KURBAN BAYRAMI VE ALACAĞIMIZ HİKMETLER
Kurban; Arapça bir kelime olup, (K-R-B) kökünden gelir. Lügatte "Manen yaklaşmak, yakın olmak ve müşavir olmak "gibi manalara gelmektedir.423
İslami bir kavram olarak; "Allah’u Teâla’ya ibadet niyetiyle muayyen bir vakitte, hususi bir hayvanı kesmeye kurban denir." 424
Kurban, Allah’a yaklaşmanın, O’nun sevgisini kazanmanın, malı O’nun yolunda harcamanın, O’nun verdiği nimetlerle sevinmenin ve insan ruhunu dindirmenin bir aracı haline gelmelidir. Genelde, ”İnsanları Allah'a yaklaştıran ve yapılması sevap olan işler" anlamına gelen kurbet kelimesi de aynı kökten gelir.
Sözlükte "yaklaşmak, yakın olmak" anlamında masdar olan kurbet, isim olarak "yakınlık, akrabalık" manasına gelir. Terim olarak ise kişiyi Allah'a yaklaştıran, sevap kazanmaya vesile olan bütün fiilleri ve davranışları ifade eder. Bu tanım, geniş anlamda kurban teriminin de karşılığı olup dar anlamda kurban, Allah rızası için kesilen hayvan için kullanılır. 425
Kurban, her şeyden önce sevilen, elde edilmek için emek ve para verilen, zaman ve ömür harcanan, değerli dünyalıklardan bir kısmını Allah (c.c) için feda edebilmektir.
Bu anlayış insanı başka şeyleri de Allah yolunda harcama fedakârlığına götürür.
Kurban, insanı Allah’a (c.c) yaklaştıran şey demektir. Bu bir ibadet ve hürmet ifadesidir ki, kurbanla insan Allah’a (c.c) yaklaşmaya çalışır. Tersinden söyleyecek olursak kurban insanı Allah’a yaklaştırır.
Mademki kurban, insanı Allah’a (c.c) yaklaştıran şey demektir. Ki bu bir ibadet ve hürmet ifadesidir, öyleyse, kurbanla insan Allah’a (c.c) yaklaşmaya çalışır yahut kurban insanı Allah’a (c.c) yaklaştırır.
Bu yaklaşma elbette maddi anlamda bir yaklaşma değil, O’nun rızasına ve sevgisine yaklaşmaktır. Kurbanla insan, Allah’a (c.c) karşı duyduğu takva duygusunu zenginleştirir.
Kurbanın dini bir hüküm oluşu, Kitab, Sünnet ve İcma-i ümmet ile sabittir. Allah Teala’nın Kur'an-ı Kerim'de; "Rabbin için namaz kıl ve kurban kes" 426
Hz. Peygamber(s.a.v)'in "İmkânı olup da kurban kesmeyen bizim namazgâhımıza yaklaşmasın"427şeklindeki ifadeleri konunun önemini ortaya koymaktadır.
Kurban, Müslüman, Akıllı ve ergenlik çağında, hükmen yolcu olmayan, yeterli mali imkâna sahip (85 gr kadar altını veya bu değerde para ve malı) olan kimselerin kurban kesmeleri Hanefilerin görüşüne göre vacib, Şafii, Maliki ve Hanbelilere göre müekked sünnettir.
Sünnet olduğunu söyleyenlerin delili. Peygamber Efendimiz (s.a.v)in: “Kim ki Zilhicce ayının hilalini görüp de kurban kesmek isterse keseceği kurbanın kıl ve tırnaklarından bir şey almasın.” 428 Hadisidir.
Vaciptir diyenlerin delili de, Peygamber Efendimiz (s.a.v)'in: “Mali bolluğa sahip olup da kurban kesmeyen, namazgâhımıza yaklaşmasın.” 429 hadis-i şerifidir. Zira hadisteki ağır ifade, vacip olmayan bir hükmün terki için kullanılmış olmasa gerek, öte yandan kurban kesme, yapıldığı günlere adı verilen bir ibadettir. Nitekim bu günlere kurban bayramı günleri denilir. İşte bu da, kurbanın vacip olduğunu gösterir.430
Kurban, Allah'a yaklaşmayı Allah yolunda malların feda edilebileceğini, Allah'a teslimiyeti ve şükrü ifade eder. Hicretin ikinci yılında meşru kılınmıştır.
Kurban ibadeti sadece bu ümmete has değildir. Bilakis Adem(a.s)’dan başlayan bir ibadettir.
Yüce Allah, kurban ibadeti hakkında Kur’an’ı Kerim’de şunları buyuruyor:
“Biz her ümmete kurban ibadeti koyduk ki, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanları keserken O’nun adını ansınlar. Unutmayın ki ilahınız tek bir ilahtır. Öyleyse yalnız O’na teslim olun. Ey Resulüm, o alçak gönüllü, samimi ve ihlaslı olanları müjdele!”431
Allah Teâla bu ayet-i kerimede, bütün ilahi dinlerde, Allah'ın (c.c) ismi, üzerine anılarak kurban kesmenin mevcut olduğunu, beyan ediyor. Dinlerdeki detayla ilgili hükümler farklı olsalar da hak dinlerin ana prensiplerinin aynı olduğunu beyan ediyor ve buyuruyor ki: "…ilahınız tek bir ilahtır. Öyleyse yalnız O’na teslim olun."
Ayrıca ayeti kerimede Allah'a (c.c) boyun eğenler içinde mütevazı ve ihlaslı olanların ilahi müjdeyi hak ettikleri bildiriliyor.432
Müjdelenenler Allah'ın emirlerine itaat edenlerdir. Allah’u Teâla onlar hakkında şöyle buyuruyor: ”Onlar ki, Allah anıldığı zaman kalbleri titrer. Başlarına gelenlere sabrederler, namazlarını dosdoğru kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler.”433 Allah anıldığı zaman kalbleri titreyenler takva sahipleridir. 434
Evet, kurban kesmek her ümmet için var olmuş olan bir hükümdür.
Bir gün sahabeler: "Ey, Allah'ın Resulü, bu kurbanlar nedir?" diye sormuşlar
Resulullah da onlara:"Bu, atamız İbrahim'in sünnetidir." Buyurmuş.
