Küreselleşme ve bireyin eziLİŞİ Doç. Dr. Gülgün Tuna



Yüklə 280,33 Kb.
səhifə4/6
tarix23.01.2018
ölçüsü280,33 Kb.
#40135
1   2   3   4   5   6

b) Çevresel Yıkım


Su, toprak ve enerji kaynaklarının tüketimi; kirlilik nedeni ile su ve havanın yok edilmesi; ve katı, toksik, ve radyoaktif atıkların yokedici etkileri, çağımız dünyasının karşı karşıya geldiği üç başlıca çevre problemidir. İnsanlar tür olarak ilk göründükleri andan beri, doğal kaynaklardan elde ettiklerini çekip kullanmaktalar, ancak bu maddelerin kullanıldığı oran, geçmiş üç yüzyıl içerisinde fırlamıştır. Yirminci yüzyılda dünyanın nüfusundaki muazzam artış ve modern endüstriyel ekonomilere teknoloji esaslı geçiş, kaynakların tükenmesindeki önemli artışı açıklamada mühimdir.

Dünyada milyarlarca insan, fiziksel varlıklarını devam ettirebilmek için, su, toprak, enerji ve diğer kaynaklar için yarışmaktadırlar. Çoğalan dünya nüfusunun büyüklüğünün etkileri, fazla üretim ve fazla tüketim tarafından benimsenen endüstriyel hayat tarzı ile artmaktadır. Modern endüstriyel sistemlerin ekonomik refahı, malların ve hizmetlerin kitlesel üretimi ve kitlesel tüketimine bağımlıdır, ki bunların hepsi doğal kaynakların aşırı kullanımını ve tüketimini gerektirir. Yerel kaynaklar tükendiğinde, gereken maddeleri içeren uzak kaynaklar sömürülecektir. Bu nedenle, kuzey milletlerini oluşturan dünya nüfusunun yüzde 25’i her yıl dünya çapında tüm doğal kaynakların yüzde 85’inden fazlasını tüketir.

Tarımsal, endüstriyel ve konutlara ayrılmış alanların fazla kullanılmasının sonucu olarak, dünyanın su kaynakları hızla çekilmektedir. Dünyanın su kaynaklarının sadece çok az bir yüzdesi içilebilir ve kullanılabilir temiz sudur. Orta Asya’daki ve Afrika’daki bazı ülkeler, şimdiden su bakımından kıtlık çekmektedirler. Yakın gelecekte su için rekabet, bölgesel anlaşmazlıklara neden olabilecektir.

Çölleşme her yıl dünyadaki milyarlarca tonluk iyi toprağın kaybolmasına neden olur. Çiftlik hayvanlarının fazla otlatılması, ormanların tahrip edilmesi, ve uygunsuz tarımsal uygulamalar, şiddetli toprak tükenmesi problemini getirecektir. Gelişmekte olan ülkelerdeki fakirliğin sonucu olarak, insanlar hayatta kalmak için çabalarken yaşadıkları topraga zarar vermektedir.

Petrol ve kömür gibi yenilenemeyen fosil yakıtlar, endüstrileşmiş ve endüstrileşmekte olan ekonomiler için başlıca enerji kaynağıdır. Çok büyük miktarda bulunmasına rağmen bu kaynaklar sistemin gerektirdiği ekonomik büyüme ve gelişme zorunluluğu nedeniyle hızla tüketilmektedir. Güvenlik ve maliyet problemleri, nükleer enerjiyi daha az güvenilir bir enerji kaynağı haline getirmiştir.

Ekonomik aciliyetten dolayı hükumetler çevreyi korumak yerine, ekonomik gelişmeye öncelik vermektedirler. Çevresel yıkım ve kirlenme, ekonomik gelişim için ödenmesi gereken bir bedel olarak görülmüştür. Üçüncü Dünya hükümetleri, UPF gibi kuruluşların da dayatmasıyla, ekonomik büyümeye odaklanmış Batı modelini taklit etmeye çalışmışlardır, ancak aynı zamanda, bu politikanın kaçınılmaz olarak getirdiği çevresel sorunlardan sıkıntı çekmeye başlamışlardır: gelişmiş dünyanın çoğunda, tarımsal, endüstriyel ve konutlara ayrılmış alanlar ile ilgili aktivitelerden dolayı, su ve havanın kalitesi bozulmuş, kimyasal ve atık maddeler ile karışmıştır.

