Leri olmak üzere Fârâbî ve İbn Sînâ gibi filozoflar, harfi sadece ses yönüyle ele alarak ağzın muayyen bir mahreç sahasından



Yüklə 1,17 Mb.
səhifə3/28
tarix04.01.2019
ölçüsü1,17 Mb.
#90534
növüYazı
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   28

Yüksek sınıf tarafından aşağılanan har-fûşlar, Kahire ve civarındaki mescid ve ca­milerin yanında hayır müesseseleri bu­lunduğu halde buralara gitmezler, çalış­mak da istemezler, zenginlere musallat olurlardı. Bu davranışlarına rağmen ha­reketlerinin kontrol altında tutulması ve iç mücadelelerde onlardan faydalanma amacıyla devlet bazan harfûşlara destek verirdi. Nitekim bazı Memlûk sultanları harfûşlann kefaletini kendi hasekiyyele-rine ve emirlerine vermiş, zaman zaman da onlara erzak tevzi ettirmiştir. 661 (1263) yılında Mısır'da kıtlık olunca Sul­tan 1. Baybars 2500 harfûştan bir kısmı­nı kendisi almış, bir kısmım oğlu el-Me-likü's-Saîd'e, bir bölümünü de nâibüssal-tanasına vermiş, kalanları ise emirlere ve zengin tacirlere dağıttırmıştır. Ayrıca onlara günde üç rıtl ekmek ile bir rıtl et tahsis etmiş ve bundan böyle halktan hiç­bir şey istememelerini emretmiştir (İbn İyâs, I, 319). Aynı şekilde 775'te (1373-74) Kahire'de büyük bir kıtlık meydana gelip pahalılık artınca Sultan el-Melikü'l-Eşref Şa'bân fakirlere hububat dağıttır­mış, harfûşlar kefalete bağlanarak emîr ve tüccarların ileri gelenleri arasında pay­laştırılmıştır. 782 (1380) yılında da Ber-kuk, Kahire'de bulunan harfûş ve fakir­lere 20 irdeb un tevzi ettirmiştir. 841 Şevvalinde (Nisan 1438) Memlûk sultanı Kal'atülcebel'e çıkınca harfûşlara ve di­ğer fakirlere altın ve gümüş paralar da­ğıttırmıştır. Ancak harfûşlar para dağı­tan hazinedarı atından düşürünce sultan

166

reislerini çağırtarak bundan böyle dilen­cilik yapmamalarını, çalışarak para kazan­malarını, aksi takdirde cezalandırılacak­larını bildirmiştir. Harfûşlar bu emre bir süre uymuşlar, fakat daha sonra tekrar dilenciliğe başlamışlardır. Bunun üzerine harfûşlann geldikleri yerlere geri dönme­leri için şiddete başvurulmuşsa da bun­dan bir sonuç alınamamıştır. 10 Muhar­rem 912'de (2 Haziran 1506) Sultan Kan-su Gavrİ'nin harfûş ve yoksullara altın ve gümüş dağıttığı bilinmektedir (ibn iyâs, IV, 94).



Memlûk sultanlarının harfûşlara ge­nellikle yumuşak davranmasına karşılık bazı Memlûk emîrleri sert muamelede bulunurdu. Nitekim Emîr Koşun, 742'de (1341-42) harfûşları takip ettirdiği gibi birkaçını Bâbüzzüveyle'ye çiviletmişti. Bir kısım emîrler de tam aksine onlara yakın­lık göstererek kendilerine meylettirirler ve muhaliflerine karşı kullanırlardı. Me­selâ başta Emîr İdıgmış olmak üzere ba­zı emîrler harfûşlara Emîr Kosun'un evi­ni yağmalatmış ve adamlarını öldürtmüş­lerdi. 723 (1323) yılında da Sultan el-Me-likü'n-Nâsır Muhammed b. Kalavun, har­fûşlara çok iyilikleri olan Emîr Taştimur el-BûnTyi hapsedince Kahire'de toplanan birkaç bin harfûş sultanı tehdit ederek Taştimur'u serbest bıraktırmışlardı.