Sahabeler:"Ey Allah'ın Resulü, bu kurbandan bize ne var?" demişler.
Resulullah da:"Her tüyü karşılığında bir sevap vardır." buyurmuştur.
Sahabeler: "Ey Allah’ın Resulü, yünlerde de mi?" diye sormuşlar.
Resulullah:"Yünlerin her bir tüyü karşılığında ilahi bir sevap vardır." cevabını vermiştir. 435
İBRAHİM’İN (A.S) TESLİMİYETİ, İSMAİL’İN (A.S) SABRI VE KURBAN
Kurban; Hz. Adem (a.s) ile birlikte başlayan "Tevhid Mücadelesi"nin bir ifadesidir.
Adem (a.s)’ın oğulları; Habil ve Kabil. Allah’a (c.c) giden yolda, Peygamber ocağında iki kardeş. İkisi de aynı kızla evlenmek istiyor. Sevgilerini kurban ile göstermeleri istendiğinde, Habil kurban olarak koçu seçer, Kabil ise tarladaki ekinleri. Kurban Âlemlerin Rabbine takdim edilecektir. Allah (c.c), Habil’in kurbanını kabul eder, Kabil’inkini etmez. Allah’a (c.c) kulluk yarışında kaybeden üzülür, sıkıntılara boğulur, kazanan En Yüce Sevgili’ye ulaşır: Şehid olur...
Kurbanından emindir Habil. O, Âlemlerin Rabbine teslim olmuş, “kardeşim, beni öldürmek için elini uzatsan bile, ben seni öldürmek için el uzatmam. Ben Allah’tan korkarım” 436 diyerek can kurbanını da ruhen ve ceseden takdim etmiştir. En Yüce Sevgiliye teslim olmayan, sevdiğini nasıl teslim eder? “Allah kurbanı ancak takva sahiplerinden kabul eder.” 437
İnsan bir kere gönül tahtına Can Dostunu koymasın! Onun yoluna nice ekin tarlaları, nice canlar feda eder. Canan’a canlar kurban olsun. Yeter ki O razı olsun...438
Kurban, Habil-Kabille başlayan, mü'minlere Hz. İbrahim(a.s)'ın ve Hz. İsmail(a.s)'ın teslimiyetini hatırlatan bir ameldir.
Kurban, kişinin kendisine bahşedilen her şeyi asıl sahibine ait kılmanın hal dili ile anlatılmasıdır. Kurban, kulun Rabbine teslimiyetini ifade eder. Bu teslimiyet, Hz. İbrahim (a.s) ve İsmail (a.s) ile zirveleşerek sembolleşmiştir.
Bu nedenledir ki, kurbanın ifade ettiği mana ile İslam arasında yakın bir alaka vardır. Bilindiği gibi İslam, "Allah'a kulluk için boyun eğip teslim olmak" 439 manasına gelir.
Bir insan için belki de en zor deneme evladını ‘kurban’ etmesidir. Uzun seneler, evlat hasreti çeken, ancak geç yaşlarında buna kavuşan bir babanın, yanında yürüyüp koşmakta olan oğluna olan sevgisini bir düşünün. Allah (c.c), Hz. İbrahim (a.s)’ı bu çok zor işle sınamıştır. Bir gün İbrahim (a.s) “Eğer bir oğlum olursa onu Allah (c.c) için kurban edeceğim.” diye yemin etmişti. Aradan uzun bir zaman geçmiş, bu arada sözünü unutmuştu. Allah (c.c) da onun duasına icabet etmiş ve İsmail (a.s)’ı nasip eylemişti. İsmail (a.s) yedi yaşına geldiğinde İbrahim (a.s) bir rüya gördü. Rüyasında:
“Ey İbrahim, adağını yerine getir” deniliyordu.
Sabah kalktığında İbrahim (a.s) düşünmeye başladı; acaba bu rüya Allah’tan mıydı, yoksa şeytandan mıydı? İkinci gece aynı rüyayı tekrar gördü. Artık bu rüyanın Allah’tan olduğunu anlamıştı. Üçüncü gece de aynı rüyayı görünce oğlunu kurban etmesi gerektiğini anladı.
İbrahim (a.s) oğlu İsmail’i (a.s) kurban etmek için götürmek isteyince, hanımı Hz. Hacer’e
“Oğlumuza en güzel elbiselerini giydir. Ben onunla bir ziyafete gidiyorum” dedi.
Annesi Hz. İsmail’e (a.s) en güzel elbiselerini giydirdi, saçlarını taradı, güzel kokular sürdü. İbrahim (a.s) ip ve bıçak alarak oğluyla birlikte Mina denilen yere gitti.
Şeytan yaratıldığı günden bu yana neredeyse hiç bu kadar telaşlanmamıştı. Kulun Rabbine bu büyük teslimiyetine engel olmak için çare arıyordu. Hz. İsmail (a.s) ise babasının önünde sevinçle koşuyordu. Şeytan Hz. İbrahim’e (a.s) gelerek
“Görmüyor musun nasıl boylu poslu! Nasıl da güzel yüzlü” diye onu kandırmaya çalıştı. İbrahim (a.s):
“Evet, doğru söylüyorsun. Fakat ben bunu yapmakla emrolundum” dedi.
Şeytan Hz. İbrahim’den (a.s) ümidini kesince Hz. Hacer’e gitti:
“Sen nasıl oturuyorsun? İbrahim oğlunu kesmeye götürdü” dedi. Hz. Hacer validemiz: “Hayır, sen yalan söylüyorsun! Bir baba nasıl olur da oğlunu kesebilir” dedi.
Şeytan:
“Anlamıyor musun, İbrahim yanına ip ve bıçak aldı” dedi. Hz. Hacer validemiz:
“Peki, neden kesecek” diye sordu. Şeytan:
“Rabbinin böyle emrettiğini zannediyor” dedi. Hz. Hacer:
“Hayır, yanılıyorsun! Peygamberler boş ve yanlış şeylerle emrolunmaz. Eğer böyle bir emir varsa ben kendi ruhumu bile feda ederim, dedi.
