ÖLÜ İNSANLAR ŞEHRİ
Badem Kent
Adıyaman’ın her noktasına sarı zemin üzerine siyah harflerle “Kuru tarım mı kuru inat mı? Adıyaman badem diyarı olacak…” tabelaları konulmuş…
Bir zamanlar tütün diyarıydık…
Hem efendisi hem uşağıydık kendi işimizin…
Sonra tarım kenti olmaya karar verdik…
Tarımla bir yere varılmaz denince, sanayi kenti olmaya karar verdik…
Yıllar geçti, naylon terlik bile üretemedik…
Sonra GAP’ın incisi dedik kendimize…
Oysa GAP bir inekti; bizimle bir başka il arasında “il sınırı” gibi duran…
Bir inek ki, başı bizim tarafımızda, sağılan tarafı diğer tarafta kalan…
Turizm Kenti
Bacasız fabrika diye bahsediliyordu turizmden…
Tuttuk turizm kenti olmaya karar verdik…
Festivaller düzenledik sadece devlet erkânının katıldığı…
Eğlenceler düzenledik mahalli sanatçılarımızın katıldığı…
Dünya güzelini de getirttik, çapkınlar kralını da…
Yetmedi.. Bir tekimiz bir tek turist görmedi koca bir yaz boyunca…
Sonra belediye başkanımız Londra’dan sonra en çok turist çeken il olmuşuz deyince…
Kendimizi yabancı gibi hissettik memleketimizde…
Meğer ne çok turist gelmiş de haberimiz olmamış hiçbirinden…
Kültür Kent
Derken Üniversitemiz oldu..
Dünyada bir tek üniversite bizde varmış gibi üniversite kenti ilan ettik kendimizi…
Zamlı fiyatlarla, öğrenci başına kira icadını çıkarınca garibim öğrencilere
Uyanık taraflarımızı keşfetmiş olduk…
Bir iki etkinlik düzenleyince kültür başkenti adını taktık kendimize…
Evet, bir kültür sarayımız yoktu ama yıllar evvelinden yapılan Mimar Sinan Kültür Kıraathanemiz vardı ne de olsa…
Spor Kent
Her sezon başlangıcında süper lig sözü verilen takımımız…
Üç sezon üst üste son maçta amatör lige düşmekten kurtulunca,
Her defasında Şampiyonlar ligi şampiyonu olmuş gibi sevinçten sarıldık birbirimize…
Her ne kadar son anda amatöre düşmekten kurtulduysak da,
Bir tesellimiz vardı artık: Spor kenti…
Her yıl 55 bin lisanslı sporcumuz oluyordu, tek spor merkezinin olmadığı ilimizde..
Öyle ki, lisanslı sporcu sayımız, toplam nüfusumuzun bir kat fazlası çıkıyordu istatistiklere bakılırsa…
Ölü Kent
Sonra şehrin kuzeyinde kazılar başlayınca
Mezarlıklar kenti (Perre Antik Mezarları) olduğumuzu öğrendik.
Unuttuk mezarlık ziyaretlerini.
Unuttuk Fatihaları… Yasinleri… İhlasları…
Kaç bin yıllık ölülerden medet umarak,
Koştuk davullar, zurnalar, halaylar eşliğinde…
Yeni bir umut, yeni bir başlangıç yeni bir ekmek kapısı olur dedik kaya mezarları…
Koca bir mahalleyi sit alanı ilan ettik.
Gelecek onca turistin nerede konaklayacağının endişesine düşerek
Beş yıldızlık oteller, restaurantlar, kafeteryalar tesis ettik zihnimizde…
Yıllar geçti… Bir tek tuvalet dahi yapamadık…
Anladık ki hepimiz çoktan ölmüşüz de ağlayanımız yokmuş..
Türkiye’nin neresinde ne varsa memleketinizde de o olacak denince…
Birden kendimizi Türkiye’nin en güzel yerlerinde hissettik…
Yağmur değince düşlerimize uyandık ki
Ne konuşandan, ne kalabalıklardan eser kalmamış…
Çoluk çocuk doluştuğumuz meydanlardan
Savaşta binicisini kaybetmiş bir at gibi bilinçsizce koşturduk dört bir yana…
Çok zaman sonra anladık ki binicisini kaybeden at değil,
Atını kaybeden biniciymiş söz konusu olan…
Üstelik o binici bizmişiz…
Bizmişim yıllardır yalancı bir emzikle uyutulan…
Huzur Kent
Koca koca adamları karşılamak için günler önceden hazırlıklar yaptık…
Koçlar kestik, davullar zurnalar eşliğinde halaylar çekerek…
“Huzur kentine, barış ve kardeşlik kentine hoş geldiniz” dövizleriyle karşıladık…
Dosyalar sunduk her biri sayfalar dolusu, verilen üç kuruşla yüz kuruşluk hizmeti nasıl başardığımızı övüne övüne anlattık…
Raporlara bakılırsa, değil Antep, Adana, Maraş…
Ankara, İzmir, İstanbul dahi gerimizde kalmıştı kalkınmışlık bakımından…
Koca koca adamlar şaşırıp kalmıştı bu işe, yükselişimize, çağ atlayışımıza…
Sizin değil, devletin sizlere ihtiyacı var dendikçe…
Bi sevinmişiz, bi sevinmişiz, unutuvermişiz ne isteyeceğimi sevincimizden…
Irgat Kent
Baktık ne işsizliğimiz azalıyor ne yoksulluğumuz…
Herbişeyin kenti olmak, herbişeyin merkezi olmak, herbişeyin en iyisi olmak yetmiyordu…
Böyle olunca ufak ufak bir yerlere gitmeye başladık…
Önce Çukurova’ya gittik; pamuğa…
Sonra, Yozgat’a, Niğde’ye, Nevşehir’e, Malatya’ya…
Gittikçe, gittiğimiz yerler uzaklaştı…
Yaz boyunca uzak kaldık memleketimizden, sevdiklerimizden, komşularımızdan…
Bir de baktık, ırgat kenti olmuşuz…
Ülkemin güzel insanlarına hizmet yapmak için ırgat olmuşuz hepimiz…
Doğrusu en çok bu yakıştı bize…
Diğerleri iğreti gibi duruyordu sanki…
İçinde bulunduğumuz durumla bağdaşmıyordu…
Ama “ırgat kent” bir bütün olarak anlatmaya yetiyordu halimizi…
Irgat kent…
Kaderimiz gibi yapışık kaldı boynumuzun iki tarafına…
Şimdi şahdamarlarımızdan biri kopar korkusuyla…
İstesek de çıkarıp atamıyoruz boynumuzdan…
Dostları ilə paylaş: |