Asit yağmuru ve ozon tabakasının delinmesi, endüstriyel dünyada başından sonuna kadar fosil yakıtlarının aşırı miktarda yakılması ve endüstriyel ve tarımsal kimyasalların tüketiminin, önemli iki sonucudur. Fosil yakıtlarının bir diğer etkisi ise, güneşin yansıyan ısısını atmosferde hapseden kirletici gazların sera etkisi yaratmasının bir sonucu olarak, global ısınma oluşturmasıdır.

Toksik atıklar, ekonomileri kimyasal ve fosil yakıtların yaygın kullanımına bağlı olan birçok endüstrileşmiş toplumda, başlıca çevresel problemlerden birini yaratmaktadır. Güvensiz ve uygunsuz bir şekilde imha edildiklerinde, toksik atıklar ciddi sağlık problemleri yaratır. Gelişmiş ülkeler, toksik atıklarını gelişmekte olan fakir ülkelere göndermeye başlamışlardır. Bu uluslararası toksik atımı, Kuzey ve Güney’in karşıtlaşmasındaki diğer bir mesele olmuştur.

Kullanılan enerji yakıtları, petrol ürünleri ve radyoaktif atıklar, insan hayatına yönelik ciddi bir tehlike oluşturmaktadır. Bu maddelerden bazılarının doğa içinde yok olması ve zararsız hale gelmesi için binlerce yılın geçmesi gerekmektedir. Bunların güvenlice imha edilmesi ise, oldukca problemli ve masraflı olmaktadır.

Çevresel tüketimin, yıkımın ve imha problemlerinin bireysel, toplumsal ve global etkileri, çok geniş bir yelpazeye yayılmaktadır.. Hava ve su kirliliği, insan sağlığı ve yaşamı üzerinde büyük bir kayba neden olmaktadır. Çevre yıkımı bir çok bitki ve hayvan türünün kaybı ile sonuçlanmıştır. Çevrenin temizlenmesi ve yenilenmesinin ekonomik masrafının üstlenilmesi dünya devletleri arasında bir tartışma konusu olmuştur.

Uluslararası düzeyde, fakir ülkeler gelişmiş ülkelerin çevreye yönelik zararlı uygulamalarına katlanmaya zorlanmışlar, aynı zamanda, çevreyi koruma için gereken masrafları da ödemeleri istenmiştir. Ancak, toplumlar gelişmiş Kuzey’in çevresel endişelerini kendi gelişme hedeflerinin önüne koymaya istekli değildirler. Kuzey ve Güney arasında büyüyen kutuplaşma ve anlaşmazlıklar, gelecekte uluslararası çatışmaların kaynağı haline gelecektir.

Çevresel mülteciler, uluslararası çatışmaların bir diğer potansiyel kaynağını oluşturmaktadır. Diğer ülkelerde sürekli ikamet hakkı elde edebilmek için ait oldukları ülkeleri terkeden tahmini 30 milyon kişi, çevresel mülteciler, zaten yerini değiştiren bireylerin hali hazırda en büyük kategorisini oluşturur. Yirmibirinci yüzyılın ortaları ile, birçok insan toksik kirlenme, çölleşme, global ısınma, seller, kasırgalar ve diğer çevresel aksaklıklar yüzünden anavatanlarını terketmek zorunda kalmışlardır ki, bu ekolojiknedenlerden dolayı göç, diğer bütün nedenler birleştirildiğinde ortaya çıkan nedenlerle insanların yer değiştirmelerinden birkaç kat daha fazladır. Yüksek nüfuslu gelişmekte olan ülkelerdeki milyonlarca insan, içinde yaşadıkları ekosistem o kadar çok bireye daha fazla destek olamadığından, başka ülkelerde ev bulmaya zorlanacaktır. Ormanların azalması, karanın ve suların toksik atıklarla yavaş yavaş zehirlenmesi, toprak erozyonu, fazla hayvan otlatılması, ve yeraltı zenginliklerinin azalması gibi nedenlerle, üstünde yaşadıkları karanın onları taşıyabilme kapasitesini aşacaklardır. Kitlesel hareketler, sadece politik istikrarsızlık değil, aynı zamanda ekonomik, sağlıkla ilgili, ve toplumsal problemler de yaratacaktır.


c) Şiddet: Savaş, Terör, Suç, ve Ailesel Şiddet

Tarihçiler, geçmiş 5600 yılda yaklaşık 3.5 milyar insanın, meydana gelen 14,500 savaşta öldüğünü tahmin etmektedirler. Hem savaşların yoğunluğu, hem de sıklığı, tarih boyunca durmadan artmıştır. Onyedinci yüzyılla başlayarak, her yeni yüzyıl, hem savaşların sayısında, hem de ölümcüllüğünde bir artış ile nitelendirilmiştir. Yirminci yüzyıl, 60 milyon ölüme neden olan iki dünya savaşı, ve 50 milyon ölümle sonuçlanan yerel savaşlar ile, özellikle ölümcül olmuştur.