Şeytan, Hz. Hacer’den de ümidini kesince Hz. İsmail’in (a.s) yanına geldi ve:
“Sen seviniyorsun, oynuyorsun. Fakat babanın yanında ip ve bıçak var, seni kesmek istiyor” dedi. İsmail (a.s):
“Hayır, sen yalan söylüyorsun! Babam beni kesmez” dedi. Şeytan:
“O Rabbinden böyle bir emir geldiğini zannediyor” dedi. Bunun üzerine İsmail (a.s) o küçük yaşına rağmen: “Öyleyse Rabbimizin emrini duydum ve itaat ettim” dedi.
Şeytan başka şeyler de söylemek istediği sırada İsmail (a.s) yerden bir taş kaptı, şeytana atarak sol gözünü kör etti. Bunun üzerine şeytan oradan perişan bir vaziyette, hiçbir sonuç alamadan kaçıp gitti. 440
Daha sonra baba ve oğul birlikte Mina’ya gittiler. İbrahim (a.s) oğluna dedi ki:
“Yavrum! Ne dersin? Rüyada seni boğazladığımı görüyorum.”441
Rivayet edildiğine göre Hz. İbrahim (a.s), Terviye: (Zilhicce ayının 8. günü) gecesi rüyasında birisinin kendisine, "Allah sana oğlunu kurban etmeni emir buyuruyor." dediğini görmüştür. Sabah olduğu zaman bu rüyanın Allah'tan mı, yoksa şeytandan mı olduğu konusunda enine boyuna düşünmüş, ertesi gece aynı rüyayı tekrar görünce bunun Allah'tan olduğunu anlamıştır. Daha sonra aynı rüyayı üçüncü gece de görmüş, bunun üzerine oğlunu kurban etmeye kesin bir şekilde niyetlenmiştir. Bu üç güne "Terviye", "Arefe" ve "Nahr" denmesinin sebebi budur.442
Muhammed b. Ka'b dedi ki: Resullere yüce Allah'tan (c.c) vahiy uyanıkken de uykuda iken de gelirdi. Çünkü peygamberlerin kalbleri uyumaz. Bu gerçek aynı zamanda Peygamber (s.a.v)'e kadar ulaştırılan merfu haberde de sabit olmuştur.
Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Biz peygamberler topluluğunun gözleri uyur, kalblerimiz uyumaz." 443
Öyleyse Peygamberlerin rüyaları da ilahi vahyin bölümlerinden biridir ve sadık rüyalar olarak kabul edilir.
İbrahim(a.s)’ın gördüğü rüyayı oğlu İsmail(a.s)’a anlatması üzerine iki büyük vasıf ortaya çıkmıştır ki, İbrahim(a.s)’ın teslimiyeti ve İsmail(a.s)’ın gelen musibet karşısındaki sabrıdır. İsmail (a.s):
“Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulursun, dedi.” 444
Yani Hz. İsmail (a.s) şöyle dedi: "Allah'ın (c.c) beni boğazlaman konusundaki buyruğunu yerine getir ve sana vahyedileni yap. Ben ilahi kaza ve takdire sabredecek ve bunun sevap ve karşılığını Allah'tan bekleyeceğim. 445
İbrahim (a.s) oğlunun bu cevabını işitince vaktinde yaptığı o duanın kabul olduğunu anladı ve Allah Teala’ya şükretti. Sonra İsmail (a.s) babasına:
“Babacığım! Beni kesmeden önce ellerimi bağla ki çırpınarak sana eziyet vermeyeyim. Yüzümü toprağa doğru çevir ki bakıp bana acımayasın. Elbiselerini benden uzak tut ki, kan elbisene bulaşmasın, yoksa sevabım azalır, annem kanlarımı görüp üzülür. Bıçağını iyi bile, hızlıca sürt, çünkü ölüm acısı şiddetlidir. Şu gömleğimi de al anneme götür, ona bakarak beni hatırlar. Anneme selamımı götür ve ona, Allah’ın emrine karşı sabırlı ol, dediğimi söyle. Anneme nasıl yaptığını sakın söyleme. Çocuklar sık sık annemin yanına gidip gelmesin ki, onlara bakıp benim için ağlamasın. Bana benzer bir çocuk gördüğünde ona bakma ki, beni hatırlayıp üzülüp ağlamayasın.
İbrahim (a.s): “Allah’ın (c.c) emri için bu ne güzel, ne iyi bir yardım” dedi.
“Ne zaman ki ikisi de bu şekilde Allah'a teslim oldular, İbrahim oğlunu şakağı üzerine yatırdı.” 446
İbrahim (a.s) oğlunu bir kayanın yanında yanı üzerine aynen bir koyunu yatırır gibi yatırdı. Kimilerine göre oğlunu tavsiyesi üzerine yüz üstü yatırmıştır ki, kendisiyle Allah’ın emrinin arasına girecek bir şefkat ve yumuşama olmasın, bu işten vazgeçmesin... Sonra bıçağı İsmail (a.s.)’ın boynuna dayadı. Hızlıca sürtmeye başladı fakat bıçak kesmedi. Bu sırada İsmail (a.s) babasına:
“Baba, ellerimi ayaklarımı çöz. İstemeye istemeye yapıyormuşum gibi görünmek istemiyorum, dedi ve ellerini ayaklarını bağsız bir şekilde uzattı, yüzünü de yere doğru çevirdi.
İbrahim (a.s) bütün kuvvetiyle bıçağı oğlunun boynuna sürtmeye başladı. Fakat bıçak Allah’ın takdiriyle kesmiyordu. İsmail (a.s):
“Babacığım, yoksa bana olan sevgin yüzünden zayıf mı düştün ki kesemiyorsun?” dedi.
İbrahim (a.s) kızgınlıkla elindeki bıçağı taşa vurdu. Taş ikiye ayrıldı. Bunu görünce:
“Ey bıçak! Taşı kesiyorsun da eti neden kesmiyorsun” dedi. Bıçak Allah’ın izniyle dile geldi: “Ey İbrahim! Halil kes, diyor, Celil olan Allah ise kesme diyor. Ben Rabbimin emrini bırakıp nasıl senin emrini yapabilirim” dedi.
