Küresel Bir Dünya mı? BİR evriMİN Özeti


GLOBALLEŞME: ESKİ BİR ÖYKÜ



Yüklə 436,59 Kb.
səhifə2/6
tarix23.01.2018
ölçüsü436,59 Kb.
#40286
1   2   3   4   5   6

GLOBALLEŞME: ESKİ BİR ÖYKÜ

İ. Herald Tribune gazetesi küreselleşmeyi “iki ucu keskin kılıç” olarak niteliyor. Dayanağı ise liberal tipteki küreselleşmenin salt “pazar genişlemesi”nden ibaret kalması. Bu sözcük son yıllarda dünyada yaşanan gelişmeleri tanımlamak için kullanılıyor. Kimilerine göre küreselleşme bir mit ve çok uluslu şirketlerin kullandığı bir propaganda sloganı. Kimi, küreselleşmeyi ulusal sınırları ortadan kaldıran bir süreç olarak görüyor. İktisatçılar tanımı tartışadursunlar aslen bir dilbilimci olan ABD-M.İ.T. öğretim üyesi Profesör Naom Chomsky küreselleşme tanımını kanımca en yalın biçimde yapıyor:


- Küreselleşme mükemmel bir şekilde dizayn edilmiş sürekli bir şekilde yoğunlaşmakta olan özel güçlerin çıkarlarını kollayan bir yol. Birbirine sıkı sıkıya bağlı birkaç güçlü devlet ile mega şirketin maddi çıkarlarını yeniden ürettikleri bir süreç.
Bilgisayarlı / bilgi – işlemsel / iletişimsel üçlüsü üzerinde oturan 3 teknolojik devam diyenler de var.
Filozof E.Morin’in betimlemesiyle “Dünyanın her bir bölümünün dünyanın daha fazla bir bölümü olmasının yanısıra, dünya da bir bütün olarak bu bölümlerin her birinde daha çok yer alıyor. Küremiz hologramlaşıyor! Çünkü hem belirgin, hem de her yerde mevcut”.
Çarpıcı olan 3. teknolojik devrim döneminde ya da nam-ı diğer küreselleşmede gelişmiş ile az gelişmiş ülkeler arasındaki eşitsizliğin daha da artmış olması. Dünyanın %12’sini yaşadığı 48 ülkenin dünya ticareti payı 1960’da %1.4’dü. 35 yıl sonra payları %0.4’e düşmüştü.
Egemen dünya küreselleşmenin dünya refahını arttıracağını, gelişmekte olan ülkelerle gelişmiş ülkeler arasındaki farkları azaltacağını ön sürüyor. Küreselleşmeyi sömürgeciliğin çağdaş biçimi olarak görenlerin sayısı da az değil.
Küreselleşmenin itici gücü ve aslında sonucu teknik ve teknolojide düğümlü iken öne politik küreselleşme çıkıyor. Piyasa ekonomisinin dünya genelinde yaygınlaşması, çoğulcu demokrasiyi eş oranda geliştiremiyor. Aralarında kan bağı oluşmuyor. Politik küreselleşme daha çok uluslararası ekonomik örgütlerde “kural koyan” ve “denetleyen” özelliğiyle dikkati çekiyor. Ekonomik sonuçlarsa 4 temel noktada kendisini hissettiriyor:

  • Devletin değişen rolüne rağmen, devletler kesinlikle küçülmüyor. Ortalamada milli gelirin %45’i devlet harcamalarından oluşuyor. 1960’da bu oran sadece %25 idi. Devlet harcamalarının 1/4’ü transfer ve sübvansiyon harcamalarına ayrılıyor.




  • Piyasalar gerçeği belirleyen bir ideoloji haline geliyor.




  • Küreselleşme kuzey grubu ülkeleri lehine gelir dağılımını bozarak, 3.dünya ülkeleri için marjinalleşme sonucunu veriyor.




  • Küreselleşme senaryosunun yarattığı riskler ve dış şoklardan öncelikle 3.dünya ekonomileri etkileniyor.

