Görüşme Notları:
Kürt halk önderi Abdullah Öcalan, Türkiye’nin Türk milliyetçiliğini işlemesi durumunda Kürt milliyetçiliğinin de artacağını ve iki halk arasında hızlı bir kopuş yaşanacağını söyledi. Öcalan bu sürecin sonunun Filistin’deki iç çatışmaya benzer bir durumu doğurabileceği uyarısında bulundu.
İmralı adasında avukatlarıyla haftalık görüşmesini gerçekleştiren Öcalan, Türkiye’yi milliyetçiliği daha fazla işlememesi konusunda uyardı. Kürdü kaybetmenin Türkü kaybetmek olduğunu dile getiren Öcalan “Kürt Türksüz, Türk de Kürtsüz olmaz. Bu sözün sahibi Ziya Gökalp’tir. Bunları bile doğru dürüst bilmiyorlar. Ordu da sürekli operasyonlar yapıyor. Bunların M. Kemal’e bile saygıları yok, onu anlayamıyorlar. A. Taner Kışlalı bunlar için, “M. Kemal’in heykelini pazara, fikirlerini mezara gönderdiler” diyor. Öyle şekilsel şeylerle, her tarafa bayrak asmakla, M. Kemal’in heykelini dikmekle Kemalizm olmaz. M. Kemal iki anlayışla mücadele etmiştir: Bir, Panislamizm; iki, Pantürkizm. Onun için mason da diyorlar ama masonları tasfiye etmeye çalışmıştır. Ben M. Kemal’i taklit etmek için söylemiyorum, ama o da siyasi sonuçları iyi görüyordu. Sonra cumhuriyet milliyetçiliğe teslim oldu. Olumsuz birçok noktada ileriye gidildi. 1950’lerde de dincilik geliştiriliyor. Bunların hepsi doğru, ama 1920’lerdeki yapılacak olan doğru şey cumhuriyeti kurmaktı. Tabii bunlar anlamıyorlar. Şurası önemlidir: Ulus cumhuriyet konjonktüreldir, daimi olan ise cumhuriyettir. Bu nedenle cumhuriyetin demokratikleştirilmesi lazım. Eğer bir çözüm aranıyorsa, bir toplumsal barış sağlanacaksa, cumhuriyet demokratikleşecekse, biz bunların hepsine hazırız. Siz Kürt yoktur diyeceksiniz, onu yok etmeye çalışacaksınız, o zaman tekrar uyarıyorum: Ortadoğu’da Türkiye için asıl tehlikeli olan Kürt-Şia ittifakının gelişmesidir. Ta MÖ 500’lü yıllardan beri Kürt-İran ilişkileri var, Medya ve Perslerin ilişkileri var. Eğer bu ilişkiler şimdi gelişirse, önüne artık geçilemez. Kürtlerin de güçleri var; dağları, şehirleri, köyleri var. Kendilerini korurlar. 500 yıllık devlet politikaları değişiyor, Amerika da seyrediyor, bekliyor. Ama bunların haberleri bile yok, göremiyorlar. Türkiye’deki ulus devlet taklit bir ulus devlettir. Ulus devlet üç aşama veya üç çeşittir: Birincisi, Fransa ulus devlet yapılanması; ikincisi, Almanya ulus devlet yapılanması; esas olan bu ikisidir. Üçüncüsü, Türkiye gibi taklit bir ulus devlet yapılanması. Bu nedenle Türkiye’deki ulus devlet yapılanması değişecektir” dedi.
‘KÜRTLERLE İTTİFAK GELİŞTİRİLMELİ!’
Türkiye’nin sorunlarını çözmek yönünde Kürtlerle ittifak yapması gerektiğini savunan Öcalan, “Eğer sorunları çözmek istiyorsanız Kürtler ile ittifak yapılmalıdır. Yavuz Sultan Selim de Kürtler ile ittifak yaparak ilerleyebildi. Yavuz Sultan Selim ciddi devlet adamıdır, çok akıllıdır, Kürtlere “kendi aranızda bir Beylerbeyi seçin” dedi. Kürtlerin isteklerini de kabul etti. Böylece Kürtler ile ittifak yaptıktan sonra Ridaniye, Mercidabık, Çaldıran savaşlarını kazanarak Ortadoğu’ya yöneldi ve İslam birliğini kurdu. Pek beğenmedikleri Abdülhamit bile Hamidiye alaylarını kurdurmuştur. Kürt beylerinin çocuklarına okul yaptırmıştır, Kürtlere yakın durmuştur. M. Kemal de bunları yapmıştır. M. Kemal, Kurtuluş Savaşı’nı kazanmak için Kürtlere eşit şartlarla geliyor, eşit şartlarla Kürtler ile diyaloga geçiyor, Miço, Diyap Ağa gibi Kürt büyüklerinin elini öpmüştür, onlarla birliği sağlamıştır. Yine söylüyorum, M. Kemal ulus devleti kursa da, cumhuriyet yönü daha ağır basmaktadır. Bu da demokratik cumhuriyetle uyumlu bir yaklaşımdır” şeklinde konuştu.
‘CENAZELERDEKİ GÖZYAŞLARI SAHTEDİR’
Türk yetkililerinin Kürdistan’da hayatını kaybeden askerlerin cenaze törenlerinde sahte gözyaşları döktüklerini belirten Öcalan “Hiçbir çözüm geliştirmiyorlar, bir kişi bile kalana kadar imhaya devam edeceğiz diyorlar. Eğer yetkili askerler içinde yine de bizi şimdi dikkate alacak olanlar var ise, ben şimdi uyarıyorum: Çok tehlikeli bir yola girilebilir. Yaşanılacak olanın altında herkes kalabilir. Böylesi bir durumda bunun hesabını kim verebilir?” dedi.
Ortadoğu dengeleri ve PKK konusunda da değerlendirmelerde bulunan Öcalan şunları söyledi: “Bunların amaçları başka. Esas sorun biziz. 30 yıldır bize karşı savaşıyorlar, 30 yıllık politikaları sonuç vermemiştir. Bunun için de beni suçluyorlar. Beni niye suçluyorsunuz? Bu duruma gelinmesi sizin politikalarınızın bir sonucudur. Kürtlerin İsrail, Suriye ve İran ile ilişkileri var. Bakmayın Suriye’ye, bir kısmı Türkiye’yi, bir kısmı bizi destekliyor. Ama ağır basan Kürtlerdir. İran da Kürtler ile ciddi çatışmaz. Herkesin bir PKK’si var. ABD’nin bir PKK’si var, AB’nin bir PKK’si var, Suriye’nin bir PKK’si var, İran’ın bir PKK’si var, Talabani-Barzani’nin bir PKK’si var. Herkesin PKK’ye ilişkin bir bakışı var. Türkiye bütün bu olanları göremiyor. Şimdi de K. Irak’taki bu sonuçtan dolayı beni suçluyorlar. Hayır, bunlara, bu duruma gelinmesine siz sebebiyet verdiniz.
Güneyli güçler PKK ile savaşmayacaklarını söylüyorlar. Türkiye’nin onları bize karşı kullanabileceğini zannetmiyorum. Tabi yine de bilemiyorum. PKK’ye karşı Türkiye ile aralarında anlaşırlar mı bilemiyorum, ama sanmıyorum. Savunmamda da bunların bir çoğunu dile getirdim”.
‘ÇÖZÜM İÇİN ÖNÜMÜN AÇILMASI LAZIM’
Öcalan sorunun çözümü konusunda ise şunları belirtti: “Bir çözüm gelişirse ben bir şeyler yapabilirim dedim. Ama artık seçimler var, seçimlerden sonra çözüm için bir şeyler olur mu bilmiyorum. Ağar biraz ılımlı konuşuyor, ne yapar bilmiyorum. AKP seçimden sonra bir şeyler yapabilir mi bilmiyorum. Ben şunu söylüyorum; eğer benden barış için katkı isteniyorsa, şartlarımın uygun hale getirilmesi lazım. Önümün açılması lazım. Her söylediğim talimat olarak değerlendirilirse, dört kez hücre cezasına çarptırılırsam, ben hiçbir şey yapamam. Ayrıca hiç kimse bana dayanarak politika yapıp, karar vermesin. Ben 18 Mayıs’ı objektif bir durum olarak değerlendirdim, yoksa bir tarih olarak vermedim. Düşünceyle akılla bir karar vereceklerse versinler. Yoksa kimse aşka gelip de iki de bir benden ateşkes ve diğer şeyler için bir karar beklemesin. Yeni kurulacak hükümet bir şeyler yapabilir mi bilemiyorum”.
Öcalan, Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın DTP konusundaki açıklamalarına ise “DTP’nin PKK ile bir ilişkisi yok. DTP, PKK’nin bir uzantısı da değildir. Daha önce söylemiştim; DTP Türkiye’de siyaset yapan bir partidir. DTP, Türkiye’de bir demokratik çözüm organı olarak görülmelidir. Böyle olabilirler mi, böyle olabilseler iyi olurdu” şeklinde yanıt verdi.
‘MUHTIRANIN HEDEFİ BİZİZ’
Öcalan son savunması, Kürt mücadelesi, Yunanistan’daki dava ve çeşitli konularda şu değerlendirmelerde bulundu: “Savunmama ilişkin bana bir yazı gönderdiler. Ben tekrar itiraz ettim, savunmamın bana ve bir nüshasının da avukatlarıma verilmesini talep ettim. Talimat verdiğim söyleniyor gerekçede. Ben nasıl burada talimat verebilirim? Ben olabilecekleri söylüyorum. Burada hiç kimseye talimat vermiyorum. Benim savunmam çok niteliklidir. Önceki savunmalarım da öyledir. Fakat bu daha kısa ve özlüdür. Savunmam devletin kendi içinde çok tartışma yaratmış anlaşılan. Yapılan bir çok tartışmalar aslında savunmama yöneliktir. Bunu iyi biliyorum. Ben öyle boş şeyler yazacak birisi değilim. Bunların yaptıkları bütün konuşmalar, programlar benim savunmamın üstünün örtülmesine yöneliktir. Ben savunmayı yazdıktan bir-iki gün sonra askeri bir heyet geldi, incelemelerde bulundu. Çok öfkeliydiler, benimle konuşmadılar. Ama ben savunmamla ilgili olduğunu anladım. Cezaevi müdürünün tavırlarından da bu belliydi. O da anlamadı, şaşırmıştı. Bir-iki gün sonra da 27 Nisan muhtırası yayınlandı. Savunmanın kendilerine ulaştığı sabahın akşamı muhtıra yayınlandı. Muhtıra esas olarak bize karşı yapılmıştır, hedefi de biziz. Bizim savunmadaki düşüncelerimiz muhtıraya sebebiyet vermiştir. Anlaşılan bir kesimi çok öfkelendirdi. İşte Genelkurmay Başkanı’nın “yok edeceğiz, imha edeceğiz, bitireceğiz” demesinin nedeni savunmamdır. ‘Ne mutlu Türküm demeyen düşmandır’dan kastedilen de biziz.
Ben savunmamda olası tehlikelere dikkat çektim. Bu da muhtemelen diğer bir kesim üzerinde olumlu etki bıraktı. Şu anda halen tartışıyorlar. Seçimden sonra olumlu şeyler de gelişebilir.
‘BEN POLİTİK FELSEFE YAPIYORUM
Ben bütün bunları, bu olasılıkları, bu tehlikeleri dile getirince de Beşikçi ve diğerleri yine bazı Avrupa devletleri bana ‘Apo dik durmuyor’ diyorlar, devletin güdümüne girmiş diyorlar. Apo’nun gizli görüşmeleri var diyorlar. Hayır, böyle değil, bunlar doğru değil. Ben sorumluluğumun gerektirdiği gibi davranıyorum, hiç kimseyle görüşmüyorum, eğer görüşürsem açıkça görüşürüm, neden gizli görüşeyim ki! Ben her zaman açık siyaset yapıyorum. Açıklık, şeffaflık benim ilkelerimdir. Görüşürsem bunları açıkça söylerim. Her şeyi açıkça konuşmak ve tartışmak lazım. Ayrıca ben bir sap da değilim dik durayım. Politika esnekliktir; esnek olamazsan politika yapamazsın. Ben politik felsefe yapıyorum ve politik felsefe zor bir iştir.
‘ZORLA VE HİLEYLE YUNANİSTAN’DAN ÇIKARILDIM’
Yunanistan davasına ilişkin şunları belirtmek istiyorum. Tazminat davası olmaz. Bizim için bir önemi yok. Bunu tartışmayalım bile. Esas davamız devletin sorumluluğunun ortaya çıkmasıdır. Bu da ceza davasıdır. Komploda yer alanlar, tabi ki suç işlemişlerdir. D’Alema ben İtalya’da iken benim oradan çıkarılabilmem için kendi isteğimle ayrıldığıma dair yazılı bir belge istiyordu. D’Alema çok akıllı birisiydi. Bana, “Senin kendi iradenle buradan ayrıldığını gösteren yazılı bir belge olmadığı sürece hiçbir güç seni İtalya’dan çıkaramaz, yoksa suç olur” demişti. Benim Yunanistan’dan kendi irademle çıktığıma dair herhangi bir delil yoktur. Zorlama yoluyla, hileyle Yunanistan’dan çıkarıldım. Bunlar AB hukukunu da çiğneyerek beni Yunanistan’dan çıkardılar. İtalya için geçerli olan hukuk durumu, Yunanistan için de geçerlidir. İtalya’da iyi hukukçular vardır. İtalya hukukun merkezidir; Roma hukukunun doğduğu yerdir. Gerekirse açacağımız davada D’Alema’yı tanık olarak gösterebiliriz. Sanırım zamanaşımı sorunu da yok. Bir sürü belge var, yeni belgeler var. Hepsini iyi bir çalışmayla hazırlamak gerekiyor. Gerekirse davayı direkt AİHM’de açarız. Zaten hakkımda beraat kararı vardı. Bu nedenle de AİHM’e gidilebilir. Çünkü Yunanistan’da yasa dışı bir durumumuz yok. Avrupa Konseyi ile de görüşülebilir. Bu dava çok önemlidir. Burada olmamın nedeni Yunanistan’dan çıkarılmamdır. Bu dava benim yeniden yargılanmama da etki edecektir. Türkiye’deki yeniden yargılanmamla ilgili öyle formalite bir-iki şey yaparak davayı kapatmaya çalışıyorlar. Ben öyle sıradan bir insan değilim. Yunan yetkililerin ceza alıp-almaması çok önemli değil. Onlar kendi hukukunu çiğneyerek, hileyle, baskıyla, yasadışı bir şekilde beni Yunanistan’dan çıkardılar.
‘BENİM SIRTIMDAN POLİTİKA YAPMAYIN’
Ben buraya gelirken bir askeri yetkili bana “Sn. Öcalan neden sen de Atatürk gibi bunların önüne düşüp, gidip savaşmadın?” demişti. Ben de bunun doğru olmadığını söyledim. Ama aslında bu sözde biraz haklılık payı var. Fakat dağa gidebilirdim, bunu düşündüm de. Dağa gitseydim neler gelişirdi, bilemiyorum. Ama dağa gitmeyi de göze alamadım. Ben bunlarla da çok uğraştım. Bunlar her zaman başıma bela olmuşlardır. Adam 60 yaşına gelmiş, tamam çok fedakardır, cesurdur, ama yolda yürümesini bilmiyor. Yani kastettiğim politik yoldur; politik ferasetleri çok yetersizdir. İrade olamıyorlar, pasif kalıyorlar. Her şeyle ben uğraşmak zorunda kalıyordum. 30 yıldır benim sırtımdan politika yaptılar. Hiç kimse benim sırtımdan geçinmesin, bana dayanarak politika yapmasın. Ne PKK, ne Kongra-Gel, ne HPG, hiç kimse benim sırtımdan ucuz devrimcilik, ucuz kahramanlık yapmasın. Ben önlerini açtım; önlerine geçmedim, arkalarında durdum hep. Her biri bir şey söylüyor; kimisi intihar eylemcisi, kimisi çok fanatik, laf anlamaz, ben bıktım artık bunlardan, yakamdan düşsünler! Daha önce DTP için de söyledim: Bana dayanarak ucuz amaçlar, politikalar gütmesinler. Bunu herkes için söylüyorum.
Benim mücadele tarzım, anlayışım bellidir. Öyle aile, arkadaş, kadın sorunu olanlarla bu davayı yürütmek zor. Kimse kimsenin karısı ya da kocası olmasın. Birçokları düşkünler, zaafları var. Yanına iki karı verdin mi her şeyleri değişiyor. Yanına iki kadın alan kaçıyor. Yanına erkek alan kadın da kaçıyor. Aslında bunlar karıdan yüz kat daha aşağıdırlar, karıdan yüz kat daha karıdırlar. Kürt erkeği karıdan yüz kat daha karıdır. Bunlar büyük, tarihi suçlamalardır. Basit suçlama yapmam. Karılık mesleği biliyorsunuz fahişelik mesleğidir. Yanlış anlaşılmasın, benim kadının özgürlük mücadelesine nasıl tutkuyla bağlı biri olduğum, onlara nasıl destek verdiğim biliniyor. Benim yanıma beş yüz güzel kadın verseler umurumda olmaz. Onları kendi düşüncelerime çeker, onları mücadelem doğrultusunda çalıştırırım. Kendi zaaflarına ilişkin benden en ufak bir şey alamazlar. Ama kadınlar kendi özgürlükleri için, onurları için mücadelelerini vermeliler, buna inanmalıdırlar. O zaman yaşam güzel olur, o zaman kadın mutlu olur, o zaman kadın güzel olur.
ÇOKDİLLİLİK PROJESİ SÜREBİLİR
Diyarbakır Sur Belediyesi’nin çok dilli belediyecilik projesinden dolayı feshetmişlerse, gitsinler evlerde elli tane enstitü, meclis kurabilirler, çalışmalarını sürdürebilirler. Sokakta yaparlar, parkta yaparlar. Ben daha önce demiştim; Diyarbakır’da çok büyük bir kültür merkezi yapılmalı. Herkes bunun için gerekeni yapmalı. Kimisi emeğini koyar, kimisi siyah-beyaz taşını koyar.
Kürtçe üzerindeki asimilasyona ve oto-asimilasyona karşı durmak aydınların görevidir. Ama Kürt aydınları zavallı bir durumdadır. Dil toplumsallaşmanın ilk ve başat taşıyıcısıdır. İnsanların, toplumların, kültürlerin iletişim aracıdır. İnsanın var oluş nedenidir. Kendi diline, kültürüne sahip çıkmak, bunları geliştirmek insan olmanın gereğidir. Kendi diline sahip çıkamayan hiçbir şeye sahip çıkamaz. Bunlara sahip çıkamayanlar, insanlığına da sahip çıkamazlar. Kendi dilini bilmeyen, geliştirmeyen birisi yarım kalır. Kimseyle doğru-dürüst ilişki de kuramaz, geliştiremez. Ben sekiz yaşında iken bu konuda anamı suçlamıştım. Dedim ki, ey ana, neden kendi dilimle bana bir şey öğretememişsin? Bu tarihi bir suçlamaydı! O yaşımda kavramıştım, çok düşünüyordum, o tarihten sonra da elli yıldır mücadele ettik. Dilimiz, kültürümüz yasaklandığı için müthiş mücadele ettik. Diline ve kültürüne sahip çıkmak herkesin görevidir. Bu tespitleri yapmak hiç de zor değil. Hukukçuların da bunların üzerinde durması lazım. Anayasanın eşitliği içeren 10. maddesini işletilebilir. Eşit olunacaksa, bir şeylerin de yapılması lazım. Bu belediye için de geçerlidir. Yasaları zorlamak gerekir. Kendi yasal haklarımızı kullanmalıyız. Kendi diline, kültürüne sahip çıkmayanı, insan olarak görmüyorum.
Dilek Kurt’tan ve bir kaç arkadaştan daha önce mektup aldım. Bu arada eski mektupları tekrar okudum. Hepsi de çok güzel mektuplar, çok iyi tespitleri var. Mektuplar güzel, yazmaya devam edebilirler, kendilerini geliştirsinler. Hepsine selamlarımı iletiyorum. Ayrıca bütün aydınlara selamlarımı iletiyorum.
Aram Tigran’a selamlarımı iletiyorum. Dilerim bir gün kendi evine, baba topraklarına döner. Umutluyum, bir gün baba memleketine, kendi evine özgürce dönebilir. Bütün sanatçılara selamımı iletiyorum, iyi çalışsınlar, sanatlarını iyi icra etsinler.
Asurilerle ilgili kitap getirebilirsiniz. 1071’e Kadar Ermenilerin Tarihi kitabı bana ulaştı. Yunan Ulusunun Doğuşu adlı kitabı getirebilirsiniz.
DTP’ye de başarılar diliyorum. Umarım seçilirler, iyi olur.”
|