Avrupa 1500’den beri savaş ile ilgili ölümlerin üçte ikisinin bulunduğu yerdir. Fakat 1945’de nükleer çağın başlangıcından beri, nükleer yokedim korkuları, gelişmiş ülkelerin birbirleri ile savaşmaları ihtimalini azaltmış, ve ölüm zemininin yönünü Üçüncü Dünya ülkelerine doğru değiştirmiştir.

Yirminci yüzyılda, siviller gittikçe artan oranda savaş kurbanları haline geldiler. Eski savaşlar profesyonel askerlerin oluşturduğu ordularla sınırlıyken, modern savaşların stratejisi, başlıca şehirlerde bulunan komuta, kotrol, iletişim, genel malzeme merkezlerine ve silah üretim merkezlerine saldırarak düşmanın savaşma yeteneğini yerle bir etmek haline geldi. Bu strateji moral bozucu etki yaratmak ve savaşma isteğini azaltmak için düşmana anavatanında saldırmayı amaçlıyordu. Modern silahların kitlesel yıkım kapasitesi ile birleşerek, bu strateji 1990’daki sivil savaş ölülerinin yüzde 90’ından sorumlu olmuştur.

Kadına tecavüz ve soykırım gibi savaş canavarlıkları, eski savaşlarda olduğu gibi, çağdaş savaşlarda çarpışan güçler tarafından da sistematik olarak yapılmıştır. Bu da kısmen, sivilleri askere dönüştüren askeri eğitim ve insanlıklarının elinden alınma süreci nedeniyledir. Bundan başka, savaş ortamının baskısı, grup baskısı, ve askeri emirler, askerleri savaş suçu işlemeye mecbur edebilir. Günümüzün belirli teknolojisiyle, geniş kitleler halinde insanlar, çok azıcık bir çaba ile öldürülebiliyor. Biyolojik, kimyasal hatta nükleer silahlar yakın gelecekte taktik silahlarla başlanıp sonradan tırmandırılacak savaşlarda pekala kullanılabilir,.

Savaş sonucu fiziksel olarak sakatlanan ve psikolojik travma geçiren insanların sayısı, genellikle ölülerin toplam sayısını aşmaktadır. Bu, yaralılar için gereken bakımı yapmak için daha fazla kaynağın harcanmasına neden olmak için, düşmanları öldürmek yerine yaralamayı kasıtlı bir savaş stratejisi olarak seçmenin sonucudur. Kara mayınları insanların daha kolay ve daha kötü bir şekilde sakatlanmalarını mümkün kılmıştır. Özellikle Üçüncü Dünya ülkelerinde, ve dünya üzerindeki ülkeler içinde 100 milyon kadar çok kara mayını gömülüdür. Bu gizli silahlar, düşmanlıklar bittikten çok sonra bile sivilleri öldürmeye devam etmektedir; her yıl yaklaşık 800 kişi ölüyor ve 450 kişi yaralanıyor. En çok sayıda (30,000) bir uzvu kesilmiş olan insana sahip olan Kamboçya, “tek bacaklı insanlar ülkesi” olarak da adlandırılmıştır.

Savaşlarda hayatta kalacak kadar talihli olan bireyler, terörün bir sonucu olarak psikolojik travmanın acısını çekebilirler. Bu kişilerin ruhsal yaşamında, travma sonrası stres bozukluğu, uyumada zorluk ve konsantrasyon bozukluğu, endişe, depresyon, sinirlilik, suçluluk duygusu, intihar düşüncesi, şiddetli davranışlar ve madde bağımlılığı gibi uzun bir problem listesi bulunmaktadır.

Savaşın parasal maliyeti, silahlanma yarışı ve ileri silah teknolojilerinin geliştirilmesiyle artmıştır. Dünya milletleri, askeri amaçlarla yılda toplam1 trilyon dolar – dakikada 2 milyon dolar harcamaktadır. Global düzeyde, tüm paranın yüzde 25-33’ünü oluşturan askeri bütçeler, öncelikle araştırma ve geliştirme için harcanır. Savaşla ilgili olan aşırı yüksek harcamalar, sofistike silahların ve uzay çağı gereçlerinin geliştirilmesi, ve kısmen silah üretimi ve ticaretindeki israf ve dolandırıcılığın etkisi ile artmaktadır. Ayrıca silah araştırması, geliştirmesi ve üretimindeki mali masraflara ek olarak, testlerde ve deneylerde çok sayıda hayvan da acı çekmektedir. Maymun, koyun, kedi, köpek gibi insanların savaşlarıyla hiç ilgisi olmayan hayvanlar ticari ve siyasi hırs uğruna işkence görmektedirler.

Savaşın bir başka maliyeti de çevresel yıkım ile ilgilidir: nükleer yakıt, jet yakıtı vb. toksik maddelerin atılması açısından; ve aynı zamanda bitkilerin ve ormanların savaş zamanında gördüğü kimyasal zararlar açısından askeri organizasyonlar dünyanın en büyük kirleticileridir.

Silah üretimi ve satışından elde edilen servetler, barış ekonomisine dönüş aşamasında önemli bir engel görevi görmektedir. 1940’larda askeri kuvvetlerce idare edilen Amerikan refah efsanesi, İkinci Dünya Savaşı süresince büyük askeri harcamaların Amerika Birleşik Devletleri’ni büyük çöküntüden çekip almasına yardım etmesiyle meydana gelmiştir. Askeri-endüstriyel kompleks, ekonomik bir devdir. Bu sektörden geçim ve kazanç sağlayanların sayısı çok büyüktür. Sadece şirketler silah üretimi ve satışından muazzam karlar almıyor, aynı zamanda askeri liderler de kariyerlerini ilerletiyor, siyasi liderler savaş süresinde daha büyük halk desteği sağlıyorlar.

Soğuk savaşın bir sonucu olarak, içinde bulunduğumuz dönemde dünyanın çoğu ülkesi silahlarla donanmış durumdadır. Milyarlarca dolar değerindeki silahlar Soğuk Savaş stratejilerinin bir bölümü olarak, rekabet içerisindeki iki süper güçten ve bloktan transfer edilmiştir. Bu satışlar, Üçüncü Dünya ülkeleri tarafından ekonomik gelişim için ihtiyaç duyulan paranın kaybı anlamına gelmiştir. Silah transferi bağlamındaki bir diğer önemli kaygı ise, günümüz Rusya’sının ve diğer eski Sovyetler Birliği Cumhuriyetlerinin, ihtiyaç duyulan sermaye için, (nükleer veya konvansiyonel) silahlarını büyük girişimcilere satma ihtimalleridir.

Silahların ve askeri teknolojilerin dünya çapında yayılması birçok çatişan grubun ve terör organizasyonlarının sofistike yıkım aletleri elde etmelerine imkan vermiştir. Savaşçılara askeri silah donanımı satarak çok büyük karlar alan dünyanın silah üreticisi milletleri, düşmanlarını kışkırtmak için değilse de, onların silah ihtiyaçlarını karşıladıkları için suçludurlar. Bu ekonomik düzende, silah üretimi ve satışı başlıca bir geçim ve kazanç kaynağıdır. Kapitalist sistemde kar güdüsü barış ve adalet değerlerinin yerini aldığından, küresel barış umutlarını söndürmektedir. Ekonomik çıkarları beslediği için, savaş olgusu daima var olacaktır.

Silahlı anlaşmazlıkların çoğu, eğer büyük güçler karışmamışsa, günümüz Üçüncü Dünya ülkelerinde meydana gelir ve uluslararası topluluk tarafından bilmezden gelinir. En kanlı savaşlar, Afrika ve Asya’da meydana gelmiş, yüzbinlerce insanın ölümü ile sonuçlanmış, ancak çok az önemsenmiştir.

Terör politik hedefli bir diğer şiddet kullanma yoludur. Terörün ayırt edilebilen özelliklerinden biri, “gelişi güzel bir öldürme” olmasıdır, ancak bu bakımdan kitlesel yıkım silahları ile yapılan savaşlar da bundan farklı değildir: uçaklardan bomba atmak ve sivillerin yerleşmiş olduğu bölgelere füze fırlatmak, terörist bombalamalarına benzer etkiler yapmaktadır.

Devlet terörü, diğer bir şiddet çeşididir: bu, siyasi rejime boyun eğmeleri için korkutma amacıyla, bir hükümetin kendi vatandaşlarına karşı kullandığı bir bastırma ve yıldırma yöntemidir. İşkenceler, idamlar, kaybolmalar, acizlik ve korku atmosferi yaratarak; hedef izleyiciye bir örnek olarak hizmet ederler. Devlet terörü dünya çapındaki ezici rejimlerin bir özelliğidir, ancak bunun önünü kesmek zordur, çünkü insan hakları konusundaki uluslararası kurumların iddiaları ile iç meseleler hakkındaki ulusal-devlet egemenliğinin iddiaları çatışmaktadır.


Yüklə 280,33 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin