1044- Müslim, Nüvas bin Sem'an (r.a)'dan şöyle rivayet etmektedir:
"Bir sabah Resulullah (a.s) Deccal'i anlattı da hakkında alçaltma ve yükseltme yaptı. O kadar ki, onu hurma bahçesinde zannettik. (Huzurundan ayrılıp daha sonra akşamleyin yeniden) huzuruna döndüğümüzde Resulullah (a.s) hissettiklerimizi anlayıp: "Hayrola?" dedi.
"Ey Allah'ın elçisi, sabahleyin Deccal'i anlattın, onun hakkında öylesine yükseltme ve alçaltma yap(ıp detaylı bilgi ver)din ki, adeta onu hurma bahçesinde (imişçesine yakınımızda) zannettik." dedik. Bunun üzerine şöyle buyurdular:
"Sizin için Deccal'dan başka birinden daha çok korkmaktayım. Eğer ben sizin aranızda iken çıkarsa, sizin adınıza ona ben galip gelirim. Şayet ben aranızda yokken çıkarsa, herkes kendi başının çaresine baksın. Allah her müslüman hakkında benim vekilimdir. Bu adam, kıvırcık saçlı bir gençtir. Gözü patlaktır (yani üzüm salkımındaki iri üzüm tanesi gibidir.) Sanki onu Abduluzza bin Katan'a benzetiyor gibiyim. Sizden kim ona erişirse, kendisine karşı Kehf suresinin ilk ayetlerini (baş tarafını) okuyuversin. O, Şam'la Irak arasındaki bir semtten (kumluktan) çıkar ve sağa sola fesad saçar. Ey Allah'ın kulları, (bu mel'una karşı) direnip sebat edin!"
Dedik ki:
"Ey Allah'ın Resulü, yeryüzünde ne kadar kalacaktır?"
"Kırk gün. Bir gün, bir sene gibi. Bir gün, bir ay gibi. Bir gün, bir hafta gibi. Diğer günleri de sizin günleriniz gibidir."
"Ya Resulullah (a.s), o bir sene gibi olacak günde, bir günün namazı (yani beş vakit namaz) bize kafi gelecek mi?"
"Hayır... Onun için günün miktarını tayin edin."
"Ya Resulullah (a.s), onun yeryüzündeki sürati nasıl olacaktır?"
"Rüzgarın sürüklediği bulut gibidir. Bir kavme gelir onları (kendisine iman edip tanrı tanımaya) davet eder, onlar da kendisine iman ederler ve olumlu cevap verirler. Bunun üzerine gökyüzüne emreder, yağmur yağdırır, yeryüzüne emreder, ot bitirir. Akşamleyin sürüleri yanlarına alabildiğinde, uzun hörgüçlü ve bol sütlü, memeleri dolu olarak döner.
Sonra bir başka kavme gelerek onları da (kendisine iman edip tanrı tanımaya) davet eder ama onlar onun sözünü reddederler. O da onları bırakıp gider. Hemen ertesi sabah kıtlık içinde sabahlarlar ve ellerinde mallarından birşey kalmaz. O adam bir harabeye uğrar ve ona 'Definelerini çıkar!' der. Bunun üzerine o harabenin hazineleri arı beyleri(ini takip ettikleri) gibi ardına düşerler.
Sonra genç babayiğit bir adam çağırıp ona kılıcıyla vurup ikiye biçer ve her parçayı bir ok atımı yere fırlatır. Sonra bu adamı çağırır, o da onun yanına gülerek ve yüzü parlar bir halde gelir.
İşte o, bu halde iken Allah Mesih bin Meryem (a.s)'i gönderecektir. Mesih (yani Hz. İsa), Şam'ın doğusundaki Akminare'nin yanına, iki boyalı elbise içinde ellerini iki meleğin kanatlarına koymuş (tutunmuş) olarak inecektir. Başını eğdiği zaman su damlayacak, kaldırdığı zaman ondan inci gibi gümüş taneleri yuvarlanacaktır. Onun nefesinin kokusunu duyan her kafir, mutlaka ölecektir. Nefesi ise gözünün gördüğü yere ulaşacaktır.
Mesih (Hz. İsa) bu adamı arayacak ve sonunda ona Lüd Kapısında ulaşıp hemen öldürecektir. Akabinde Hz. İsa (a.s)'nın yanına Allah'ın kendilerini o adamın şerrinden koruduğu bir kavim gelecek, o da onların yüzlerini silecek (mesh edecek) ve onlara cennetteki derecelerini haber verecektir. O bu halde iken Allah İsa (a.s)'ya:
"Ben kendim için öyle bir takım kullar yarattım ki, onları öldürmeye hiç kimsenin eli kalkamaz. Şimdi sen benim kullarımı Tur'a götürerek koru!" diye vahyedecektir.
Ve Allah, Ye'cüc ve Me'cüc'ü gönderecektir. Bunlar her tepeden süratle sızacaklardır. Derken öncüleri Taberiye Gölü'ne uğrayacak ve içindeki suyu içeceklerdir. Sonradan gelenleri de uğrayıp "Bir zamanlar burada gerçekten bir su vardı" diyeceklerdir.
Allah'ın Peygamberi Hz. İsa (a.s) ve arkadaşları muhasara edilecek, hatta içlerinden birisinin bir öküz başına sahip olması, yüz dinara (altına) sahip olmasından daha hayırlı olacak. Allah Peygamberi Hz. İsa (a.s) ve arkadaşları Allah'a yalvaracaklar, Allah da Ye'cüc ve Me'cüc'e boyunlarına musallat olacak bir deve kurdu gönderecektir. Böylece sanki tek bir kişiymişçesine hepsi helak olarak sabahlayacaklardır.
Sonra Allah'ın Peygamberi Hz. İsa (a.s) ile arkadaşları (Tur'dan) yeryüzüne inecekler. Yeryüzünde onların leş ve pislikleri ile dolmadık bir karış yer bulamayacaklardır. Allah'ın Peygamberi Hz. İsa (a.s) ve arkadaşları yine Allah'a iltica edecekler, Allah da Horasan develerinin boyunları gibi kuşlar gönderecek, bu kuşlar onların cesetlerini yüklenerek Allah'ın dilediği yere atacaklardır. Sonra Allah öyle bir yağmur gönderecek ki, ona ne kerpiç ev, ne de çadır engel alabilecektir. Bu yağmur, yeryüzünü yıkayıp ayna gibi parlatacaktır. Sonra da yeryüzüne:
"Mahsûlünü bitir, bereketini iade et" denilecektir, işte o gün cemaat nar yiyecek ve kabuğu altında gölgelenecektir. Süte bereket verilecek, hatta yeni yavrulamış bir deve bir çok insan topluluklarına yetecek, yeni yavrulamış bir sığır da insanlardan bir kabileye yetecektir. Yeni kuzulamış bir koyun ise akrabadan bir oymağa kafi gelecektir.
Onlar bu halde iken Allah, güzel bir rüzgar gönderecek, bu rüzgar onları koltuklarının altından yakalayacak, her mü'minin ve müslümanın ruhunu kabzedecek, geride insanların kötüleri kalarak, yeryüzünde eşekler gibi alenen çiftleşeceklerdir. İşte kıyamet bunların üzerine kopacaktır."
Bir rivayette 242de benzeri anlatılmış, fakat "Bir zamanlar burada gerçekten su vardı" sözünden sonra şöyle bir ilavede bulunmuştur:
"Sonra Hamer Dağı'na varıncaya kadar yol alırlar -ki bu dağ Kudüs Dağı'-dır- ve "Yeryüzündekileri öldürdük, gelin şimdi de gökyüzündekileri öldürelim" derler. Hemen ardından gökyüzüne ok atarlar. Allah Teala da oklarını kana bulanmış olarak düşürür."
Tirmizi ise 243:
"Hurma bahçesinin hemen yanındaymış gibi hissettik." ifadesinden sonra şöyle bir ilavede bulunmuştur:
"Ondan sonra Resulullah (a.s)'ın yanından ayrıldık, sonra akşamleyin tekrar yanına geldik."
Ve yine Tirmizi, bu rivayetinde 'tâfi'e' kelimesi yerine 'ayhuhu kâ'ime' kelimesini kullanmış ve 'halle' dememiştir. Ve rivayetine şöyle devam etmiştir:
"Bir kavme gelip onları (kendisini tanrı tanımaya ve itaat etmeye) çağırır, onu yalanlarlar ve lafını ağzına tıkarlar. O da onları bırakıp yürür, bunların malları onu takip eder, ellerinde hiçbir şey kalmaksızın sabahlarlar.
Sonra başka bir kavme gelip onları da (aynı bâtıl şeylere) davet eder. Onlar da derhal olumlu cevap verip kendisini tasdik ederler. İşte o zaman gökyüzüne emreder yağmur yağdırır, yeryüzüne emreder ot bitirir. Akşamleyin sürüleri o (tasdik eden kavmin) yanına hörgüçleri alabildiğine uzun, bol sütlü ve memeleri dolu olarak döner. Sonra bir harabeye gelip: "Defineleri çıkar" der, oradan uzaklaşır. Oranın defineleri de onu an beyleri(ni takip ettikleri) gibi takip ederler."
İmam Tirmizi, hadisi şuraya kadar Müslim'in rivayetine benzer bir şekilde rivayet etmiştir:
"Bir zamanlar burada gerçekten su vardı."
Sonra şu şekilde devam etmiştir:
"Sonra Kudüs Dağı'na gelinceye kadar ilerler ve "Yeryüzündekilere öldürdük, gelin şimdi de gökyüzündekileri öldürelim" derler ve hemen gökyüzüne ok atarlar. Allah da oklarını kana boyanmış olarak düşürür. İsa bin Meryem (a.s)'le arkadaşlarını kuşatırlar. Hatta o gün bir sığır başına sahiplenmek, onlar için sizin bugün bir dirheme (altına) sahip olmamızdan daha makbul olur."
İmanı Tirmizi'nin rivayeti şöylece devam eder:
"İsa (a.s) ve arkadaşları Allah'a yönelirler (dua ederler) de Allah Horasan develerinin boyunları gibi kuşlar gönderir. O kuşlar onları taşıyıp uzak vadilere ve ovalara atarlar. Müslümanlar yedi yıl yaylarını, oklarını ve sadaklarını yakalarlar. Sonra Allah ne bir kerpiç evin, ne de bir çadırın karşı duramayacağı bir yağmur gönderir de yeryüzünü ayna gibi (pırıl pırıl tertemiz) yıkar."
İmam Tirmizi şöyle devam etmiştir:
"Sonra yeryüzüne: "Mahsulünü bitir, bereketini iade et" denilir. İşte o gün cemaat (ki kullanılan Arapça kelime sayılarının kırktan az olacağına işaret etmektedir) nar yer ve kabuğu altında gölgelenir. Süte bereket verilir. Hatta yeni yavrulamış bir deve, bir çok insan topluluklarına yeter (süt verir), yeni buzağılamış bir sığır da insanlardan bir kabileye yeter, yeni kuzulamış bir koyun da akrabadan bir oymağa kâfi gelir.
Onlar bu halde iken Allah ansızın güzel bir rüzgar gönderir de her mü'minin ruhunu kabzeder. Diğer insanlarsa geri kalıp eşeklerin açıkça çiftleştiği gibi çiftleşirler. İşte kıyamet bunların üzerine kopar."
"Onun hakkında yükseltme ve alçaltma yaptı" sözü üzerine Abdülfettah Ebu Gudde şöyle bir açıklama yapmıştır:
"İmam Nevevi, Sahih-i Müslim Şerhi'nde (18/63) "Bunun anlamı hakkında iki görüş vardır" demiş ve şöyle açıklamıştır:
"İlki: "Hakkında alçaltma yaptı" sözünün anlamı, onu tahkir etti, küçümsedi; "Hakkında yükseltme yaptı" sözünün anlamı da onu yüceltti, büyüttü demektir. Allah Resulü'nün "O, patlak gözlüdür", "O, Allah katında daha değersizdir", "Bu adam hariç, o hiç kimseyi öldürmeye güç yetiremez, sonra ondan da aciz olur", "Sonra durumu sona erer ve bundan sonra o öldürülür" sözleri, tahkir türündendir. Allah Resulü'nün "Kıyametten hemen önce Deccal'den daha büyük halk yoktur", "Hiçbir peygamber yoktur ki, ümmetini yalancı körden uyarmış olmasın" sözleri de onun işine önem vermesi ve fitnesinin büyüklüğünü ifade türündendir. İşte Deccal'a ait meydana gelecek harikulade haller bunlardır.
İkinci görüş de şudur: "O konuşmada sesini yükseltti ve alçalttı" sözünün anlamı; Deccal'ın durumuna dair uzunca konuşmaktan dolayı sesini alçalttı ve uzunca konuştuktan ve yorulduktan sonra dinlenmek için sesini kıstı, ondan sonra da sesini herkese duyurabilmek için yükseltti demektir."
Kıyamet alemetleri ve alametlerden sonra olacakların yorumu bizzat olayların vukuudur. Zaten Allah Teala:
"İlle onun te'vilini (tefsirini, yorumunu) mi gözetiyorlar. Onun te'vili geldiği (haber verdiği şeyler ortaya çıktığı) gün, önceden onu unutmuş olanlar der ki: "Doğrusu Rabbimizin elçileri gereği getirmiş..." 244
Bununla birlikte bazı insanlara, bazı nasslar karışık gelmektedir. Dolayısıyla üzerinde durmak gerekir. Nitekim mezkur hadiste geçen şu bölüm bazı insanlara karışık gelen meselelerdendir:
"Dedik ki:
"Ya Resulullah (a.s), yeryüzünde ne kadar kalır?"
"Kırk gün. Bir gün, bir sene gibi, bir gün, bir ay gibi, bir gün de, bir hafta gibi. Diğer günleri de sizin günleriniz gibidir." buyurdu. Bu defa:
"Ya Resulullah! O bir sene gibi olan günde bize bir günlük (beş vakit) namaz yetecek mi?" diye sorduk. Buna da:
"Hayır... Onun için günün miktarını tayin edin" diye cevap verdi."
Karışıklık sebebi şudur: Eğer bir gün bir sene gibiyse bu, -hadisle ilgili olarak zihinlere başka bir yorum gelmediğinde- bir seneye karışlık dünyanın bir başka yerinde uzun bir gece olmasını gerektirir. Malumdur ki, bu durum ancak güneşin batıdan doğması sırasındadır. Dolayısıyla biz bu hadisi şöyle yorumlarız:
O bir sene gibi olacak günden, bir ay gibi olacak bir günden ve bir hafta gibi olacak bir günden maksat, sıkıntı ve mihnet bakımından böyle olmasıdır. Yani normal bir gün insana sıkıntısından ve belasından ötürü bir seneymiş gibi gelecektir. Delilimiz de onun dünyada kalış süresinin 40 yıl olduğunu kaydeden rivayetlerin olmasıdır. O ise ancak sıkıntı ve mihnet yüzünden kırk sene gibidir. Değilse, dünyada kalışı 40 gündür.
Cabir'in rivayetiyle gelen hadiste şöyle geçmektedir:
"Yeryüzünde 40 gün dolaşır. Allah Teala'nın ona (girmeyi) haram kıldığı şu iki belde, Mekke ile Medine hariç ayak basmadık belde bırakmaz. Onun günlerinden bir gün, bir yıl gibi, bir gün, bir ay gibi, bir gün, bir hafta gibi, geri kalan günleri de sizin şu günleriniz gibidir."
Bu hadisi Taberani rivayet etmiş olup, Ahmed bin Hanbel de ceyyid bir senedle benzerini rivayet etmiştir. Lafzı şöyledir:
"Belde-i tayyibe olan yerler hariç, kırk günde yeryüzünde Deccal tarafından ayak basılmadık yer kalmaz..."
Asıl itibariyle hadis Müslim tarafından Nüvvas bin Sem'an'dan şu lafızla rivayet olunmuştur:
"Dedik ki:
"Ya Resulullah (a.s), yeryüzünde ne kadar kalır?"
"Kırk gün" buyurdu. Hadise böyle başlayıp zikreder ve şu eklemde bulunur:
"Dedik ki:
"Ya Resulullah (a.s), şu bir sene gibi olan günde bir günlük namaz bize kâfi gelecek mi?"
"Hayır... Onun için günün miktarını tayin edin."
"Ey Allah'ın Resulü, yeryüzündeki sürati nasıl olacaktır?"
"Rüzgarın önüne kattığı bir bulut gibi olacaktır."
Yine Müslim, Abdullah bin Amr'dan şöyle aktarır:
"Deccal ümmetim arasında çıkar ve kırk kalır. Bilmem ki, kırk gün mü, kırk ay mı, yoksa kırk yıl mı?"
Kırk gün kalacağının kesin oluşu bu tekrarlanan rivayetlerden önce (tercih edilir.)
Ayrıca Taberani, Abdullah bin Ömer'den diğer bir tarikle şöyle rivayet etmiştir:
"Çıkar -yani Deccal çıkar- ve yeryüzünde 40 sabah kalır, o kırk günde Kabe, Medine ve Beyt-i Makdis hariç her yöreye gelir..."
Semura (r.a)'nın rivayetinde ise şu şekilde geçmektedir:
"Haremeyn (Mekke ile Medine) ve Beyt-i Makdis (Kudüs) hariç, dünyanın her tarafında görünür. Nihayet mü'minleri Kudüs'te kuşatır. Sonra da Allah kendisini helak ediverir."
Hz. Peygamber (a.s)'in "Müminleri Beyt-i Makdis'te kuşatır" sözü üzerine Abdülfettah Ebu Gudde şöyle not düşmüştür:
"İmam Ahmed'in, Müsned (5/l6)'deki rivayetinde böyle olduğu gibi, Haysemi'nin Mecmau'z-Zevaid (7/341 )'inde de şöyle geçmektedir;
"Müminler kuşatılırlar. Yani fiilin meçhul sigasıyla ve fiilden sonraki kelimenin merfu haliyle." 245
Cünade bin Ebi Ümeyye (r.a)'nin rivayetinde ise şöyle anlatılmaktadır:
"Sahabe'den, Ensarlı bir adamın yanına vardık. Dedi ki:
"Resulullah (a.s) ayağa kalkıp:
"Sizi Mesih hakkında uyarıyorum..."
Hadis bu şekilde devam etmektedir. Bu rivayette şöyle bir ifade yer almaktadır:
"Yeryüzünde kırk gün kalır. Otoritesi (hükmü) her yere ulaşır. Dört mescide gelemez: Kabe, Mescid-i Rasul, Mescid-i Aksa ve Tur."
Hadisi Ahmed bin Hanbel tahric etmiş olup ravileri sikadır.
Bir sene gibi olan bir günü, sıkıntı bakımından bir sene gibidir şeklinde yorumlamaya bizi sevkeden işte budur. Sahabe, hadisi zahirine göre anlayınca Resulullah (a.s) onlara göndüzün altı ay, gecenin de altı ay olduğu Kuzey ve Güney kutbu günleri gibi, günlerin uzun olduğu durumlara dair fıkhi hükmü vermiştir.
Allah Resulü'nün:
"Sonra yeryüzüne; bereketini geri getir," denilir, işte o zaman, toplum nar yer ve kabuğunda gölgelenir. Süte de bereket verilir. Hatta yeni yavrulamış bir deve bir çok insan topluluklarına yeter." sözünde, dünyanın ve bereketin başına gelenlerin dünyadaki fesad nedeniyle olduğuna işaret vardır. Zaten ayette de:
"İnsanların elleriyle kazandıkları yüzünden karalarda ve denizlerde fesad zuhur etti..."246 buyurulmaktadir.
Bir kitabın kaydettiğine göre isyanların olmadığı kutup'ta bazı zirai ürünlerin bildiğimiz dünyadakinden kat kat daha fazla çoğaldığı görülmüştür. İşte bu Ademoğullarının isyanlarıyla kirlenmemiş yeryüzünün bereketine bir örnektir.
Abdülfettah Ebu Gudde, hadisin bu bölümü ile ilgili olarak aşağıdaki notları düşmüştür:
"Hafız İbni Kayyim, 'el-Cevabu'l-Kâfî limen se'ele ani'd Deva'iş-Şâfi' adlı eserinin 83 ile 86. sayfaları arasında şöyle demektedir:
"Günah ve isyanlar, yeryüzünde gerek suda, gerek zirai ürünlerde, gerek meyvelerde, gerekse meskenlerde türlü türlü tahribat (fesad) yapar. Allah Teala da şöyle buyurmaktadır:
"İnsanların elleriyle kazandıkları yüzünden karalarda ve denizlerde fesat çıktı. Belki vazgeçerler diye (Allah, böylece) onlara yaptıklarının bir kısmını tattırıyor."
Selef'ten birisi şöyle demiştir:
"Her günah işleyişinizde, Allah da hükümranlığından sizin için bir ceza halkeder."
Açıktır ki, -Allah bilir ama- (ayette işaret buyurulan) fesat'tan maksat, günahlar ve onları gerektiren şeylerdir. Nitekim Allah'ın:
"....(Allah) onlara yaptıklarının bir kısmını tattırıyor..." sözü de bunu göstermektedir, işte durumumuz budur ve ancak yaptıklarımıza karşılık az bir şey tattırılmaktadır. Eğer bütün amellerimizin karşılığını tattırmış olsaydı, yeryüzünde tek bir canlı bırakmazdı. Yeryüzünde Allah Teala'ya isyanın etkilerin-dendir ki, o isyanlar yüzünden yere batmalar, göçükler ve depremler gibi musibetler ve bereketin yok edilmesi gibi belalar yaşanmaktadır. Resulullah (a.s) Semud kavminin diyarına uğradı da sahabeye onların yurtlarına -ağlayarak girmeleri müstesna- girmeyi, sularından içmeyi ve kuyularından su çekmeyi yasakladı. Hatta isyanın uğursuzluğunun, suya olan etkisinden dolayı, onların sularıyla yoğurulmuş hamurun su taşıyan develere yedirilmemesini emir buyurdu. Günahların etkisinin uğursuzluğu, meyvelerin eksilmesinde ve başa gelen afetler hususunda da böyledir. İmam Ahmed, Müsned'inde (2/29) bir hadisin zımmında şöyle demiştir:
"Emevi halifelerinden birisinin hazinelerinde bir miktar buğday bulundu. Bu buğday tanesi, bir hurma çekirdeği kadardı. Buğdaylar, üzerinde "Bu, adaletle hükmedildiği zamanda yetişmiştir" yazılı bir kese içinde idi.
Allah Teala'nın musibet olarak verdiği afetlerden bir çoğu, kulların işlediği günahlar sebebiyledir. Yaşlı çöl halkından bir gurup, bana onların meyvelerini şimdiki halinden daha büyük olduğu dönemler yaşadıklarını bildirdiler. Ayrıca başlarına gelen daha önce tanımadıkları felaketlerin, ancak yakın zamanlarda vuku bulduğunu haber verdiler."
Günahların görünüşlere ve insanın yaratılışına tesirine gelince, İmam Tirmizi Cami'inde Hz. Peygamber (a.s)'den şöyle rivayet eder:
"Allah Adem'i, boyu gökyüzüne doğru (uzar biçimde) 60 zira olarak yarattı, insanlar bugüne kadar durmadan küçüldüler (ya da insanlar küçüle küçüle bugünkü boylarına geldiler.)"
Allah dünyayı zulümden, hiyanetten ve fücurdan temizlemek istediğinde Peygamberinin ehl-i beyti içinden kullarından bir kulu çıkarır da yeryüzünü, nasıl zulümle dolmuşsa öylesine adaletle doldurur, Deccal'ı, yahudileri ve hıristiyanları öldürür. Allah'ın, Rasulünün uğruna gönderdiği dini İslam'ı diriltir, canlandırır. Yeryüzü de bereketini geri getirir, eski haline döner. Hatta insanlardan kırk kişiye yakın bir cemaat nar yer, kabuğunda gölgelenir. Bir üzüm salkımı, tam kapasite bir deve yükü kadar olur. Yani yavrulamış tek bir devenin sütü, insanlardan bir çok cemaate yeter.
Böyle olur. Çünkü dünya, isyanlardan temizlenince yeryüzünde Allah Teala'nın ihsan ettiği bereketin etkileri görülür. Ki, bu bereketi günahlar ve kafirlik yok etmiştir. Allah'ın yeryüzüne indirdiği cezaların etkilerinden arta kalanların yeryüzüne nüfuz ettiğinde şüphe yoktur."
Hafız İbni Kesir, tefsirinde (5/364) Rum suresinde geçmekte olan Allah Teala'nın;
"İnsanların elleriyle kazandıkları yüzünden karalarda ve denizlerde fesat çıktı. Belki vazgeçerler diye (Allah, böylece) onlara yaptıklarının bir kısmını tattırıyor." ayetinin tefsiri sırasında şöyle der:
"Burada 'karalardan' maksat, düz-geniş sahralar, 'denizlerden' maksat ise şehirler ve köylerdir. Allah Teala'nın "İnsanların elleriyle kazandıkları (günahlar) yüzünden karalarda ve denizlerde fesat çıktı..." sözünün anlamı da şudur: Zira ürünlerdeki ve meyvelerdeki eksiklikler, isyanlar yüzündendir."
Ebu Aliye şöyle demiştir:
"Kim yeryüzünde Allah'a isyan ederse, yeryüzünde tahribat yapmış (fesat çıkarmış) olur. Çünkü gerek yeryüzünün, gerekse gökyüzünün salahı yani doğru düzgün olması, Allah'a itaatledir. Bundan dolayı Ebu Davud'un rivayet ettiği hadiste Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurmuştur:
"Dünyada tatbik edilen bir hadd (İslam'ın koyduğu bir ceza), yeryüzü halkı için 40 gün yağmur yağmasından daha iyidir."
Çünkü hadler uygulandığında insanların bir çoğu, karşılıklı haram işlemekten el çekmiş olurlar. İsyanlar terkedilince de bu, gökyüzü ve yeryüzü bereketlerinin elde edilmesine neden olur.
Onun için İsa bin Meryem (a.s) domuzları öldürmek, haçları kırmak ve cizyeyi kaldırmak suretiyle -ki artık gayri müslimler ya İslam'a girecekler ye da idama razı olacaklardır- bu temiz ve pak şeriatla hükmederek, dünyayı yöneterek âhir zamanda yeryüzüne indiğinde ve Allah, onun döneminde Deccal'ı ve uşaklarını, Ye'cüc'ü ve Me'cüc'ü de yok edince, yeryüzüne:
"Bereketini geri getir" denilir. İşte o vakit insanlardan bir çok cemaat nar yer, kabuğunda gölgelenir ve yeni yavrulamış bir devenin sütü, insanlardan bir çok cemaate yeter."
Bu da ancak Hz. Muhammed (a.s)'in şeriatının uygulanması bereketiyle olur. Adaletin her hakim kılınışında bereketler de, hayır da çoğalır. Bundan dolayıdır ki, Sahih-i Buhari ve Müslim'de şu şekilde bir hadis gelmiştir:
"Facir öldüğünde ondan kullar da, beldeler de, ağaçlar da, hayvanlar da rahat bulur, huzura erer."
İmam Ahmed bin Hanbel, Muhammed ve Hüseyin-Avf isnadıyla Ebu Fahzem'den şöyle rivayet etmiştir:
"Adamın biri Ziyad bin Ebihi'nin (öl: 53 hicri) valiliği döneminde -ya da Ubeydullah bin Ziyad bin Ebihi'nin (öl: 67 hicri) valiliği döneminde- içinde hurma çekirdeği büyüklüğünde hububat, yani buğday taneleri bulunan bir kese buldu, içinde -Yani kesenin içinde- "Bu, adaletle yönetilen bir dönemde yetişmiştir." yazmaktaydı."
Bu konuda ekleyeceğimiz bir takım konular var:
Daha önce gördüğümüz her mü'minin canını alacak rüzgara işaret eden hadisi okuyanlar, bunun Hz. İsa (a.s) zamanında olacağını zannedebilir. Durum böyle değildir. Bu rüzgar, Hz. İsa (a.s)'nın inişinden sonra, insanlar Hz. İsa (a.s)'nın varlığının, bereketinin, etkileri içinde yaşarlarken esecektir.247
1045- Ebu Davud, Ubade bin Samit (r.a)'ten şu şekilde rivayet etmiştir:
"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
"Ben size Deccal'den söz ettim. Sonra da akletmemenizden korktum. Şüphesiz Mesih Deccal; kısa, ayrık bacaklı, kıvırcık saçlı, bir gözü kör, silik gözlü biridir, fırlamış veya çukura kaçmış gözlü değildir. Eğer karıştırırsanız bilin ki, Rabbinizin bir gözü kör değildir, (ve zaten yaratıklarına benzemekten de münezzehtir)"248
1046- Müslim, Abdullah bin Ömer (r.a)'den rivayet etmiştir:
"Resulullah (a.s) insanlar arasında Deccal'ı anlattı ve şöyle buyurdu:
"Allah'ın bir gözü kör değildir. Dikkat edin, Mesih Deccal'in sağ gözü kördür. Gözü sanki fırlamış bir üzüm tanesi gibidir."
Tirmizi'nin rivayeti 249ise şöyledir:
"Hz. Peygamber (a.s)'e Deccal hakkında soruldu da:
"Dikkat edin, Rabbinizin gözü kör değildir. Halbuki Deccal'in bir gözü kördür. Sağ gözü sanki üzüm salkımı taneleri arasındaki iri tane gibi ileri fırlamıştır" buyurdu."
Buhari'nin rivayetinde de250 şöyle geçer:
"İnsanlar arasında Deccal anlatıldı ve Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurdu:
"Allah'ın gözü kör değildir. Dikkat edin Mesih Deccal'in sağ gözü kördür. Sanki üzüm salkımında, iriliğinden ileri çıkmış tane gibi..."
Hem Buhari'nin, hem de Müslim'in rivayet ettikleri başka bir rivayette251 ise şöyle anlatılmaktadır:
"Hz. Peygamber (a.s) Deccal'ı anlattı ve:
"Şüphe yok ki, onun sağ gözü kördür; sanki üzüm salkımındaki iri tane gibi." buyurdu."
Ebu Davud'un252 rivayetinde de ifade şu biçimde geçer:
"Resulullah (a.s) insanlar arasında ayağa dikilerek (hutbe okumaya başlayıp) Allah'a layık olduğu şekilde hamd etti. Sonra Deccal'dan söz açarak:
"Kuşkusuz ben sizi ona karşı uyarıyorum. Hiçbir peygamber yoktur ki, peygamber gönderildiği toplumu ona karşı uyarmamış olsun. Nitekim Hz. Nuh (a.s) da kavmini ona karşı uyarmıştı. Ama ben size Deccal hakkında hiçbir peygamberin kavmine söylemediği bir söz söyleyeceğim. Haberiniz olsun ki, o kördür, halbuki Allah asla kör değildir."
Tirmizi'nin rivayet ettiği bir başka hadisteki 253anlatım da şu şekildedir:
"Resulullah (a.s) insanların arasında ayağa kalkarak (hutbeye başladı ve) Allah'a yakışır biçimde hamdetti. (O'nu övdü) Sonra Deccal'den söz açarak:
"Şüphesiz ben sizi ona karşı uyarıyorum. Hiçbir peygamber yoktur ki, peygamber gönderildiği toplumu, ona karşı uyarmamış olsun. Hz. Nuh (a.s) da hakikaten kavmini ona karşı uyarmıştı. Fakat ben size onun hakkında hiç bir peygamberin kavmine söz etmediği bir söz söyleyeceğim: Bilmiş olunuz ki, o kördür, halbuki Allah kesinlikle kör değildir."
İmam Zührî bu konuda şu hadisi aktarmıştır:
"Bana Ömer bin Sabit Ensârî, kendisine Allah Resulü'nün sahabilerinden birisinin şöyle haber verdiğini bildirdi."
Hz. Peygamber (a.s) Deccal'in fitnesinden çekinmelerini tavsiye ederken sahabiye şöyle seslenmiştir:
"Bilmiş olun ki, sizden hiç kimse ölünceye kadar Rabbini görecek değildir. Ayrıca (yine bilmiş olun ki) onun iki kaşı arasında (Deccal'ın) davranışından hoşlanmayan herkesin okuyacağı (şekilde) "Kafir" yazılıdır."254
Bir Açıklama
Hz. Peygamber (a.s)'in "Şüphesiz onun sağ gözü kördür" hakkında İmam Nevevi şu açıklamada bulunmuştur:
"Üzüm salkımında diğer tanelerden iri olduğu için ileri fırlamış üzüm tanesi gibi gözü patlaktır" şeklindeki ifadesinde geçen "tâfi'e-tâfiye" kelimesi, hem hemzeli, hem de hemzesiz rivayet edilmiştir. Hemzeyle rivayet edenlere göre anlamı, nuru gitmiştir (görmez olmuştur); hemzesiz rivayet edenlere göre de anlamı, patlak, ileri çıkmış demektir.
Sonra burada sağ gözünün kör olacağı haber verilirken, bir başka rivayette de sol gözünün kör olacağı haber verilmektedir. İmam Müslim her iki rivayeti de 'Kitabu'l-Fiten'in sonunda kaydeder. Her ikisi de sahihtir."
Bu hususta Kadı İyad da şunları söylemiştir:
"Bu harfi, hadis hocalarımızın bir çoğundan hemzesiz olarak rivayet ettik ve bu şekil, onların bir çoğunun kabul ettiği şekildir. Ahfeş'in kabul ettiği görüş de budur. Anlamı da üzüm salkımındaki taneler arasından fırlamış iri (fırlak) tane gibidir olur.
Bazı hadis hocalarımız ise hemzeli okumuş, birileri de bunu reddetmişlerdir ama reddedecek bir yön yoktur. Nitekim Hadiste onun silik gözlü olmakla, fırlamış ve çukura kaçmış gözlü olmakla, aksine gözü ışımamakla (gözünün nuru gitmiş ve silinip adete dümdüz olmakla nitelenmiştir. Bu ise suyu gitmiş üzüm tanesinin özelliğidir. Dolayısıyla bu durum, hemzeyle okuyanların rivayetini doğrular. Ancak başka hadislerde yer alan patlak, gözünün karası ağarmış gibi yine bir rivayette yer alan duvara tükürülmüş tükrük (veya balgam) gibi patlak gözbebekti ifadeleri de hemzesiz okunuşu doğrular. Fakat hadislerin arasını bulup bütün rivayetleri doğrulayan izah şudur:
Silinip adeta dümdüz olmuş, silik, ne fırlamış, ne de çukura kaçmış olmayıp suyu kaçmış üzüm tanesi gibi olan gözü, burada da zikredildiği gibi sağ gözüdür. Patlak olan, gözünün karası ağarmış olan ve duvara tükürülmüş balgam gibi olan ve salkımdaki iri üzüm tanesi gibi olan gözü de bir başka rivayette geldiği gibi sol gözüdür. İşte bu izah, "tâfi'e-tafiye" kelimesini hemzeli veya hemzesiz olarak aktaran ve sağ gözünün ya da sol gözünün kör olduğunu ifade eden hadis ve rivayetlerin arasını bulur ve uyuşturur. Çünkü her iki gözü de kördür. Özellikle göz olmak üzere herşeyin kusurlusuna a'ver (ki burada 'kör' ifadesiyle çevirdik) denilir. Deccal'in her iki gözü de ayıplı ve kusurlu olup kördür: Birisi hiç olmamakla, diğeri de ayıplı olmakla..."
Dostları ilə paylaş: |