Sonra olanları Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatıyor:
“Ey İbrahim! Rüyayı gerçekleştirdin. Biz iyileri böyle mükâfatlandırırız. Bu gerçekten çok açık bir imtihandı.” 447
“Biz, oğluna bedel ona büyük bir kurban verdik.” 448
Yani, “Biz onu emrolunduğu şeyden kurtardık ve onun yerine bedel olarak cennetten bir kurban verdik.”
Bedel olarak verilen bu hayvan Habil’in Allah (c.c) için kurban ettiği ve Allah (c.c) indinde kabul gören koç idi. O Hz. İsmail’in (a.s) yerine geçinceye kadar cennette yaşadı. Cebrail (a.s) semadan bu koçla beraber inerken Hz. İbrahim (a.s)’ın oğlunun boynunu kesmeye çalıştığını görmüştü. Hem Allah Teâlâ’ya hürmet ve tazim hem de hayretinden ötürü:
“Allahu ekber, Allahu ekber!” dedi. Onun bu sözlerine karşılık İbrahim (a.s) “La ilahe illallahu vallahu ekber” dedi. İsmail (a.s) da onlara katıldı ve: “Allahu ekber ve lillahi’l-hamd.” diyerek bu güzel tesbihatı tamamladı. Böylece bu tesbihat bu ümmete kurban keserken söylenen bir zikir oldu.
Kurban kesen kimse adeta şöyle demiş olmaktadır:
“Ya Rabbi! Senin yolunda, senin rızanı kazanmak uğruna maldan mülkten, sevdiklerimden ve hatta canımdan geçmeye hazırım. İşte bu kurbanı benim bu imanımın ve teslimiyetimin bir nişanesi olarak yine senin adınla kesiyorum. Bu kurbanın toprağa dökülen kanı, sana verdiğim sözde, imanımda ve ihlasımda bütün benliğimle sabit olduğumun tasdikidir. Kabul eyle ve beni bu yolda daim eyle...” 449
Kurban ibadeti bizi, Hz. İbrahim (a.s)’in itaatine, Hz. İsmail (a.s)’in teslimiyetine yönlendirerek hayatın sıkıntı ve imtihanlarına karşı Rabbimize kurban olma ve O’na dost olarak sıkıntılarımıza çözüm bulma yollarını gösterir. Rabbimiz, “Kurban etleri ve kanları değil, sadece takvanız Allah’ın katına ulaşır.” 450 buyurarak kurban ibadetinde temel hedefin takvaya ulaşmak olduğunu bize bildirir. Çünkü insan ancak takva ile Rabbinin katında gerçek yerini bulabilir. O’nun rızasına erişebilir.
Bu dünya öyle bir imtihan yeri ki, bazen malımızla, bazen canımızla, bazen de sevdiklerimizle deneniyoruz. İman iddiamızın samimiyetini ortaya koymamız, bu ciddi imtihandan başarıyla geçmemize bağlı. Nitekim Yüce Yaratıcımız şöyle buyurur:
“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. Sabredenleri müjdele!”451
KURBANIN ETİ DEĞİL, KALBİN İHLASI VE TAKVASI
Hz. Aişe (r.anha)’dan rivayete göre, Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Ademoğlu kurban kesme gününde Allah katında kan akıtmaktan daha sevimli bir amel işlememiştir. O kurban kıyamet günü boynuzları kılları ve tırnaklarıyla gelecektir. Kurbanın kanı yere düşmeden önce Allah katında hemen kabul olunur. Bu sebeple kestiğiniz kurbanlardan dolayı sıkıntı değil gönlünüz hoş olsun.”452
Evet, kurban kesmek Allah (c.c) katında yapılan en hayırlı amellerin başında gelir. Bu öylesine bir mükâfattır ki bu dünyada emre itaat ahirette bir binek olarak karşımıza çıkacak ve o gün sırattan yıldırım gibi sahibini sırtına almış olarak geçecektir.
İnsanı Allah’a (c.c) yaklaştıran kurbanın eti kemiği değil, kalbin ihlası ve takvasıdır.
“Elbette onların etleri ve kanları Allah'a ulaşmayacaktır. Ancak O'na sizin takvanız erecektir.” 453
Allah Teâlâ bu ayet-i kerimede, kurbanların kesilmesindeki sır ve hikmeti beyan ediyor, aslında et ve kanların Allah'a (c.c) ulaşamayacağını, ona ulaşan şeyin, onun emirlerini tutup yasakladığı şeylerden kaçmakla elde edilen takva olduğunu beyan ediyor. 454
Kesilen kurbanların eti ve kanı Allah'a (c.c) ulaşmaz, ama O'na gerçek anlamda ulaşacak olan kulun iyi niyet, takva ve samimi amelidir. O halde kim yaptığı ibadetle daha çok Allah'tan (c.c) korkar, saygı duyar ve kötülüklerden sakınırsa, Allah'a (c.c) o nispette yakınlık sağlamış olur. O'na yakınlık sağladıkça Allah (c.c) onu sevmeye başlar. Sevince de onun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli ve yürüyen ayağı olur; yani takva sahibi kul, Allah ile görür, O'nunla işitir, O'nunla tutar ve O'nunla yürür.
Bütün bunlar Cenab-ı Hakk'ın kişinin fiziksel yapısına, kıyafetine, makam ve servetine değil; niyetine, takva üzere olan ameline değer verdiğini ve kulunu bu meziyetlerinden dolayı mükâfatlandıracağını göstermektedir.
Nitekim Ebu Hureyre (r.a)’dan rivayetle Resulullah Efendimiz (s.a.v):
”Şüphesiz ki Allah sizin şekillerinize ve mallarınıza bakmaz; ama kalplerinize ve amellerinize bakar” 455 buyurarak ilgili ayeti bize daha iyi açıklamış bulunuyor.
Mademki kurban, insanı Allah’a (c.c) yaklaştıran şey demektir. Ki bu bir ibadet ve hürmet ifadesidir, öyleyse, kurbanla insan Allah’a (c.c) yaklaşmaya çalışır yahut kurban insanı Allah’a yaklaştırır.
Bu yaklaşma elbette maddi anlamda bir yaklaşma değil, O’nun rızasına ve sevgisine yaklaşmaktır. Kurbanla insan, Allah’a karşı duyduğu takva duygusunu zenginleştirir.