Bu aşamada küreselleşme bazı dayatmalarla gündeme geliyor:

 Küreselleşme vergilendirelemez.

 Ulus – devletin aracı olan sosyal devlet küresel ortamda korunamaz.

 Ekonomik büyüme istihdam yaratmak zorunda değildir (Jobless Growth). Aslolan hisse senedi pay sahiplerinin nemasıdır. (Shareholder Value)

 Ücretlerinin yükselmesi işgücü piyasasının de-organize olmasını gerektirmektedir.

 Küresel ortamda ulus –devlet ekonomik hayata gereğinden fazla müdahale etmektedir, bu önlenmelidir.

 Yatırım ve kuruluş yeni cazibesini yaratmak için ülkeler daha fazla ve küresel teşvikler sunmalıdır.

 Euro gibi yeni hakim paralar küreselleşmeyi hızlandıracaktır.

 ABD örneği refah, ülkelerin küresel tünele girmesi için yeterli bir nedendir.

 Küreselleşme az gelişmiş ülkelerin gelişmesinde en iyi araçtır.

 Global şirketlerin yararına olan düzenlemeler, ülkelerin de yararınadır.

Dayatmaların belki de en önemli sonucu, küreselleşme yayıldıkça gezegenimizdeki parçalanmanın büyümesidir. Sonuçta tüm uluslarının ortak kaderine karşılık el’an bir “kader birliği”nden sözedemiyoruz.





Birinci Küreselleşme

İkinci Küreselleşme

Üçüncü Küreselleşme

İtici Güç

Merkantilizm ve yarattığı denizcilik gelişmeleri

Sanayi Devrimi ve doğurduğu gereksinmeler

1) 1970’lerde Çokuluslu şirketler, 2) 1980’lerde İletişim Devrimi, 3) SB’nin yıkılmasıyla 1990’larda Batı’nın rakipsiz kalması.

Yöntem

Keşifler, misyonerler, askeri işgal.

Önce misyonerler, sonra keşifler, sonra ticaret şirketleri, en sonra askeri işgal.

Kültürel-ideolojik etki. Ülkenin her yanı (ekonomik, siyasal, sosyal) kendiliğinden etkileniyor.

Haklı Gösteriş

“Putperestlere Tanrı”nın dinini işgal.

“Beyaz Adamın Yükü”, Uygarlaştırıcı Görev” gibi ırkçı teoriler

“En yüksek uygarlık düzeyi”, “Uluslararası topluluğun iradesi”, “Piyasaların gizli eli”, “Küreselleşme herkesin ortak çıkarınadır.”

Sonuç

Sömürgecilik

Emperyalizm

Globalleşme

Kaynak: Profesör Baskın Oran

BİR DOZ DEMOKRASİ

Küreselleşmenin bir dogma olarak dayatılması, zıtların birliğini ortaya çıkardı. Birinci grupta kapitalizme karşı “küresel eylem” diyenler yer alırken, ikinci grup mali şeffaflık ve iyi davranış kuralları önerisiyle yetinenler öbeklendi.