Harfûş zümresinin bir teşkilâtı olup bu teşkilâtın başında bir reis bulunurdu. Memlûk sultanları, "şeyhü'l-harâfîş" (sul­ta nü'I-harâffş) adıyla anılan bu reis aracı­lığıyla harfûşlarla temas kurarlardı. İbn Tolun, Kahire'den Şam'a giden harfûş re­isi İbn Şa'bân'ın ve eşinin orada bulunan ayak takımı tarafından çalgılar ve davul­larla karşılandığını yazmaktadır [Müfâ-kehetü'l-hiltân, s. 164). Memlûk Sultanlı-ğı'nın son yıllarında sayıları artan harfûş-ların yırtık elbiselerle Kahire sokakların­da dolaştıkları, birbirlerine küfrettikleri ve aralarında kavga çıkardıkları kaydedil­mektedir.

Harfûşların Mısır'da Osmanlı hâkimiye­ti zamanındaki durumları hakkında kay­naklarda fazla bilgi yoktur; ancak yine de bunların varlıklarını sürdürdükleri anla­şılmaktadır. Osmanlı müelliflerinden Âlî Mustafa Efendi Kahire'de gördüğü dilen­ciler hakkında bilgi verirken onları özel bir adla anmaz [Hâlâtü'i-Kâhire, s. 126). Aynı şekilde Evliya Çelebi de dilenciler­den bahsederek bunların bir şeyhi oldu­ğunu, sayılarının 9000'e ulaştığını, bey­lerden ve paşalardan bol bahşiş ve sada­ka aldıklarını belirtir [Seyahatname, X,

382, 521-526). Bu ifadeler, söz konusu zümrenin Kahire'de Memlûk dönemin­deki siyasî rollerinin tamamıyla ortadan kalktığını göstermektedir. Fakat Ceber-tî'nin "cuaydî" (caîdî) ve "evbaş" adlarıyla andığı harfûşların zaman zaman halka yönelik zararlı faaliyetlerini sürdürdükle­ri anlaşılmaktadır {Mazharü't-takdîs, s. 45-46, 120-121). Yalnız Cebertî fakir, di­lenci, kör ve topalları bu "ehl-i fesâd" gruptan ayrı tutmaktadır.

Fransızlar'ın Mısır'da bulunduğu za­manlarda Kahire'deki karışıklıklardan fay­dalanan harfûşlar fesat ve yağma hare­ketlerine tekrar başlamışlardır. Napol-yon'un ordusu Kahire'ye girip İbrahim ve Murad beyler şehirden kaçınca caîdiyye ve evbaşlar toplanıp bu emirlerin evleri­ni yağmalamışlar, onları örnek alan Fran­sızlar da Memlûk emirlerinin evlerine gi­rip değerli eşyalarını almışlardı. Bugün de Kahire'de harfûşlara benzer bazı kim­selerin varlığı devam etmektedir.