İslam’a göre Kurban, ne basit bir adettir, ne de bütün malı mülkü belirsiz bir amaç uğruna bir tarafa atmaktır.
Kur’an-ı Kerim de, İsmail (a.s)’in sevgisinin Hz. İbrahim (a.s) için bir imtihan olduğuna işaret etmesi456 bize kurbanın Allah'a (c.c) giden yoldaki tüm engelleri kaldırıcı özelliğini hatırlatmaya yönelik olsa gerektir. Çünkü Kur’an, mal ve evlat sevgisinin insan için bir imtihan olduğunu belirtmiş,457 İslam da mensuplarından, kendilerini Allah'ın (c.c) emrine uymaktan alıkoyan her şeyden kurtarmalarını istemiştir. Demek ki kurban, asırlar önceki bir hadisenin tarihi anısından çok, bugün Hz. İbrahim (a.s) ve İsmail (a.s) gibi olabilmenin, aynı teslimiyeti gösterebilmenin bir ifadesidir.
Allah Teala’nın bu isteği, İbrahim (a.s)'in ilahi buyruğa teslim olup uymasıyla yerini bulmuş, böylece Allah'a (c.c) teslimiyetin, sabır ve şükrün en güzel imtihanı verilmiştir. İşte bizden istenen de budur. Yani, en çok sevdiğimiz değerleri Allah için feda etmemiz isteniyor bizlerden... Böylesi bir iman ve şuurla bir hayvanın kurban edilmesine gelince, o sadece kalpteki iman ve teslimiyetin zahire aksetmesidir.
Onun içindir ki, kurbanın hedefi, hayvanı boğazlayıp bırakmak değil, kalpteki şeytanın hissesini kesip atmaktır. Bu, kurban kesemeyen fakirlerden de istenen bir vazifedir. Aynı İbrahim (a.s)’a şeytan-ı lainin verdiği vesveseye uymaması gibi…
Bilinmelidir ki, insanın önünde şeytan, nefis ve dünya gibi üç büyük engeli vardır. Bunlarla birlikte insanı saran bir sürü afet ve tehlikeler mevcuttur. Öyle ki, bu yolda günahlar kadar bazen ibadetler bile insan için bir afet olur.
Kıldığı namazları, yaptığı zikirleri ve hayırları ile kendini beğenen, bu yüzden kibre düşen, insanları küçümseyen, sonunun kesin Cennet olduğunu düşünen nice kimseler, sonuçta zarar etmiştir.
Kulluğun edebini bilmeyen kimse asıl hedefine eremez. Gösteriş hastalığına yakalanan insan, diliyle Allah (c.c) derken kalbiyle Allah’tan (c.c) uzaklaşır.
Şeytan, Allah'ın (c.c) doğru yolunun üzerine oturup, insanlara her yönden yaklaşıp onları kandırmaya çalışacağına söz vererek:
"Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım. Sonra (onların) önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen, çoklarını şükredenlerden, bulmayacaksın."458 Diyerek böylece düşmanını seçti, faaliyet alanını belirledi.
Bu cihetle şeytan, tüm kötülüklerin anası, küfrün, zulmün, şirkin temsilcisi ve Allah’a (c.c) ilk isyan edendir. Allah (c.c) şeytana kıyamete kadar yaşama hakkı vermiştir. Yani kıyamete kadar ölmeyecek, devamlı olarak Allah’ın (c.c) kullarını doğru yoldan çıkarmak için çalışacaktır.
O insana gururdan başka bir şey vaad etmez. Gururun esas anlamı, aldanmak ve bu aldanışla eşya ve olayları çarpık görmektir. O halde şeytanın başarısı, onun kuvvetinde değil; insanın kuvvetlerini, insanın aleyhine kullanabilmesinden kaynaklanıyor. "Şeytan insanlara, vaatlerde bulunur, onları hayale sevk eder. Ve şeytan insanlara gururdan/ aldanmadan başka bir şey vaat etmez." 459
Şeytan, insanı Allah (c.c) yolunda infak etmekten fakirlikle korkutarak caydırdığı gibi 460 batıl yolda saçıp savurmayı, israfı da körükler. "Şu bir gerçek ki, israfla saçıp savuranlar, şeytanın kardeşleridir ve şeytan, Rabbine karşı çok nankördür." 461Aynı şekilde şeytan her türlü haramı, aşırılığı ve fuhşiyatı da emreder462
İnsanları kendi yoluna davet etmek için birtakım araçlardan yararlanır. Bu araçların başında içki, kumar vb gibi şeyler gelir.463 İşte bu gibi şeyler, esasen şeytanın pis işlerindendir. Bunlardan sakınmak, şeytanın aldatmasından kurtulmak anlamına gelir.
Şu unutulmamalıdır ki, şeytan herkese zarar veremez. Zira Allah Teâlâ’nın:
"Ancak içlerinden ihlaslı kulların müstesnadır." 464 Beyanıyla işaret edilenlerdir.
Demek ki, şeytanın vesvese verdiği ve aldattığı kimseler, nefis terbiyesinden uzak kimseledir. Zira nefsi hastalıklar şeytanın cirit attığı alanlardır.
İman ve amel yönünden zayıflık, Allah'ın (c.c) affından ve merhametinden ümitsiz olmak, tul-i emel (Uzun emel) sahibi olmak, şımarıklık, kendini beğenmişlik, yerli yersiz övünme, azgınlık, inkâr, nankörlük, acelecilik, münakaşa, açgözlülük, riya (gösteriş), ucb, hırs, şüphe, kibir, kararsızlık, zulüm, cehalet, gaflet, başıboşluk, serserilik, cimrilik, kibir, katılık, gıybet, nemime, aldatma, yalan iddia, sabırsızlık, şikâyet ve yakınma, infak etmeme, isyankârlık, inatçılık, haddi aşma, mala düşkünlük ve dünyaya dört elle sarılma... gibi nefsi hastalıklar insanda var olduğu sürece şeytanla mücadele zordur.
Öyleyse insan bu hastalıklardan kurtulmaya çalışmalı ve Allah Teâlâ’nın emirlerine uymanın kulluk gereği olduğu bilincinde olmalıdır.
TASAVVUF VE KURBAN
Ebu Hureyre (r.a)’den gelen rivayete göre, Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in:“Allah temizdir, ancak temiz olanları kabul eder” 465 hadisine göre, nefsi Allah’a kurban etmek isteyen kimse, önce onu terbiye edip ilahi huzura layık bir hale getirmesi gerekir. Bu da tasavvuf terbiyesiyle mümkündür. Tasavvuf terbiyesinin hedefi, kulu ilahi huzurda kabul görecek hale getirmektir. Bu, ihsan makamına çıkmak ve mukarrebunların sınıfına girmektir.
Tasavvuf terbiyesi, Allah (c.c) ve Resulü (s.a.v)’nün öğrettiği edep üzere kurulmuş manevi bir eğitim sistemidir. Bu sistemin hedefi, takva ve edeple Allah’u Teâlâ’nın rızasına ulaşmış olgun insan yetiştirmektir. Öyleyse tasavvuf Kur’an ve sünnet kaynağıyla hareket eden bir müessesedir.
Tasavvuf güzel ahlaktan ibarettir. Güzel ahlak, Allah’u Teâlâ’nın edebi ile edeplenmektir. Bu, içi ve dışıyla Allah (c.c) adamı olmak demektir. Bu güzelliği elde etmenin yolu, samimiyetle Allah’ın Sevgilisi Hz. Muhammed(s.a.v)’e uymaktır.
Mademki, kaynağı Kur’an ve sünnettir. Öyleyse;
“Kim Allah ve Resulü’ne itaat ederse, işte onlar ahirette Allah’ın kendilerine özel ihsanlarda bulunduğu peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle beraber olacaktır.” 466 emri ilahiyesi Allah ve Resulüne itaat etmek ve ahlakı hamidiyeyi bu doğrultuda düzenlemeyi gerekli kılar.
Ona uyan Yüce Allah’a dost olur. Allah’a dost olan kimse, dünya ve ahiretin şerefini bulur, ebediyyen kurtulur. Bu sonuç her insan için en büyük hedeftir.
Bu dostluğun ve güzel kulluğun merkezi ise kalptir. Onun için işe kalbin manevi terbiyesinden başlamak gerekir. Zira insanı, güzel kulluk gibi büyük bir davaya hazırlamak en mühim görevdir. Bu önemli görev her mümini yakından ilgilendirir.
Aslında büyük günahları terk etmek takvanın birinci basamağıdır; fakat son noktası değildir. Kalpte bulunan ve kalp ile işlenen manevi günahlardan da arınmadıkça gerçek temizlik gerçekleşmez. Allah’u Teala: “Günahın açığını da gizlisini de terk edin. Çünkü günah işleyenler yaptıklarının cezasını mutlaka çekecekler” 467buyurarak, her türlü günahtan uzak durulmasını bizlere emretmiştir.
Kur’an, kalbin temizliğine“tezkiye”ismini vermiş ve ebedi kurtuluşu ona bağlamıştır. 468 Hz. Peygamber(s.a.v)’in temel görevi de tebliğ ve tezkiye olarak belirlenmiştir. 469
Tezkiye kalıbı değil kalbi temizlemektir. Bu ise kalbin şirk, küfür, isyan ve gaflet gibi manevi kirlerden arındırılmasıdır. Bu arındırma iman, nur, feyiz, tövbe, istiğfar, gözyaşı ve ibadetlerle olur. Hadisler, güzel ahlakın asıl merkezi olarak kalbi işaret eder. Efendimiz (s.a.v), kalbin dini yaşantıdaki yerini şöyle tanıtmıştır: “İnsan vücudunda öyle bir parça vardır ki, o iyi olduğu zaman bütün bedenin işleri iyi ve güzel olur. O bozulduğu zaman, bütün vücut bozulur. Dikkat edin o parça kalptir” 470
Bunun için mürşitler, insan eğitiminde ilk hedef olarak kalbi seçerler. Bütün gayretlerini, müridinin kalbinin uyanması ve ihyası için kullanırlar. Bu işi devamlı gündemde tutarlar; gerçekleşmesi için çok fazla zaman ayırırlar.
Kalp hastalığı denilince manevi değil, maddi kalp hep anlaşıla gelmiştir. Öyle ki kalple işlenen günahlar gizli olduğu için zahirdeki günahlar kadar üzerinde durulmamıştır.
Mesela,adam öldürmek, içki içmek, yalan söylemek büyük günahlardandır. Bir mümin bunlardan sakındığı gibi, kalple işlenen kin, haset, kibir, riya, aşırı dünya sevgisi, kader ve kazaya itiraz, ilahi takdire rızasızlık, gaflet gibi gizli günahlardan sakınmamaktadır.
İbnu Hacer el-Heytemi’nin naklettiği gibi:“Kalple işlenen günahlar, dış azalarla işlenen günahlardan daha tehlikelidir. Çünkü onlar, sonuçta imanı zedeler, ibadetin kabul edilmesin engeller, amellerin sevabını yok eder. Gizli günahların çoğu insanı şirke sürükler, nifaka bulaştırır, dinden bile çıkarır. Ayrıca kalpte yer eden gizli günahlar, devamlıdır, her zaman insanı tehlikeye sokar. Zahiri günahlar ise böyle değildir.“471
Büyük veli Ebu’l-Hasan eş-Şazeli (k.s) şöyle der: “Maneviyat ilmi ve terbiyesi almayan kimse, hiç farkında olmadan bir çok büyük günah işlerken ölür gider.”472
İbnu Allan es-Sıddiki (rah) ise, farkında olunmayan bu günahların kibir, kendini beğenme,ibadetiyle övünme, insanları beğenmeme gibi gizli günahlar olduğunu belirtir. 473
İşte bu hastalıklar insanın batınında hulusa erdiğinden tasavvufun da ana konusu, batıni fıkıhtır. Batıni fıkıh, insanın iç alemini oluşturan kalp,ruh, nefis ve diğer latifelerin tezkiye, terbiye, terakki ve inkişaflarını hedefleyen manevi nurani, kalbi bir ilimdir.
Zahiri fıkıh vücudumuzun dış azaları ile yapacağı ibadet ve vazifeleri inceleme konusu yaptığı gibi, batıni fıkıh diyebileceğimiz tasavvuf da kalple ilgili ibadet ve ahlakları temel konusu yapmıştır.