Güney Asya krizinde olayın gerisindeki “dost-ahbap çavuş esaslı” demokrasinin payı çok araştırıldı. Bu bile küreselleşmede demokratik bileşenlerin yetersizliğini anlatıyor. “Birleşmiş Milletler’i Yeniden Yapılanma” projesi sorumlusu Profesör R.Falk’ın “globalleşmenin demokrasi dozu eksik” saptaması çok yerinde.
1989 yılını Berlin duvarının yıkılması nedeniyle olayı milat bile değil, “tarihin sonu” ilan eden Profesör F.Fukuyama bile 10 yıl sonraki bir değerlendirmesinde günah çıkarırcasına “piyasa ekonomisi ile liberal demokrasinin kenetlenmesi artık daha zorunlu hale geldi” demekten kendisini alıkoyamıyor.
Küreselleşmeyle ile demokrasi ilişkisini billurlaştırmak için bir Avrupalı’ya, J. Atalli’ye başvurmak gerekiyor. Demokrasi ve piyasanın ortak payda hatasını arayan Attali şöyle der:
Piyasa ekonomisi ve demokrasinin en hareketli savunucuları bile son yıllarda piyasa demokrasileri yaratılmasının kolay olmadığını kabul ediyorlar. Rusya gibi eskiden komünist olan bir ülkede gürbüz bir piyasa demokrasinin gelişmesi için sanayiyi özelleştirmekten ve fiyat belirlemesinin piyasaya bırakılmasından daha fazlasının yapılması gerekiyor. Piyasa ekonomisi ve demokrasi, ancak hukukun üstünlüğünün sağlanması, meşru bir sistem ve özgür bir medya bulunması ve yeterli verginin toplumsal oybirliği ile belirlenmesi gibi zorunlu özelliklere sahip uluslarda tutunabilir.
Attali’ye göre “önce bu birlikteliğin yürümediğini kabul etmemiz gerekiyor. Piyasa ekonomisi ve demokrasiye yön veren ilkeler batılı toplumlarda uygulanmıyor. İkincisi bu ilkeler el ele yürümekten çok, karşı karşıya gelerek, birbiriyle çakışıyor. Bu ilkeler kendi içlerinde de çöküşünün tohumlarını taşıyor”.

Attali’nin bu anlamlı değerlendirilmesinden üç saptama daha aktarmak istiyorum:


 Demokratik bir toplumda hedef bireyin yüceltilmesidir. Oysa piyasa ekonomisinde

bir eşyaya dönüşen birey istenen özelliklere sahip değilse, dışlanıyor.


 Piyasa ekonomisi ekonomik ajanlar arasındaki eşitsizliği arttırıyor.
 Piyasa ekonomisi iktidarın merkezileşmesine karşı direniyor. Katılımcılar arasında

kurulabilecek bağları engellemeye çalışıyor ve bencilliğe destek veriyor.

Demokrasilerin farklı kişisel dünya görüşlerinin uzlaşmasını sağlayacak siyasal

partilere ihtiyacı var. Oysa piyasa ekonomisi gücünü kişisel rekabetten alıyor.


Financial Times’in değerlendirmesiyle “Piyasa ile demokrasi buluşmasında herşey çok az, herşey çok geç ve çok yavaş olmaktadır.”

ESKİ VE YENİ KURALLAR VAR MI?
“90’lı yıllardaki küreselleşme eğitimi yeni bir olgu değildir. Dünya ticareti ve yabancı sermaye yatırım düzeyinin yüksekliği XX. yy. başında da yaşanmıştır. Yeni dünya küreselleşmesi , mal ve sermayenin önündeki engellerin kaldırılmasından çok;


  • Veri, enformasyon ve bilgi,

  • Bilimsel keşiflerin sonuçlarına ulaşmasıyla, yeni bir boyut ve öz kazanmıştır.

“Eski Dünya Ekonomisi” daha çok ulus-devlet tarafından organize edilirken “Yeni Dünya Ekonomisi” global bir işbirliği ağı içinde gerçekleşmektedir. Bu ağın ekseninde piyasa ekonomisinde ve çok uluslu şirketler bulunmaktadır. “Yeni Dünya Ekonomisi”nde ulus-devletleri ekonomi politikalarındaki değerlendirme kıstası, ticaret ve mali piyasalarda liberalleşme eğilimi ve düzeyidir. Küreselleşme teknik ve iletişim alanlarındaki gelişme kadar, piyasanın eksenli devletin ekonomik anlamda küçülmesi etkendir.

Gelişmekte olan ülkeler grubu 4 temel noktada farklılaşıyor:


  1. Afrika kıtasında son 20 yıldır ortalama %2’lik bir büyüme oranı yaşanmakla birlikte, kişi başına gelir artış göstermemiştir. Dünya ekonomisindeki genel refah artışına karşılık, Afrika kıtasında yoksullaşma süreklilik taşımaktadır.




  1. Asya kıtasının dinamik gözüken ama eş –dost kapitalizmiyle kırılgan yapılı Asya Kaplanları, yıllık %8 büyüme gerçekleştirdi. Bu büyümede;




  • Japonya merkez güç işlevini yüklendi.

  • Kore, Tayvan, Hong Kong, Singapur fason üretimin 1.halkasını oluşturdu.

  • 1970’li yılların sonunda Endonezya, Tayland, Malezya’dan oluşan yine gelişmiş ülkeler iç için ağırlıklı olarak fason üretim yapan bir 2.halka ülkeler grubu ortaya çıktı.

  • Çin Halk Cumhuriyeti 8.Komünist Parti Kongresinde (1992) sosyalist piyasa ekonomisi kararı sonrası %7-9 arasında bir büyüme gösterdi.

Yüksek büyüme hızına karşılık, Ağustos 1997’de Malezya ve Tayland’da başlayan kriz,“Domino Etkisiyle” tüm Pasifik ülkelerini derinden sarstı. Birbirini etkileyen nedeniyle daralmaya artık “global kriz” adı veriliyor.


Asya’daki krize şu öğeler etkendi:


  • Kısa vadeli borçlanma çok artmıştı.

  • Japon yeni ABD doları karşısında aşırı değer kaybederken, bu ülkelerin ihracat bağlantılarını dolar cinsinden yapmış olmaları, dış ticaret hadlerini olumsuz yönde etkilemişti.

  • Japon ekonomisi şişme bebek gibi yapay bir büyüme eğilimi yaşamıştı.

  • Asya Kaplanları’nda tam bir devlet kapitalizmi egemen kimin nereye yatırım yapacağına karar veren yapı, etkinlikten tümüyle uzak çalışıyordu.

3. Latin Amerika 1970-80 döneminde yaşadığı borç ödeme ve büyüme stratejisi krizinden çıkarak, 1990’lı dönemde artan dereceli bir büyüme oranı yaşar. Bu dönüşümde ithal ikameci bir büyüme stratejisinin ürünü olarak iç piyasaya dönük çalışan üretim yapısının, dış pazara yönelmesinin büyük etkisi büyük oldu. Katıksız liberal program uygulamasına karşılık, bu ülkelerde kriz sıklığı 3-4 yılda birdir.



4. Geçiş (Transformasyon) ekonomileri olarak anılan Doğu Avrupa’nın eski sosyalist ülkeleri, piyasa eksenli gelişmeyi daralma olarak yaşadı. Çek Cumhuriyeti ve Macaristan üretim kültürü ve sanayi yapısı nedeniyle bu genellemenin dışında kalıyor.
Dünya Ekonomik Yapısında Paylar 1950 – 1994 (% olarak)





1950

1980

1994

I ABD

16.1

11.2

11.9

Kanada

4.9

3.4

3.8

II AB

15.1

33.0

35.3

III Japonya

1.3

6.5

9.2

Hong Kong

1.1

1.0

3.5

Singapur

1.6

1.0

2.2

Kore

0.1

0.9

2.2

Tayland

0.5

0.3

1.1

Endonezya

1.3

1.1

0.9

Malezya

1.6

0.7

1.4

Çin

0.9

0.9

2.8

IV OECD

53.6

62.7

67.4



GÜNDEMDEN DÜŞEN OLAY: ENFLASYON
1990’larda enflasyon, Afrika kıtası hariç, dünya genelinde yokoldu. ABD ve A.B. ülkelerinde 1978 – 1987 döneminde % 6.5 olan enflasyon oranı, 1992 sonrası % 3’ün altına düştü. BM’ne üye 185 ülkenin sadece 20’sinde enflasyon oranı % 50’nin üstünde % 50 - % 100 olan ülke sayısı 12 ve 1980 – 2000 eğilimiyle Türkiye bu grup içinde. Bu sıralamaya giren ülkelerin tamamı Asya ve Afrika kıtasında yeralıyor.
Enflasyonun gündemden düşmesinde 4 etken var:

  1. Ülkelerin hemen tamamı gelirin gideri karşıladığı bir bütçe denkliği politikasıyla hareket ettiler. AB “Mastricht Kıstasları” ile bütçe açığına tavan getirirken, ABD 1998’de bütçe açığını tümüyle kapattı.




