Dersler Ve Öğütler
İbni Kesir, 'en Nihaye 'fîl-fiten ve'l-Melahim' adlı eserinde şöyle der "Birisi bir soru sordu da şöyle cevap verdi:
"Deccal'in bu kadar çok şerrine, facirliğine, haberinin yaygın olusuna ve tanrılık iddiasında bulusunda açıkça yalancı ve iftiracı olduğu belli olmasının ve bütün peygamberin ondan sakındırmasına rağmen, Kur'an'da zikredilmeyisinin ve ondan sakındırılmayışının, isminin açıklanmayışının ve yalancılığıyla inançlılığına işaret olunmayışının hikmeti nedir? Bu soruya değişik yönlerden cevap verilebilir.
Birincisi: Ona Allah Teala'nın şu ayetinde işaret edilmiştir:
"...Ama Rabbimin bazı (kıyamet) işaretleri geldiği gün, daha önce inanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye..." 317
Tirmizi, bu ayetin tefsiri sırasında şöyle demiştir:
"Abd bin Humeyd ve Ya'la bin Ubeyd, Fudayl bin Gazvan -Ebu Hazim- Ebu Hureyre senediyle Hz. Peygamber (a.s)'in şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
"Üç şey çıktığında, hiç bir insana daha önce inanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış kimseye iman etmesi fayda etmez: Deccal, Dabbe ve güneşin batıdan-veya battığı yerden- doğması."
İkincisi: İsa bin Meryem (a.s) en yakın gökyüzünden iner ve daha önce geçtiği gibi Deccal'ı öldürür ve ileride geleceği gibi Kur'an onun inişini şu ayette dile getirir:
"Biz Allah'ın Rasulü Meryem oğlu İsa Mesih'i öldürdük" demelerinden ötürü... Oysa onu öldürmemişler de asmamışlardır da. Fakat (İsa) onlara benzer gösterildi. Onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, ondan yana tam bir kuşku içindedirler. O hususta bir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Onu yakinen öldürmediler (onu öldürdüklerini kesinlikle bilemediler.) Hayır, Allah onu (İsa (a.s)'yı) kendisine yükseltti. Allah daima üstündür, hikmet sahibidir. Andolsun, ehl-i kitaptan hiç kimse yoktur ki, ölümden önce ona inanacak olmasın. Kıyamet günü de o (İsa), onların aleyhine şahit olacaktır."
Tefsirde Allah'ın ".... ölümünden önce..." sözündeki zamirin Hz. İsa (a.s)'ya ait olmasına karar verdik. Yani Hz. İsa (a.s) yeryüzüne inecek ve zıt bir biçimde ayrılığa düşen ehl-i kitap da ona iman edecektir. Hıristiyanlar gibi onun tanrı olduğunu iddia edenlerin de, yahudiler gibi onun veled-i zina olduğuna dair hakkında büyük laf edenlerin de kıyametten önce yeryüzüne inince, hakkında iddia ettikleri iftirada kendilerinin yalıncı olduğu ortaya çıkacaktır."
İşte böylece İsa bin Meryem (a.s)'in inişinden söz edilmesi, hidayet Mesih'in zıddı olan, dalaletin önderi Mesih-i Deccal'den söz edilmesine işaret olur. Yerinde mukarrar olduğu gibi, iki zıtyan birini zikretmekle yetinip diğerini zikretmemek Arapların adetindendir.
Üçüncüsü: Kur'an'da ismi hakaret olsun diye açıkça zikredilmemiştir. Çünkü tanrılık iddia eder. Bu da Allah'ın yüceliğini, büyüklüğünü, azametini ve noksanlıklardan uzak oluşuna ters değildir. Allah katında Deccal'ın durumu, anılmaktan daha hakir, iddiası, meselesinden bahsetmekten ve sakındırmaktan daha küçük ve önemsizdir. Ama peygamberler Allah tarafından güç alarak ümmetlerine halini açıklamış ve insanı sapıttıran fitnelerinden ve yok olmaya mahkum harikuladeliklerden de sakındırmışlardır. Dolayısıyla peygamberlerin haber vermeleriyle yetinilmiş ve Allah'ın büyüklüğüne nisbetle önemsiz halinin Kur'an'da zikredilmesi yerine, mesele Ademoğullarının Efendisinden ve muttakilerin önderinden yayılmış ve Deccal'ın durumunun açıklanması konusunda Şerefli peygamberler vekil kılınmıştır."
Muğire bin Şu'be'nin hadisini ve orada yer alan "O Allah'a bundan daha değersizdir." ifadesini de görmüştük. İbni Kesir, 'Nihaye'de bu hadise dair notlar düşmüş ve Müslim'in rivayetini zikrederek, Buhari'nin da hadisi rivayet ettiğini kaydetmiştir ve şunları söylemiştir:
"Muğire bin Şu'be anlatıyor:
"Hiç kimse, Deccal hakkında benim Hz. Peygamber (a.s)'e sorduğum kadar çok soru sormamıştır. Çok soru sormam üzerine:
"Niye bu kadar çok soruyorsun?" buyurdu. Ben de:
"Onunla birlikte ekmekten ve etten dağlar ile sudan bir nehir olacağını söylüyorlar." dedim.
"O, Allah'a bundan daha değersizdir" buyurdu."
Daha önce Huzeyfe hadisi ve daha başka hadislerde geçtiği gibi onun suyu cehennem, cehenemmi de soğuk bir sudur. Ancak göze farklı gözükür.
İbni Hazm, Tahavi ve daha başkaları gibi alimlerden bir gurup, bu hadise sarılarak Deccal'ın hilebaz ve düzenbaz olduğunu, zamanında şahid olunacak hallerden insanlara gösterdiği şeylerin de gerçek olmadığını iddia etmişlerdir. Hatta bunlara göre bütün bunlar birer hayaldir.
Daha önce geçen hadislerden Allah'ın onunla birlikte, zamanında gözlemlenecek harikuladelikler yaratarak kullarını imtihan edeceği ortaya çıkmaktadır. Nitekim daha önce de geçtiği gibi ona uyanlar için gökyüzüne emredip yağmur yağdırması, yeryüzüne emredip yine onlar için hayvanlarının ve kendilerinin yiyeceği zirai ürünler bitirmesi ve hayvanlarının yanlarına semizlemiş olarak dönmesi; ona uymayıp iddiasını reddedenlerin de kuraklığa, kıtlığa, yokluğa ve muhtaçlığa düşmesi, hayvanlarının ölmesi, mallarının, canlarının ve meyvelerinin eksilmesi gibi olaylar bunlardandır.
Ayrıca yeryüzü definelerinin onu arı beyleri(ni izledikleri gibi) izlemesi, o genci öldürüp sonra diriltmesi...
İşte bütün bunlar, hilebazlık değildir, aksine Allah'ın o zamanda kullarını imtihan edeceği ve bir çoğunun sapıtacağı, bir çoğunun da hidayete ereceği, şüphecilerin kafir olacağı, iman edenlerinse imanlarının artacağı, gerçekliği olan hadiselerdir.
Kadı İyad ve başkaları hadisin anlamını, bu anlama hamletmişlerdir: Abdulüfettah Ebu Gudde der ki:
"Efendimiz Allah Resulü (a.s), Deccal'ın özelliklerini, tavırlarını ve davranışlarını gerektiği gibi açıklamıştır."
İbni Hacer'in Fethu'l Bari (13/86,89-90)'de zikrettiğine göre bazı hal ve özellikleri büyük sahabi Ebu Said Hudri (r.a)'nin şu rivayetinde de görülmektedir.
"Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurdu:
"O yahudidir. Çocuğu da olmayacaktır. Medine'ye de Mekke'ye de giremeyecektir."
Müslim de Sahihinde (5/18) şu şekilde rivayet eder:
"Onun sağ gözü kördür ve patlaktır. Gizlenemez. Sanki beyaz badana yapılmış duvardaki balgam -sümük- gibidir. Sol gözü de sanki -çok parıldadığından-parlak bir yıldız gibidir. Yanında içinde su akan yeşillikli cennet benzeri birsey, ayrıca bir de siyahımsı cehannem suretinde bir sey vardır."
Ahmed de Müsned (3/79)'inde şöyle rivayet etmiştir:
"Önünde belde haklarını tehdit eden iki adamı vardır. Onlar bir beldeden çıktılar mı, oraya Deccal ordusunun öncüleri girer."
Bu hadisi Bezzar ve Ebu Ya'la da rivayet etmiştir.
İbni Hacer çıkış yerini de kaydederek Fethu'l Bari (13/ 79)'de şunu söyler:
"... Çıkışı da kesinlikle doğudan olacaktır. Sonra bir rivayette onun Horasan'dan çıkacağı rivayet olunmuştur. Bunu Ahmed ve Hakim, Ebu Bekir hadisinden tahric etmişlerdir.
Bir başka rivayete göre ise o, İsfahan'dan çıkar. Bu hadisi de Müslim rivayet etmiştir. İlk önce iman ve salah iddiasıyla çıkar, sonra peygamberlik iddiasında bulunur, sonra da tanrılık iddia eder"
Sonra İbni Hacer, yine Fethul Bari (13/91-93)'de şöyle der:
"Hattabi, "Allah'ın kafirin eliyle delili nasıl olur? Zira ölüleri diriltme, peygamberlerin delillerinden büyük bir delildir. O halde Deccal, tanrılık iddiasında bulunan yalancı bir iftiracı olduğuna göre, bu delile nasıl erişebilir? diye sorulursa" der ve şöyle cevap verir:
"O, kulları imtihan sadedindedir. Çünkü zaten onların onun iddiasında batıl ve haksız olduğunu gösteren bilgileri vardır. O kördür. Alnında "kafir" yazmaktadır. Onu da her müslüman okur. İddiası; kafirlik alametiyle zatının ve değerinin eksikliğiyle birlikte mesnetsizdir. Zira şayet tanrı olsa, bu yazı yüzünden kaybolurdu. Peygamberlerin delilleri ise tenakuzdan arınmıştır. Dolayısıyla Deccal'ın delili ile peygamberlerin delili birbirine benzemez."
İbni Hacer, Hattabi'nin bu sözünden sonra şöyle devam eder:
Aklı erene, Deccal'da yalancı olduğunu gösteren apaçık bîr delil vardır: O bir araya getirilmiş, parçalardan meydana gelmiştir ve Allah'ın yaratma sanatının ondaki görüntüsü açıktır. Üstelik gözünün kör olması gibi bir afet de gözükmektedir. İnsanları kendisini tanrı olarak tanımaya çağırdığında, onu gören akıl sahiplerinin en kötü hali, kendinden böyle bir eksikliği bile giderememişken, kendisinden başka yaratıkları düzeltemeyeceğini, doğrultamayacağını ve güzelleştiremeyeceğini anlamış olurlar. En azından şöyle demesi gerekir:
Ey gökyüzünü ve yeryüzünü yarattığını iddia eden! Kendini şekillendir, düzelt ve hatalı oluşunu gider. Eğer tanrı kendi nefsinde bir şey yapamaz diye iddia edersen, o zaman gözlerinin arasındakini yok et!"
İbni Hacer şöyle anlatmaya şöyle devam eder:
"Kadı İyad der ki:
"Bu hadislerde Deccal'ın varlığının doğruluğuna, onun belli bir kişi olduğuna Allah'ın onunla insanları imtihana çekeceğine ve onu öldürdüğü insanı diriltme, bereket verme, nehirler, cennet ve cehennem gösterme, yeryüzü definelerinin kendisini takibi ve yeryüzünün ekin bitirmesi gibi bazı şeylere muktedir kılmasına dair ehl-i sünnetin delili vardır. Bütün bunlar, Allah'ın dilemesiyledir. Sonra Allah, onu aciz ve çaresiz bırakır da, ne o adamı, ne de bir başkasını öldürmez. Sonra isini iptal eder ve İsa bin Meryem (a.s) de onu öldürür."
Ebu Bekir bin Arabi de şöyle der:
"Deccal'ın elinden zuhur eden yağmur yağdırma, kendisini tanrı kabul edenlere bereket, kabul etmeyenlere ise kıtlık gösterme, yeryüzü definelerinin peşinden gelmesi, yanında cennet, cehennem ve akmakta olan sular bulunması... Bütün bunlar, Allah'tan bir imtihan ve denemedir; şüpheciler helak olsun, müştekiler kurtulsun diye... Bütün bunlar korkulacak birer durumdur. Bunun için Allah Resulü (a.s) "Deccal fitnesinden büyük fitne yoktur" buyurmuşlardır. Ve Resulullah (a.s), ümmetine dini bir kural olsun diye namazında ondan Allah'a sığınıyordu."
İmam Nevevi (r.a) ise Sahih-i Müslim (18/58-59) şerhinde Deccal hadislerini zikrettikten ve az önce geçen Kadı İyad'ın sözlerini de naklettikten sonra şöyle demektedir:
"İşte bu, hem ehl-i sünnet ve'l cemaatin, hem bütün muhaddis, fukaha ve görüş sahiplerinin mezhebidir; onu inkar ve durumunu iptal eden Haricilerin, Cehmiyye'nin ve bazı Mu'tezililerin aksine..."
Bazı çağdaş ilim adamlarımız da daha önceden hiç kimsenin söylemediği görüşlere kaymışlardır. Deccal hadislerinin batı medeniyetine işaret ettiği te'viline gitmişlerdir. Zira batı medeniyetinin, kör bir medeniyet olduğunu söylemişlerdir. Bu teviller, hiçbir durumda bu te'villere ihtimal vermeyen nasslara inananları küfre kadar götürür. Zira bu nasslar, mütevatirdir ve bu nassların belli bir kişiyi tarif ettiğinde icma edilmiştir. Te'vile ihtimali olanla, te'vile ihtimali olmayanı ayıran bir şey (farik) vardır. Onu da ancak ilimde rüsuh sahibi olanlar bilir.
Kafir olduklarında icma edilen batini guruplar, şeriatin kesin hükümlerini başka anlamlara çeken fasid tevil sahiplerinden başkaları değildir.
Allame İbni Melek, Resulullah (a.s)'ın "... bir gün, bir sene gibidir. Bir gün, bir ay gibidir. Bir gün de, bir hafta gibidir" sözü üzerinde de durmuş ve şöyle demiştir:
"O üç günün uzunluğunun açıklamasına dair bu söz, hakikatine göredir. Bunda imkansızlık yoktur. Zira Allah günün bölümlerinden her bir bölümü bir harikuladelik olacak kadar artırmaya muktedirdir."
Allame Ali el Kari de "Mirkat fi şerhil Mişkaş (5/195)'de İbni Melek'in söz konusu görüşünü naklettikten sonra şöyle demiştir:
"İfade etmiş olduğu bu görüş, ancak İsra olayında olduğu gibi, zamanın yayılmasıyla fayda verir. Üstelik İsra olayında mekan unsuru da vardı."
Ama her namazın farz olmasının sebebi vardır. Tan yerinin ağarması, güneşin zevali ve batması, şafağın kaybolması gibi mukadder vaktin girmesi gerekmektedir. Bu da ancak gerçekten günlerin ve gecelerin birbirinin peşisıra gelmesinin gerçekleşmesiyle olur. Bunda ise sebep ortadan kalkmıştır."
Başarı Allah'tandır. Tahkik de yardım da O'ndandır. Doğru olan ve doğrulanan Hz. Peygamber (a.s)'in haberleriyle bize malum olmuştur ki, Allah Deccal'la birlikte bazı şüpheye (tereddüde) düşürücü ve hakkı batıla karıştıracak türden şeylerin elinden fışkırması gibi şeyler göndermiştir. Bunlar öyle şeylerdir ki, akıl sahiplerinden akıllarını çeker alır, keskin görüş sahiplerinden görüşlerini kapar alır. Şeytanların emrine verilmesi, cennet ve cehennem getirmesi, iddiası üzerine ölüyü diriltmesi, sapıtmak istediğini bazen yağmurla ve bitkiyle, bazen de kriz ve kıtlıkla gıdalandırılması (ya da gıdalandırmaması) bunlardandır.
Sonra açıktır ki, o insanların en sihirbazıdır. Ancak şöyle dersek bu sözün tevilini doğru yapabiliriz: O, insanların kulaklarını ve gözlerini alır. Sonunda onlara zamanın bir tek halde devam ettiğini hayal ettirir: Karanlıksız aydınlık ve akşamsız sabah gibi... Gecenin kararmadığı ve güneşin batmadığı sanılır. Zamanın uzamasından hayret ve şaşkınlık içinde kalınır. Geceyle gündüzün birbirini takip etmesindeki açık delillerin gizlenmesiyle içlere şüpheler düşer. İşte Hz. Peygamber (a.s) bu durumlarla mücadele etmekteyken gayret sarf etmelerini ve Allah kendilerinden bu karanlık bulutu dağıtıncaya kadar her namaz için vaktini tayin etmelerini emretmiştir, işte bizim tevilde ulaştığımız nokta budur. Hakkı bulmada başarılı kılan Allah'tır. O bize yeter. O ne güzel vekildir.
Nassları arz ederken kani olduğumuz, ilk günün sıkıntı bakımından bir sene gibi, ikinci günün sıkıntıda bir ay gibi, üçüncü günün de sıkıntıda bir hafta gibi olması şeklindedir.
Abdulfettah Ebu Gudde de bu görüştedir. Onun kelamıyle önünde nassları ya ona, ya buna hamletmemizi mümkün kılan iki yön bulunmaktadır. Tabii bir yönden o günlerdeki, o uzunluğun arkasında bir sebep daha olabilir. Diğer bir yönden de güneşin battığı yerden doğmadan tam bir sene gibi süren bir günün bulunmasıyla birlikte, ondan sonra güneşin battığı yerden doğması garip karşılanmaz. Üstelik şeriati vaz eden Allah, bu mesele üzerine bina edeceği şeyleri bina etmiştir. Sonra mesele hiç bir şeye hamledilmez olursa, kavramaya gücümüz yetmez. Zira bazı insanlar hakkında aydınlatıcı olacak olan bir yıllık bir gün, yeryüzünün oval oluşu nedeniyle diğer bir gurup insan hakkında da karanlık olacaktır. Meselenin oluşumu sırasında bilinecek bir sırrı olması ihtimaliyle birlikte, bu ve benzeri şeyler tevil ve tefsiri gerektirmektedir. Onun için biz her ne kadar bu kanaate varmışsak ve aktardığımızı aktarmışsak da özelikle teslimiyeti tercih ediyoruz. Zaten nassların ifadesi de tevile uygun değildir.
"Son günleri kıvılcım gibidir" sözü (ki bunu İbni Mace, Ebu Ümame'den rivayet etmiştir) hakında da Abdülfettah Ebu Gudde şunları belirtmektedir:
"Bu, Nüvvas bin Sem'an hadisinde geçenlere ters düşüyor. Nüvvas hadisinde "Deccal'in yeryüzünde ikameti kırk gündür. Bir günü, bir sene gibi, bir günü, bir ay gibi, bir günü, bir hafta gibi, diğer günleri de sizin (normal) günleriniz gibidir" şeklinde geçmişti. Bu hadis sahih bir hadistir ve Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbni Mace ve İmam Ahmed tahric etmişlerdir.
Ebu Ümame'nin bu hadisi ise -sıhhatine dair- sened hakkında tenkid edilmiş, dolayısıyla senedi hakkında tenkid yapılmamış bir hadisin kendisine tercih edilebileceği bir hadistir."
Açıktır ki, Deccal'in yeryüzünde kalış süresine, o sahih hadisten farklı olarak bu hadiste geçenler, sadece bazı ravilerin meseleyi birbirine karıştırmasından ve tasarruflarından kaynaklıdır. Nitekim 'Feyzu'l Bari ala Sahihi'l Buhari' adlı eserinde görebileceğimiz bir kaidede İmam Keşmiri de bunu takrir etmiştir. 318
Ayrıca Hakim'in Müstedrek (4/536,537)'inde Ebu Umame hadisi bulunmaktadır. Bu hadiste de Deccal'in yeryüzünde kalışının sınırlandırılması, Sahih-i Müslim'de geçen habere uygun düşmektedir. Hadisin sözleri şöyledir:
"Onun günleri 40 gündür. Bir günü, bir yıl, bir günü, bir ay, bir günü, bir hafta, bir günü bir kaç gün ve son günleri de serap gibidir. İnsan sabahleyin Medine kapısındayken daha öbür kapıya varmadan akşam olur."
İşte o zaman İbni Mace'nin Sünen'inde geçen rivayette bazı ravilerin karıştırmalarının ve tasarruflarının olduğunu kesinlikle anlamış oluruz.
Hocalarımızın hocası, çağının imamı Keşmiri de -Allah'ın rahmeti ve rızası üzerine olsun- yukarıda işaret olunan kaidesinde aynı şekilde karar vermiştir. Allah, Allame Muhammed Bedralem Hocaefendi'yi de, hocası İmam Keşmiri'nin kaidesini not düşerek açıkladığı için en güzel şekilde ödüllendirsin.
Deccal'in yeryüzünde kalış süresini sınırlandırana bu hadisi kabul sadedinde Allame Ali el Kari 'El Merkat fi şerhi'l Mişkat' adlı eserinde (5/211) şöyle der:
"Belki de iki rivayetin arasını bulma kemmiyyet ve keyfiyyet ihtilafına dayanmaktadır. Nitekim Resulullah (a.s)'ın "... bir yıl, bir ay gibidir..." sözü de buna işaret etmektedir. Bu, zamanın geçiş süratine hamlolunur. Nitekim daha önce de "... bir günü, bir yıl gibidir.." şeklindeki ifadesi de gayet uzun olduğuna dair sıkıntıya hamlolunur. Zira farklı olması, kişilerin hem durumlarına, hem de kişilere yani kendilerine göre değişir."
Molla Ali Kari Hocaefendi'nin zikrettiği açıklama, bizim ilk günün, sıkıntı açısından bir yıl gibi, diğerlerinin de işte şöyle şöyle olacağına ait düşüncemizi doğrulamaktadır. Bilindiği gibi, insanın kendisine vakti unutturacak bir işe dalması, ona vaktin nasıl geçtiğini hissettirmez. Bu nedenle vakti algılama nisbidir ve kişilere göre değişir. Sıkıntıda olan kimse, vakti uzun hisseder, zevkte olan kişi de vakti hissetmez bile. Bir işe dalmış olan kimse, zamanın akıp gittiğini hissedemez. İşte anlatılmak istenen budur.
"Rüzgarın önüne kattığı bir bulut gibi..." ifadesi üzerine de Abdulfettah Ebu Gudde şunları söylemiştir:
"Bir rivayette de 319 "...çok şiddetli bir rüzgarın sürüklediği bulut gibi..." şeklinde geçmektedir. Burada ğays bulut anlamına gelir. Yani yeryüzünde rüzgarın şiddetli ve sert bir biçimde sürüklediği bulutun hızı gibi hızlı hareket eder. Aldanmış akılsızlar; halini, eksikliğinin ve ayıplarının delillerini düşünüp de sahtekarlığı ortaya çıkıp yalancılığı belli olmasın ve onlar nazarındaki yalancı ve batıl iddiaları boşa gitmesin diye bu süratle hareket eder."
Abdulfettah Ebu Gudde açıklamasına şöyle devam eder:
"Allame Seffarani (öl: 1188), 'Levami'u'l esran'l Behiyye' adlı akaide ait manzumesinde bazı öğütler eklemiştir. Bu öğütlerinden bazılarına burada yer vermek istiyoruz:
Üçüncü öğüt: Her alimin Deccal'la ilgili hadisleri, çocuklar, kadınlar ve erkekler arasında yayması gerekir. İmam İbni Mace: Tanafisi'nin, "Muharibi'nin şöyle dediğini duydum" dediğini rivayet eder:
"Bu hadisin, yani Deccal hadisinin öğretmene verilmesi gerekir ki, okuldaki çocuklara öğretsin." Kaldı ki, çıkış alametleri arasında, 'adının minberlerde anılmaması' da zikredilmiştir.
İmam Ahmed, İbni Huzeyme, Ebu Ya'la ve Hakim, Cabirbin Abdullah'tan merfu olarak şöyle rivayet etmişlerdir:
"Deccal, dinin güçsüz, ilmin geri olduğu sırada ortaya çıkar."
Öyleyse her alimin, özellikle fitnenin başkaldırdığı, sıkıntıların çoğaldığı, sünnetlerin alametlerinin kalmadığı, sünnetin adeta bid'at gibi olduğu, bid'atlerin de tabi olunacak din haline geldiği şu günümüzde Deccal'i hatırlatması gerekir."
Dostları ilə paylaş: |