Tasavvufun hedefi, kalbin ihsan mertebesine ulaşmasıdır. İhsan, kalbin gafletten uyanması ve manevi kirlerden arınması sonucu yakin haline ulaşır. Yakin, kalbin Cenab-ı Hakk’ı görüyor gibi bir şuur ve hassasiyete sahip olması demektir. Bu hal, her mümin için bir hedeftir.
Zira Resulullah Efendimiz(s.a.v)’in işaret ettiği gibi din, iman, İslam ve ihsandan oluşmaktadır.474
İmam Gazali (rah) böyle bir terbiyeye girip nefsi ıslah etmeyi, herkes için farz-ı ayın kabul eder. Yani olmazsa olmaz gibi şart koşar,“Çünkü peygamberler hariç, hiç kimse manevi hastalıklardan uzak değildir ve onlardan tek başına kurtulamaz“ der. 475
AREFE GÜNÜNÜN FAZİLETİ VE YAPILACAK İŞLER
Arefe günü Zülhicce Kameri ay'ının dokuzuncu günüdür. Yani Kurban Bayramından bir önceki gün demektir. Bu günde hacılar Arafat Dağı'na çıkarlar. Hacıların buradaki duruşlarına Vakfe adı verilir.
Tarık b. Şihab (r.a)’dan rivayete göre: Yahudilerden biri Ömer b. Hattab(r.a)’a şöyle dedi: Ey Mü’minlerin emiri! Maide suresinin 3. ayeti olan “…Bugün size, dininizi kemale erdirdim, nimetimi üzerinize tamamladım ve size din olarak İslam’ı verip, ondan razı oldum…” ayeti bize indirilmiş olsaydı o günü bayram günü ilan ederdik. Bunun üzerine Ömer şöyle dedi: “Bu ayetin hangi günde indiğini çok iyi biliyorum; bu ayet Cuma gününe rastlayan bir arefe günü inmiştir.”476
Talha b. Ubeydullah b. Kureyz (r.a)'dan rivayetle Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Duaların en efdali arefe günü yapılandır.”477
Abdullah bin Abbas (r.a) rivayet ediyor: Arefe akşamında Resulullah (s.a.v) şöyle dua etti:"Allah'ım, şüphesiz sen yerimi görüyorsun, sözümü işitiyorsun, gizlimi ve açıkladığımı biliyorsun. Benim işlerimden Sana gizli kalan hiçbir şey yoktur. Ben zavallı ve muhtacım. Yardım diliyor, korunmamı istiyorum. Günahlarından korkan, endişe eden, onları ikrar ve itiraf eden biriyim. Yoksulların istemesi gibi Senden istiyorum. Günahkâr ve zelilin yakarışı gibi Sana yakarışta bulunuyorum, Sana karşı boyun bükmüş, zillete maruz kalmış, burnu sürtülmüş kimsenin dua edişi gibi, Sana dua ediyorum. Allah'ım, duamı reddedip de beni hüsrana uğratma. Bana acı ve merhamet et. Ey kendisine dilekte bulunulanların ve ey dilekleri verenlerin en hayırlısı." 478
İbn Ömer (r.a)'dan rivayetle Allah Resulü (s.a.v) buyurdu:
“Arefe günü akşam olunca, Allah kalbinde zerre kadar imanı bulunan herkesi bağışlar." Dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü! Bu yalnız Arafat ehline mi hastır?" "Hayır; bilakis bütün mü’minleredir." 479
Aişe (r.a)’den rivayetle Resulullah (s.a.v) Arefe günü hakkında şöyle buyurmuştur,
"Arefe günü vakfe sırasında Cenab-ı Hakk'ın Cehennem'den azat ettiği kulların sayısı diğer günlerde azat edilenlerle kıyaslanmayacak kadar çoktur. Allah, Arefe günü vakfe yapanlara yaklaşır. Sonra onlarla meleklere karşı iftihar ederek 'bunlar ne istiyorlar ki bütün işlerini bırakıp burada toplandılar' der."480
Ayrıca şu hadis de o gün yapılacak amelin kazandıracağı sevabı bildirir:
Ebu Katade (r.a)'den rivayetle Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Allah'ın, Arefe günü orucunu ondan önceki yıla ve ondan sonraki yıla kefaret kılmasını umarım." 481 Bu nedenle hacı olmayanların oruç tutmaları mübahtır.
İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:
"Kim Arefe günü oruç tutarsa iki senelik günahına keffaret olur.”482
Arefe günü orucuyla bağışlanacak günahlar, ilim ehlinin ekserisinin dediği gibi, küçük günahlardır. Büyük günahlar ise; ya ciddi tevbe ile bağışlanır veya Allah'ın lütfuyla bağışlanır. Arefe günü orucunu tutanın küçük günahları yoksa büyük günahları varsa, onlar hafifletilir. Yoksa dereceleri yükseltilir, Bazı âlimler, hadisin zahirini tutarak: Büyük, küçük tüm günahlar bağışlanır, demişlerdir.483
Arefe gecesi ve bayram gün ve geceleri umumi af günleridir. Bu günleri değerlendirmeli, böyle zamanlarda coşan rahmet çeşmesinden yararlanmak için kaplarımızı nereye tutacağımızı bilmeliyiz. Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurur: "Kim, sevabını Allah'tan ümit ederek Ramazan ve Kurban Bayramının gecelerini ibadetle ihya ederse, kalplerin öldüğü gün onun kalbi ölmeyecektir."484
Talha b. Ubeydullah b. Kureyz (r.a)'den mürsel olarak, Allah Resulü (s.a.v) buyurdu ki: "Şeytan, Arefe gününki kadar küçük, bedbin ve öfkeli hiçbir zaman ve hiçbir gün görülmemiştir. Çünkü o gün müminlerin üzerine rahmet inmekte ve Allah çok büyük günahları bağışlamaktadır. Bir de Bedir günü şeytan pek perişan ve bedbin olmuştur. Çünkü o gün Cibril, meleklere başkanlık edip onları idare etmiştir." 485
Ancak Arefe günü vakfe yapacak hacıların oruç tutmamaları müstehaptır.
İkrime (r.a): "Biz Ebu Hureyre'nin evinde onun yanında idik. Ebu Hureyre (r.a) bize, Resulullah (s.a.v)'in, Arafe günü Arafatta oruç tutmayı nehyettiğini haber verdi." 486
Lubabe (r.a): Arafat'ta arefe günü Peygamber (s.a.v)'in orucu (yani oruçlu olup olmadığı) hususunda insanlar şüphe ettiler. Ben Peygamber'e (s.a.v) bir (bardak) şerbet gönderdim, O da bu şerbeti içti” demiştir. 487
Ebu Nüceyh (r.a)’in babasından rivayete göre, şöyle demiştir: İbn Ömer’e arefe günü Arafat’taki oruç hakkında soruldu da dedi ki: “Resulullah (s.a.v) ile birlikte haccettim Arafat’ta oruç tutmadı. Ebu Bekir’le haccettim, o da tutmadı. Ömer’le haccettim o da tutmadı. Osman ile haccettim o da tutmadı. Bende o gün oruç tutmuyorum, tutulmasını da emretmem, tutulmasın da demem.” 488
Arefe günü Arafat'ta vakfeye duran hacılar topluluğu mahşerin küçük bir örneğini gösterirler. Bütün hacılar, siyahı, esmeri, beyazı ve kızılı tamamen eşit şartlarda, aynı tip elbiseye bürünmüş, zengini-fakiri, hep bir arada ihramlar içinde başları açık, yalınayak vakfeye durmuş Allah'a yalvararak günahlarının bağışlanmasını isterler. Sosyal yönden büyük bir eşitlik arzeden bu manzara İslam'ın insana bakış açısını göstermektedir.
O bakımdan arefe gününün birçok fazileti vardır. Bunlardan bir kaçını sayalım:
1-O gün dinin ve Yüce Allah’ın (c.c) nimetlerini tamamladığı gündür.
2-O gün Müslümanların bayram günlerinden biridir.
3-“Şahitlik edene ve edilene andolsun ki…”489 Ayetinde geçen “şahitlik edene” kelimesinden maksat arefe günü, “şahitlik edilene“ sözünden maksat da kurban günüdür. Bunu Resulullah (s.a.v) şöyle haber vermiştir: ”şahit olan arefe günü, şahit olunan da kurban günüdür.”490 Yüce Allah’ın (c.c) bir şey üzerine yemin etmesi, o şeyin Allah (c.c) katındaki kıymetinin büyüklüğünü gösterir. Bu da arefe gününü faziletli yapan şeylerden biridir.
4-Arefe gününün, günler içinde en faziletli gün olduğu rivayet edilmiştir. Resulullah (s.a.v) bu konuda şöyle buyurmuştur: ”Günlerin en faziletlisi, arefe günüdür.”491 Âlimlerden bir grup bu görüşü savunmuştur. Bir kısmı da en faziletli günün kurban bayramının birinci günü olduğu görüşünü iddia etmiştir. Bu görüşlerine de Hz. Peygamber efendimiz (s.a.v)’in şu hadisini delil getirmişlerdir: “Allah katında günlerin en büyüğü kurban günüdür.” 492 Fazilette kurban günü ile aynı konumda olması arefe gününün faziletini göstermektedir.
5-Enes b. Malik (r.a) arefe gününün fazilette 10.000 güne denk olduğu rivayet edilmiştir.
6-Hacda olmayanlar için o gün oruç tutmak iki senenin günahını temizler, bir önceki ve sonraki senelerin günahlarına kefaret olur.
7-O gün, günahların bağışlandığı gündür. O gün cehennemden azad olma günüdür.
8-Bu günde azalarını haramdan koruyan kişinin günahlarının affolunacağı rivayet edilmiştir. Konuyla ilgili Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Kim bu günde gözüne, kulağına ve diline sahip olursa günahları affedilir.” 493
9-Bu günde kelime-i tevhidi (sayısız) sıkça söylemenin pek çok fazileti var. Abdullah b. Amr (r.a) diyor ki:”Resulullah’ın (s.a.v) arefe günü en fazla yaptığı dua şu idi: “La ilahe illallah vahdehu la şerike leh, lehül mülkü ve lehül hamdü biyedihil hayr ve hüve ala külli şeyin kadir.” 494
10-Bu günde yüce Allah’tan (c.c) günahlarımızın affını dilemeyi ve cehennemden azat edilmeyi çokça istemeliyiz. Bu günde yapılan duaların kabul olunması umulur.
Arefe gününün faziletiyle ilgili hadislerden biri de şöyledir:
“Allah katında arefe gününden daha değerli bir gün yoktur. O gün, yüce Allah(ın rahmeti her zamankinden daha fazla) dünya semasına iner ve yerdekilerle göktekilere karşı övünür. Gök ehline der ki: ”Saçları dağılmış, terlemiş, toza toprağa bürünmüş ve dört bir yandan gelmiş olan kullarıma bakın. Onlar benim rahmetimi umuyorlar, azabımdan kurtulmak istiyorlar.
Arafe gününden başka hiçbir günde cehennemden bu kadar azat olunan kul yoktur.” 495
Kurbanımızı, gönüllerimizdeki en derin saygı ve hassasiyetle keselim. Tek hedefimizin Allah (c.c) olduğunu, O'nun rızasından başka gayemizin bulunmadığını kalbimizden hissederek dile getirelim.
Menkıbe
Nefsimi Kurban Etmek İstiyorum
Zunnûn Mısrî (k.s) anlatıyor:
"Bir genç Mina'da sakin sakin oturuyordu. Halk ise kurban kesme işi ile meşgullerdi. Kimdir, ne yapıyor, diye gence şöyle bir baktım. Bunun üzerine genç dedi ki:
'İlâhî! Bütün halk kurbanla meşguller. Ben ise nefsimi huzurunda kurban, canımı sana feda etmek istiyorum. Bunu benden kabul buyur ya Rab!' dedi ve şahadet parmağı ile boğazına işaret ederek yere düştü. İyice dikkat edince, delikanlının vefat etmiş olduğunu fark ettim."496
Hazırlayan: Ahmet Tansu Arca
Dostları ilə paylaş: |