  1. Enflasyon beklentisi ve enflasyonist baskı önlendi.




  1. 1960’lı yıllarda yaygın olarak kullanılan açık bütçe finansmanının önüne geçildi.




  1. “Enflasyon Volkanı” olarak anılan Latin Amerika ülkeleri, “İstikrar Politikaları” sonucu, 1980 – 1993 döneminde % 200 – 350’lik enflasyon oranını % 10 – 35’e geriletti.



GÜNDEMDEKİ OLAY: SÜREKLİ KRİZ
Filozof E. Morin krizleri “Belirsizliklerin artması ve genelleşmesi, düzenlemelerinin bozulmasıyla tehlike ve şansların büyümesi sonucu ortaya çıkar” şeklinde tanımlar.
Şu ifadeler de onundur:
- Dünyanın kaotik ve çatışmalı halinin “normal” hali olduğunu; düzensizliklerin karmaşıklığın vazgeçilmez içeriği olduğunu düşünebiliriz.
Bir krizde birçok etken sorun var. Sorunlarsa kontrol edilemez karmaşık süreçlerin, karışıklılık bağımlılığından kaynaklanıyor.
Krizler artık hem ağır, hem de derin...
Belki de krizi en iyi anlatan teori “Kelebek Etkisi Teorisi” anlatıyor. 1961’de MİT’de araştırma yapan meteorolog Edward Lorenz tarafından geliştirilmiş. “Herkes ve her şey birbirine bağımlıdır ve etkiler!” şeklinde günümüz ekonomisinin olayını anlatmada önemli bir yeri var.
Lorenz’e göre görünmeyenler en az belirgin olan nedenler kadar önem taşıyor.
Ekonomide krizden sözedince, “Kaos Teorisi”nin eşiğinden de içeri girmiş oluyorum. Bununla, az gelişmiş ülkelerde “kaosun sürekliliği”olayını yorumlayabiliyoruz.

“Meksika Krizi”ne gelmek istiyorum! IMF’nin o tarihteki başkanı M. Camdessus tarafından “21 yy.’ın ilk krizi” diye nitelenen krize...


Kriz Aralık 1994’de patlak veriyor. Pezo bir haftada % 40 değer yitiriyor. ABD 24 saat içinde toplam 50 milyar $’lık yardım yapıyor. Marshall Yardım Planı’ndan bu yana bu en büyük nakit yardımıdır. Meksika aksi durumda, kambiyo denetimli döviz rejimine geçecekti. Böylesi bir olay, ABD’nin bu ülkedeki sayısı ve çapı bilinmeyen yatırım fonları için büyük bir tehdit olurdu.
Bu tarihten sonra ne gelişmişlerin krizine gelişmişlerin nakdi yardımı hemen hemen hiç konu olmadı.
Krizin maliyeti yüksekti: 2.4 milyon yeni işsiz iki haneli enflasyon ve GSMH’nin % 10 gerilemesi. Yoksulluk çizgisi altındaki nüfus 20 puan artarak, toplam nüfusun % 50’sine ulaştı.
“Kelebek Etkisi Teorisi” gereği krizi hangi etkenden çıktığını bilmek hem mümkün değil, hem de gereksiz.
Ortada açık olan birkaç sonuç var:


  • Kriz vadeli sermaye hareketleri günlük olaylardan çokça ve genelde olumsuz etkilemiş.




  • Spekülasyon dalgaları krizleri hem derinleştiriyor, hem de diğer az gelişmişlere taşıyor.