Harfûş kelimesi, Osmanlılar zamanın­da Şam'ın Ba'lebekve Bikâ' bölgelerine hükmeden Şiî emîr ailesinin adı olarak da kullanılmıştır. Bu ailenin Mısır'daki har­fûşlarla ilgisinin olup olmadığı bilinme­mektedir. İbn Tolun, Mısır'da bulunan harfûşlar şeyhinin zaman zaman Şam'a gittiğini belirtmektedir {Müfâkehetü'l-hitian, s 164). Ayrıca bu aileye mensup İbnü'l-Harfûş diye anılan bir kişinin Mı­sır'da harfûşlar şeyhi olup Osmanlılar'ın Şam'ı zaptından sonra muhtemelen bu­raya yerleştiği kaydedilmektedir. İbnü'l-Harfûş. Şam'da Osmanlı idaresine baş kaldırarak Sayda ve Bikâ'ı zapteden Nâ-sırüddin İbn Haneş'le birlik olmuş, ancak daha sonra Şam Beylerbeyi Canbirdİ Ga-zâlî tarafından öldürülmüştür. Canbirdi'-nin isyanı esnasında Harfûşoğulları Ba'-lebek bölgesine yerleşmişlerdir. Harfû-şoğlu emîrleri, Ba'lebekve civarını nüfuz­ları altına almaya çalıştıkları için bazan Şam, Trablus ve Halep beylerbeyileri. ba­zan da Şam'daki mahallî kuvvetlerden Ma'noğulları veya Şihâbîler tarafından te'dib edilmişlerdir. XVII. yüzyıl başların­dan itibaren Ba'lebekve Bikâ'da hâkimi­yet için Harfûş emîrleri arasında rekabet çıkmış, bunların bir kısmı hedeflerine ulaşmak için düşmanlarıyla iş birliği yap­maya çalışmıştır. Harfûş emîrleri ayrıca Şam'daki Osmanlı idaresiyle mahallî kuv­vetler arasında çıkan anlaşmazlıktan her fırsatta faydalanmışlar, böylece Ba'lebek ve Bikâ'daki hâkimiyetlerini XIX. yüzyılın ortalarına kadar sürdürmüşlerdir.

BİBLİYOGRAFYA:

et-CJşûiü't-tâfihiyye: Mecmtfatü ueşâ'ik (nşr. Buluş Mes'ad - Nesîb el-Hâzin), Beyrut 1958, s. 106,116-118, 141,358,367,372,374,377, 385-386,404,408,411, 440; İbn Battûta. Tuh-fetü'n-nüzzâr, s. 33; İbn Dokmak, el-Ceuherü'ş-şemîn fi siyeri'l-hutefâ* oe'l-mulûk ue's-selâŞn (nşr. Saîd Abdülfettâh Âşûr), Mekke 1402, s. 275, 339-340, 370, 428-429; Makrîzî. Kitâbü's-Sü-lûk,N/2, s. 1037; a.mlf.. İğâşetû't-ünvnebi-keş-fi'l-ğumme (nşr. M. Mustafa Ziyâde -Cemâled-dln eş-Şeyyâl), Kahire 1940, s. 44-46; İbn Tağrî-berdî. en-Nücûmü'z-zâhİre, VIII, 154; X, 29, 41; ibn İyâs, BedâVu'z-zühûr, I, 125, 319, 482; II, 103, 442; IV, 94, 141; İbn Tolun. Müfâkehe-tü'l-l}itlân fi hauâdisi'z-zamân {nşr. M. Musta­fa), Kahire 1962, s. 164; Âlî. Hâlâtû't-Kâhire mi-ne'l-âdâti'z-zâhire: Mustafa 'Ali's Description ofCairo of 1599(nşr. ve trc A. Tietze). Wien 1975, s. 126; Evliya Çelebi, Seyahatnâme,X, 382, 521-526; Cebertî. Mazharü 't-takdis bi-zehâbi Dev-leti'l-Fransis (nşr M. Cevher - Ömer ed-Desûkî), Kahire 1969, s. 45-46, 120-121; Buluş Mes'ad, ed-Devletü'l-'Oşmâniyye ft Lübnan ue Suriye 1517-1916, Kahire 1916, s. 13, 19, 21,22, 29, 38, 53; Emîr Haydar Ahmed eş-Şihâbî, Lübnan fî'ahdl'l-ümerâ'i'ş-Şİhâbİyyîn (nşr. Esed Rüs-tem), Beyrut 1933, s. 35, 38, 106; Saîd Abdül­fettâh Âşûr, el-Müctema'u 7-Mışrî fî asri selâ(î-ni't-Memâtîk, Kahire 1962, s. 37; Receb en-Nec-câr - Şükrî Mahmûd Ahmed, "eş-Şüttâr ve'l-cayyârûn",er-/?İsâ/e,sy. 741 (1947), s. 8-9, 179, 185, 223; "Harfûş", İA, V/l, s. 231; K. S. Salibi, "Harfü£h\ El2 (İng), III, 205-206; W. M. Brin-ner, "Harfugh", a.e., 111, 206.

