'a ortak ispat etmek, Allah'tan başkası adına yemin etmek 556 anlamındadır. Aynı kökten gelen “şirket”, iki veya daha çok kişinin maddi ve manevi alandaki ortaklıkları demektir. “Müşareket” sözcüğü de aynı şeyi ifade eder. “Şe-Ri-Ke” fiilinin dörtlü if’al babındaki “eşrake” ortak koşmak, ortak, denk tanımak”, bu babın ism-i faili olan “müşrik” ise “ortak koşan” anlamındadır. 557
Dini anlamda Allah'ın ortağı olduğunu kabul etmek ve Allah'tan başkasına ibadet etmek 558 demek olan şirki, karışıklığın, gizlemenin, ayrılmanın ve birliğe sırt çevirmenin bir simgesi saymak da mümkündür. Bu anlamda şirk, bir kaç tanrıya ve bir kaç güce dayanan dünya görüşüdür. 559
Kur'an-ı Kerim, her ne kadar bütün şirk çeşitlerini yıkmayı hedeflemişse de, birinci planda Allah'ı tanıdğı halde, O'na ortak koşan müşrik tipini muhatap almış, onunla mücadele ederek şiddetle mahkûm etmiştir. Kur'an’ın hiç bir konudaki mücadelesi, şirki yıkmak hususundaki mücadelesi kadar dikkat çekici değildir. Yoğun, güçlü, kesin ve ısrarlı olan bu savaşta, hatıra gelen her türlü delille (aklî, psikolojik, teolojik, edebî, tarihi, vb.) şirkin belini kırmıştır. Kâinatın genişliği İçinde, şirke tırnak kadar bir yer bırakmamıştır.560
Kur'an-ı Kerim'e göre tarih boyunca peygamberlikle görevlendirilen bütün elçiler “şirk dünyası” diyebileceğimiz alanlarda tebliğe memur edilmişler, Allah'ın birliğini ve şirkin de batıllığını gündeme getirmeleri için görevlendirilmişlerdir. Bu peygamberler, gönderildikleri toplumlara Allah'ın birliğini ve şirkin batıllığını ispat etmişlerdir.
Son olarak peygamberlik ile görelendirilen Hz. Muhammed (s.a.v.) de hayatı boyunca şirk ile mücadele içerisinde bulunmuştur. O'na gönderilen Kur'an-ı Kerim de şirkin her türlüsünü iptal, Tevhid'i ispat için vahyedilmiştir. Yoksa bazılarının zannettiği gibi Kur'an, sadece vah-yedildiği bölge olan Arap yarımadasındaki putçuluğu, Uzza, Lât, Menat, Hubel, İsaf vb. isimlerle anılan putları ortadan kaldırmak için inzal edilmemiştir. Kur'an, Allah'ı bir kabul etmenin tek şartının, şirk kavramının kapsadığı alanın uluhiyyete tahsis edilmesi gerektiğini ve ibadetin, duanın, tutunmanın, hâkimiyyetin, velayetin vb. kavramların Allah'a has kılınması gerektiğini her fırsatta vurgulamıştır.
Kısacası Kur'an, ulûhiyyetin hususiyetlerinden birini veya bir kaçını müstakil olarak, bir başkasına tanıyan herkesi müşrik olarak kabul etmiş ve insanlan şirke düşüren durumları veya şirkin oluşmasına neden olan özellikleri şöylece açıklamıştır: Akletmemek, zan ve tahmine uymak, bilgisizlik, peşin hükümlü olmak, hevâ ve hevese uymak, kibir, şüphecilik, gelenek-görenek ya da ataları taklit, baskı-zor kullanma, cebr, şeytanın aldatması, lüks ve refah, dünyevi gayeler, makam-mevki hırsı 561, insana itaat ve ibadet, putlara ibadet ve tabiat olaylarına ibadet gibi yollarla düşülen şirk!... Şimdi bunları tek tek ele alarak şirk hakkında bir neticeye vrarmak istiyoruz... 562
3- Şirkin Oluşum Nedenleri: a- Akletmemek:
Kur'an-ı Kerim, insanoğlunun şirk koşmasının nedenlerinden belkide ilkinin, onun aklını kullanmaması, düşünmemesi ve gerçeğe kulak asmaması olduğunu birçok ayette vurgulamıştır. İnsana düşen, içerisinde yaşadığımız şu evrene, evrendeki tüm varlıklara ve özellikle insanın yaratılışına bakarak, bu mükemmel işleyiş karşısında aklını çalıştırarak Allah'ı bir kabul etmek gerekirken, onun Allah'a eş koşması, aklını kullanmadığının, akla yer vermediğinin bir göstergesidir. Şu ayetlere dikkat edelim:
“İçlerinden (asla duymayan sağırlar gibi 563 gerçeği kabul etmeyerek) sana kulak verenler vardır. Fakat sağırlara sen mi duyuracaksın? Hele akıllarını da kullanmıyorlarsa!”564
“İçlerinden sana bakanlar da vardır. Fakat körlere sen mi doğru yolu göstereceksin? Hele sezgileriyle (kalp gözleriyle) de görmüyorlarsa!”565
“...Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık onlar akledemezler.”566
Görüldüğü gibi yüce Rabbimiz müşrikleri bu ayetlerde akıllarını çalışt)rmamakla, akıllarım çalıştırmamanın sonucu olarak da şirke düşmekle nitelendirmiştir.
Aynca Kur'an müşriklerin ahirette cehennem azabını gördükleri zaman bu akletmeme sıfatlarını itiraf edeceklerini haber veriyor:
“Ve (müşrikler) dediler ki: “Eğer biz işiten ve aklımızı kullanan kimseler olsaydık, çılgın alevli cehennem halkı içinde olmazdık.”567
Kısacası Kur'an, şirkin bâtıl olduğunu, tecrübeden, gözlemden ve doğru haberden uzak olduğu bütün insanlığa ilan etmiştir:
“De ki: “Siz, Allah'ı bırakıpta (ibadette Allah'a ortak tanıdığınız) ortaklarınızı gördünüz mü? Yerden her hangi bir şeyi yarattıklarını bana gösterin bakalım!” Yoksa onların göklerde (Allah ile) bir ortaklığı mı var? Yahut biz onlara bir kitap vermişiz de kendileri bundan apaçık bir hüccet üzerinde midirler? Hayır, o zalimler birbirini aldatmaktan başka bir vaadde bulunmuyorlar.”568
b- Zan Ve Tahmine Uymak:
Kur'an-ı Kerim, müşriklerin akide nokta-i nazarında sadece bir zan ve tahmine dayandıkları ve zarının da hakikat karşısında hiç bir şey ifade etmediğini şu ayetlerde beyan ediyor:
“(Allah'a) ortak koşanlar diyecekler ki: “Allah isteseydi ne biz, ne de babalarımız ortak koşmazdık, bir şeyi de haram yapmazdık.” Onlardan önce yalanlayanlar da öyle demişlerdi de nihayet azabımızı tatmışlardı. De ki: “yanınızda bize çıkarıp göstereceğiniz bir bilgi var mı? Siz sadece zanna uyuyorsunuz ve siz sadece saçmalıyorsunuz.”569
“İyi bilin ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Allah'tan başka şeriklere tapanlar, sadece zanna tabi oluyorlar. Onlar ancak tahminde (zanda) bulunuyorlar.”570
“Onların (müşriklerin) çoğu zanna uyuyorlar. Oysa zan, gerçek karşısında hiç bir şey ifade etmez.”571
c- Bilgisizlik:
Tevhid çağrısına olumsuz yanıt veren müşriklerin bu tavrını Kur'an-ı Kerim ilimden yoksun olmaları, delile dayanmamaları, bilgisizliğe dayanmaları olarak nitelendiriyor. Şirk'in bilgisizlik olduğu, gerçeğe/realiteye uymadığı da Yüce Rabbimiz tarafından bildiriliyor:
“...Allah ile beraber başka bir ilah mı var? Hayır, (o müşriklerden) birçoğu bilmiyorlar.”572
“...Allah ile beraber başka bir ilah mı var? Ne de az düşüncelisiniz (az düşünüyorsunuz)!”573
d- Peşin Hükümlü Olmak:
Kur'an-ı Kerim, gerçek olan Tevhid öğretisi karşısına dikilen müşriklerin en önde gelen vasıflarından birinin peşin hüküm sahibi olduğunu vurgular. Tarih boyunca Tevhid'i davet etmekle memur edilen bütün peygamberler, hep müşriklerin peşin hükümlü, ön yargılı cevap ve hareketleriyle karşılaşmışlardır. Müşrikler, peygamberlerin Tevhid'e davetleri karşısında, peşin hükümlü davrandıklarından ve ön yargılı hareket ettiklerinden dolayı, adeta gün ortasında aydınlığa gözlerini kapayan insan gibi garip bir davranış bozukluğu içerisine girmişler, onların Allah'tan getirdikleri apaçık gerçekler karşıs'nda bile daveti kabullenmekten geri durmuşlardır.
“(Müşrikler, kendilerini Allah'a ibadete davet eden Hz. Hûd'a) dediler ki: “Öğüt versen de, öğüt verenlerden olmasan da bizce birdir (Tevhid'e inanmayız).”574
e- Hevâ Ve Hevese Uymak:
Kur'an'a göre, kişinin nefsine, arzularına uyması ve onların esiri olması şirk olarak telakki edilmiştir. İnsanın heva ve hevesleri doğrultusunda hareket ederek Hâkimler Hakimi, Mutlak Yaratıcı Allah-û Tealâ’nın öğretilerinden yüz çeviren müşrik olarak kabul edilmiştir. Çünkü böyle bir insan yalnızca Allah'ın kulu değil, nevasının kulu olmuştur:
“Hevâsını, arzusunu ilah edineni gördün mü? Onun üstünde sen mi bekçi olacaksın?”575
“Hevâsını ilah edinen”, arzu ve tutkularının kölesi olandır. İlahına ibadet eden biri gibi, o da tutkularına ibadet ettiğinden, bir puta tapan şirk suçu gibi suç işlemektedir.576
Tutkularının kölesi olan bir insan dümeni olmayan bir gemi, direksiyonu olmayan bir araba gibi, doğruyla yanlışı, hakla bâtılı hiç ayırdetmeksizin hevâ ve hevesi kendisini nereye sürükîerse o yöne doğru gider. Bu da İslâm nazarında en çirkin bir şirk çeşidi olarak algılanmıştır. Hz. Ebu Umame'den rivayet olunan bir hadis-i şerifte Hz. peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: “Allah'tan başka kendisine ibadet olunan sahte ilahların Allah yanında en kötüsü, kişinin hevasıdır.”577
f- Kibir Ve Riya Şirki:
İnsanın mal ve mülk yönünden zengin olması, yeryüzünde hükümran olması, saltanatının güçlü olması ve refah içerisinde yaşayarak bu özelliklerinden dolayı kibir ve gurur göstermesi onu şirk koşmaya götürdüğü gibi, amelde Allah'tan başkasına yönelmek, Allah için bir ameli yerine getirmek ve O'na yaklaşmak değil de, insanların övgüsüne mazhar olmak için yapılan amel de kişiyi şirke götürebilir.
Halkın Rabbi olduğunu iddia eden Fir'avn'un ve peygamberlerinin getirdiğine kulak tıkayarak yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayan Âd kavminin içerisine düştükleri şirk birinci tür şirke örneklik teşkil eder:
“Fir'avn dedi ki: “Ey ileri gelenler, ben sizin için benden başka bir ilah bilmiyorum. Ey Hâman, haydi benim için yüksek bir kule yap. Olur ki ben o yollara, göklerin yollarına ulaşırım da, Musa'nın tanrısına yükselip çıkarım.”578
“Fir'avn (Musa'ya): “Andolsun, eğer benden başka bir tanrı edinirsen seni muhakkak ve muhakkak zindana girenlerden eylerim” dedi.”579
Fir'avn’ın bu sözleri ilk etapta insanın zihninde, onun Allah'ın varlığını inkâr ettiğini çağrıştırabilir ve alemlerin Rabbini hiç tanımayan koyu bir milliyetçilik taassubu ile yapıyordu. Fir'avn’ın bu sözlerle kastı, kendisinden başka bütün ilahları, dolayısıyle de Allah'ı inkâr etmek değil, Musa (a.s.)’ın davasını reddetmekti. İşte o, hükümranlığının, saltanatının, dünyaca güçlülüğünün ve refah içerisinde debdebeli bir hayat yaşamasının kendisine verdiği kibir ve gurur yüzünden müşrik ve kâfir olmuş, Hz. Musa'nın davetine şiddetle karşı çıkmıştı.
Âd kavminde de bu tür şirki kolaylıkla görebiliyoruz: Bu kavim, Allah'ın varlığını inkâr etmediği gibi, O'nun ilahlığını da reddetmiyordu. Bu kavmin hastalığı, yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayarak ve çok kuvvetli olduklarını zannederek şirk koşmalarıydı:
“Âd (kavmi), yeryüzünde haksız olarak büyüklük tasladılar ve: “Bizden daha kuvvetli kim var?” dediler. Onları yaratan Allah'ın kendilerinden daha kuvvetli olduğunu görmediler mi?”580
Riya yoluyla düşülen şirkte ise, kişinin esas amacı, Allah'ı razı etmek değil, insanlara gösteriş yapmak ve onların övgülerine mazhar olmaktır. Mesela, sırf insanların övgülerini kazanmak maksadıyla namazın rekatlarını oldukça düzgün, kıyamı, rükuu ve secdesi v.s. Rasulullah (s.a.v.)'ın sünnetine uygun olarak kılmak; insanlara gösteriş için mal ve para harcamak bu tür şirkin kapsamına girer.
“Bir adam Resulullah (s.a.v.)'a gelerek şöyle sordu:
“Birisi ırk için, bir diğeri kavmi arasındaki yerini göstermek için savaşıyor; bunlardan hangisi Allah yolundadır?” Resulullah (s.a.v.):
“Kim Allah'ın kelimesini yüceltmek için savaşırsa, işte o Allah yolundadır” buyurdu.”581
Resulullah (s.a.v.) bir başka hadis-i şerifte de şöyle buyuruyor:
“Ben sizin için en çok küçük şirkten korkuyorum.”
“Küçük şirk nedir ya Resulullah?” dediler.
“Riyadır” buyurdu.” 582
Yine Resulullah (s.a.v.) buyuruyor:
“Allah-û Tealâ şöyle buyurdu: “Ben ortak koşanların ortak koşmasından uzağım. Kim bir amel yapar da benimle beraber başkasına ortak koşarsa, onu, şirki ile başbaşa bırakırım.”583
Bu konuda Rabbimiz Maun suresinde şöyle buyuruyor:
“...O namaz kılanların vay haline! Ki onlar namazlarından gafildirler. Onlar riya/gösteriş (için ibadet) yaparlar...”584
g- Şüphecilik:
Kur'an-ı Kerim'e göre insanları şirke götüren âmillerden birisi de, onların Tevhid dini ve bu dinin önderleri olan peygamberlere karşı şüpheci/septik bir mantık geliştirmeleridir. Tarih boyunca Tevhid öğretisine karşı çıkanlar şüphe perdesi altına gizlenerek şirke dayanan dinlerini korumuşlardır. Müşriklerin bu şüpheleri, kafalarını kullanarak, düşünce sonucu ulaştıkları, bir noktaya kadar haklı bir şüphe değil, içerisinde bulundukları çelişkili hayatı, şirke yaslanan kokuşmuş yaşam biçimini ve düşünce biçimi olarak da tam bir paradoks olan akidelerini kamufleetme amacına yönelikti. Şüphe, müşriklerin yollarında devam etmeleri için vazgeçemeyecekleri bir bahaneydi.
Eğer müşrikler geliştirdikleri bu şüpheci anlayışı, üzerinde bulundukları şirk karanlığından kurtulmak ve serapa gerçek olan tevhid aydınlığına ulaşmak için kullansalardı, her şeyden önce, asırlardan beri körü körüne taptıkları putlar hususunda da şüpheye düşerlerdi. Fakat onlar sadece nefislerinin direktiflerine uydukları ve hevalarını ilah edindikleri için eskiye sarılarak yeniyi reddettiler ve şirk dini üzerinde sebat ettiler.
Nûh, Âd, Semûd kavminden olanların ve onlardan sonra gelen müşriklerin Tevhid dinine karşı ortak tavrını Kur'an-ı Kerim şöyle dile getiriyor:
“Sizden öncekilerin: Nûh, Âd ve Semûd kavimlerinin ve onlardan sonra gelenlerinki onları(n sayısını) Allah'tan başka kimse bilemez- haberi size gelmedi mi? Onlara resulleri açık delillerle /kanıtlarla geldi de onlar, ellerini ağızlarına koyup: “Biz sizinle gönderileni inkâr ettik ve biz sizin bizi çağırdığınız şeyden tam bir şüphe/kuşku içindeyiz!” dediler.585
h- Ataların Dinine Uyma
Kur'an-ı Kerim'in ortadan kaldırmak için üzerinde en çok durduğu şirk amillerinden birisi de gelenek-görenek ya da ataları taklit etmek suretiyle düşülen şirktir. Gerek peygamber (s.a.v.)'e risalet görevi verilmeden önce yeryüzündeki insanlar arasında ve gerekse de Kur'an'ın muhatapları olan Arap müşrikleri arasında atalara tabi olma şeklinde tezahür eden bir geleneğe rastlamak mümkündür. Bu zihniyeti taşıyanların, atalarından gelen hemen her şeye körü körüne bağlı oldukları rahatlıkla gözlenebilmektedir.
Yine bir kısım insanların çevreyi taklit ederek şirke düştüklerini Kur'an-ı Kerim'den öğreniyoruz. Bu tür şirke, İsrailoğullarının, putlara yönelen bir millet görünce Hz. Musa (a.s.) a:
“Ey Musa! Onlann tanrıları gibi, bize de bir tanrı yap” demelerini örnek olarak gösterebilmek mümkündür.
Konumuzla doğrudan ilgili olan şu ayetler gayet manidardır:
“Onlara: “Gelin Allah'ın indirdiği Kitab'a ve peygamber'e uyun” denildiğinde: “Atalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter” derler. Ya ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyseler?”586
“Onlar bir kötülük yaptıkları zaman: “Babalarımızı bu yol üzere bulduk; Allah da bize bunu emretti” derler. De ki: Allah fenalığı emretmez. Bilmediğiniz şeyi Allah'a karşı mı söylüyorsunuz?”587
“Siz ikiniz (Musa ve Harun) bizi, babalarımızı üzerinde bulduğumuz yoldan çevirmek ve yeryüzünün büyükleri olasınız diye mi geldiniz? “Biz size inanmıyoruz” dediler.”588
“İbrahim babasına ve milletine: “Bu tapıp durduğunuz heykeller nedir?” demişti. “Babalarımızı onlara tapar bulduk” demişlerdi.”589
“İbrahim: “Çağırdığınız zaman (bu putlar) sizi duyar veya size bir fayda verirler mi?” demişti. “Hayır, ama babalarımızı da bu şekilde ibadet ederlerken bulduk” demişlerdi.”590
“Onlara: “Allah'ın indirdiğine uyun denilince”; “babalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız” derler. Ya Şeytan onları alevli ateşin azabına çağırmışsa da mı? (babalarının izinden gidecekler).”591
“Hayır; doğrusu biz babalarımızı bir din üzere bulduk, biz de onların izlerinden gitmekteyiz” derler. (Ey Muhammedi) Senden önce herhangi bir beldeye gönderdiğimiz uyarıcıya, o beldenin şımarık varlıklıları sadece; “doğrusu babalarımızı bir din üzere bulduk, biz de onların yolunu izlemekteyiz” derlerdi.”592
Kur'an-ı Kerim, donmuş gelenekler içerisinde boğularak geçmişlerden, atalardan kalan her şeye körü körüne bağlanmayı açık bir şirk olarak nitelemiş ve bu tür şirkle sonuna kadar mücadele etmiştir. 593
ı- Baskı-Zor Kullanma:
Tarih boyunca hakimiyyetini mazlum halkların kanları üzerine kurmuş sahte ilah ve rabler, insanları, Allah'ın kulluğundan vazgeçirerek kendilerine kul yapmak ve böylece şirki devam ettirmek için fiili baskı, şiddet ve cebri çıkar yol olarak benimsemişlerdir. Tarihe bu perspektiften baktığımız zaman Tevhid inancına sahip olan (muvah-hid)leri şirke döndürmek amacıyla baskı, şiddet, işkence vb. yöntemlere başvuran tağutların sayısının hiç de az olmadığını görürüz. Bu zihniyet insanlık tarihi boyunca varolagelmiştir. Günümüzde de şirk otoriteleri tek suçları “Rabbimiz Allah'tır” demek olan halklar üzerinde her türlü baskı, şiddet, işkence, zulüm, adeletsizlik, haksızlık, cebr gibi yöntemlere başvurarak onları sidirmiyor ve susturmaya çalışmıyor mu? Çağdaş nemrutlar, fir'avnlar ve tağutlar önderlerinin izlerinden giderek, onların zamanında İbrahim (a.s.) ve Musa (a.s.)'i yollarından çevirmek ve halklarını eski sapıklıklarına döndürmek için uyguladıkları zorba ve despot yöntemlerin aynısını kendi halkları üzerinde uygulamıyorlar mı?
Hz. İbrahim putlara karşı çıkarak şirki reddetiği ve dolayısıyla da Nemrud'un despot tağuti rejimini kabullenmediği için ateşe atılmıştır. Kur'an-ı Kerim, tarih kitaplarının Nemrud'un sarayında vuku bulduğunu kaydettiği meşhur sorguyu 594 şu şekilde dile getirir:
“Allah, kendisine hükümdarlık verdi diye (şımararak) Rabbi hakkında İbrahim'le tartışanı görmedin mi? İbrahim: “Benim Rabbim yaşatır ve öldürür” demişti. (Fir'avn): “Ben de yaşatır, öldürürüm” dedi. İbrahim “Allah güneşi doğudan getirir, sen de batıdan getir” deyince hakikati inkar eden o adam apışıp kaldı. Allah zalim topluluğu hidayete erdirmez.”595
Talmûd'daki kayıtlara göre, Nemrud'un sarayındaki hararetli münakaşa ve münazaradan sonra Hz. İbrahim zindanda 10 gün kaldı. Bundan sonra Kraliyet Konseyi onun diri diri yakılmasına karar verdi.596
Kur'an bu olayı da şöyle dile getirir:
“(İbrahim kavmine): “Peki, siz Allah'ı bırakıp da size hiç bir fayda ve zarar vermeyen şeylere mi tapıyorsunuz? Yuh size ve Allah'tan başka taptıklarınıza Aklınızı kullanmıyor musunuz siz?” dedi. (Müşrikler): “O'nu yakın, böylece tanrılarınıza yardım edin, eğer bir iş yapacaksınız?” dediler.”597
Fir'avn'da Hz. Musa' yi yolundan döndürmek ve yürürlükteki şirki devam ettirmek için aynı yönteme başvurmuş ve Hz. Musa (a.s.)'a: “Benden başkasını ilah edinirsen yemin olsun ki, seni mutlaka zindanlık ederim.” 598 Demişti. Yine Hz. Musa ile karşılaşmalarından sonra gerçeği görerek şirki bırakan ve Tevhid dinini kabul etmek isteyen sihirbazlara da şunları söylemişti:
“Ben size izin vermeden mi ona inandınız? O, size büyü öğreten büyüğünüzdür. Öyleyse size ne yapacağımı yakında öğrenirsiniz: Ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz olarak keseceğim ve hepinizi asacağım.”599
j- Cebr:
Tarih boyunca bütün müşrikler üzerinde bulunduktan yolun doğruluğuna dair geçerli bir izah bulamayınca cebri, kaderci, fatalist bir yaklaşımla müşrik olmalarına bahane aramışlar, böylece de bir çıkış yolu bulduklarını zannetmişlerdir:
“(Müşrikler: “Eğer Rahman dilemiş olsaydı, biz bunlara (meleklere) tapmaz (şirk koşmaz)dık.” dediler...”600
“Müşrikler: “Allah dileseydi, ne biz ne de atalarımız şirk koşmaz, hiç bir şeyi haram kılmazdık” diyecekler. Onlardan öncekiler de, bizim azabımızı tadıncaya kadar böyle demişlerdi.”601
Müşrikler, suçlarını ve yanlış davranışlarını haklı göstermek için her çağda zâlim ve canilerin tekrarladığı özrü tekrar etmişler, şirk koşarak Allah'ın helal kıldığını haram, haram kıldığını da helal kılma cürümlerini Allah'ın dilemesi, Allah'ın iradesiyle uygunluk içerisinde yaptıklarını ileri sürmüşlerdir. “Eğer yaptıklarımız doğru değilse, bu durumda suçlanması gereken biz değil, Allah'tır; Allah'ın dilemesi dışında biz hiç bir şeye güç yetiremeyeceğimizden, yaptığımızı Allah'ın dilemesine bağlı olarak yapıyoruz” şeklinde masum gibi görünen bir savunma mekanizmasına başvurmuşlardır. Oysa gerçek şudur: İnsan kendisi için hangi yolu seçerse, Allah bu yolu ona açar: İster şükür, ister nankörlük, ister hidayet, ister dalâlet, ister isyan yolu olsun. Sonra Allah insana iyi veya kötü, istediğini yapmasına izin verir ve bunun için de evrensel planlarına uygun düşen aracı sağlar. 602 Yüce Allah insana irade-i cüz'iyye dediğimiz, belirli sınırlar dahilinde istediğini yapabilme özgürlüğünü vermiş ve sonunda yaptıklarından dolayı hesaba çekileceğini gönderdiği peygamberler vasıtasıyla beyan etmiştir. Dolayısla insana düşenin şirk koşmak değil, Allah'ı birlemek olduğu her fırsatta vurgulanmıştır:
“Andolsun biz her millete: “Allah'a kulluk edin, tağut(a tapmak) dan kaçının” diye (tebligat yapması için) bir elçi gönderdik.”603
“Senden önce gönderdiğimiz elçiler sor: Rahman'dan başka tapılacak tanrılar yapmış mıyız?”604
Bu ayetlerden de anlaşılıyor ki, Rabbimiz, işleyegeldikleri şirk cürmünü cebri bir tutumla 605 Allah'ın kaderine isnâd edenleri sapık görmüş ve onların iddialarım asla kabul etmemiştir. 606
k- Şeytanın Aldatması:
Kur'an-ı Kerim, ister insanlardan olsun, isterse de cinlerden olsun şeytanların 607 insanları şirke düşürdüğünü bizlere hatırlatır. Sebe kraliçesi hakkında bilgi edinmeye gönderilen Hüdhüd, Hz. Süleyman'a döndüğünde şunları haber verir:
“O'nun ve kavminin, Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, onlara işlerini süslemiş de onları doğru yoldan çevirmiş, bu yüzden yola gelemiyorlar.”608
Kur'an, Şeytan'in insanlar üzerinde, onların iradelerini ortadan kaldıracak bir güce sahip olmadığını, ancak insanların şirk koşmaları ve böylece onların sapmaları noktasında vesvese verdiğini açıkça bildirmiştir.
“Görmedin mi biz kafirlere şeytanları gönderdik, onları oynatıp duruyorlar?”609
“...Fakat kalpleri katılaştı ve Şeytan da onlara yaptıklarını süslü gösterdi.”610
“O (şetan)lar bunlar (insanlar)ı yoldan çıkardıkları halde bunlar doğru yolda olduklarını sanırlar.”611
“...Çünkü o (Şeytan) sizin apaçık bir düşmanmızdır.”612
l- Lüks Ve Refah:
Tarih boyunca Tevhid mesajının karşısına dikilenler, öncelikle sermayedarlar, faizciler, para babaları, kodamanlar, kompradorlar, maddenin “her şey” olduğuna inanan paranın üzerinde hiç bir değere inanmayan kapitalistler olmuşlardır. Gelir düzeyi yüksek, rahat ve lüks bir yaşam, onları Allah'tan uzaklaştırmış, azgınlık içerisinde Allah'ın kulu olduklarım unutmuşlardır. Böyleleri para ihtirasıyla yüklü bir atmosferde yaşamlarını sürdürdükleri için kazandıkları mal ve mülkleri, Allah'ın kendilerine bahşettiği nimetleri sırf kendi iktidarlarıyla kazandıkları zannına kapılır ve dünyada ebidiyyen kalacaklarmış gibi dünyalık şeylere ihtirasla sarılır ve mülkün Allah'ın olduğunu ve o mülk üzerinde hükmetme yetkisine sahip bulunduğunu akıllarından çıkarırlar. Oysa mülk Allah'ındır.
Kur'an-ı Kerim, parayı, elindeki serveti, malı ve mülkü, kısacası maddeyi Allah'a ortak koşan fert tipinin en dikkat çekeni olarak Karun'u örnek gösterir. Karun, elindeki serveti kendi dehası sonucu kazandığını zannediyor ve bu kazanma olayında Allah'ın fazla bir dahli olmadığını iddia ediyordu.613 İsrailli bu kapitalist, Fir'avn nezdinde zenginliği dolayısıyla büyük mevki kazanmış ve tevhid mesajının karşısında durmuş, Fir'avnî şirk nizamının devamı için elinden geleni ardına bırakmamıştır. Fakat bütün müşrik parababaları, faizciler, materyalist ve kapitalistler gibi o da dersini almıştır:
“Sonunda onu da, konağını da yerin dibine geçirdik. Böylece Allah'a karşı ona yardım edecek bir topluluğu da olmadı. O, kendi kendine de yardım edemedi.”614
Varlık sahiplerinin çoğunlukla Tevhid'e karşı şirk safında savaşım vermelerinin nedeni çok açıktır: Onlar, Tevhid'e dayalı bir sistemin egemenliğinde, zenginin sürekli zenginleşmesine ve fakirin de devamlı fakirleşerek ezilmesine yer olmadığını gayet iyi biliyorlar. Ayrıca İslâm'daki zekat müessesesinin, belirli bir anlamda toplumda eşitliği, sosyal adaleti getirdiğinin de farkında oldukları için böyle bir sistemi istemezler. Yine İslâm'ın kendi sömürü düzenlerine temelden darbe indireceğinin ayırdına vardıkları için Tevhid'in karşısında yer alırlar.615
m- Dünyevi Gayeler:
Kur'an-ı Kerim'e göre insanların Allah'a şirk koşma sebeplerinden birisi de mal ve mülk sevgisidir. Yeryüzünde Tevhid akidesinin tarihi, mal ve mülkü kendisine ilah edinmiş birçok müşrik tanımıştır.
Mal ve mülk sevdası, dünyalık biriktirme hırsı, refah seviyesini yükseltme arzusu çoğu zaman insanları tuğyana sevketmiş, onları Allah'a kul olmaktan vazgeçirerek maddeye köle etmiş ve onlara yeryüzündeki asli vazifeleri olan “hilafet” ve “yeryüzünün iman” gibi görevleri unutturarak Allah'ın emirlerini yerine getirmekten alıkoymuştur.
İslâm, zekat müessesesi ile insanların Allah'ı unutarak mal, mülk, para, kısacası maddeye kul olmalarının önüne geçmiştir. Aynca Kur'an-ı Kerim, mal ve mülkün bireysel ve toplumsal alandaki hakimiyetini ortadan kaldırmak için insanoğlunu müteaddit defalar uyarmıştır:
“Ey iman edenler! Mal ve mülkünüz, evlatlarınız sizi, Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa hüsrana uğrayanlardan olur.”616
Bunun için peygamberler, cemaatlerini maddenin hakimiyetinden kurtarmaya çalıştılar. Hz. İsa bir vaazında: “İki ilaha ibadet etmeyin, bunlar, Allah ve maldır” demişti.617
n- Makam-Mevki Hırsı:
Şirk'in bir çeşidi de, insanın nefsi arzularına uyarak onların esiri olması ve bu durumun neticesi olarak makam-mevki ve şöhret hırsına kapılmasıdır. Bu tür bir hastalığın pençesine düşenler, makam-mevki, şöhret ve koltuklarını kaybetmemek için hemen her şeyi mubah görür, her tür tavizleri vermekten sde geri durmazlar. Çünkü bu şeytani arzu onların kafalarında yuva yapmış, kalplerini bir örümcek ağı gibi çepeçevre kuşatmıştır.
Bu cahili düşünce tarih boyunca bütün müşriklerin ortak fikri olduğu için, Hz. Muhammed (s.a.v.) peygamberlikle görevlendirildiği zaman müşrikler, zengin olmadığından ve Mekke'de belirli bir makam-mevki ve şöhrete sahip bulunmadığından dolayı onu bir türlü kabullenmemişler ve kendisine verilen risalet görevini hazmedememişlerdir. Onlara göre, Allah Resulünü, dünyalık makam-mevki, şan ve şöhret sahibi, zengin olan kimseler arasından seçmelidir. Bu yüzden onlar şöyle dediler:
“Bu Kur'an iki kentten, büyük bir adama indirilmeli değil miydi?”618
Müşrikler sırf Hz. Muhammed, makam, mevki, şan ve şöhret sahibi olmadığı için onu reddediyor, peygamberliğini inkar ediyorlardı:
“Hakikat kendilerine geldiği vakit: “Bu bir büyüdür, doğrusu biz onu inkar ediyoruz.”619
Kur'an-ı Kerim, vahyin ortaya koyduğu değerlerle, cahili değerleri, Seyyid Kutub'un deyimiyle gökyüzünün değerleriyle toprak üstünün değerlerini 620 kanştıran düşünceyi redderek hakiki durumu açıklıyor ve Allah'ın ölçüsündeki gerçek yerini beyan ediyor:
“Yoksa onlar Rablerinin rahmetini mi paylaştırıyorlar?”621
“Allah risaletini vereceği kimseyi daha iyi bilir.”622
o- İnsana İtaat Ve İbadet:
Allah'a şirk koşmanın bir şekli, bir çeşidi de insanlara Allah'ın izin' vermediği alanlarda itaat ve onlara ibadettir. Oysa ibadette esas olan Allah'a itaat, peygamberine itaat ve müslümanlardan olan emir sahiplerine itaattir. 623
Ne var ki, insanoğlu, çoğu zaman kendi cinsinden olan beşerden bazı kimselerin bir takım üstün özelliklere sahip olduklarım düşünerek onları rab konumuna getirmiş ve böylece onlara ibadet etmiştir.
Kur'an-ı Kerim, Yahudi ve Hıristiyanların, ulûhiyyet ve rubûbiyet makamına Allah'tan başkasını koyarak kullukta ona yöneldiklerini, oysa itaat ve ibadetin sadece Allah'a has kılınması gerektiğini şöyle dile getiriyor:
“Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih'i rabler edindiler. Oysa onlar tek ilaha kulluk etmekle emrolunmuşlardı. O'ndan başka ilah yoktur. Allah, onlann koştukları eşlerden münezzehtir.”624
İbn Kesir bu ayetin tefsirinde İmam Ahmed, Tirmizi, İbn Cerir'den naklen Adiyy b. Hatem (Hatim)'den şöyle bir rivayeti kaydediyor:
“Rasulullah (s.a.v.)’ın da'veti ona (Adiyy'e) ulaşınca Şam'a kaçar. Adiyy cahiliye döneminde hristiyan olmuştu. Kabilesinden bir grupla beraber kızkardeşi de müslümanlar tarafından esir alınır. Allah Rasûlü, onun kız kardeşine bir çok iyiliklerde bulunur. O kız da abisi Adiyy'i İslâm dinine girmeye ve Rasûlullah (s.a.v.)'ı görmeye teşvik eder. Tayy kabilesinin reisi olan Adiyy Medine'ye gelir gelmez, insanlar onun gelişini konuşmaya başlarlar. Adiyy, boynunda gümüşten bir haç olduğu halde Resûlullah’ın huzuruna girdi. Tam o sırada Resûlullah (s.a.v.) şu ayeti okudu:
“(Yahudiler ve hristiyanlar) hahamlarını ve papazlarını Allah'ın dışında rabb edindiler.” Adiyy b. Hatem bu ayeti duyunca:
“Fakat onlara ibadet etmediler”. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) şöyle dedi:
“Bilakis, onlara haramı helal, helali de haram kılıyorlar, onlar da (haham ve papazlara) itaat ediyorlardı. İşte bu, onlara ibadet etmeleri demektir.”625
Bu hadis-i şerif, Allah'ın kitabına yetki tanımaksızın helal ve haram sınırlarını belirleme yetkisini kendisinde görenlerin nefislerini ilave rab -ittihaz ettiklerini ve onlara kanun koyma yetkisi tanıyanların da onları rabler edindiklerini göstermiş olmaktadır. 626
Kur'an’ın ondört asır önce getirdiği en büyük prensiplerden biri de, hangi makam ve mevkide olursa olsun, insanın şahsına değil, yalnız Allah'a ibadet edilmesi prensibidir. İslâm beşeriyeti saadete erdirmek, zulmü ortadan kaldırmak, insana kulluk etmeye sevkeden istismarı yok etmek yolunda birleşilmesi gerekli olan belirterek Yahudi ve Hristiyanlara nasıl hitap ediyor: 627
“De ki: Ey kitap ehli, geliniz aramızda birleşebileceğimiz bir kelime üzerinde toplanalım: Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim. O'na hiç bir şeyi ortak koşmayalım. Bazımız bazımızı Allah'tan başka rabler edinmeyelim!..”628
Kur'an-ı Kerim, kula kulluğu ortadan kaldırmak ve sadece Allah'a kulluğu tesis etmek üzere gönderilen yegane kitap olduğu için, insanların Allah'ı bırakıp hem cinslerinden olan insanlara kulluk etmesini önlemek amacıyla çeşitli deliller serdetmiş, bu konuda geniş açıklamalar yapmıştır:
“Hiç bir insana yaraşmayacak/yakışmayacak bir şey varsa, Allah'ın kendisine kitap, hikmet ve nebilik vermesinden sonra onun insanlara:
“Allah'ı bırakın da bana kul olun” demesidir. Tam aksine O;
“Kitabı öğrendiğiniz ve okuduğunuz veçhile Allah'a kul olun” der. O, size:
“Melekleri ve peygamberi tanrı edinin” diye emretmez. Siz müslüman olduktan sonra size hiç imansızlığı emreder mi O?”629
Bu ayet-i kerimelerden de açıkça anlaşılıyor ki, Yüce Allah'ın kendisine ilim, hikmet ve nübüvvet görevi verdiği hiç bir peygamber: “Allah'ı bırakıp bana kul olun” dememiş, bilakis istisnasız bütün peygamberler:
“Ey kavmim, Allah'a ibadet ediniz; sizin O'ndan başka ilahınız yoktur” 630 buyurmuşlardır.
Kula kulluğun bütün çeşitlerine bir reddiye olan Kur'an-ı Kerim'de yüce Rabbimiz, insanların melek veya peygamberleri ilah edinmelerini yasaklamış, insanların melek veya nebilerden birini tanrı edinmesi küfür saymış ve müslümanlann böyle bir kötülüğe duçar olmamaları için peygamberine (s.a.v.) şöyle haykırmasını emretmiştir:
“De ki: Ben de sizin gibi bir insanım. Bana vahyolonuyor ki, ilahınız bir tek ilah olan Allah'tır. Her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, salih amel işlesin, ibadette hiç bir şeyi Rabbine ortak koşmasın.”631
Tarihe ibret nazarıyla baktığımız zaman çok değişik ve çeşitli şirk görüntüleri içerisinde insanların bilge kimseleri veya peygamberleri ilah kabul ettilerini görüyoruz. Mesela bazı kimseler tarafından peygamber olduğu iddia edilen ve en azından yüce vasıflara sahip bilge bir kimse olduğu herkesçe kabul edilen Buda, sağlığında ilahlık iddia etmemiş, bilakis insanları Allah'ı ilah edinmeye çağırmış olduğu halde, tabileri onu ölümünden sonra ilah edinmiş ve ona tapınmışlardır. Aynı şekilde Hz. İsa (a.s.) sağlığında kendisinin, Allah'ın kulu olduğunu ilan etmiş ve insanları da sadece Allah'a kul olmaya çağırmış olduğu halde, vefatından hemen sonra, bizzat kendi kavmi tarafından ilah kabul edilerek Allah'a şirk koşulmuştur. îslâm bu tür bir sapıklığın önüne geçmek için delil üstüne delil getirmiş ve bunun şirk olduğunu her fırsatta vurgulamıştır. Rabbimiz peygamberine şöyle emrediyor:
“De ki: Ben, ne fayda, ne de zarar vermeye malik değilim. Ancak, Allah neyi diler, murat ederse o olur. Gaybı bilseydim elbette hayn çoğalttırmak isterdim, bana da bir kötülük isabet etmezdi. Ben yalnızca iman eden insanları uyaran ve müjdeleyen bir insanım.” 632 Görülüyor ki Kur'an, kullara kulluğu ortadan kaldırarak yeryüzünde hakimiyeti sahte ilah ve rablerin elinden çekip-alıp sadece Allah'a vermek için delil üstüne delil getiriyor ve bu noktanın son derece önemli olduğunu insanların kafalarını çatırdatırcasına vurguluyor. 633
p- Putlara İbadet:
Kur'an-ı Kerim'in andığı şirk çeşitlerinden birisi de putlara ibadet şeklinde ortaya çıkan tapınmadır. Putlar çeşit olarak çok fazla olmakla beraber genel olarak iki kısımda mütalaa edilebilirler:
1- İnsan, hayvan, kuş veya bunların karışımı bir şeklin; ağaç, taş ve madenden yapılarak tapmılması biçiminde ortaya çıkan ilkel putçuluk. Bu tür putlara sanem veya vesen adı verilir.
2- Herhangi bir şekil düşünmeksizin kafalara, gönüllere, kalplere dikilen veya tabi olunan putçuluk. Bu tür putperestliğin görüntüsü daha moderndir.
Birinci madde de ele aldığımız putçuluk olayında putlar, tapanlann nazarında tabiatüstü yüce bir gücü ve kuvveti temsil ettikleri için putperestler bu güç ve kuvvetin tapındıkları putlarda gizli olduğuna inanırlar. Bu bağlamda her putun veya putçuluğun ilgili bulunduğu bir efsanesi vardır. Bu putların bir kısmı iyiliği, bir kısmı şerri, bir kısmı ucuzluğu vs. yi temsil ederler.
İslâm tarihçilerinin kaydettiklerine göre, putperestlik İslâm'dan önce Arap Yarımadasında oldukça yaygındı. Denilebilir ki, Arabistan'da putçuluğun bütün çeşitleri olmakla beraber, daha çok birinci kısımda anlatmaya çalıştığımız putperestlik yaygındı. Yine tarihçilerimizin rivayetlerinden Kabe'nin, putperestliğin sergilendiği bir yer olarak gerçek amacından saptırıldığını öğreniyoruz. Peygamber (s.a.v.) Mekke'yi fethettiği zaman Kabe'ye girmiş ve orada peygamberlerin resimlerinin bulunduğunu görünce, bunlann ortadan kaldırılmasını emretmişti. Ayrıca Kabe'de herbiri farklı kabile ve şahıslara ait olan ve değişik şeyleri temsil eden 360 putu görünce, onların da kırılmasını emretmişti. 634
Putçuluğun her çeşidine karşı çıkan ve putlara ibadet etmenin kötülüğünü en beliğ biçimde ortaya koyan Kur'an-ı Kerim ayetleri, insanoğluna, yaratıcının sadece Allah olduğu fikrini ve putları ve timsalleri de Allah'ın yarattığı düşüncesini aşılama sadedinde delil üstüne delil sunarlar:
“Siz, elinizle yonttuklarınız (putlar)a mı tapıyorsunuz? Oysa sizin de, bütün taptıklarınızın da yaratıcısı Allah'tır.”635
Put, sadece Arapların cahiliye döneminde taptıkları basit ve alelade şekillerden veya özellikle Hz. İbrahim döneminde olduğu gibi muhtelif cahiliye sistemlerinde tapınılan taştan, tunçtan, tahtadan, heykellerden ve ağaç, kuş, hayvan, yıldız, gök cismi, ateş, ruh veya hayallerden ibaret değildir. Bu basit puta tapınma şekilleri Allah'a şirk koşmanın bütün boyutlarını kapsamaz. Yalnızca bu ilkel putçuluklar üzerinde duracak olursak ve Kur'an'daki şirkten maksadın sadece bunlar olduğunu kabul edecek olursak, oldukça boyutlu olan şirk kavramından bir şey anlamış olmayız. Oysa Kur'an'a göre put, o kadar geniş anlamlıdır ki, kişinin Allah'ın dışında hayatının amacı kıldığı maddi-manevi her şeydir. Bu putları hayatın amacı kılmak da Allah'a şirk koşmak olarak nitelendirilmiştir. Fakat insanları kendilerine fayda ve zararı olmayan taş, ağaç, maden vs. şeylere ibadete sevkeden amiller nelerdi? İnsanlar niçin putlara tapınışlardır? Göz göre göre bu cansız şeylere neden tazimde bulunulmuş ve bulunulagelmektedir? Biz bu konuda da Kur'an'a başvuruyoruz: 636
A- Putlara Tapınmanın Sebepleri: 1- Şefaat Düşüncesi Ve Allah'a Yakın Olma Arzusu:
Kur'an-ı Kerim, müşriklerin putlara tapınma sebeplerinin en önemlisi olarak şefaat düşüncesini zikreder. Müşriklerin putlara niçin taptıklarını Kur'an müşriklerin lisanından şöyle naklediyor:
“Biz onlara, bizi ancak Allah'a yaklaştırmaları için ibadet ediyoruz.” 637 “Allah'tan başka kendilerine ne zarar ve ne de fayda vermeyen şeylere taparlar ve “Bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerim izdir” derler.”638
Kur'an, putlara tapanların kendileri açısından ileri sürdükleri bu bahanelerin, nedeni ne olursa olsun bu yapay kılıfların ve arkasına gizlendikleri bu örtülerin hiç birisini geçerli bir neden olarak kabul etmemiş ve insanların putperestliği bırakmaları için en keskin ve sert dili kullanmıştır:
“De ki Allah'tan başka ilah diye iddia ettiklerinizi çağırın da (size yardım etsinler). Bunlar sıkıntıyı kaldırabilme ve değiştirebilme gücüne sahip değildirler. Onların taptıkları da, Rablerine en yakın olmak için vesile ararlar. Ve O'nun rahmetini umarlar. Ve (Allah'ın) azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı korkunç olmaktadır.”639
“Allah'tan başka yalvardıkları şeyler, şefaat edemezler.” 640 “Kendilerine, ortaklarından şefaatçiler de bulunmaz. Onlar ortaklarını da inkar edeceklerdir.”641
2- Aşırı Tazim:
Kur'an'a göre bir varlığa aşın saygı gösterme, onu yüceltme ve onu ululama, sonuçta onu tanrılaştırmaya yol açacağı için yerilmiş ve şirk olarak değerlendirilmiştir.
İbadet edilecek derecede yüceltilen şahsiyetler, Allah katında makbul ve aslında böyle bir ta'zimden kaçan kimseler bile olabilirler. Hristiyanların Hz. İsa ile Meryem'i, Yahudilerin Üzeyr'i, her iki din mensuplarının da din büyüklerini, keza müşriklerin melekleri ta'zimde ileri gitmeleri, onlara uluhiyyete mahsus bazı özellikleri vermekle sonuçlanmıştır. 642 Kur'an-ı Kerim peygamberlere, din adamlarına, meleklere, sâlih insanlara vb. varlıklara gösterilen bu aşırı tazimi şirk olarak değerlendirmiştir:
“...Allah demişti ki: “Ey Meryem oğlu İsa, sen mi insanlara: “Beni ve annemi, Allah'tan başka iki tanrı edinin” dedin?” (İsa): “Hâşâ, sen yücesin”...dedi.”643
“Yahudiler: “Uzeyr, Allah'ın oğludur” dediler. Hristiyanlar da: “Mesih, Allah'ın oğludur” dediler. Bu onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. (Sözlerini), önceden inkar etmiş (olan müşriklerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin, nasıl da (haktan batıla) çevriliyorlar?!”644
“Hahamlarını ve rahiplerini Allah'tan ayrı rabler edindiler, Meryem oğlu Mesih'i de öyle (yaptılar). Oysa kendilerine yalnız tek ilah olan Allah'a ibadet etmeleri emredilmişti. O'ndan başka ilah yoktur. O, onların şirk koştukları şeylerden münezzehtir.”645
“O gün, onların hepsini mahşere toplar, sonra meleklere: “Bunlar size mi tapıyorlardı?” deriz.”646
Kur'an-ı Kerim, salih kimselere gösterilen aşın ta'zimi'de şirk olarak nitelemiştir:
“Dediler ki: “Tanrılarınızı bırakmayın, ne Vedd'i, ne Suva'ı ne de Ye'ğus'u, Yeûk'u ve Nesr'i bırakmayın.”647
İbn Abbas (r.a.)'dan rivayet edilen bir habere göre, yukarıda zikri geçen Nuh suresinin 23. ayetinde adları sayılan ve sonradan Arapların da putlaştırarak tapındıkları Vedd, Suva, Yeğus, Yaûk ve Nesr gibi şahsiyetler aslında Nûh (a.s.) zamanında salih insanlardı. Toplum içerisinde itibar gören bu şahsiyetler vefat ettikten sonra, Şeytan’ın vesvesiyle anıtlar dikilerek bunların adları verilmiş ve daha sonra da bu kişilere ibadet edilir olmuştur.648
Demek oluyor ki, ibadet edilecek derecede yüceltilen bu şahsiyetler, belki de, Allah katında makbul ve aslında böyle bir tazimden kaçan kimseler oldukları halde, sonradan aşın ta'zime hedef olmalarıyla putlaştırılmışlardır,649
3- Aşırı Sevgi:
Kur'an-ı Kerim, her hangf bir şeyi, Allah'ı sever gibi severek, onun arzularına, emir ve yasaklarına itaat etmeyi Allah'a şirk koşmak olarak değerlendirmiştir ve her hangi birine karşı beslenen aşın sevgiyi de, onu putlaştırmak olarak nitelemiştir. Şu ayet gayet manidardır:
“İnsanlardan öyleleri vardır ki, Allah'tan başka eşler tutarlar, Allah'ı sever gibi onları severler. İman edenler ise en çok Allah'ı severler. Zalimler, azabı gördükleri zaman bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çetin olduğunu anlayacaklarını keşke bilselerdi!”650
Allah'a inanmak, kişinin O'nun isteğini kendi dileğine veya başkalarının isteklerine tercih etmesini ve diğer arzuları O'nun yolunda feda edecek kadar O'nu sevmesini gerektirir. 651 Allah'ı sevmenin kanıtı Allah’ın belirli nitelik ve güçlerini başkalanna atfetmek ve O'nun hakkını sahte ilah ve rablere vermektir. Allah'ın sıfat ve güçlerini başkalanna atfedenler, O'nu sevdiklerini iddia edemezler, bilakis bu şekilde O'na ortak koşmuş, Allah'a denk tutmuş olurlar.
İnsan, Allah'ın melekleri, nebi ve velileri gibi değerli kullarını severken de, bu ayetin çizdiği sınırda durmasını bilmelidir. Zira Allah için sevmekle, Allah'ı sever gibi sevmenin arasındaki farkı bilmek gerekir. Allah'ı sevmek gibi olmamalıdır. Meselâ Hristiyanların Hz. İsa hakkında yaptıkları gibi insanı tanrılaştırma derecesinde olmamalıdır. Vahdet-i Vücud'un “her mevcud tanrıdır” şeklindeki anlayışı şirkin içine düşürür ki, felsefe tarihindeki Panteizm budur, 652 Yine bozuk tasavvufi anlayışlarda şeyhe karşı beslenen aşırı sevginin de, şeyhi putlaştırmaya götürdüğü için şirk ve küfür olduğundan şüphe yoktur.
Allah'ı sevmenin ve hiç bir şeyi O'nun kadar sevmemenin tabii sonucu olarak kulların O'nu tek Hakim olarak kabul etmeleri, O'nun önünde secde etmeleri, gizli ve açık yalnızca O'ndan korkmaları, Allah'ın kayıtsız şartsız hakkıdır. Fakat kullar bu haklann bir kısmını veya hepsini başkalanna verirlerse, o zaman O'na ortak koşmuş olurlar. Neyin haram, neyin helâl; neyin pis, neyin temiz olduğunu belirleme, onlara belirli yasaklar koyma otoritesi de O'nundur. Bu nedenle bu haklardan bir kısmını kendisinin kabul eden kimseler şirk koşmuşlardır. Hakim olarak tanınmak sadece O'na layıktır. Kulları olarak insanlar, O'nun emirlerini nihai otorite olarak kabul etmeli ve doğru yola ulaşmak için O'na yönelmelidirler. O halde bu haklan Allah'tan başkasına veren kişi, ortak koşmuş demektir. Aynı şekilde bu nitelik ve haklardan her hangi birine sahip olduğunu iddia eden ve başkalarının, bu özelliklerin kendinde olduğuna inanmalarını isteyen kişi veya kurumlar, resmen ilahlık iddiasında bulunsalar da bulunmasalar da kendilerini Allah'a ortak koşmuş olurlar.653
Mü’minlerin Allah'a olan sevgileri, Allah için muhabbetleri her şeyden ziyade ve o müşriklerin prestij ettikleri benzer ve denklere ve eğer varsa, Allah'a olan sevgilerinden daha şiddetli ve kuvvetlidir. Mü’min her zaman Allah'a yönelir. Müşrik ise bir puta tapar, hevesine göre durmadan tann değiştirir. Ancak çok darda kalırsa Allah'ı hatırlar. Mü’min, Tevhid dinine inanan muvahhid olduğu için, bütün sevgisi Allah'ta odaklaşır, O'nda merkezileşir ve Allah'ın yaratıklarına olan sevgisi, bu noktadan dağıtılır. Müşriklerin sevgisi ise parça-parça, bölük-pörçük olduğu için hiç bir değer ifade etmez. 654
B- Putperestliğin Çağdaş Boyutları Ya da Şirkin Modern Görüntüleri:
Yüce İslâm dini yalnızca ağaçtan, taştan veya tunçtan putları yıkmak için gelmemiş ve peygamberler silsilesi de sadece bu putları yıkmak için gönderilmemiştir. Aksine İslâm, gerçek anlamda Allah'a kulluk esasını pekiştirmek, her konuda Allah'ın emirlerine itaat ve yasaklarına da riayet prensibini yerleştirmek için varolmuştur.
Geçmiş devirlerde geçerli olan sistemleri ve geçerli olan prensipleri iyice incelediğimiz zaman, şirk temeline dayalı putçuluğun, günümüzde geçerli olan şirkten ve putçuluktan pek de farklı olmadığını görürüz. Kur'an-ı Kerim'de geçen şu ayet-i kerimeleri günümüze getirdiğimizde ve bu gün anlamaya çalıştığımızda bu gerçeği daha da açıkça görebilmek mümkündür:
“Andolsun onlara: “Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ay'ı kim (sizin yararınıza çalışmak için) boyun eğdirdi?” desen; “Allah” derler...”655
“...O'ndan başka veliler edinerek: “Biz bunlara, sırf bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz” derler...”656
“Onlara: “Kim gökten suyu indirip de ölmüş olan yeri onunla diriltiyor?” diye sorsan: “Allah” derler. De ki: “Hamd Allah'a lâyıktır?” Fakat onların çoğu düşünmezler.”657
İşte bu sözler Mekke'li müşriklere ait. Mekke'li müşriklerle günümüzde kendisini müslüman kabul edenler arasında bir mukayese yaptığımız zaman, aralarında öyle fazlaca büyük farklar olduğuna inanmak zordur. Zikrettiğimiz ayet-i kerimelerde müşriklerde de bir “Allah inancı” hin varolduğu açıkça belirtilmiş bulunuyor. Ayrıca tarihi kaynaklarımızdan öğrendiğimize göre müşrikler: “Biz hacılara hizmet edenleriz. Biz Kabe'nin sahipleriyiz” 658 diyerek güzel işlerde yarışıyorlardı. Fakat Allah'ın hükmü yerine Mekke site devletinin parlenıentosu Daru'n-Nedve'nin kanun yapmasını ve Ebu Cehil gibi tağutların kendilerini yönetmelerini istiyorlardı. Ama Allah'ın dini sözkonusu edildiği zaman da arslan kesiliyorlardı. Tevhid'in karşısında durarak şirke sarılıyorlardı hep.
“Allah bir olarak anıldığı zaman ahirete inanmayanların kalbi öfke ile kabarır...” 659
“Sen Kur'an'da Rabbini bir olarak andığın zaman nefretle kaçar vaziyette gerisin geriye giderler...”660
“Dediler ki: “Sen bize yalnızca Allah'a kulluk etmemiz ve atalarımızın tapmakta olduklarını bırakmamız için mi geldin?”661
Günümüzde de kelime-i şehadet getirip namaz kılan, oruç tutan, hacca giden kimselerin tağutun hükmüne rıza gösterdikleri, tağuta itaat ettikleri, sadece Allah'a mahsus olan sıfatları başkalarına verdikleri bilinen bir gerçektir. Yine bu kimselerin Allah'ı bırakıp bir takım armaları, şiarları, işaretleri, bayrakları, gelenek ve görenekleri yücelttikleri ve bu sayılan değerler uğruna mallarını, mülklerini, namuslarını, ahlâklarını payimal ettikleri, böylece de bu değerlere kulluk ettikleri ortadadır. Sözü edilen bu şahısların tağutun ortaya koyduğu nefsani, şehvani ve indi değer yargılarıyla Allah'ın kanunları ve şeriatı çatışacak olsa, hep Allah'ın şeriatını onların istekleri doğrultusunda yontarak şekil verdikleri, kısacası putların veya putların arkasına sığınmış olanların emir ve yasaklarını harfiyyen yerine getirdikleri ve Allah'ın şeriatına tamı tamına zıt olan sistemleri kabul ederek onların hükümlerini tatbik ettikleri de inkâr edilemez...
Bunlar müşrik değil de nedir? Bundan daha açık putçuluk düşünülebilir mi? Putların emir ve direktifleri doğrultusunda hareket ederek onlann yolundan santim bile ayrılmayanlar, Allah'ın kitabına ve Resûlü'nün sünnetine kulaklarını tıkayarak putların ve onların işbirlikçilerinin çağrısına kulak verenlerden daha iyi putperest olur mu? Bunlar apaçık müşrik olduklarını kendileri ilan ediyorlar... Bu tür insanlar ister namaz kılsın, ister oruç tutsun, ister haccetsin ve isterse sabahlara kadar Allah Allah diyerek teşbih çeksinler... Ne yaparlarsa yapsınlar, kendilerini putçu müşrik olmaktan kurtaramaz, kimse de onları zorla temize çıkarark müslüman yapamaz'... 662
r- Tabiat Olaylarına İbadet:
İnsanları şirke götüren amillerden birisi de, onlann tabiat olaylannın mükemmelliği karşısında dehşete düşerek, bu doğal hadiselerin ruhlarındaki kuvvetli tesir ve nüfuzdan dolayı tabiatı ilah olarak kabul etmeleridir. Tabiat ilah kabul edilince, insanlığın zaman zaman tabiat hadiseleri için ayrı ayrı ilahlar kabul ettiği bilinen bir gerçektir. Beşeriyet tabiatüstü bir ilahın, yani Allah'ın varlığını kabul etmekle beraber, ay'a, güneşe, yıldızlara, gök cisimlerine taparak sözü edilen cisimleri ilahlaştırdığı da açık bir hadisedir. Bu tanrıların bazılarına gök tanrısı, bazılarına denizler tanrısı, bazılarına da rüzgar ilahı diye adlar konulmuştur.
Kur'an-i Kerim, tabiat olaylarına tapma hastalığını tedavi etmek için insanın dikkatini kâinatta görülen ince nizama, ölçüye, plana, takdire, kısacası her şeye çekerek bu doğal olayların arka-planını düşünmeye, yani Allah fikrine sevkeder. Her konuda olduğu gibi kâinat olaylarını evirip çevirmede de Allah'ın tek olduğu düşüncesini yerleştirmeye çalışır. Böylece tabiat olaylarına ibadet yoluyla düşülen şirki ortadan kaldırmayı hedefler:
“Şüphesiz sizin ilahınız bir tek ilahtır. O göklerin, yerin ve ikisi arasında bulanan her şeyin ve doğuların Rabbidir.”663
“Kainatta Tevhid” bölümünde de izah ettiğimiz gibi Kur'an, Allah'ın yarattığı en büyük doğal olayları sayarak Yüce Rabbimizin birliğine delil getirir:
“Sizin Rabbiniz O Allah'tır ki; gökleri ve yeri altı günde yaratmış, sonra arşa hükmeden -gündüzü durmadan kovalayan- geceyle bürüyen; güneşi, ayı yıldızlan hepsini buyruğuna baş eğdirerek var eden Allah'tır: İyi bilin ki, yaratma ve emir O'nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah'ın sânı ne yücedir.”664
“Allah her şey için bir ölçü koymuştur.” 665
“Göğü yükseltti ve ölçüyü koydu.” 666
“Biz her şeyi bir ölçüye göre yarattık.” 667
“Her şeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, mukadderatını tayin etmiştir.”668
“O'nun yanında her şey bir miktar iledir.” 669
“Arzı da yaydık. Orada yerli yerinde dağlan koyduk. Ve orada hikmetle ölçülmüş her şeyden bitkiler bitirdik.”670 “Gökten de bir ölçü dairesinde bir yağmur indirdik.” 671 “Ölçtük, biçtik. Ne güzel biçim vereniz Biz.” 672 “Üstlerindeki göğe bakmadılar mı, onu nasıl yaptık, hiç bir gediği, çatlağı yoktur.” 673
Bu ayetlerde belirtilen manâ şudur: Yaratma ve emir yalnızca Allah'a mahsustur. İnsanlann, hayvanların, cansızların, kısacası bütün kâinatın yaratıcısı Allah'tır. Kainattan maksat-daha geniş anlamıyla-semalar, bütün yıldızlar ve gök cisimleridir. Arz da üzerinde yaşadığımız bir yıldızdır. Cenab-ı Allah bütün bunları belirli bir nizam ve intizam içerisinde yaratmıştır. Hiç bir şey tesadüf eseri, kendiliğinden oluşmamıştır. Bütün kısımları arasında mükemmel bir uyum ve denge bulunan kâinat, kör bir rastlantı sonucu oluşmamıştır. Bilakis kainatta görülen bu ince nizamın bir Nâzım'ı ve bu olağanüstü derecede güzel sanatın bir Sâni'i vardır ki, O da Allah'tır. Evrendeki bu dakik ölçü, takdir ve plan, her şeye aynı kudret ve kuvvetin hakim olduğunu ve her şeyin Cenab-ı Allah'ın takdir ve tedbiriyle yürüdüğünü göstermektedir. Nitekim kainatta görülen en küçük varlıktan en büyüğüne kadar hepsinin bir uyum içerisinde olması da bunu kanıtlamaktadır, 674
4- Kur'an'ın Şirk'i Tasviri: a- Şirk: En Büyük Günah:
Kur'an-ı Kerim şirk'i, kişinin Allah'a karşı islediği en büyük günah olarak tasvir eder. Bu konuda yüce Allah şöyle buyurur:
“Allah kendisine ortak koşmayı elbette bağışlamaz. Bundan başkasını dilediğine bağışlar.”675
Buhari ve Müslim'in sahihlerinde rivayet edilen bir hadis-i şerifte peygamber (s.a.v.)'e en büyük günahın hangisi olduğu sorulunca, o şu karşılığı vermiştir:
“Seni yaratan Allah olduğu halde, O'na şirk koşman (en büyük günah)dır.”676
Yukarıda zikrettiğimiz âyet ve hadisten anlaşılacağı üzere İslâmi veriler şirkin asla affedilmeyecek bir günah olduğunu beyân etmiştir. Tarih boyunca bütün peygamberler de şirkin en büyük günah olduğunu kavimlerine tebliğ etmişlerdir:
“De ki: “Gelin size Rabbinizin haram kıldığı şeyi söyleyeyim: O (Allah) a hiç bir şeyi şirk koşmayın”677
“De ki: “Rabbim açık ve gizli bütün fuhşiyatı, günahı, haklı olmayan İsyanı ve Allah'a hiç bir zaman delil indirmediği herhangi bir şeyi ortak koşmanız ve bilmediğiniz şeyleri O'na isnat etmenizi haram kabul etti.” 678
“Bile bile Allah'a şirk koşmayın.”679
“Tuttular kullarından O'na bir cüz (çocuk) isnat ettiler; gerçekten insan çok nankör, açık bir küfürbazdır.”680
“Allah'ın yanında başkasını tanrı kılmayın; doğrusu sizi O'nun azabı ile açıkça uyarıyorum.”681
b- Şirk: En Büyük Zulüm:
“Zulüm” bir şeyi kendi doğal konumu dışına çıkarmak,682 bir kimseyi hakkından mahrum etmek, adaletsizce davranmak,683 bir şeyi gerekli olan yerden kaldırıp, başka bir yere koymaktır. 684 Balığı karada, kuşu suda yaşatmaya zorlamak zulümdür. Çünkü balık ancak suda, kuş da karada yaşar. Bunları kendi doğal ortamlarından çekip koparmak, onların yaşam haklarını ellerinden almak olur ki, işte esas zulüm budur.
Şirk büyük bir zulümdür. Çünkü insan Yaratıcısı, rızık ve nimet verenine, yaradılışı, rızıklanışı ve bu dünyada hoşlandığı şeylerle nimetlenişinde hiç bir katkısı ve ortaklığı bulunmayan varlıkları ortak koşmaktadır. Bundan daha büyük bir adaletsizlik olmaz. İnsanın yalnızca Allah'a tapması, Yaratıcının insan üzerindeki hakkıdır. Fakat müşrik, başkalarına tapmakta ve Allah'ın hakkını çiğnemektedir. 685
“İman edip de imanlarına zulmü karıştırmayanlar... İşte güven onlarındır ve doğru yolu bulanlar da onlardır” 686 ayet-i kerimesi nazil olunca, bu durum Resulullah’ın ashabına çok ağır geldi ve hepsi teessüre kapılarak: “Hangimiz nefsine zulmetmez ki?” diye sormaya başladılar. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Mesele sizin anladığınız gibi değil. Burada kastedilen husus Lokman (a.s.)’ın oğluna tavsiyesinde olduğu gibidir. O oğluna şöyle demişti:
“Ey oğulcuğum! Allah'a şirk koşma. Çünkü şirk büyük bir zulümdür.” 687 Kur'an-ı Kerim, şirki büyük bir günah, cinayet ve zulüm olarak tanımladığı için Yüce Allah'ın bu suçu, bu cürmü affetmeyeceğini defalarca vurgular. Allah'a şirk koşanın ebedi olarak cehennem azabı çekmesi, zulme ilahi adaletle karşılık vermek olarak ortaya çıkar:
“Allah, kendisine şirk koşulmayı asla affetmez. Bundan başkasını dilediğine bağışlar.” 688
“Sana ve senden öncekilere şöyle vahyolundu: “Andölsun, eğer (Allah'a) ortak koşarsan amelin boşa çıkar ve ziyana uğrayanlardan olursun.”689
“Haberiniz olsun ki, siz ve Allah'tan başka taptığınız şeyler hep cehennem yakıtısınız. Siz ona gireceksiniz. Eğer onlar gerçek ilah olsalardı oraya girmezlerdi. Halbuki hepsi orada temelli kalacaklardır.” 690
“Her kim de Allah ile beraber başka bir ilaha, onu ispat edecek bir delil olmamasına rağmen taparsa, onun hesabı Allah'ın yanındadır. Muhakkak ki, kafirler asla iflah olmazlar.”691
Peygamber (s.a.v.) de şirk koşmanın cehennem azabı ile sonuçlanacağını şu hadisiyle beyan eder:
“Kim Allah'a şirk koşarak ölürse, mutlaka cehenneme girer!”692
5- Şirk Türleri:
İbn Teymiyye (v. 728/1328) şirki iki kısma ayırarak, şöyle açıklar:
a- Ulûhiyette Şirk: Kişinin ibadetinde, sevgisinde, korkusunda, ümidinde ve sığınmasında Allah'a ortak koşmasıdır. Bu tevbe edilmedikçe Allah'ın bağışlamayacağı bir şirktir. Allah Tealâ:
“İnkar edenlere, eğer vazgeçerlerse, önceden yaptıkları günahların bağışlanacağını söyle.”693
Resulullah (s.a.v.)'ın Arap müşrikleriyle savaşması da bu sebeptendi. Çünkü onlar, ulühiyette Allah'a şirk koşmuşlardı Allah Tealâ şöyle buyurmaktadır;
“İnsanlar arasında Allah'ı bırakıp O'na koştukları eşleri tanrı olarak benimseyenler ve onları Allah'ı severcesine sevenler vardır. Mü’minlerin Allah'ı sevmesi ise hepsinden daha fazladır.”694
“Onlara (putlara) bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz, derler.”695
“Tanrıları tek bir tanrı mı yaptı? Doğrusu bu tuhaf bir şeydir, dediler.”696
“Her inatçı inkarcıyı, iyiliklere durmadan engel olan, mütecaviz, şüpheci, Allah'ın yanında başka tanrı benimseyen kişiyi cehenneme atın, onu çetin azaba sokun.”697
“Peygamber (s.a.v.) Husayn'a:
“Kaç (ilah)'a tapıyorsun?” dedi.
“Altısı yerde, biri de gökte” diye cevap verdi. Resulullah:
“İsteyerek ve korkarak taptığın hangisidir?” dedi.
“Gökte olan” karşılığını verdi. Resulullah:
“Sana bazı sözler öğretsem müslüman olmaz mısın?” dedi. Adam müslüman oldu. Resulullah (s.a.v.) da ona şöyle demesini tavsiye etti:
“Allah'ım bana hidayetimi ilham et ve beni nefsimin şerrinden koru.”698
b- Rubûbiyette Şirk: Allah, hükümran ve müdebbir, veren ve alan, zarar ve fayda veren, alçaltan ve yücelten, her türlü eksiklikten münezzeh olan Rabb'tır. Her kim veren ve alanın, zarar ve fayda verenin, yükselten ve alçaltanın Allah'tan başkası olduğuna inanırsa, Allah'ın rubûbiyetine şirk koşmuş olur.
Fakat kişi bu şirkten kurtulmak isterse, örnek olarak kendisine ilk verenin kim olduğunu düşünsün; verdiği nimetlerden dolayı O'na şükretsin. Kendisine kimin iyilik yaptığını düşünsün ve buna karşılık versin. Nitekim Resulullah (s.a.v.):
“Her kim size iyilik yaparsa, onu mükafatlandırın. Verecek bir mükafat bulamadığınız zaman onun için dua edin. Göreceksiniz ki onu mükafatlandırmışsınız.” 699 Buyurmaktadır. Nimetlerin hepsi Yüce Allah'ındır. O şöyle buyurmaktadır:
“Size ulaşan her nimet Allah'tandır.”700
c- Gizli Şirk: İbn Teymiyye, bu iki çeşit şirkten başka “gizli şirk” olarak adlandırdığı üçüncü bir şirkten daha sözeder ve onu şöyle tanımlar:
“Gizli şirke gelince, hemen hemen hiç kimsenin kurtulamadığı bir şeydir. Allah'la beraber başkasını sevmek gibi! Şayet kişinin Allah'ı sevmesi, peygamberleri, salihleri ve salih amelleri sevmesi gibiyse, bunun bu konuyla bir ilgisi yoktur. Çünkü bu, sevginin hakikatma işaret eder. Zira sevginin hakikati, sevileni ve onun sevdiğini sevmek, onun sevmediğini de sevmemektir. Her kimin sevgisi gerçekse, sevdiğine muhalefeti de olmaz. Çünkü muhalefet, sevdiğine olan bağlılığın eksikliğindedir. Allah Tealâ’nın şu sözü, buna işaret etmektedir:
“De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.”701
Ümmet içerisinde karıncanın yürüyüşünden daha gizli olduğu rivayet edilen bu şirk'i açıklarken devamla İbn Teymiyye, kişinin Allah'tan korkmakla beraber başkalarından da korkması ve bu korkunun orantılı olarak çoğalıp azalmasının da gizli şirk kapsamına girdiğini kaydeder. Ayrıca bu şirkten kurtulmanın yolunun da Allah'a karşı ihlaslı olmaktan geçtiğini belirtir. İhlas ise, ancak zühdden sonra gerçekleşir. Zühd ve takvasız olmaz. Takva ise, emir ve nehiylere hakkıyla uymaktır.702
6- Sonuç:
Tevhid, birey ve toplumun amaç ve stratejisini tanımlayan, toplumun oluşumunda ve yönetiminde etkin işlevi olan, yapıcı bir tasarım, düşünme yolu, amel ve eylem; kısacası muvahhid bir kimsenin bütün bir hayatını çepeçevre kuşatan bir düşünce, pratik, yaşam biçimi iken, şirk; bir'i ikileştiren, üçleştiren..., ihtilaflara sebebiyet veren, sulhun yerine fesadı getiren, çelişkilerle dolu bir yaşam biçimidir.
İslâm öğretisinin temeli Tevhid ilkesidir. Tevhid'in mukabili, zıddı şirktir. Bir başka deyimle şirk, Tevhid'in tam karşıtıdır. Şirk, Tevhid'in tam karşısında durur. Tevhid ile çelişen her düşünce, amel ve eylem şirktir. Şirk'in buşatığı hiç bir fikir ve yaşam biçimi Tevhidi olamaz. Tevhid ne ise, şirk o değildir.
Şirk, yalnız Allah'ın hakkı olan bir şeyi, O'nun yaratıklarına da tanımak demek olduğu için gasp esasına dayanır.
Kur'an şirki, heva ve heveslerine uyan, nefsinin istek, arzu ve tutkularına kul olan insanların dini olarak gündeme getirir. Çünkü şirk olayı ancak insan için söz konusu edilebilir. Evrende insan dışındaki hiç bir şeyde şirk olgusuna rastlamak mümkün değildir. İnsan dışında kainatın her alınında tam bir Tevhid hakimdir. Bu yüzden evrendeki Tevhid'e aykırı düşen, yani Allah'tan başka rab kabul edenler, O'ndan başka ilah ittihaz edenler, O'ndan başka ödüllendirici ve ceza vericilerin olduğunu varsayanlar; O'ndan başkasını vekil ve velî edinenler, O'ndan başkasından yardım, şefaat ve medet umanlar, O'nun dışındakinden çekinip-korkanlar, başkalarını O'nun kadar severek onlara itaat edenler... Kur'an'da “necis” olarak vasıflandırılmışlardır:
“...Müşrikler ancak necis (pislik)tirler...”703
Şirk koşanların üzerinde bulundukları konumları da hüsran olarak kabul edilmiş, neticede hesapları Allah'a bırakılmıştır:
“Sana ve senden öncekilere şöyle vahyedildi: Andolsun, eğer şirk koşarsan(ız) amelin(iz) boşa çıkar ve hüsran (ziyan)a uğrayanlardan olursun(uz).”704
“(Müşriklere şöyle cevap verilir): Bu (duruma düşmeniz)in sebebi şudur: Tek Allah'a çağrıldığınız zaman inkâr ederdiniz. O'na ortak koşulunca inanırdınız. Artık (hakkınızda) hüküm (verecek olan) yüce ve büyük Allah'ındır.”705
Kur'an-ı Kerim genel olarak iki tür şirkten bahseder: İtikat (inanç)ta şirk ve amelde şirk... İtikatta şirk,706 Allah ile beraber insanlar üzerinde tasarruf sahibi, hükümran ve itaat edilecek bir merci kabul etmek, Allah'tan başkasını Allah'ı sever gibi sevmek, O'ndan başka bir güçten korkmak, tevekkül etmek, hakimiyet kaynağı kabul etmek ve Allah'ın ilahhğını kabul etmekle birlikte Allah'tan yüz çevirenlerin yollarını, emir ve yasaklarını izlemek itikadda şirk olarak kabul edilir. Zira Allah'ın bir tekliğini kabul etmek, hayatın tüm alanlarında O'na ortak kabul etmemeyi gerekli kılar. Allah ile beraber bir başka kişiye, güce veya otoriteye Allah'ın sıfatlarını vermek, onlara itaat edilmesi gerektiğine inanmak insanı akide açısından şirke düşürür. Amelde şirke gelince, Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyen azgm tağutlara ve helâl kılma ile haram etme yetkisini kendisinde gören yetki hırsızlarına gönüllü olarak, hiç bir zorlama olmadan itaat etmektir. Böylesi kişilere, güçlere veya otoritelere, Allah'ın yol göstericiliğini hiçe sayarak itaat eden kimse ameli olarak şirke düşmüş olur.
Kur'an, insanoğlunun devamlı olarak şirk ile içice, yüzyüze olduklarını, hatta insanlardan çoğunun ancak şirk koşarak iman ettiklerini 707 anımsatarak, bu derecede kolay düşülebilen bu pislikten insanın kendisini kurtarması ve koruması için olağanüstü bir gayret göstermesi gerektiğini, zira bütün günahların neticede bağışlanabileceğini açıkça beyan etmiştir:
“Allah, kendisine ortak (şirk) koşulmasını asla bağışlamaz, bundan başka her şeyi dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan, uzak bir sapıklığa düşmüştür.”708
Siyah bir gecede, siyah taşın üzerinde yürüyen siyah karıncanın ayak sesinden bile daha gizli olan şirkten 709 korunabilmek için her müslümanın büyük bir itina ve azami derecede dikkat göstermesi en başta gelen görevi olmalıdır.
“Allah'ım, bilerek (sana) şirk koşmaktan sana sığınırım! Bilmeyerek işlediğim günahlardan dolayı da senden yargılanma diliyorum.”710
Dostları ilə paylaş: |