“Hamdolunan” demek olup, ilk defa 27. olan el-Burûc sûresinde geçer. Hamîd, hamd masdarından, ism-i mefûl mânâsı taşıyan fa'îl vezninde bir sıfattır. Hamd, “kendisindeki güzel vasıflardan ve yaptığı iyiliklerden dolayı bir kimseyi öğmek” demektir. 911 Şükür ve medih unsurlarını, bir arada olarak ihtiva eden “hamd”i karşılayacak Türkçe asıllı bir kelime yoktur. Bizdeki “öğmek”, sadece medih ve sena karşılığıdır 912. Hamd hakkında yapılan tanımların özeti olarak, bunun belli başlı şu unsurları ihtiva ettiğini söyleyebiliriz:
a) Kendisine hamdolunanda, hakikaten güzel sıfatlar bulunmalıdır. Bir başka deyimle, ondaki değerler sübjektif değil, objektif olmalıdır,
b) Onun, kendisine hamdedene karşı yapmış olduğu lütufları, ihsanları bulunmalıdır,
c) Yaptığı iyilikleri, her hangi bir zorlanma sonucu olarak değil, ihtiyarî olarak yapmış olmalıdır,
d) Ona mahmûd denilebilmesi için, yapmış olduğu iyiliklere mukabil, fiilen öğülüp teşekküre hedef olmuş olmalıdır,
e) Hamdetme işinde, mahmûd'a karşı bir ta'zim ve muhabbet refakat etmelidir. 913
Hamdin taşıdığı anlamı gördükten sonra, Allah'ın vasfı olarak el-Hamîd'in nasıl tarif edildiğini görelim. el-Hattâbî:
Allah'a, yaptığı her şeyden dolayı, mutlak surette hamdolunur, işlerinde bir yanlışlık düşünülemeyeceği için O, bollukta da darlıkta da hamde mustahıktır. Zira, Onun işlerinde bir yanlışlık düşünülemez 914. İbn Kesîr: “yaptıklarında, söylediklerinde, dininde, ve takdirinde Hamdolunan” 915 Allah, bütün isimleriyle de, Hamîd'dir. Kur'ân'da:
Âlemlerin Rabbi, Rahman, Rahim, din gününün Mâliki olduğu 916; gökleri ve yeri, karanlıkları ve aydınlığı yarattığı 917; göklerde ve yerde Hükümrân, Hakîm ve Habîr olduğu 918; has kuluna eğrilik taşımayan bir Kitab indirdiği 919 vb. gibi hususiyetlerinden dolayıdır ki, hamde müstahak olduğunu bildirmiştir. Kemâl manâsıyla hamd, ancak Ona mahsustur. Allah, hamdin Kendisine ait olduğunu bildirdiği gibi, insanlar 920 melekler 921 gök gürültüsü gibi meteorolojik unsurlar 922, kısaca “anlayamadığımız bir ifade ile istisnasız bütün varlıklar” 923
Onun hamdini terennüm ederler.
Hamd kökü, fiil olarak Allah hakkında hiç kullanılmamıştır. Onun hamdi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi şeklinde ifade olunmuştur. Fiil şekli yalnız bir âyette “yapmadıkları şeylerle hamdolunmak isteyen kimseler” kınanırken varid olmuştur 924. İsim olarak 40'tan fazla yerde ve münhasıran Allah hakkında bulunmuştur. Makbul insanlar için hâmidûn (hamdedenler) vasfı gelmiştir 925. İsm-i mefûl şekli olan mahmûd (öğülmüş) yalnız bir kere ve Hz. Muhammed'in ulaştırılacağı makamın sıfatı olarak gelmiştir (makâmen mahmûdâ 926.
Bütün Kur'ân'da eliflâmlı veya eliflâmsız olarak 16 âyette görünen Hamîd isminin kullanılışı, şu durumları gösterir.
a) Münferid olarak yalnız bir âyette ve özel isim değerinde varid olmuştur.
(Hamîd'in yoluna)...927. Bu âyet medenîdir.
b) “el-'Azîz el-Hamîd” şekli her zaman tâbi' (sıfat) olarak gelmiştir 928. Bu şekil yalnız Mekkî âyetlerde görülür.
c) “Hamîd Mecîd” 929, “Hakîm Hamîd” 930, “Velî Hamîd” 931 birer âyette varid olmuştur. Bunların hepsi de mekkîdir.
d) “Ganî Hamîd” diğerlerine göre çok fazladır. Hem Mekkî 932, hem de Medenî 933 âyetlerde görünür.
Terkib edildiği ilâhî isimlere dikkat edilince görüleceği gibi, “Hamîd Mecîd” birbirini destekler. 'Azîz isminin Hamîd ismine bitiştirilmesi ise çok önemlidir. Zira birincisi mutlak kudret ve galebeyi ifade eder. Böyle olanın, zorunlu olarak sevilen, sayılan, öğülen, kısaca Hamîd olması gerekmez. Allah'ın Hamîd bir 'Azîz olduğu ise, böylece belirtilmiştir. “Ganî Hamîd” ise, başka mânâlar arasında bir de şunu ihtiva eder. Allah başkalarının hamdiyle Hamîd değildir, zatında Hamîddir. Başkalarının hamdinden esasen müstağnidir.
Altı şekil arasında Medine devrinde kalan tek şekil bu sonuncusudur. 934
17. Eş-şehîd
Allah'ın vasfı olarak eş-Şehîd “kendisinden hiç bir şey saklanamayan ve hiç bir şeyi unutmayan” 935 demektir. Şâhid olmak, ilk önce “huzur” düşüncesini uyandırır. Şâhid oluşu, bilmenin öbür nevilerinden ayıran, özellikle bu hâzır olma kavramıdır. el-Gazzâlî'ye göre ilim, mutlak olarak düşünülürse:
Allah “'Alîm”, gayba ve gizli taraflara izafe edilirse “Habîr”, zahiri durumları bilme söz konusu olursa “Şehîd”dir 936. İlâhî huzurun insan üzerinde doğuracağı etki gerçekten bambaşkadır. Beşerî anlamda bir huzur, Allah Teâlâ hakkında doğru olmayacağından şöyle izahlar yapılmıştır:
Şehîd, mahlûkların ancak şuhûd, yani huzur ile bilebilecekleri şeye muttali olandır. Gerçi O mekânî yakınlıkla vasfolunmaz. Maksad mahlûkatında olup biten şeylerin uzakta olan kimse, gibi Kendisine gizli kalmayacağıdır 937. Hülâsa Allah ezelden beri her şeyi bilir. Küçük-büyük her şeye muttalidir 938.
Kur'ân'da oldukça fazla görünen bu kökten, Allah hakkında varid olan fiil pek azdır. Allâh Kendisinden başka tanrı olmadığına şehâdet ettiği gibi, melekler ve ilim sahipleri de buna şahidlik ederler 939.
Yine O, Kendi ilmiyle Kitabı indirdiğine şahidlik eder 940. İnsanların bazı işlerine, meselâ münafıkların yalancı olduklarına 941 şehâdet eder. Allah, Rabbleri olduğuna dair âdem oğullarının, kendilerini sorumlu kılan şahadetlerini almıştır “eşhede-hum” 942. Ne şeytanı, ne de onun yardımcılarını, kâinatın yaratmasına şahid tutmamıştır 943. En büyük şehâdet Allah'ın şehâdetidir 944. Allah şehâdet âlemini olduğu gibi gaybı da bilendir 945 Şehâdet mefhumu gerek fiil gerek vasıf olarak Allah hakkında kullanıldığı gibi, mahlûkları için de kullanılmıştır. Şehîd'in çoğulu oîan “şühedâ” müşriklere izafe edildiğinde “şühedâ'e-kum (şahidleriniz)”, bazan “sahte tanrılar” diye tefsir olunur. Bu, şahidde “yardımcı” anlamının düşünülmesinden çıkmaktadır 946. Fakat bu kelime, şehâdet kavramının kapsadığı başka şeylerle de tefsir olunur. İbn 'Abbâs “yardımcılarınız”, Mucâhid “lehinizde şehâdet edecek olanlar”, bazıları “huzurlarına önem verdiğiniz kimseler” demiştir 947.
Şehid vasfı Kur'ân'da 35 yerde geçer 20'sinde Allah'ı tavsif eder. İlk olarak 27. sıradaki el-Burûc sûresinde görünmüştür. Kullanılış özellikleri :
a) Her zaman münferid olarak gelmiştir.
b) Hiç bir yerde eliflâmh olarak eş-Şehîd varid olmamıştır.
c) Vahyin başlangıç safhasından itibaren her devresinde görünmüştür.
d) Bir çok âyette temyiz: Kefâ billahi şehidâ (Şahid olarak Allah yeter) veya haber durumunda innellâhe 'alâ külli şey'in Şehîd (Allah her bir şey üzerinde Şahiddir) gelmiş, tâbi' (sıfat) olarak hiç varid olmamıştır.
Şahidin
Bir âyette azamet veya fiildeki aktivitenin şiddet derecesini belirten bir üslûp nevi olarak, Allah hakkında cemi suretinde gelmiştir:
“Biz onların hükümlerine Şahidler idik”. 948
Dostları ilə paylaş: |