D. KİTAB-I MUKADDES TENKİTÇİLİĞİ
Şimdi, zamanımıza kadar Kitab-ı Mukaddes’e yapılan en farklı yaklaşım olarak dikkati çeken Kitab-ı Mukaddes Tenkitçiliği üzerinde daha yakından durmak İstiyoruz. Böylece araştırmamızda melzemelerini kullandığımız bu disiplini daha yakından tanımış olacağız. Ancak daha önce özellikle Hıristiyan dünyasında doğup gelişen Tenkitçilik’e gelinceye kadar Hıristiyanlık’ın Kitab-ı Mukaddes’e bakışını tarihî seyri içerisinde takib etmek yararlı olacaktır.
Kilise Babalarının karakterini verdiği dönem, Hıristiyan Teoloji çevrelerinde Hz. İsa’nın insani ve ilâhî yönlerinin ve Teslis’in unsurları arasındaki ilişkinin tartışıldığı bir dönem olmuştur. Yine Kitab-ı Mukaddes’in resmi metni bu dönemde oluşmuştur. Bu sırada İskenderiye Okulu ile Antakya Okulu arasında, Kitab-ı Mukaddes’i yorumlama tarzı üzerine büyük tartışmalar vardı.88 Bir Yahudi filozofu olan Philo tarafından kurulan İskenderiye Okulu, Kitab-ı Mukaddes’in yorumunda allegorizmi (batınilik) savunmakta idi. Mesela Philo’ya göre Kitab-ı Mukaddesteki İbrahim ve Sara kişilikleri, akıl ve erdem anlamlarına gelmekte idi. Aynı şekilde Kilise Babalarından Clement de kutsal metinlerin esrarlı bir dil ile konuştuğu, anlatmak istediğini semboller, mecazlar, allegoriler ve kıyası figürlerin arkasına saklayarak anlattığı görüşündedir. Origen söz konusu yaklaşımını De Principiis adlı Kitabı ile sistematize ederek bu okulun en seçkin üyesi olmuştur Origen’in İnciller arasındaki tutarsızlık karşısında çareyi allegorizmde bulmaya çalıştığı söylenebilir. O, ya İnciller’den birinin bilinçli olarak seçilmesi, ya da dördünün birlikte kabul edilerek aliegorizm doğrultusunda yorumlanması gerektiğini söylemiştir. Jerome ve Augustine, hocaları Origen’i allegorizmdeki ısrarı sebebi ile tenkit etmişlerdir.89 Aynı dönemde İskenderiye’deki okul, Antakya’da gelişen liberal-tarihi okul tarafından şiddetle tenkit edilmiştir. Bu okulun en büyük yorumcularından Mopsuesüa’lı Theodore. Origen’e bir reddiye yazmıştır. Bu okul, Kitab-ı Mukaddes’e alınacak Kitaplar konusunda da sıkı bir tavır içinde olmuştur. Theodor’a göre mesela, Hikmet Edebiyatı (Wisdom Literatüre) tamamı ile İnsanî kaynağa dayandığı için resmi metne alınmamalıdır. Ona göre, Kronikler, Ezra-Nehemiah gibi Kitaplar tarih Kitaplarıdır ve resmi Kitab-ı Mukaddes metninde yerleri yoktur. O, İsa’ya (a.s.) ilâhlık nisbeti konusunda da metne ve tarihi delillere daha sadık kalmıştır. Theodor’a göre, İsa’nın dirilmesinden sonra bile Havariler, onu ilâhî birisi olarak görmemişlerdir. Allah’ın Oğlu ibaresi de hiçbir şekilde Mesih’ten başka bir anlama gelmez. Daha sonraki Hıristiyanlık’a karakterini veren bu önemli tartışmalar, Theodor’un Kitabının istanbul Konsülü’nde (M.S.553) yakılması ile nihayete ermiştir. Neticede İskenderiye Okulu’nun aliegorizm konusundaki bu tartışmaların galibi olduğunu görüyoruz.90
Ortaçağ Kilisesi, Kilise Babaları’nın Kitab-ı Mukaddesin vahyedildiği (inspiration) yolundaki görüşlerini temel olarak kabul etmiştir. Bununla birlikte, Kilise’nin takındığı tavır bu görüşe zıt olarak şekillenmiştir. Kitab-ı Mukaddes dışı gelenek ve papalık Kitab-ı Mukaddes üzerinde tartışılmaz bir hükümranlık kurmuştur.91 Kilise Kitab-ı Mukaddes’i kendi kontrolü altına almış, kendisini onun yorumunu yapabilecek tek otorite olarak görmüştür. Bunu da sapık eğilimlerin önüne geçmek adına yapmıştır.92 lrenaus ve Tertullian bu tutumun en önde gelen isimleridir. Tertullian’a göre Kitab-ı Mukaddes Kilise’nin malıdır.93 Kilise yorumlarında ise hemen tamamı ile allegorizmi tercih etmiştir.94 Buna göre bir metinde dört ayrı mana aranmalı idi. Mesela, Galatyalılar, 4:22 vd. da geçen Kudüs kelimesi, tarihi olarak Yahudilerin şehrî; allegorik olarak İsa Mesih’in Kilisesi; anagojik olarak (anagogically) bütün Hıristiyanlar’ın anası olan semavi şehir ve moral olarak (tropologically) insan ruhuna işaret etmektedir.95
Ancak bu dönemde literalizmin/savunucuları da yetişmiştir. Aziz Thomas Aquinas, Summa Theologia adlı eserinde kutsal metnin yorumunda literalizmin önemini vurgular. Katolik Kilisenin en büyük filozof teologlarından olan Aquinas’a göre, Kitab-ı Mukaddes hakikaten allegorik, moral ve batini anlamlara sahiptir. Ancak literal mana esas olmalı ve öteki yorumlar bunun üzerine kurulmalıdır.96
Reform döneminin en belirgin özelliği, Ortaçağ’da Kilise’nin Kitab-ı Mukaddes üzerinde kurduğu mutlak otoritenin alabildiğine tartışmaya açılmasıdır. Mademki Kitab-ı Mukaddes Allah’ın insana vahyidir, her mümin araya bir vasıta koymaya gerek kalmadan ona doğaldan varabilmelidir.97 Leibzig Reddiyesi (Disputation) (1519) ile Luther, Papa’nın ve Konsüller’in yanılırlığını, hatta bunun ötesinde Kilise’ye otorite veren kaynağın Kitab-ı Mukaddes olduğu görüşünü ortaya koymuştur.98 Eski tefsirlere ve Konsül kararlarına ne kadar ters olursa olsun Reformcular kendi görüşlerini israr ve inatla ileri sürmüşlerdir. Kilise, Kitab-ı Mukaddes üzerinde değil, Kitab-ı Mukaddes Allah’ın sözü olduğu için Kilise üzerine hakimdir.99 Onlarca Kitab-ı Mukaddesin vahiy oluşu tartışma konusu değildir.100 Luther’e göre Kitab-ı Mukaddesin tarihi, literal ve gramatik açılardan yapılacak tefsirleri, hep İsa’nın Kitab-ı Mukaddes’te anlatılan mesihlik misyonunu anlamak için birer vasıtadır. Bu konuda müminin kendi imani tecrübesinin ötesinde. Kutsal Ruhun aydınlatıcılığı, yol göstericiliği gerekir. Yani Kutsal Ruh, Kitab-ı Mukaddes’in Mesih Merkezli (Christocentrik) manasını kavrayabilmesi için, okuyucuya ışık tutmalıdır.101 Dikkat çekici bu aydınlatıcılık (illuminaiion) anlayışı onların Kitab-ı Mukaddes’in Mesih Merkezcilik temasında ısrarlarından ve Kitab-ı Mukaddes yazarlarının insan oluşlarının farkında oluşlarından ileri gelmektedir.102
Reformizmi sistemleştiren John Calvin’e göre de Kitab-ı Mukaddes, Kutsal Ruh tarafından dikte ettirilmiştir ve Allah’ın kelamıdır.103 Aydınlatıcılık görüşü Calvin’de de görülür.104 Ancak o, Kitab-ı Mukaddes’i Mesih Merkezli bir yorumla sınırlama eğilimindedir. Bu konuda o, okuyucunun, okuma ve yaşama ile elde edeceği imani tecrübeye öncelik vermiştir.105
On sekizinci yüzyılda gelişen rasyonalizm, başlattığı tartışmalarla bugüne kadar tesirlerini sürdürmüştür. Bu tesirlerden birisi, daha önce hemen hiç bilinmemiş boyutlarda Kitab-ı Mukaddes metinlerindeki İnsan rolünün vurgulanması ve yazarların kendilerine has üslublarının ve bunların metindeki etkilerinin daha ayrıntılı olarak görülmeye başlanmasıdır. Yine ilk olarak bu sırada Kitab-ı Mukaddes’in metinleri ele alınırken metnin yazıldığı yer, zaman, dil ve yazar gibi unsurlar ciddi olarak çalışma konusu edilmeye başlandı.
Bir başka tartışma konusu da, aklın bir otorite olarak kabul edilmesidir. Rasyonalistler, Kitab-ı Mukaddes’i bağımsız akıllan ile uyum içinde olması şartı ile kabul etmişlerdir. Bu tutumları İle rasyonalistler akla, Protestanların Kitab-ı Mukaddes’e, Katoliklerin de Kilise’ye verdikleri yeri vermeye çalışmışlardır.106 Mesela özellikle Alman üniversiteleri Kitab-ı Mukaddes’i Kilise’nin kontrolünden atıp üniversiteye vermiştir. Bu dönemde teologların inançlarını yeni baştan ele alıp kurmaları gerekmiştir.107
On dokuzuncu yüzyılda gelişen tarihsel tenkit çalışmaları, on sekizinci yüzyılda kendini gösteren rasyonalizm üzerine bina edilmiştir. Bu yüzyılın en önemli ismi, Tubingen Okulu adındaki akımın kurucusu, F.C.Baur’dur. O, Iiegel’in dialektik tarih teorisinin etkisinde kalmıştır. Bilindiği üzere teoriye göre düşünceler tedrici olarak, tez, antitez ve sentez safhalarından geçerek oluşurlar.108 Buna göre mesela Pavlus’un, ilk teolog olarak Hıristiyanlar’ı şeriatin (Law) yükümlülüklerinden kurtarması tezdir. Ancak Yahudi-Hıristiyanlık, James ve Peter ile buna karşı çıkar. Bu da antitezdir. Baur’a göre ikinci yüzyıl Katolik Kilisesi bu iki zıt görüşü uzlaştırarak ikisinin ortasında bir yere varmıştır. Bu da sentezdir.109 Böylece bu sırada evrim teorisi, biyoloji ve tarih gibi alanlara olduğu gibi, Kitab-ı Mukaddes tarihine de uygulanmış oluyordu.110
J.C.K.Hofmann, J.A.Bengel ve J.T.Beck gibi isimlerin oluşturduğu Erlangen Okulu ise yukarıdaki anlayışa karşı çıkarak, Kitab-ı Mukaddes’in başka herhangi bir tarih anlayışından farklı bir şekilde ele alınması gerektiğini belirttiler. Buna göre Kitab-ı Mukaddes, temellerini yine oradan alan Heilsgeschichte anlayışı çerçevesinde yorumlanmalıydı. Çünkü Kitab-ı Mukaddes bütün insanlığın kurtuluşunu hedef alan koruyucu kutsal tarih sürecinin yazıya geçirilmesinden ibaret idi.111
Yirminci yüzyıldaki Rasyonel ve Liberal yaklaşımın en belirgin özelliği Kitab-ı Mukaddes’i Allah’a ulaşma çabasındaki insanların sözleri olarak değerlendirmesidir. Modern bilimcilerin ve felsefecilerin evrim görüşlerini temel alan liberaller Kitab-ı Mukaddes Peygamberleri’ni çoğunlukla toplumlarının ve komşu toplumların, mitolojilerin, folklorun ve batıl inançların etkisinde kalmış İnsanlar olarak değerlendirirler. Onlar, Allah’ın tabiatüstü bir şekilde müdahalesini ve vahyi inkar ederler. Bu durumda liberal için en yüksek otorite, İnsan aklının ulaştığı en son noktadır ye bu Kitab-ı Mukaddes üzerinde otoritedir. Bu anlayışa rağmen liberaller, Kitab-ı Mukaddes’in dinî tecrübeye ulaştırmadaki rolünü ve kapasitesini ısrarla savunarak onu bu konuda yetkin görmekten geri durmazlar.112
Yirminci yüzyıl Kitab-ı Mukaddes çalışmaları liberalizmin ciddi tenkitlerini de içermektedir. Konservatif Teologlar, İsa’nın (a.s.) sadece ahlaki bir öğretici olmadığını ve onun mesihliğini sadece ahlaki planda ele almanın, onu anlamada yetersiz olacağını savundular. Önceki yüzyıllarda görülmedik bir şekilde Albert Schweitzer ile gündeme gelen İsa’nın eskatalojik ve apokaliptik misyonu Konservatifler’ce vurgulanmıştır, Kitab-ı Mukaddes’in tarihi delillere dayandırılması gerektiği yolundaki tenkitlere karşı onlar Kitab-ı Mukaddes’in bir tarih Kitabı olmadığı, buna mukabil iman aşılamak için yazılmış bir Kitap olduğu şeklinde cevap verdiler. Hatta, A. Schiweitzer’e göre, İsa’yı tarihsel bir şahıs olarak değerlendirmek yardımdan çok dine bir saldırıdır.113 Çünkü yine onlara göre, İsa’nın tarihsel kişiliği hakkında bilgi sahibi olmak mümkün değildir; misyonu hakkında çok az şey bilinmektedir; yaşadığı olayların sırası bilinememektedir ve ruhsal gelişiminin bir diyagramı çıkarılamamaktadır. Bu durum karşısında Konservatifler, Kitab-ı Mukaddes’in dini karakterini önemle vurgulamışlardır. Buna göre, İsa (a.s.) ahlaki bir öğreticiden çok eskatolojik ve apokaliptik bir misyonu olan Mesih olmalıdır.114
On sekizinci yüzyıldan itibaren meydana gelen gelişmeler sonucunda Kitab-ı Mukaddes Tenkitçiliği’ne gelmiş bulunuyoruz. Ancak daha önce, çoğunlukla bu gelişmelerin dışında kalmış ve Reform hareketlerinden bu yana rasyonalizmin şiddetli tenkitlerine uğrayan Roma-Katolik Kilisesi’nin Kitab-ı Mukaddes hakkındaki görüşlerine de bir göz atmak istiyoruz.
Bunun için Kilise’nin Reform’dan beri sahip olduğu görüşlerini gözden geçirmek gerekir. 1545’te toplanan Tren Konsülü, Protestan görüşlere bir tepki mahiyetini taşır. Konsül, Kitab-ı Mukaddes’in vahy edildiği (İnspiration) ve dikte ettirildiği görüşündedir.115 I.Vatikan Konsülü (1869-1870), papanın yanılmazlığına (infallibility), Kitab-ı Mukaddes’in dikte ettirildiğine, yanlışsız olduğuna ve yalnızca Kilise’nin yorumunun geçerli olduğuna karar verdi.116 Bununla birlikte bazı on dokuzuncu yüzyıl teologları, Kitab-ı Mukaddeste vahyin sadece doktrin bulunan parçalarında bulunduğunu ileri sürebildiler. XIII. Leo’nun 1893’te Kitab-ı Mukaddes’in bütün yazılış işleminin Allah’ın kontrolünde olduğu yolundaki açıklaması vahiy anlayışı konusunda bugüne dek süren tartışmalara yol açmıştır.117 II. Vatikan Konsülü’nün (1963-1965) Kitab-ı Mukaddes’in dikte ettirildiği görüşünden ayrılması ve Kitab-ı Mukaddes’in yazılışında insan unsurunu daha ciddiye alması ile dikkati çekmektedir. Ancak Konsül’e göre yine da bazı kısımlar insanlığın selameti için yanlışsızdır.118 Son yüzyılın Katolik araştırmacısı Küng, II. Vatikan Konsulü’nden ayn görüşler geliştirmiştir. Infaltible? An Inguiry adlı Kitabında Papa’nın yanılmazlığı, Kilise ve Kitab-ı Mukaddes hakkında protestanlara yakın görüşler serdetmiştir.119
Tarihi gelişim içerisinde gördüğümüz gibi, Kitab-ı Mukaddes Tenkitçiliği Disiplini, Ortaçağ Kilisesinin aşın tutuculuğu ile onsekizinci yüzyıl anlarından bu yana sürüp gelen rasyonalizmin liberal tutumu arasında bir yer belirleme çabasında görünmektedir. Kitab-ı Mukaddes Tenkitçiliği Kitab-ı Mukaddes’te vahiy dışı unsurların varlığını kabul etse de, onu kutsal bir metin olarak görmektedir. Bir tarif yapmak gerekirse şu söylenebilir: Kitab-ı Mukaddes Tenkitçiliği; başka disiplinlere uygulanan, rasyonel ve bilimsel metodların Kitab-ı Mukaddes dökümanlarına da uygulanmasından başka birşey değildir.120 Ayrıca Kitab-ı Mukaddes ilâhî hakikati insanlara ulaştıran Allah’ın vahyidir (revelation). Ancak o, bizi aynı zamanda tarihin akışı içinde insanın yaşadığı tecrübeler sebebi ile birçok çelişkiyi ve uyuşmazlığı içeren çok çeşitli metinler ile karşı karşıya bırakmaktadır.121 Bu bakımdan yapılacak bir İnceleme tarihsel metodu uygulamak durumundadır. Ancak çağdaş tarihi tenkitçilik, tarihin tabiatı hakkında kendine has bir doktrine sahip olduğu ve bunun kendi içerisinde değerlendirilip anlaşılması gerektiği düşüncesindedir.122 İşte bu noktada liberalizm ile kritikçilik birbirinden ayınlmaktadır. Her ne kadar tenkitçilik liberalizmin omuzları üzerinde yükselmekte ise de tenkitçiler, bilimsel yöntemleri daha dikkatli uygulayarak diğerlerinin çoğu önkabullerini safdışı etmişlerdir.123 Sonuç olarak burada yapılan, Eski Ahid ve Yeni Ahid’deki şaşırtıcı çeşitlilikteki metinleri objektif, rasyonel ve bilimsel prensiplerin ışığı altında düzene koymak ve aralarında ilişki kurmaktır.124
Tenkit çalışmaları, amaç bakımından genel olarak iki kısma ayrılmaktadır. Bunlar Metin Tenkidi (Textual Criticİsm veya Lower Critİcism) ve Yüksek Tenkitçilik (Higher Criticİsm) dir. Bunlardan ilki, yani Metin Tenkidi, Kitab-ı Mukaddes’in nesilden nesile aktarımı sırasında meydana gelen değişiklikleri tesbit ederek orijinal metine ulaşmaya çalışır. Diğeri ise, Kitab-ı Mukaddes’i tarihî ve edebî siyak ve sibakı içinde incelemeyi hedef alır. Bu sebeble dökümanın tarihi, onu kimin yazdığı, dökümanlar arası ilişkiler gibi somların cevaplarını bulmaya çalışır. Farklı dökümanları karşılaştırmak ve aralarındaki değişiklikleri ve çelişkileri tesbit etmek Tenkitçilik’in bu kısmına aittir.125 Şimdi Tenkitçilik’in ayrı ayrı Eski Ahid ve Yeni Ahid metinleri üzerinde yaptığı incelemeler hakkında bilgi vermek istiyoruz.
1. Eski Ahit Metin Tenkidi
Eski Ahit için yapılan Metin Tenkidi, metinlerin mümkün olabildiğince asıl şeklini ortaya çıkarabilmek amacı ile gramer, sentax, filoloji gibi disiplinleri kullanarak eski yazmalara ait değişik versiyonları karşılaştırır.126
Arapça’da olduğu gibi, eski İbranice yazısında sesli harfler kullanılmamakta idi. Yazıdaki bu teknik, bilindiği gibi farklı okunuşlara ve yanlışlıklara sebep olabilmektedir. Eski Ahid’in yazım problemlerinden biri budur. Ayrıca yazmaların çoğaltılması sırasında hattatların yaptığı yanlışlar da zikredilmektedir. Göz kayması sebebi İle hattatın bir satın atlaması, onu iki kere yazması veya dikle sırasında kelimelerin hatalı duyulabilmesi bu problemin sebepleri arasında zikredilebilir.127
Bu şartlar altında tenkitçi önce inceleme konusu Kitabın aslını bulabilmek için onun elde bulunan elyazmalarını karşılaştırır. Daha sonra, aşın derecede tahrifler orijinale yaklaştıracağı sanılan değişiklik önerileri ile giderilmeye çalışıdır. Bu sırada mesela Yunanca, Süryanice tercümeler de kullanılabilir. Bunun sebebi tercümelerin daha otantik bir metinden yapılmış olduğu varsayımıdır. Ayrıca Ugaritçe, Babilce, Aramca, hatta Arapça, bugün manaları bilinmeyen İbranice kelimelerin köklerini ve anlamlarını ortaya çıkarmak için kullanılır.128
Yahudiler arasında Eski Ahid’in uzunlu kısalı nüshaları olagelmiştir. İsa (a.s.) geldiğinde de cemaatler arasında üç büyük nüsha ailesi bulunmakta idi. Bunlar Babiş, Filistin ve Mısır’da bulunan cemaatlere ait nüshalardı. Bu ailelere ait nüshalar ailenin bir önceki üyesinin yanlışlarını taşımakta idi. Aylıca mesela, Babil nüshası, Mısır nüshasından daha kİsa idi.
M.S. I. yüzyıl sonlarında Yahudi alimler, bu karışıklığı önlemek için bir araya gelerek doğru kabul ettikleri parçaları farklı nüshalardan derleyerek standart bir nüsha oluşturdular.129 Meydana getirilen bu ibranice nüsha üç kısma ayrılır. İlk kısım İbranice Torah adı İle anılır, ikinci kısım Peygamberler’dir (İbranice nebiim).Bu kısım da, Risonim, yani rasuller ve Aharonim yani sonraki rasuller adları ile iki kısma aynlır. Son olarak Ketubim veya Kutsal Metin adı ile bilinir. En büyük öneme sahip olan ve diğer bölümlerin değerlendirilmesinde ölçü kabul edilen Torah bölümünün, M.Ö. 4. yüzyıl sonlarında yazıldığı sanılmaktadır. Zeburlar dışarıda tutulmak şartı ile Ketubim bölümü en az otoriteye sahip olan kısımdır.130
Bu İbranice metine M.S. sekizinci yüzyıl ile onbirinci yüzyıllar ırasında varlık gösteren “Mazoretler” yani tefsirciler adı İle anılan fahudi alimler, okumayı kolaylaştırmak üzere yazıya “w”, “y”, “h” gibi, harfler ve seslileri okumayı sağlayan işaretler (harekeler) yerleştirdiler.131 Kur’an için Arapça’da bu sistemin daha önce uygulanmaya başlandığını biliyoruz.132
Ancak Mazoretler’in uyguladığı bu doğru okuma tekniği, başka problemleri doğurdu. Çünkü onlar bu tekniği kutsal metinlerin yazıya geçirilişinden en az, bin yıl kadar sonra uygulamakta idiler ve İbranice’de birçok kelime bu sırada mana hatta gramatik yapı değişikliğine uğramıştı. İşte Tenkitçiler’in çözmeye çalıştıkları problemlerden birisi de budur.
Metin tenkitçileri, karşılaştırmalarında Septugiant (Yunanca), Peşitta (Süryanice), Vulgate (Latince) ve Targum (Aramice) adlı tercümelerden de yararlanmaktadırlar.133
2. Eski Ahit Yüksek (Hıgher) Tenkidi
Tenkitçiler imkanları dahilinde asit metine yakın bir metin elde ettikten sonra, ikinci bir safha olarak metnin şekil, muhteva ve üslub açısından değerlendirilmesini yaparlar. Bununla metnin yazıldığı dönemi, belki yazarını ve onun kullanım alanım belirlemeye çalışırlar.134 Resmi Eski Ahid nüshasının yüzyıllara varan tamamlanış süreci sırasında, ona karakterini veren şahsiyetleri, metinlerin nasıl değişikliğe uğradığı, aynı kıssanın kaç versiyonu bulunduğu gibi sorulara cevap aranır.135 Bu sırada onlar Kaynak, Form ve Redaksiyon Tarihi Tenkidi gibi yan araştırmalardan yararlanırlar.
Kaynak Tenkidi, resmi metnin arkasındaki dökümanları ortaya koymayı amaçlamaktadır. Üç yüzyıl öncesine kadar giden bu metod, Tevrat’taki tekrarların ve çelişkili anlatımların doğurduğu sorulara cevap bulma amacı ile gelişmiştir.136
Bu tenkit çalışmalarının başlangıç noktası, Musa (a.s.)’nın Tevrat’ın bizzat yazarı olduğu şeklindeki Yahudi-Hıristiyan ön-kabulünün, 17. yüzyılda T.Hobbes, B.Spinoza, R.Simon gibi bilimadamlarca soruşturulmaya kadar geri gider. Bu konudaki şüpheler esasen, 12. yüzyıla, Ibn Ezra’ya kadar gitmektedir. Bu konudaki en güçlü delil Musa’nın kendi ölümünden bahsetmesidir (Tesn. 34/5 vd.)137 Tekvin Kitabında, Allah için farklı iki adın kullanılmış olması jean Astruc (1753)’u Tekvin, Çıkış, Levililer ve Sayılar Kitaplarının iki ya da daha çok kaynağa dayandığı görüşüne götürdü. Ahid’in bir keresinde Sina’da, bir diğer anlatımda Horeb’de ahndığının yan yana anlatılması, bir keresinde İbrahim’in, bir diğerinde tshak (a.s.)’ın karısının kız kardeşi olduğu şeklinde yalan söylemesi gibi durumlar (Tek.12, 20, 26) da burada zikredilmelidir. 18. ve 19. yüzyıldaki sıcak tartışmalardan sonra Julius Wellhausen, ilk beş Kitabın dört farklı kaynağa dayandığı görüşü ile genel bir kabul gördü.138 Bu kaynaklar şunlardır:
J harfi ile ifade edilen Yahvist M.Ö.950
E harfi ile ifade edilen Elohist M.Ö.800
D harfi ile ifade edilen Tesniye M.Ö.700
P harfi ile ifade edilen Din adamları M.Ö.550139
Buna göre bütün Tevrat Kitapları Davud (a.s.)’dan sonra yazılmış olmaktadır.
Kaynak tenkidi, tabii olarak Eski Ahid’in Tevrat dışındaki bölümlerini de içine almaktadır.140
B. Form Tenkidi
Tenkitçilerin üzerinde durdukları bir başka konu ise, yazıya geçirilen metinlerin ardında sözlü bir geleneğin bulunduğu hakikatidir. Sözlü geleneğin sonraki yazılı metinlere olan etkisini ilk defa yakından inceleyen H. Günkel, Wellhausen’den farklı olarak sözlü edebiyatın yazılı olana şekilsel etkisi olduğunu ve onun farklı anlatımların ve farklı metinlerin sebebi olduğunu ortaya koydu.141 Buna göre, her anlatım hayat içinde bir yere sahiptir (Sitz im Leben). Dolayısı ile araştırmacı bu materyalin ilk formunu (ağıt, şarkı, mektup, vd.) belirleyebilirse, materyalin oluştuğu dönem ve hayat şartlan hakkında ipuçlarını bulmuş olur. Daha sonra, orijinale yapılan eklemelerin mahiyetini, kimler tarafından yapıldığını, gelişmesini ve yazıya geçirilinceye kadar yüzyıllar boyunca geçirdiği değişiklikleri takip edip belirleyebilir. Bu bakımdan kimin konuştuğu, dinleyenlerin kim olduğu, ne söylediği, nerede söylendiği, amacın ne olduğu soruları sürekli sorulur. Bu sorular ile metnin ortaya çıktığı sosyal siyak ve sibak (Sitz im Leben) oıtaya konur.142
C. Redaksiyon Tenkidi
Son yıllarda araştırmacılar, sözlü dönemlerden ziyade, Eski Ahid metinlerinin yazıya geçiriliş dönemleri üzerine daha çok eğilir oldular. Metinlerin edisyon zamanlan ve yazarların geldiği çeşitli gruplar önemle incelenir oldu. Araştırmacılar, yazıcı, hakim, rahîb ve peygamber guruplarını ve bunların değişik durumlarda ne gibi tepkide bulunduklarını belirlemek istemektedirler. Onlar toplumu etkileyen olayların, büyük’ dönüm noktalarının, metinlerde yeniden gözden geçirmelere ve değiştirmelere yol açtığı görüşündedirler. Mesela M.Ö.586’da Kırallık’ın kaybedilmesi ve sürgün olaylarının Beni İsrail üzerinde büyük tesirlerde bulunmuş olmalıdır, îşte Redaksiyon Tarihi Tenkidi, bu gibi dönemlerin metin üzerindeki etkisini tesbit etmeyi amaçlar.143
3. Yeni Ahid Metin Tenkidi
Hıristiyan dünyası, ancak 4. yüzyılın sonlanna doğru Yeni Ahid’in resmi bir metnine sahip olabilmiştir. Mesela bugüne ulaşan en eski Yeni Ahid elyazmaları olan Kodeks Sinaiticus ve Kodeks Vatikaus 4. yüzyıla ait dökümanlardır. Bu durumda Yeni Ahid yazarlarının kendi ellerinden çıkmış elyazmaları olan orijinal bir Yeni Ahid metnine sahip olmak bir tarafa, bu özellikte bir Yeni Ahid ayetine bile sahip değiliz. Eldeki el yazmalarını karşılaştırmak başka problemleri doğurmaktadır. Çünkü birbirinin tamamı ile iki elyazması bulmak mümkün değildir.144
Bazı Kilise Babaları bu durumun farkında idiler. 3. yüzyıl başında Origen (Yakl. 185-254) şu şekilde şikayette bulunur:
“Elyazmaları arasındaki farklar büyümeye başladı. Bu, ya bazı hattatların ihmali ya da bazılarının sapıklıkları sebebi ile meydana gelmektedir. Bunlar ya yazdıklarını gerektiği gibi kontrol etmemektedirler, ya da kontrol sırasında keyiflerine göre uzatıp kısaltmaktadırlar”145
Bugün, 10.000’in üzerinde Yeni Ahid elyazmasının barındırdığı 200.000 dolayındaki değişik okunuş, metin tenkitçisinin karşısındadır. Günümüz araştırmacıları, bu durumda hiçbir elyazmasının Yeni Ahid’in “doğaı” okunuşunu sunamadıgı sonucuna varmış görünmektedir.146
Tenkitçiler çalışmaları sınansnda 5.000 kadar Yunanca Yeni Ahid elyazmasını karşılaştırmak durumundadırlar. Bu el yazmaları üzerine yazıldıkları malzeme, kullanılan yazı çeşidi ve ne için yazıldıklarına göre sınıflara ayrılmaktadır. Papiri adı ile anılan et yazmaları, papirüs üzerine yazılmışlardır ve bunlar en eski 80 kadar yazmadan oluşur.147 Perşömenler (Perchament) koyun keçi, ya da sığır derisi üzerine yazılmışlardır. Bunlar nisbeten tam Yeni Ahid metinlerine sahiptirler.148 Majuscule’ler büyük harfler ile yazıldıkları için bu adı alırlar. Minuscule’ler de diğerlerinin tersine küçük harfler ile yazılmışlardır. Ayinlerde kullanılmak üzere oluşturulan Lectionary’ler de Yunanca yazmalar arasında zikredilir. Bunların yanısıra Tenkitçi, Latince, Süryanice, Kıptice, Gotça, Ermenice, Habeşçe ve Gürcüce yapılmış tercümeleri de incelemek durumundadır. Bunlar misyonerler tarafından yapılmışlardır ve çoğu 2. ve 3. yüzyıla dayandıklarından Yunanca asıllarının durumlarını yansıtabilecekleri kabul edilmektedir.149
Tenkitçiler tarafından kullanılan metod Fenton John Anthony Hort (1828-92) tarafından geliştirilmiştir. Bu metoda (Geneological Method) göre yazmalar kendi başlarına bağımsız olmaktan çok bir rivayet zincirinin bir parçası olarak görülmeli ve incelemede bütün yazmalar ele alınmalıdır.150
4. Yeni Ahit Yüksek (Hıgher) Tenkidi
A. Kaynak Tenkidi
19. yüzyılda, İsa’nın (a.s.) hayatı konusunda araştırma yapanlar, İnciller arasındaki benzerlikler ve farklılıkların karışıklığı ile karşı karşıya kaldılar. İnciller tabii olarak İsa’nın hayatına ait en erken dökümanlar olarak kabul edilmeliydi. Ancak bu defa araştırmacılar İsa’nın hayatına dair en güvenilir şahitliği İnciller arasında hangisinin yapması gerektiği problemi ile karşılaştılar. En eski ve belki de diğerlerine kaynak olmuş olan încil muhtemelen en güvenilir olanı idi. Bu konudaki sorgulamalar ise, İncil yazarlarının birbirlerine olan bağımlılıklarının miktarını ve kullandıkları muhtemel kaynakların neler olduğu gibi soruları ortaya çıkardı. Kaynak Tenkidi o halde, Yeni Ahid yazarının çalışmasında başka kaynaklar kullanıp kullanamadığını, kullandı ise hangilerini kullandığını öğrenmek iyin uygulanan bir metod olarak gelişmiştir.151
Kaynak Tenkidi araştırmaları, benzerlikleri sebebi ile bir gurup halinde ele alınan Sinoptik İnciller üzerinde yoğunlaşmıştır. Markus İncili’nin Matta ve Luka İncilleri’nden daha uzun oluşu, onda bulunan malzemenin, kullanılan müfredatın ve anlatılan olayların sırasının benzeşmesi araştırıcıları Markus İncili’nin Matta ve Luka İncili’nin kaynaklarından birisi olduğu düşüncesine götürdü. Geliştirilen İki Kaynak Teorisi’ne göre, Matta ve Luka İncilleri’nin ikinci kaynağının “Q” harfi (Almanca “kaynak” anlamına gelen “Quelle” kelimesinden) ile tanımlanan malzeme olduğu ileri sürüldü. İleriye başka kaynak teorileri de sürülmüştür ancak İki Kaynak Teorisi daha çok kabul bulmuştur.152
B. Form Tenkidi
Form Tenkidi kelimelere dökülen tecrübenin değişik formlarının analiz edilmesi olarak tarif edilebilir. Herman Günkel metodu geliştirmiş yine bir başka Alman, Martin Dibellius ismini koymuştur (Formgeschihte=Form Tarihi). Burada, Yeni Ahid Kitaplarının herbiri insan tecrübesinin bir ifadesi olarak görülür ve bunun kendine ait tarihi incelenir. İnsan tarafından ve onun dili ile yazılmış olmaları, Yeni Ahid Kitaplarını insan tecrübesinin insan dili ile aktarılmasına ait kurallara tabi kılar. Onun İkibin yıl önce değişik bir kültür içerisinde yazıldığı da gözden uzak tutuimamamalıdır.
Form Tenkitçisi, çalıştığı dokümanın çeşidini belirledikten sonra, onun içinde yazıldığı sosyal yapıyı (Sitz im Leben) ortaya çıkarmak durumundadır. Tenkitçi dokümana üslubunu ve formunu kazandıran sosyal yapıyı bilmek ister. Çünkü yazılı olsun sözlü olsun ifadeler ile sosyal yapılar arasında karşılıklı bir ilişki vardır.153
îndllerdeki yazılı formunu kazanmadan önce ayetler birkaç nesil boyunca sözlü gelenek olarak var olmuş, bu sırada bir başka dile tercüme edilmiş bir, kültürden bir başkasına aktarılmış, değişikliğe uğramış, gelişmiştir. Bu yüzden Tenkitçi, bu geleneğin tarihini bilmelidir.
C. Redaksiyon Tenkidi
Bu tenkil yolu elimizdeki Kitaplarda yazarın kendi katkısının ne olduğunu ortaya koymaya çalışır. Bu çalışma Yeni Ahid yazarlarının Kitaplarını yazmak için gerekli malzemeyi topladıkları düzenledikleri ve kafalarındaki belli bir hedefe göre yazdıkları varsayımından yola çıkar. Tenkitçi, geleneğin karmaşık gelişim tarihine bakmaktan çok, onun çeşisi parçalarını tek bir çalışmada toparlayan son eser üzerinde yoğunlaşır.
Redaksiyon Tenkidi, Kaynak ve Form tenkidinin çalışmalarını kullanır. Bir İncil yazarının kendine ulaşan malzemede seçim yapması, yazarın malzemede yaptığı değişiklikler, daha sonra onu düzenlemesi ve kendi katkılarını yerleştirmesi gibi konuları inceleme konusu yapar.154
Dostları ilə paylaş: |