  • Ulus devletin spekülasyona ve spekülasyona ve spekülasyoncuya karşı caydırıcı rolü çok sınırlı.




  • Kriz yönetimde IMF misyon görevi üstlenmiyor.




  • Spekülasyon dalgalarının önlemede IMF erken uyarı sistemi işlevi göremiyor.

Bu kez 1997 yılının yaz ortamında, G. Asya’dayız!


Dolar, 1996’dan sonra ABD yönetimi “kararıyla” değerlenmiştir!
İhracatın G. Asya ülkelerinden GSMH’sindeki payı ise yüksektir. Bu pay Malezya’da % 70, Tayland’da % 29, G. Kore’de % 27 ve Filipinlerde % 25’dir. Eski kurdan yapılan ihracat taahhütleri yerine getirilemez hale gelir.
İlk kriz Tayland’da çıkar. İhracat yapabilmek için resmi para birimi baht devalüe edilir. Kimse bunun 5 ayda % 70’e yayılacağını kestirmez! Tayland’ın IMF ve Japonya 17 milyar $ yardım kararlaştırır. Karşılığında devlet harcamaları azaltılacaktır. Aktiflerini yitirmiş 56, banka kapatılır. Saydam olmaması nedeniyle ne bankalar ne bu borcu yaratılanların üstüne gidilemez. Zarar kamusal yük olur.
Bu ülkeyi diğer G. Asya ülkeleri izler. Malezya, G. Kore ve Endonezya’da para ortalama % 80 değer yitirir. G. Kore’nin dış borcu 1 ayda 10 kat artarak 200 milyar dolara ulaşır.
Krizin sorumlusu olarak bankalar gösterilince, G. Kore’de 19, Endonezya’da 16 banka kapatılır. Endonezya’da ise diktatörlüğün eş-dost kapitalizmini körüklediği ileri sürülünce 32 yılık diktatör Suharto “ABD’nin ricası üzerine” gitmek zorunda kalır. Malezya’nın 2 no’lu lideri Anwar İbrahim “hemoseksüel” sonuçlanmasıyla hapse girer.
Ama hiçbir önlem krizi önlemez, olsa olsa krizi geçiştirir.
Çoğu kez “nedenler” yerine belirtiler ile uğraşılması, krizleri kaos’a dönüştürür. “Fraktel” kavramında bulunduğumuz “kendi içinde tekrarlanan hep aynı patikalar” olarak kriz sadece konum değiştirir.
Bu krizler sonrası IMF çözümleri koşullar dayatmalarına dönüşür. Bir anonim deyiş vardır:
- Kaybetsen de çıkardığın dersi kaybetme!
Nedenleri apaçık bulamazsak da, 3 ders çıkıyor:


  • De-regüle sermaye ve döviz piyasaları, ulus-devletin denetim aletlerini elinden almıştır.




  • Demokrasi uygarlaşmada, derinleşmeden ve demokrasi açıkları giderilmeden eş – dost kapitalizmiyle piyasa uygulaması mümkün değildir.




  • IMF kuruluş amacını yerine getiremez duruma gelmiştir.

“Krizler bitti”! derken, 1999’dan önce Arjantin sonra Türkiye’de çıktı. Gündemden de hiç düşeceğe benzemiyor. Az gelişmişler için tek tesellisi, karanlıkların hiç olmazsa daha karanlık olma olasılığının olmaması...



VE GLOBAL OYUNCULAR DÖNEMİ
Çok uluslu şirketler dünya ekonomisini hem etkileme, hem de bu yolla dünya ölçeğinde yayılma olgusuna yol açıyor. Bu dönüşüm;


  • Dünyada mevcut teknolojinin % 80’ine sahip olarak; teknoloji, yönetim ve finansman ihracını istediği biçimde yapmakta,




  • Ürün, üretim, pazarlama ve lojistik stratejileriyle uluslar arası yatırım bölge ve alanlarını belirlemekte,




  • Kuruluş yeri ve yatırım kararlarıyla, ulusal ekonomilerin yeniden yapılanmasını istedikleri biçimde yönlendirmekte.

BM – UNCTAD’a göre, dünya üretiminde % 2 olan çok-uluslu – şirket payı, şimdi % 6’ya yükseldi. Çok ulusların % 50’si Fransa, Almanya, Japonya, İngiltere ve ABD’den oluşan 5 ülkede odaklanıyor.


Toplamı 40.000’e ulaşan ve yan kuruluşlarıyla 250.000’i bulan çok uluslu şirketler, dünya ticareti toplamından daha büyük bir ciroya sahiptir. Örneğin ABD ihracatının % 80’i çok uluslu şirketlerce yapılıyor. Dünya ticaretinin 1/3’ü çok uluslu şirketlerce gerçekleştiriyor.
Bir diğer değişim sektörel yapıda görülüyor. 1973’de yatırımların hammadde, hizmet sektörlerine eşit oranlarda % 30’larda yapılırken, bu oran ilkinde % 10’lara düştü, hizmet (servis) sektöründe % 50’ye yükseldi.
Çok uluslu şirketlerde yoğunlaşma eğilimi yükseliyor. 100 En Büyük Çok-Uluslu-Şirket, toplamın 1/3’ü oranında üretim yapmakta, tüm istihdamın yüzde 16’sını elinde tutuyor.
UNCTAD tarafından 1995’ten bu yana düzenlenen “Ulus Ötesi Yatırım Endeksi” yayılımın boyutunu ortaya koyar. Bu endekste çok uluslu şirketin deniz aşırı bölgelerdeki cirosu, dış yatırımın oranı ve deniz aşırı ülkelerdeki istihdamı esas alınmaktadır. Bu belirlemeyle, 1. olan Shell 21. sıraya düşerken, Nestle 1.liğe yükselmektedir.
Dünya Ekonomisinde En Büyük Şirketler (1994)

Sıra

Adı

Ülkesi

Sektör

1

Nestle

İsviçre

Gıda

2

Holderbank

İsviçre

İnşaat

3

Tharpuar

Kanada

Matbaa

4

Electrolux

İsviçre

Elektronik

5

Asea

İsviçre

Elektronik

6

Savary

Belçika

Kimya

7

Philips

Hollanda

Elektronik

8

RTZ

İngiltere

Maden

9

Ciba – Gergy

İsviçre

Kimya

10

Michelin

Fransa

Plastik

Kaynak: UNCTAD
Çok uluslu şirketleri önümüzdeki dönemde neler beklediğini söylemek biraz zor. Ama genel eğilimlere bakarak şu başlıkları sıralayabilirim:


  • Yayılma sonucu dünya genelinde çok ulusluların payı artacak.

  • Yatırımlarını daha çok gelişmiş ülkelerde yoğunlaştıracak.

  • AB ve K. Amerika’nın, Asya’daki “yatırım patlaması” sürecek.

  • Çok uluslu şirketlerin bölgesel üretim ağları genişleyecek.

  • Çok uluslu şirketleri toplam dünya yatırım hacmi içindeki yatırım payının % 4’lerde kalmasıyla, yatırımların % 95’i yine de KOBİ’lerce gerçekleşecek.

Gelişmeler, dünya ekonomisinin mal, ve insan gücüne kısıtlayıcı sermayeye ise sınır tanımazken, ortaya çıkan uluslar-üstü kurumlar ulus ve egemenlik kavramlarını etkileyecek konuma geliyor.


Dünya Ekonomisinin Yön Verici Kurumları

Mal


Dünya Ticareti


GATT/WTO,

IMF, DB,


UNCTAD


Sermaye


Yabancı

Sermaye



UN, OECD


Finansman

Kaynağı



Uluslararası

Finansman

Sistemi

IMF, DB


Çalışma Eko.


Uluslararası

İstihdam

ILO


Çevre


Global Enerji



Yüklə 436,59 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin