B. ARAŞTIRMADA İZLENEN YÖNTEM
Bu çalışmada izlenen metod Kur’an’ın ışığı altında belirlenmiştir. Bunun gerekçesi ise, Kur’an’ın vahiy ile geleneği birbirinden ayırabildiğimiz yegâne vahiy dokümanı oluşudur. Bu sebeple Kur’an’ın ahiret ya ela söz gelimi dinlerin tarihi hakkında vereceği anlayış, kesin olarak vahye ait olacaktır. Bu anlayış çizgisinde öncelikle, Kur’an’ın ahiret hakkında getirdiği mesaj bilmek durumundayız. Ancak dünyanın sonu, ölümden sonra diriliş ve ceza-mükafat gibi konular Kur’an’ın bütünlüğünden çıkarılarak yalm bir halde, kendi başına ele alınamazlar. Daha önce de belirttiğimiz gibi, konumuzla iç içe bir ilişkiye sahip olan ilâh anlayışı da inceleme konusu yapılmalıdır. Zaten bilindiği gibi, Kur’an’da belli bir konuyu onun mükemmel ve yoğun bütünlüğünden çıkarıp ayırmak mümkün olamamaktadır. Hele bu, Tevhid inancının çok önemli bir ilkesi olursa.
Kitab-ı Mukaddesteki dünyanın sonu ve İnsanın ölürm sonrasına ilişkin inançları incelerken ise, öncelikle yukarıda belirttiğimiz vahiy ve geleneğin ayrılığı fikri, çalışmamızın her aşamada göz önünde bulundurulacaktır. Kur’an’da olduğunun aksine, bu Kitapta vahye ve beşerî geleneğe ait unsurların birbirinden ayrıdedile-bilmesi oldukça zordur. Bu durum metinlerde görülebildiği gibi, belki de daha baskın ve belirleyici olarak geleneğin vahye getirdiği yorumlarda açık bir şekilde oıtaya çıkmaktadır. Sözgelimi Hıristiyanlık bütün bir Kitab-ı Mukaddes’i, İsa (a.s.)’da zirvesine ulaştığı kabul ediien, Allah’ın kurtarıcı fiili fikri doğrultusunda yorumlamaktadır. Oysa bu rolü açık ve seçik olarak Kitab-ı Mukaddesin bütününden istidlal edebilmek, Kitab-ı Mukaddes teologları için bile oldukça tartışmalı bir konu olmuştur.24 İşte bu durumun kaçınılmaz bir sonucu olarak, Ehl-i Kitap’a ait inançlara Kur’an’ın ışığı altında yaklaşılmahdır. Böylece, dini bünyelerdekî kuruluş farklılıktan orijinal tevhid anlayışı ölçü alınarak değerlendirilebilecektir.
Yeri gelmişken Kitab-ı Mukaddes Tenkidi Disiplininin çalışmamızda alacağı yerden de söz etmek istiyoruz. Kitab-ı Mukaddes Tenkidi çalışmaları, hem zamanla metinlerde meydana gelen değişiklikleri belirmeleye çalışır (Lower Criticism), hem de Kitab-ı Mukaddes’in tarihî ve edebî bağlamını incelemeyi amaçlar (Higher Criticism)25 Kitab-ı Mukaddes Tenkidi objektif bir tavırda ilmi metod ve verilerle dökümanları ele alma çabasındadır. İşte bu sebeple, söz konusu disiplin, konuya yapacağımız Kur’anî yaklaşımda oluşturduğu malzeme ile bize yardımcı olacaktır.
Burada önemli bir başka konudaki yaklaşımımızı belirtmek istiyoruz. Esasen bu, bize göre Kur’an’ın dinler tarihi konusuna yaklaşımıdır. Bilindiği gibi, Kur’an’a göre yeryüzündeki ilk üyesinden bu yana İnsanoğlu vahiy ile muhatab olmuştur. Ancak insan zamanla vahiyden uzaklaşmış ve vahyî bilginin yenilenmesi gayesi ile başka tebliğcîier gönderilmiştir. İnsanın vahyi her bozuşunu yeni bir tebliğcinin onu tazelemesi takib etmiştir. Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve nihayet Muhammed (a.s.) bu görevle gelmişlerdir. Böylece Kur’an yeni bir dinin doğuşunu, bir öncekinin ıslah edilemiyecek derecede asıl yapısından uzaklaşmasında görmektedir. Bu sebeple bu anlayış, dinlerin evrim (evolution) geçirerek meydana geldiği görüşünden tamamen farklıdır. Şöyle ki; Kur’an temel unsurlar bakımından ilk insan dininin, sonuncusu kadar mükemmel olduğu anlayışını aktarmaktadır. Çünkü bu dinlerin kaynağı vahiydir ve Allah’tan gelmektedir. Onların inanç unsurlannda hiç-bir şekilde farklılık, değişme veya gelişme görülmez.
Ne var ki, Kitab-ı Mukaddes teologlarının büyük çoğunluğu onu, yukarıda aktardığımız Kur’an’ın bakış açısından farklı olarak, evrim teorisi doğrultusunda yorumlama eğilimindedirler. Bu, söz konusu teorinin felsefi bir görüş olarak 18. yüzyıl sonları ile 19. yüzyılda doğup gelişmesi ve teoloji disiplinini etkilemesinin bir neticesidir. Dolayısı ile teori, Kitab-ı Mukaddes’in yorumunda yaygın olarak kullanılagelmiştir. Esasen Kitab-ı Mukaddes’in Yeni Ahit’e gelinceye kadar kendi içinde bir gelişim gösterdiği düşüncesi ötedenberi Kitab-ı Mukaddes Teolojisine yabancı bir düşünce olmamıştır. Her ne kadar evrim teorisinin karşıtı olarak kabul edilse de temellerini Yahudi nasyonalizminden ve Hıristiyan Kristosentrizminden (Christocentrism)26 alan Heilsgeschichte (Kurtuluş Tarihi) teorisinin, bu anlayışın bir başka tezahürü olarak görülmesi mümkündür. Allah buna göre, milletini (Beni îsraiî) zor durumlardan kurtarmak için yeryüzüne belli zamanlarda müdahalede bulunmuş (Kızıldeniz’in yarılması, Sina’da Musa’ya vahyin gelmesi gibi) ve son olarak da İsa’da yeryüzüne gelerek onları kurtarmıştır. Tarihin bu şekildeki yorumu, bir anlamda Kitab-ı Mukaddes’in kendi içinde evrimini öngörmektedir. Bu konuda başka bir örnek olarak da şu verilebilir; Tevhid içerisinde çok önemli bir yere .sahip insanın yeniden dirilmesi inancının, Kitab-ı Mukaddes geleneğinde Zerdüştlük ve Eski Mısır dinlerinin tesiri ve kendi iç gelişimi .sonucunda oluştuğu yakın zamanlara kadar Kitab-ı Mukaddes teologları arasında genel kabul bulmuş bir görüş olmuştur. Daha önce de belirttiğimiz gibi, Kur’an böyle bir anlayışı hiçbir şekilde kabul etmez. Çünkü ona göre vahiy geleneğinin herbır halkası bir digerinin mükemmelen aynısıdır. İnanç temellerinde bir başkalaşım, sözümona bir oluşum veya gelişme söz konusu olamaz.
Yukarıda belirttiğimiz genel yaklaşımın temellerini açıklamak üzere, şimdi Yahudi ve Hıristiyan Kutsal Kitapları bağlamında Kur’an’ın fonksiyonunu ortaya koymak istiyoruz. Böylece, Kur’anın son ve saflığını koruyan yegâne vahiy dokümanı olarak, Tevrat ve İncil karşısındaki pozisyonunu belirlemiş olacağız. Bu diğer taraftan vahyi bilgi karşısında Tevrat ve İncil’in pozisyonunun belirlenmesi demektir. Bu bakış aşısı doğrultusunda Kitab-ı Mukaddes Tenkitçiliği’nin değerini yine burada tartıştık. Ayrıca Ek’te bu konuda okuyucuya daha ayrıntılı bilgi vermeye gayret ettik.
C. KUR’AN’IN YAHUDİ VE HIRİSTİYAN KUTSAL METİNLERİNE BAKIŞI
Kur’an-ı Kerim Yahudi ve Hıristiyanlar’ı vahye dayanan birer Kitapları olduğu için Kitap’ı olmayan topluluklardan farklı bir kategoride değerlendirmektedir. Ehl-i Kitap’ın sahip olduğu Kitaplar, Kur’an’dan önce insanlara gönderilmiş vahiylerin toplandığı dökümanlardır. Gönderildikleri zaman ve muhatablar farklı olmakla birlikte onlar aynı kaynaktan gelmektedirler. O halde bunlar, yani Tevrat, incil ve Kur’an esas itibarı ile birbirlerinden farklı değillerdir. Kur’an bu düşünceyi son derece açık bir şekilde ve vurgulayarak belirtmektedir. Allah bir nur ve yol gösterici olarak Tevrat’ı indirmiştir.27 Daha sonra Meryem oğlu İsa (a.s.), Tevrat’ı tasdik ederek gelmiş ve bir nur, yol gösterici ve koaınanlara bir öğüt olarak İncil’i getirmiştir.28 Muhammed (a.s.) de kendisinden önceki Kitapları tasdik eden ve onu koruyucu olan Kur’an’ı getirmiştir.29 Görülüyor ki her Kitap önceki risaletlerin yenilenmesinden başka birşey değildir. Esasen Tevhid de rasuller ve Kitaplar bakımından imanda bir ayırım yapmamayı ve bir bütünlüğü sağlamayı öngörmektedir.
“Allah’a, bize indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a Yakub’a ve torunlarına indirilene, Musa’ya ve İsa’ya verilene inanırız, onlar arasında bir ayrım yapmayız. Biz Allah’a teslim olanlarız” deyin.”30
Kur’an, muhatablarından inanmış olmanın gereği olarak bu bütünlüğün sağlanmasını açıkça islemektedir. Bunun böyle olduğu Kur’an’ın mesajını kabul edenler için ortadadır. Kur’an aynı zamanda gününün Yahudi ve Hırististiyaniar’ından da Allah’tan kendilerine indirilen Kitaplara inanmalarını ve onlarla hükmetmelerini istemektedir:
“İçinde Allah’ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında dururken seni nasıl hakem ediniyorlar da ondan sonra yüz çeviriyorlar. Onar inanmıyorlar.”31 “İncil sahipleri, Allah’ın onda indirdiği ile hükmetsinler....”32
Yine Kur’an’a göre, Ehl-i Kitap Muhammed’e (s.a.s.) indirilen vahye, yani Kur’an’a da inanmak durumundadırlar. Bu, sözünü ettiğimiz inanç bütünlüğünün sağlanabilmesi için kaçınılmazdır.
“Ey Kitap Ehli siz Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden size indirileni uygulamadıkça bir esas üzerinde değilsiniz.”33
Buradaki ayetlerden Yahudi, Hıristiyan veya Müslüman olsun her müminin imanında rasuller ve Kitaplar konusunda söz konusu bütünlüğü kurması ve koruması gerektiği anlaşılmaktadır. Ancak yine ayetlerde görüyoruz ki Ehl-i Kitap olması gerekenden çok uzak bir tutum içindedir. Buna göre Ehl-i Kitap Muhammed (a.s.)’e indirilen Kitap’a inanmak bir tarafa, kendi Kitaplarını ciddiye alıp ona inanıp, onu uygulayacak bir tutum içinde bile değildirler. Maide Sûresinin 42.ve 43. ayetleri Yahudiler’in bu tutumunu açıkça ortaya koymaktadır. Yaptıkları her davranış için lüzumlu ya da lüzumsuz, hatta yapmak İstedikleri yanlış davranışlara mazeret olmak üzere bile fetva arayışına çıkmayı bir adet haline getirmiş Yahudiler, kendi Kitaplarında Allah’ın bu konuda hükmü bulunduğu halde bu defa da Muhammed (s.a.v.)’e gelirler. Gerekli hükmü alırlar fakat sonra ondan da yüz çevirirler. Aslında. Kur’an’a göre onlar inanmış da değillerdir. Kendi Kitapları dururken hüküm aramaları, kendi Kitapları ile ciddi oîarak ilgilenmemelerinin bir neticisidir.34
“....Yahudiler’den yalana kulak verenler ve sana gelmeyen bir diğer topluluğa kulak verenler; kelimeleri yerinden değiştirdiler.”Eğer size bu verilirse alın, verilmezse bırakın”35 derler...
Kur’an’a göre onlar, kendi dinlerini hafife alan, onun gereklerini yerine getirmeyen kaprislerinin ardına düşen ve Kitap’a inanmayan insanlardır.36 Hatta onlar bir dinin en başta telkin edeceği, temel ahlaki kuralları bile çiğneyen kişilerdir. “Onlar yalan söylerler, kötülükte, düşmanlıkta yarışır ve haram yerler.”37 Bu tipteki insanların Tevrat ve İncil ile nasıl bir ilişkiye girecekleri de tahmin edilebilir: “Onlar, kendilerine hatırlatılanların bir kısmını unuttular,”38 “Kitap’ı bile bile gizlediler”39 “onu arkalarına atıp az bir değere sattılar.”40 Bunun ötesinde Kitap’ı elleri ile yazıp,41 “ağızlarını eğip büküp bunların Allah katından olduğunu söylediler”42 ve “Allah’ın sözünü değiştirdiler.”43
Kitap’larına karşı olumsuzluk içinde olan Ehl-i Kitap’ın, Allah’ın onlara bildirmediği birtakım inanç unsurlarını akidelerine almaları kaçınılmaz olacaktır. Bu, Kur’ana göre sınırı ihlal etmektir.
“Ey Kitap Ehli, dininizde taşkınlık etmeyin ve Allah hakkında gerçeği söyleyin. Meryem oğlu İsa Mesih, Allah’ın peygamberi Meryem’e attığı kelimesi ve O’ndan bir ruhtur. Allah’a ve elçilerine inanın. “Üçtür” demeyin. Kendi hayrınız için buna son verin. Çünkü Allah, yalnız bir tek tanrıdır. O çocuğu olmaktan münezzehtir”.44 Yahudiler de Üzeyir’e isnad ettikleri Allah’ın oğulluğu nosyonu ile diğerleri kadar ileri gitmişlerdir.
“Yahudiler “Üzeyr Allah’ın oğludur” dediler..,”45 Aynı şekilde, Kitap Ehli’nin Kitap’ın öğretisinden ayrılarak meydana getirdikleri dinî anlayışta, imtiyazlılık diyebileceğimiz bir fikr-i sabitin de büyük önem taşıdığını belirtmek gerekmektedir. “Yahudiler ve Hıristiyanlar: “Biz Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz” dediler..”46
Bu insanlar Yahudi veya Hıristiyan cemaatine mensub olmakla hayatlarını ve geleceklerini garanti altına aldıklarını düşünmektedirler. Bu cemaatlere mensub olmadıkça doğru yolu bulmanın mümkün olamayacağını,47 kendi cemaatleri dışındakilerin cennete bile giremiyeceklerini iddia etmektedirler.48 Onlara göre cehennem ateşi kendilerine ancak birkaç gün zarar verecektir.49 Al-i İmran Suresinin 23 ve 24. ayetleri, Ehl-i Kitap’ın Kitaplarına karşı tavırları ile oluşturdukları güya dîni anlayış arasındaki ilişkiyi, belirtmek açısından son derece ilgi çekicidir.
“Baksana Kitap’dan kendilerine bir pay verilmiş olanlar, aralarında hüküm versin diye Allah’ın Kitap’ına çağırılıyorlar sonra, onların bir kısmı yüz çevirip dönüyorlar. Bu onların: “Bize ateş yalnızca sayılı birkaç gün dokunacaktır.” demelerindendir. Uydurdukları şeyler onları dinlerinde aldatmıştır.”50
Yukarıda Tevrat, İncil ve Ehl-i Kitap hakkında örnek olarak verdiğimiz ayetlerden sonra şöyle bir sonuca varmak mümkün görünmektedir: Kur’an, kendilerine uyulmasını istediği, Tevrat ve İncil ile Ehl-i Kitap’ın onlara karşı davranışlarını ve bunun sonucunda oluşturdukları dini anlayışı birbirinden ayırmaktadır. Bir başka deyişle, “Ehl-i Kitap, Tevrat’a ve İncil’e uydukları için değil, aksine onları inkar ettikleri için yanlış yoldadırlar. Ehl-i Kitap’ın Allah’ın bildirdiği yoldan ayrılmalarının sebebi Kitap’a inanmamalarıdır.”51 İşte bu bakış açısı ile Kur’an, Allah’ın indirdiği Kitapları bir yanda, Yahudi ve Hıristiyanlar’ın dini anlayışlarını da bir diğer yanda- görmektedir. Bu ikisi ayrı birer unsurdurlar. Tabii olarak Kur’an Ehl-i Kitap’ın sapıklığının sebebini kendinden önceki Kitaplarda göremezdi. Bu,Tevhid inancında bulunan Kitapların bütünlüğü esasına ters bir iddia olurdu, işte Kur’an’ın Yahudi ve Hıristiyanlar’ı kendi Kitaplarına dönmeye ve onunla amel etmeye çağırması bu bütünlüğün kurulması bağlamında görülmelidir.52 Esasen öyle anlaşılmaktadır ki, Yahudi ve Hıristiyanların Muhammed (s.a.s.)’in risaletine gösterdikleri olumsuz tepkinin sebebini- de Kur’an, onların kendi Kitaplarına ve dinlerine olan yanlış tutumlarında görmektedir.
“Onlara “Allah’ın indirdiğine inanın” dendiğinde “Bize indirilene inanırız “elerler. Kendi yanlarındaki Tevrat’ı tasdik eder ve gerçek (hakk) olduğu halde, onun dışmdakini inkar ederler. De ki: “Gerçeklen inanıyor idiyseniz neden daha önce Allah’ın peygamberlerini öldürüyordunuz?”53
Onlar, Kitaplarını gözardı edip kendi bildiklerince dinî bir anlayış geliştirmişlerdir. Yine yanlış olarak oluşturdukları, insanlar arasında imtiyazlı bir yere sahip olma anlayışları onlann Tevhid’deki bütünlüğü korumalarına mani olmuştur. Aksine bu anlayışa uygun bir tavır ile risalet geleneğinin son temsilcisine karşı kin beslemeye varan bir tutum içine girmişlerdir.54 Yahudiler de İsa’nın (a.s.) tevhidi mesajına aynı şekilde tepki göstermişlerdi. Yuhanna’nın şu nakli bunu ne kadar da açık bir şekilde göstermektedir:
Çünkü eğer siz Musa’ya iman etmiş olsaydınız, bana da iman ederdiniz; zira o benim için yazmıştır. Fakat eğer onun yazılarına iman etmiyorsanız, benim sözlerime nasıl iman edersiniz.55
“Oysa ortak bir söze inanmaya çağırılmışlardı.”56
Bu konuda vardığımız sonucu, Ehl-i Kitap içerisinde Kitap’a samimiyete bağlanan fertlerin Muhammed’in (s.a.s.) risaletine gösterdikleri teveccühten bahseden ayetler desteklemektedir.
“Kendilerine Kitap verdiklerimiz sana indirilenden memnun olurlar..”57 “Hepsi bir değildir. Kitap Ehli’nden geceleri secdeye kapanarak Allah’ın ayetlerini okuyup duranlar vardır. Allah’a ve ahiret gününe inanırlar, iyiliği emrederler, kötülükten menederler, iyiliklere koşarlar. İşte onlar iyilerdendir.”58
Ehl-i Kitap’ın ayette tasvir edilen üyeleri, Allah’ın ayetlerini secdeye vararak okuyacak kadar dini bir yoğunluk içinde olan ve bunun uzantısı olarak Tevhid’in en temel öğelerini; yani Allah’a ve ahirete imanı kavrayıp iyi davranışlar içinde olan insanlardır.59 Bu insanların risalete karşı gösterdikleri olumlu tepki, anlamlı bir üslubta Kur’an’da şu şekilde anlatmaktadır:
“Rasul’e indirileni işittiklerinde, tanıdıkları gerçeklen dolayı gözlerinin yaşla dolup taşlığını görürsün. Derler ki: “Rabbimiz inandık, bizi şahitlerle beraber yaz. Biz, Rabbimizin bizi iyiler arasına katmasını umarken neden Allah’a ve bize gelen gerçeğe inanmayalım.?”60
Taberi’nin Bakara Suresinin 121. ayetine getirdiği açıklama bu konuda ulaştığımız neticeyi desteklemektedir.61
Ayetler bize açıkça şunu söylemektedir: Kendilerine inen ayetleri okuyan, ona uyan ve samimiyetle bağlanan Ehl-i Kitap, risalete de kolayca boyun eğmektedirler. “Zaten onun dışında da değildirler.”62 Görülüyor ki Kur’an, Ehl-i Kitap’ı iki genel grup altında mütalaa etmektedir. Bunlardan biri Tevrat’a ve İncil’e inanmayan, bir diğeri de Kitaplara inanıp ona uyan insanlardan oluşmaktadır.63
Buraya katlar yazdıklarımızı toparlamak gerekirse: Kur’an tevhidî temelinin gereği olarak Tevrat’ı ve İncil’i uyulmaları gereken Kitaplar olarak görmektedir. Günün Ehl-i Kitab’ını da Tevrat’a ve İncile inanıp inanmamalarına göre değerlendirmektedir. Tevrat ve İncil’e uygun bir hayat yaşamamak yeni risalete karşı da olumsuzluğu doğurmaktadır. Oysa Kitaplarına samimiyetle bağh Ehl-i Kitap risalete de istenilen olumlu cevabı vermektedir.
Bu yaklaşımı ile Kur’an, Tevrat’ı ve İncil’i birer hidayet rehberi olarak görmeketdir. Kur’an onlara inandıkları takdirde Ehi-i Kitap ‘in doğruyu bulacağını söylemektedir. Nitekim mesela bir rasûlu tanımlamak için onların Kitaplarında yeterli bilginin bulunduğunu Kur’an ayetleri belirtmektedirler.
“Allah katından kendilerine ellerinde bulunanı doğrulayıcı bir elçi gelince, Kitap verilenlerden bir takımı sanki bilmiyorlarmış gibi Allah’ın Kitap’ını arkalarına attılar.”64
“Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onu oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar, ama yine ele onlardan bir gurup bile bile hakkı gizler.”65
“Bu, onların risalet konusundaki tevhidi yaklaşımı öğrenecek bir kaynağa sahip olmaları anlamına gelmektedir. Kaldı ki bize Allah’ın ayetlerinin geceleri secdeye kapanarak okuyan ve Allah’a ve ahirete inanan, iyiliğe özendiren Ehl-i Kitap’ın bulunduğu açıkça anlatılmaktadır.”66
Ne var ki, Kitab-ı Mukaddes’in Kur’an’da olduğu tarzda yazıya geçirilmediği ve onun korunduğu gibi vahiy dışı tesirlerden korunmadığı da bir gerçektir. Bu, Müslüman alimler tarafından iddia edilip ispat edilebildiği gibi67 daha da önemlisi ve dikkate değer olanı, Kitab-ı Mukaddes Tenkidi çalışmaları neticesinde Hıristiyan ve Yahudi bilim adamlarınca da kabul ve itiraf edilmektedir.68 Bir kere Eski Ahid’in sözlü edebiyat döneminden sonra yazıya geçirilişinin oldukça gecikmiş olmasının Kutsal Kitap’ın birden fazla ve farklı rivayetlerle yaşamasının ve metindeki bilinçli değişiklikler bir tarafa, en azından hattat yanılmalarının doğurduğu hataların tesbiti, söz konusu disiplinin ürünüdür. Aynı şekilde İnciller İsa’dan çok sonra yazıya geçirildiler ve belki daha da önemlisi, İsa’nın (a.s.) risalet dili ile saklanmadılar. Bunlar Kitab-ı Mukaddes’in sıhhati konusunda ilk anda söylenebilecek noktalardır.
Müslüman alimler tahrif69 konusu üzerinde yüzyıllar boyunca durmuşlardır. Bu konuda onların iki ana görüşe sahip olduklarını söylememiz mümkündür. Bunlandan ilki, Tevrat ye İncil’in metinlerinin tahrif olduğu, ikincisi de tahrifin metinde değil de, manada yani yorumda gerçekleştiğidir.70 Bİz bu konudaki tartışmalara girmeyeceğiz. Zaten müslümanların ifadesi ile tahrifin Kitab-ı Mukades’te şu ya da bu şekilde gerçekleştiği Yahudi ve Hıristiyanlar’ca da tesbit edilmiş bir vakıadır. Hatta bu vakıanın tesbitini bugünkü Kitab-ı Mukaddes’in kendisinde dahi bulabilmekteyiz.
“Ve artık Rabbin yükünü anmayacaksınız; çünkü herkesin sözü kendi yükü olacak; çünkü siz hay olan Allah’ın, ordular Rabbinin, Allah’ımızın sözlerini değiştirdiniz.”71
Burada dikkat çekmek istediğimiz nokta, Kur’an’ın Tevrat ve İncil’e bakışı ile vakıa arasında çözümü zor gibi görünen bir durumun belirmesidir. Bu, Kur’anin bir doğruluk rehberi olarak Yahudi ve Hırİstiyanlar’a uymalarını emrettiği Tevrat ve İncil’in, insan unsurunun oldukça etkisinde kalmış Kitaplar şeklinde karşımıza çıkmasıdır. Ancak ilk bakışta zor gibi görünen bu probleme elimizde bulunan Tevrat ve İncil nüshalanna ve Kur’an’a başvurarak bir çözüm bulmak mümkündür. Nitekim Mukaddes Kitap’ta geçtiği şekli ile Musa ve İsa (a.s.) tarafından tebliğ edilmiş olan ahlaki kaidelere bir göz atacak olursak, hepsinin de Kur’an-ı Kerim’de ufak Üslub farkı dışında, aynen zikredildiğini görebiliriz.72 M. Draz’a göre mahallî ve şartlı bir vecibe olarak kabul edilen Sebt dışında, Tevrat’ın Çıkış Bölümünde 20. Bab’ta geçen on emrin Kur’an-ı Kerim tarafından aynen tasdik edildiği görülmektedir.
Tevrat Kur’an-ı Kerim
Karşımda başka ilâhların olmayacaktır. İsra: 17/23
Kendin için oyma put..., yapmayacak
ve onlar önünde secde etemeyeceksin Hacc: 22/30
Rabbinin ismini boşyere ağzına almayacaksın. Bakara: 2/224; Maide: 5/89
Babana ve anana hürmet et. İsra: 17/23
Katletmeyeceksin Nisa: 4/29
Zina etmeyeceksin. Nur: 24/30-31
Çalmayacaksın. Maide: 5/38; Mumtahine: 60/12
Komşuna karşı yalan şehadet etmeyeceksin. Hacc: 22/30
Komşunun hiç bir şeyine tamah etmeyeceksin. Maide: 5/3273
İsa’nın (a.s.) mesajına bu konuya ilişkin örneği gerçek bir ahlak hazinesi olan Dağdaki Vaaz’dan getirmek yeterli olacaktır:
İncil Kur’an-ı Kerim
Ne mutlu ruhta fakir olanlara; çünkü
göklerin melekutu onlarındır
(Matta: V,3) Bakara: 2/212; Al-i İmran: 3/14
Ne mutlu yaslı olanlara; çünkü
onlar teselli edilecekler (Matta: V,4) Bakara: 2/155-157
Ne mutlu halim olanlara; çünkü
onlar yeri miras alacaklar
(Matta: V,4) Al-i İmran: 3/133434
Ne mutlu salaha acıkıp susayanlara;
çünkü onlar doyurulacaklar.
(Matta: V,6) Casıye: 45/21; Mutaffifin: 83/29-36
Ne mutlu merhametli olanlara;
çünkü onlara merhamet edilecek
(Matta: V,7) Beled: 90/17-18
Ne mutlu yüreği temiz olanlara;
çünkü onlar Allah’ı görecekler
(Matta: V,8) Şura: 42/89; Kaf: 50/33
Ne Mutlu sulh edicilere; çünkü
onlar Allah oğulları çağırılacaklar.
(Matta: V,9) Nisa: 4/114
Ne mutlu salah uğruna eza çekmiş olanlara;
çünkü göklerin melekutu onlarındır
(Matta: V,10) Bakara: 2/214; Al-i İmran: 3/18674
Görülüyor ki, İnsan unsurunun dahline rağmen, Tevrat ve İncil’de inananları doğruya götürecek unsurlar hala bulunmaktadır. Aksi takdirde, Kur’an’ın Yahudi ve Hıristiyanlar’ı Kitapları ile amel etmeye çağırması ve Kitapları ile amel eden Ehl-i Kitap’ı övücü ibarelerle anması açıklanamazdı. Nitekim bunun Kur’an’da Tevrat için açıkça dile getirilişini bulmaktayız:
“Doğrusu Biz yol gösterici ve aydınlatıcı olarak Tevrat’ı indirdik. Kendisini Allah’a testim etmiş peygamberler, onunla ve Rabb’e kul olanlar ve bilginler de Allah’ın Kitap’ından elde mahfuz kalanla Yahudiler’e hükmederlerdi. Onlar bunun şahidi idiler.”75
Şu ayetler de önceki Kitaplar ile Kur’an arasında hala muhteva bakımından var olması gereken bağın mevcut olduğunu göstermektedir.
“O, evvelkilerin Kitabında da vardır: İsrail oğulları bilginlerinin onu bilmesi de onlar için bir delil değil mi?”76
“...Kendilerine Kitap verdiklerimiz onun gerçekten Rableri katından indirilmiş olduğunu bilirler. Öyleyse hiç kuşkulananlardan olma.”77
Yukarıda anlattıklarımızdan sonra, Kuran’ın diğer Kitaplar arasındaki konumu üzerinde tekrar durmak yararlı olacaktır. Esasen, Kur’an’ın kendisinde tevhid tarihi içinde sonra gelen Kitapların daha öncekilerle oian İlişkisi çerçevesinde bu konu son derece açık olarak belirtilmiştir. Kur’an önceki Kitapları tasdik eden bir Kitaptır. Kur’an bununla kalmaz. “O önceki Kitaplar üzerinde koruyucudur (muhaymin).”78 Kur’an’ın bu vasfı, önceki Kitapların maruz kaldığı dış müdahaleler göz önüne alındığı zaman daha da anlam kazanmaktadır. Kur’an, önceki Kitaplarda bulunan vahye ait unsurları onaylamakta, daha da ileride, onların koruyuculuğunu üstlenmektedir.
Kur’an’ın bu konudaki hedefi tabiatıyla, Ehl-i Kitap’ın Kitaplarına sokmak istedikleri vahiy dışı anlayışlardır. Kur’an bunları Ehl-i Kitap’ın kapris ve hevesleri olarak vasıflamakta ve Rasulullah’ı bunlara karşı uyarmaktadır.79 Rasul onların kaprislerinin yol açtığı ihtilaflarda kendisine hak olarak indirilen ile aralarında hükmetmek durumundadır. Başka bir deyişle Kur’an daha önceki vahiylerin doğru anlaşılmasının teminatıdır. O, Tevrat ve İncil’e Ehl-i Kitap’ın haksız olarak şu ya da bu şekilde isnad etmek istediği yanlış anlayışlara karşı bir koruyucu olarak gelmiştir. Böylece o Vahiy’in değişmezliğinin güvencesidir.
Bilindiği gibi Kur’an, Ehl-i Kitap’ın Vahye tahmil etmeye çalıştığı Allah’ın oğulluğu veya Allah’ın üçten biri olduğu gibi nosyonlardan bahsetmektedir.80 Kur’an buna karşı çıkarken Ehl-i Kitap’ın din olarak kabul ettiği bütünü tashih etmektedir. Böylece o daha önceki rasullerin getirdiği Kitapların öğrettiği Allah’ın dinini tasdik edip koaımak görevini gerçekleştirmektedir.
Kur’an’ın yukarıda bahsettiğimiz koruyuculuk konumunu bir an için, Kitab-ı Mukaddes Teolojisi’ne bağlı bir disiplin olarak gelişen Kitab-ı Mukaddes Tenkitçiliği ile yan yana koymak ilginç olacaktır. Çünkü Kitab-ı Mukaddes Tenkitçiliği de kendisini, Kitab-ı Mukaddes’e yüzyıllar boyunca sızmış tesirleri belirlemek amacında bir disiplin olarak görmektedir.
Batı’da rasyonalizmin doğuşu Kitab-ı Mukaddes’e karşı libera-list bir yaklaşımın geliştirilmesine sebebiyet vermiştir. İşte Kitab-ı Mukaddes Tenkitçiliği, Kitab-ı Mukaddes’e ortaçağın aşın tutuculuğu İle 19. yüzyılın liberalizmi arasında bir tutum ile yaklaşmaktadır, Yani ona bir yandan ortaçağ kilisesi gibi, kutsal bir metin olarak, diğer taraftan da ona, 19. yüzyıl liberalizminin metodlarını kullanarak yaklaşmaktadır.81 Kitab-ı Mukaddes Tenkitçiliği, liberal tenkitçiliğin araçları olan objektif, rasyonel ve bilimsel prensiplere bağlı kalarak tarihsel metodu uygulamakla birlikte, kendine has bir tarih anlayışı geliştirmiştir. Buna göre, Kitab-ı Mukaddes tarihi genel tarihten farklı olarak ele alınmalıdır.82 Heilsgeschichte (Kurtuluş Tarihi) adı verilen bu anlayış Kitab-ı Mukaddes’i bütün insanlığın felahını amaçlayan, koruyucu ve kutsal bir tarih sürecinin kaydı olarak görmektedir.83 Daha açık bir ifade ile şöyle söyleyebiliriz: Allah kendi milletini, yani İbranileri seçti ve onları kendi elleri ile uzun bir seyahate çıkardı. Bu yolculuğun sonunda vakit geldiğinde Allah, Kelimesi İsa’yı (a.s.) gönderdi ve onun yaşayan ve ölen kişiliği vasıtası ile insanlığın kurtuluşunu gerçekleştirdi. Bunun temelinde de Alah’ın kendini, İsa’nın kişiliğinde tezahür ettirmesi (reveal) anlayışı yatmaktadır. İsa’nın gelişi, buna göre tarihin en önemli olayı, başka bir ifade ile onun merkezidir. Ondan önce meydana gelmiş olaylar tarihin önceden belirlenmiş hedefine ulaşmasını sağlayan vasıtalardır. Bu anlattıklarımızdan açıkça anlaşılmaktadır ki, Kitab-ı Mukaddes Tenkitçiliği’nin nihai anlamda yaptığı, tarihsel metoda, aslında oluşması İznik Konsili’nden ( M.S.325) de önceye giden Hıristiyan dogmasını ispatlatma çabasından başka birşey değildir.84 Disiplinin çelişkisi, bir yandan objektif ve akılcı tarihsel metodu kullandığını İddia ederken, diğer taraftan Öteden beri sahip olduğu ön-kabulünü bu metoda tastık ettirme çabasında yatmaktadır. Ayrıca bu anlayış, Yahudilerin ırkçı milliyetçiliklerine de teolojik bir temel kazandırmaktadır. Böylelikle onların kendi-merkezcilikleri de sözde ilâhi bir amaca hizmet eder hale getirilmektedir.85
Görülüyor ki Kitab-ı Mukaddes Tenkitçiliği çalışmalarının temelinde, Heilsgescichte gibi bir anlayış yatmaktadır. Bu bakımdan, disiplinin Kitab-ı Mukaddes’e yaklaşımı, Kur’an’ın aynı Kitapa yaklaşımından farklıdır. İlk bakışta amaçta bir yakınlık görülebilse bile iki yaklaşım tarzı esasta hiçbir benzerlik arzetmemektedir. Çünkü Tenkitçilik’in tavrı esasta Kur’an’ın indiği dönem Ehl-i Kitap’ının tavrından hiç te farklı değildir. Yapılmak isetenenin Kur’an’ın tabiri ile birtakım heveslerin Kitap’a yüklenmek istenmesi çabasından ibaret olduğu açıkça görülmektedir.
İki yaklaşım tarzını birbirinden ayıran başka bir husus da, bunların saikleridir. Kur’an, kendinden önceki Vahİy’i tasdik ederek, onu koruyarak, ona şahid olarak; tavrını tevhidi risalet hususunda tesis etme saikiyle belirlemektedir. Oysa söz konusu ettiğimiz disiplinin saiki, 19. yüzyıl liberalizminin Kitab-ı Mukaddes’e yönelttiği tenkitlere cevap vermektir.
Yine görülüyor ki Kur’an, sonraki Kitapların kendilerinden öncekilere yaptıkları gibi,86 tevhidin vazedilmesi görevi çerçevesinde, Tevrat ve İncil’i tasdik etmekte ve onlan yanlış anlaşılmaktan korumakta, onlara Kitap Ehli’nin tahmil etmek istediği ve isteyeceği yanlış anlayışlar hususunda hüküm verme görevini üstlenmektedir.87 İşte bu bakımdan önceki vahiy dökümanlarının doğru anlaşılması, Kur’an vahyine bağımlıdır. Kur’an, Tevrat ve İncil’in, gelenek içinde oluşan kaprislerden soyutlanarak anlaşılmasının tek yoludur. Çünkü Kur’an, Tevrat, incil ve daha önceki vahiylerle oluşan vahiy zincirine ait bir halkadır.
Bu yaklaşım doğrultusunda çalışmamızda önce Kur’an’ın ahiret anlayışı üzerinde duracağız. Böylece tevhidin ahiret fikrine yaklaşımım ortaya koymaya çalışacağız. Bu bize sahih ahiret anlayışının nasıl olması gerektiğini gösterecekdir. Kur’an’ın ahiret anlayışı üzerine eğilirken önce Kur’an’ın muhatab aldığı Cahiliye Arapları arasında yaygın olan hayat ve ölüm anlayışlarını ele alacağız. Böylece Kur’an’ın nasıl bir kültüre hitab ettiğini görmüş olacağız. Zaten Kur’an da bu kültürün ahiret anlayışına atıflarda bulunmaktadır. Kur’an’ın ahiret anlayışına, Kur’an’da çok sayıda ve çeşitlilikte bulunan ahiret ile ilgili kavramlar ile bir giriş yaptıktan sonra, bir inanç unsum olarak Kur’an’ın kurduğu sistem içinde ahiretin yerini ve onun ilişkide bulunduğu ilâh mefhumunu ele alacağız. Ayrıca ahiret İnancının risaletteki görevini, muhatab üzerindeki ahlakî ve imanı etkisini de ele alacağız.
Kitab-ı Mukaddes’teki ahiret anlayışını işlemeye, ondaki ahiret ile ilgili kavramları ele alarak başlayacağız. Eski Ahit ile ilgili kısımda da önce bir doktrin olarak ahireti ortaya koyduktan sonra onun muhatab üzerinde ne kadar fonksiyonel olduğu üzerinde duracağız. Apokaliptik Edebiyat, özellikle ahiret anlayışı konusunda Eski Ahit’in genel karakterinden farklı bir yorum olarak çalışmamızda yer alacak. Böylece kendisinden sonra Yahudİ-Hıristiyan geleneğinde etkili olan bu beşerî karakterdeki yorumun Eski ve Yeni Ahit tebliğlerine göre aldığı yeri göreceğiz. Yeni Ahit’teki ahiret anlayışı da, daha önceki kısımlarla paralellik içinde, doktrin ve fonksiyonel bir inanç ilkesi olarak ele alınacaktır. Burada da Kitab-ı Mukaddes teolojisinde eskatolojik bir karakterde beliren Allah’ın Hükümranlığı kavramı üzerindeki tartışmalara ve bunların İnciller’e ve bütünüyle Kitab-ı Mukaddes’e getirdikleri yorumlar değerlendirilecektir. Böylece Yeni ve Eski Ahitlerde tevhidi anlayışa uyan ve ona ters düşen ahiret anlayışları ortaya konmuş olacaktır.
Yukarıda söylediklerimizden anlaşılacağı üzere, her bir Kitab’a ait ahiret mefhumlarını bir bütünlük içinde kabul ettik. Ahiret konusunu ise bir bütün olarak, belli bir eksen etrafında ele almaya çalıştık. Bu eksen, tevhid inancının temel mefhumları oldu. Konudaki bütünlüğün korunması kaygısı, alt alta gelen çok sayıda alt-başlıkları olan bir şekilden daha çok, bir büyük başlık altında konunun bir bütünlük içinde işlenmesini sağlayan bir şekli gerekli kılmıştır.
Çalışmamızda, İslam, Hıristiyanlık ve Yahudilik’e ait kutsal metinleri ana kaynak Kitaplar olarak kullandık. Kur’an’daki ahiret anlayışını incelerken, Kur’an’ın kendisi, tercümeleri, tefsirler, Kur’an sözlükleri ve çağdaş İslam düşünürlerinin Kur’an öğretisini konu alan Kitapları çalışmamıza kaynaklık etti.
Yine Kitab-ı Mukaddes’teki ahiret anlayışını ortaya koyarken onun kendisine başvurmamız gerekiyordu. Bunun için Türkçe Kitab-ı Mukaddes tercümesini kullandık. Yine bu sırada, Kitab-ı Mukaddes sözlükleri, tefsirleri ve çoğunlukla çağdaş teologların Tenkitçilik çerçevesinde geliştirdikleri son yorumları kaynaklarımız oldu. Özellikle son çalışmaları içeren kaynakları görmeye çalıştık. Eski Ahit’te konumuz gereği Peygamberler Bölümü’nü ağırlıklı olarak kullandık. Yeni Ahit’te ahiret inancını ele alırken ise, İsa’nın (a.s.) mesajının genel karakterini hala bulabildiğimiz Sinoptik İncilleri esas aldık.
Ahiret konusunda, İslam’ın ahiret anlayışlarını ele alan çalışmalar bulunduğunu biliyoruz. Subhi Salih’in, Ölümden Sonra Diriliş adı ile Arapça’dan Türkçe’ye çevrilen Kitabı, Kur’an’ın ve İslam Tarihi içerisinde yer almış çeşitli akımların tefsirlerde ifade edilen ahiret anlayışını İşlemektedir. Seyyid Kulub, Prof. Dr. Süleyman Ateş tarafından Türkçe’ye kazandırılan Kur’an’da Kıyamet Sahneleri adındaki Kitabında, Kur’an’da ahiret konusunu işlerken ortaya koyduğu edebî kudreti işlemektedir. Batı ‘da son yıllarda yapılan bir araştırma olarak, Jane Idleman Smith, Yvonne Yazbeck Haddad’ın birlikte yazdıkları, The Islamic Understanding of Death and Resurreetion adlı eserde, temel olarak klasik ve çağdaş İslam’ın ahiret anlayışları üzerinde durmaktadırlar. Bunun yanı sıra, yalnız başına Kitab-ı Mukaddes’in ahiret anlayışını konu alan araştırmalar bulunmaktadır. Nitekim Bunları çalışmamızda kullandık. Kur’an’daki ve Kitab-ı Mukaddes’teki ahiret anlayışlarını yan yana getirerek karşılaştıran bir araştırmaya ise araştırmalarımız sırasında rastlayamadık. Bu da Kur’an’ın öğrettiği katışıksız tevhid anlayışı doğrultusunda, daha önceki vahiy mahsulü Kitapları değerlendiren ve onları Kur’an ile karşılaştıran bir çalışmanın önemini daha da artırmaktadır.
Dostları ilə paylaş: |