İH Seyyid Muhammed es-Seyyid Mahmûd

HARGÛŞÎ


Ebû Sa'd {Saîd)

Abdiilmelik b. Muhammed

(Ö. 406/1015-16)

Mutasavvıf, vaiz,

fıkıh ve hadis âlimi.

L J


Nîşâbur'un bir mahallesi olan Hargûş'-ta (Arapça telaffuzu ile Harküş) doğdu. İlk tahsiline Nîşâbur'da başladı. Muham­med b. Ali el-Mâsercisî başta olmak üze­re tanınmış âlimlerden Şafiî fıkhı okudu ve hadis dersleri aldı. Bu alanlardaki bil­gisini arttırmak için Bağdat'a, oradan da hac farizasını ifa etmek üzere Hicaz'a git­ti. Bir süre Mekke'de ikamet etti. Kudüs ve Şam yanında Mısır'daki ilim merkez­lerini de dolaşarak buralardaki âlimler­den faydalandıktan sonra Nîşâbur'a dön­dü. İbn Nüceyd ve Ebû Sehl es-Sü'lûkî gi­bi zâhid ve sûfîlerin meclislerine devam etti. Bir müddet sonra evinde inzivaya çekildi. Bu arada hadis okutmaya başla­dı ve zaman zaman vaaz verdi. Güvenilir bir râvi olarak kabul edildiğinden Hâkim en-Nîsâbûrî gibi tanınmış âlimler kendi-

sinden hadis rivayet ettiler. Bir cami, bir medrese, bir de hastahane inşa ettirip bütün servetini ve kütüphanesini bura­lara vakfetti. Serpuş imal ederek kazan­dığı para ile geçimini sağladı. Hayır sever ve takva sahibi bir kişi olan Hargûşî, iti­barlı ve ünlü olduğu halde sohbetlerine katılan fakir ve dervişlere devlet adamla­rına davrandığı gibi davranır ve saygı gös­terirdi. Doğduğu yer olan Hargûş'ta ve­fat etti.

Eserleri. Hargûşî'nin günümüze ulaşan eserleri şunlardır: 1. Şerefü'n-nebî {Şe-refü'n-nübüvue, Şerefü'l-Muştafâ ve De-lâ'ilü'n-nübüuue). Arthur John Arberry, şemail ve siyere dair olan bu eserin sekiz cilt olduğunu söylüyorsa da {İA, V/l, s. 231) mevcut nüshaları bir cilttir {Sezgin, I, 670; Gündüz, s. 66). Eser, Mahmûd b. Muhammed er-Râvendî tarafından Ki-tâb-ı Siyer-i Mustafâ adıyla Farsça'ya tercüme edilmiştir. Bu tercümenin Sü-leymaniye (Esad Efendi, nr. 2222) ve Be­yazıt Devlet (Veliyyüddin Efendi, nr 888) kütüphanelerinde nüshaları vardır (Gün­düz, s. 66). Z. Kitâbü'l-Beşâre ve'n-ne-zâre. Rüya ile ilgili olan eserde özellikle sülük esnasında görülen rüyalar ve rüya ile kişilik arasındaki münasebetler üze­rinde durulmaktadır. Kitabın Süleymani-ye Kütüphanesi'nde (Ayasofya, nr. 1688) bir nüshası bulunmaktadır (diğer nüs-

HARCÛSÎ


halan için bk. Sezgin, I, 670; Gündüz, s. 67). 3. Tehzîbü'I-esrâr fî tabaküti'1-ah-yâr. Zühd, tasavvuf ve ahlâka dair olup yetmiş bölümden meydana gelmektedir. Hargûşî bu eserinde geniş ölçüde Ser-râc'm eİ-Lümacından faydalanmıştır. Ancak eser başka kaynaklarda bulunma­yan orijinal bilgiler de ihtiva etmektedir. Müellifin ele aldığı konular, genellikle el-Lüma* ve Kütü'l-kulûb'da görülen şek­liyle tasavvufun bilinen meseleleridir (yaz­ma nüshaları için bk. Sezgin, I, 671; Gün­düz, s. 68-70, 87). Arberry, Tehzîbü'les-râr'ın mutasavvıflar ve tarikat ehli arasın­da fazla rağbet görmemesini, eseri mü­elliften rivayet eden öğrencisi Ebû Ab­dullah Şîrâzî ile ikinci râvisi Ebû Ali Kir-mânfnin zayıf ve güvenilmez râviler ola­rak tanınmalarına bağlar {'İA, v/l, s. 231). Tehzîbü'l-esrâr, Hargûşî"nin sohbet mec­lisindeki konuşmalarının bir öğrencisi ta­rafından kaydedilmesi suretiyle meyda­na gelmiştir. Fakat Hargûşî bu eserini bir dostunun arzusu üzerine kaleme aldığı­nı söyler. Bir sûfî olmaktan çok zâhid ve vaiz olarak tanınan Hargûşî'ye sûfî taba-kat kitaplarında yer verilmediği gibi şat-hiyelerin bulunmadığı ve zahirî hüküm­lere bağlılığın esas alındığı Tehzîbü'l-es­râr da mutasavvıflar arasında pek tanın­mamıştır. Kitap. İrfan Gündüz tarafın­dan Berlin (nr. 2820) ve Süleymaniye (Şe-

HARGÛSÎ


hid Ali Paşa, nr. 1157) kütüphanelerin-deki nüshalarına dayanılarak tahkik edil­miş ve Hargûşfnin hayatı ve eserleri üze­rine bir incelemeyle birlikte yayıma hazır­lanmıştır (bk. bibi.).

Kaynaklarda Hargûşî'nİn Siyerü'l-\ıb-bâd ve'z-zühhâd (Sem'ânî, IX, 94), Kitâ-bü'z-Zühd (Zehebî, Atlâmü'n-nübelây, XVII, 256), Şe'dirü'ş-şd/ihm {Keşfü'z-zu-nûn, II, 1045. 1047), el-Levâmf (a.g.e., 1!, 1559), Kitâbü'l-Holâş ve'n-necöh (Hargûşî, s. 26) et-Tefsîr (Zehebî, Aclâ-mü'n-nübelâ', XVII, 256) gibi eserlerinin bulunduğu kaydedilmektedir.

BİBLİYOGRAFYA:

Hargûşî, Tehzîbü'l-esrâr (haz. İrfan Gündüz, doçentlik çalışması, 19901, İSAMKtp., nr. 16.971, s. 26; Hatîb, Târihu Bağdâd, XIV, 432; İbrahim b. Muhammed es-Sarîfînî. Târihu Nîsâbûr: el-Müntehab mine's-Siyâk (nşr. M. Kâzım el-Mah-mûdî), Kum 1362 hş., s. 501-502; Sem'ânî, el-Ensâb, 11, 360; IX, 94; İbn Asâkir. Tebyînü kezi-bi'l-müfterî, s. 233-236; Attâr. Tezkİretü'i-eu-/iyâJ(nşr. R. A. Nicholson), Leiden 1905-1907, II, 192; Yâküt. Mü'cemü'l-büldân, II, 360; Kaz-vînî, Âşârü'l-bilâd, Beyrut, ts. (Dâru Sâdır), s. 477; Zehebî, A'lâmü'n-nübelâ', XVII, 256; a.mlf., el-'İber, II, 214; a.mtf., Tezkiretü'l-huf-fâz.m, 1066;SübW.ra£>afcât(Tanâhî),X, 137;İbn Hacer, Lisânü'l-Mîzân, II, 254; Keşfü'z-zunûn, I, 214, 514; II, 1045, 1047, 1559; İbnü'1-İmâd, Şe-zerât, 111, 184-185; Sezgin. GAS, I. 670-671; İr­fan Gündüz, Ebû Sa'd el-Hargûşt ne Tehzibü'l-esrâr't (doçentlik çalışması, 1990), İSAM Ktp., nr. 17.717, s. 65-70, 87-88; A. J. Arberry. "Hargûşî", İA, V/l, s. 231; a.mlf., "al-&har-, £F(Jng), IV, 1074.

\Sü Süleyman Uludağ

HÂRİCE b. HUZÂFE

Hârice b. Huzâfe b. Ganim

el-Kureşî el-Adevî

(ö. 40/661)

Sahâbî.


L J

Kureyş kabilesinin Benî Adî koluna mensup olduğu için Kureşî ve Adevî nis-beleriyle anılır. Annesi Fâtima bint Amr b. Büceyre el-Adeviyye'dir. Kureyş arasın­da kahramanlığı ile tanınan ve "1000 ki­şiye bedel" bir süvari sayılan Hârice'nin ne zaman müslüman olduğu bilinmemek­tedir. Hz. Ömer döneminde Mısır'ın fet­hine katıldı ve halifenin Amr b. Âs'a gön­derdiği takviye birliklerden birine kuman­da etti. Mısır'ın fethinden sonra Hz. Ömer. Amr b. Âs'a yazdığı mektupta Bey'atür-rıdvân'a katılanlarla birlikte kahramanlı­ğı ve yararlılıkları sebebiyle Hârice'ye de atıyye verilmesini istedi (İbn Sa'd, IV, 261).

168

Hârice daha sonra Amr b. Âs tarafından şurta âmiri olarak görevlendirildi. Bazı kaynaklarda kadı olarak görev yaptığı da kaydedilir.



Hz. Ali'yi. Muâviye b. Ebû Süfyân'ı ve Amr b. Âs'ı öldürmek üzere harekete ge­çen üç Hâricî'den Zâzeveyh, 17 Ramazan 40 (24 Ocak 661} tarihinde vali Amr b. Âs'ın rahatsızlığı sebebiyle sabah nama­zını kıldırmakla görevlendiren Hârice b. Huzâfe'yi Amr zannedip hançerle şehid etti. Hârice'nin iki hanımından Abdur-rahman, Ebân, Abdullah ve Avn adında dört oğlu olmuştur.

Hârice b. Huzâfe'nin naklettiği vitir na­mazıyla ilgili hadis Abdullah b. Ebû Mür-re ez-Zevfî ve Abdurrahman b. Cübeyr el-Mısrî tarafından rivayet edilmiş; Dâri-mî, İbn Mâce, Ebû Dâvûd ve Tirmizî'nin es-Sünen'lerinde yer almıştır (Wensinck, VIII, 69).

BİBLİYOGRAFYA =

İbn Sa'd, et-Tabakât, IV, 188-189, 261; Kindî, el-Vülât ue'l-kudât (Nassâr), s. 33, 39, 55; Bu­hârî. et-Târîhu'l-kebîr, III, 203; a.mif.. et-Târî-hu'ş-şağir. I, 93; Ya'kübî. Târih, II, 212; Taberi, Târih (Ebü'l-Fazl). IV, 253; V, 149; İbn Ebû Hatim. el-Cerh ve't-ta'dü, III, 373; İbn Hibbân, eş-Şi/cât, III, 111; a.mlf.. Meşâhîr, s. 56; İbn Hazm. Cemhere, s. 156; İbn Kudâme. et-Teb-yîn İt ensâbi'l-Kureşiyytn (nşr M. Nâyif ed-Düleymî), Beyrut 1408/1988, s. 442, 452; İbnü'I-Esîr, el-Kâmil, III, 394; a.mtf., Üsdü'l-ğâbe |Ben-nâ), II, 83-84; jbn Hallikân. Vefeyât, VII, 216-217; Mizzî. Tehzîbü'l-Kemâl, VIII, 6-8; İbn Ke-sîr, el-Bidâye, VII, 330; Fâsî, el-cİkdü'ş-şemîn, IV, 256-257; İbn Hacer, el-İşâbe, I, 399; a.mlf., Tehzibû't-Tehzîb, EH, 74; Wensinck, ei-Mu'cem, VIII, 69. r—ı

[ffl Hüseyin Algül

r HÂRİCE b. ZEYD ""

Ebû Zeyd Hârice b. Zeyd

b. Sabit el-Ensârî en-Neccârî

(ö. 100/718-19)

Medîneli meşhur yedi tabiîn fakihinden biri.

L J

30 (650-51) yılında dünyaya geldi; 29'-da doğduğu da rivayet edilmektedir. En-sardan ve Benî Neccâr kabilesinden meş­hur sahâbî Zeyd b. Sâbit'in oğludur. Me­dine'de "fukahâ-i seb'a" diye şöhret bu­lan yedi fakihten ve Ömer b. Abdülazîz'in Medine valiliği sırasında (706-712) danış­ma kuruluna seçtiği on âlimden biri olan Hârice'nin ferâiz ilmi ve divan kâtipliği sa­halarında uzman olduğu kaydedilir. Ayrı­ca hadis rivayetiyle de ünlü olup sika râ-viler arasında sayılmaktadır. Çeşitli kay-



naklarda çok sayıda hadis rivayet ettiği­nin belirtilmesine karşılık Zehebî, rivaye­tinin azlığı gerekçesiyle Hârice'nin biyog­rafisini vermeye gerek görmediğini söy­lemektedir {Tezkiretü'l-huffâz, 1,91). Baş­ta babası ve annesi Ümmü Sa'd (Cemîle bint Sa'd b. Rebf el-Ensârî} olmak üzere am­cası Yezîd b. Sabit ile Üsâme b. Zeyd, Üm-mü'l-Alâ el-Ensâriyye ve Sehl b. Sa'd gibi sahâbîlerden hadis rivayet etmiştir. An­cak Buhârî, amcasının Ebû Bekir döne­minde şehid edildiğine dair rivayetin doğ­ru olması halinde ondan naklettiği riva­yetlerin mürsel sayılması gerektiğini söy­lemektedir (et-Târihu'ş-şağlr, I, 42) Ken­disinden rivayette bulunanlar arasında oğlu Süleyman, kardeşinin oğlu Saîd b. Süleyman, Ebû Bekir b. Hazm. Kays b. Sa'd. İbn Şihâb ez-Zühri ve fıkıhta tale­besi olan Ebü'z-Zinâd yer almaktadır.

İbn Asâkir'in tarih belirtmeksizin Hâri­ce'nin Dımaşk'a gidip orada ikamet etti­ğine ve Ebü'l-Hüseyin er-Râzî tarafından Dımaşklı hocaları arasında sayıldığına dair verdiği bilgiye bakılırsa orada ders vere­cek kadar uzun bir süre kaldığı söylene­bilir.

100 (718-19) yılında vefat eden Hâri­ce'nin ölüm tarihi 99 olarak da kaydedil­mektedir. Cenaze namazını Medine Vali­si Ebû Bekir b. Hazm kıldırmış, ölüm ha­berini duyan Ömer b. Abdülazîz, "Allah'a yemin ederim ki onun ölümü İslâm'da bir boşluk meydana getirmiştir" diyerek üzüntüsünü ifade etmiştir. Hârice b. Zeyd, Ömer b. Abdülazîz'in kaynak yetersizliği dolayısıyla sadece ona bağlattığı özel tah­sisatı kendi durumundaki diğer kişilere de verilmesi halinde kabul edebileceğini söyleyip geri çevirecek kadar takva sahi­bi bir kimse idi.

BİBLİYOGRAFYA :

İbn Sa'd, et-Tabakât, V, 262-263; M b. Medî-nî. c/te/(Kalracî|. s. 50; Halîfe b. Hayyât, et-Ta-bakat (Zekkâr). II, 627; Buhârî. et-Târîhu'l-ke-bîr,]l\, 204; a.m\f., et-Târthu'ş-şağir, 1, 42, 215, 216; İbn Kuteybe, ef-Ma'ârtf (Ukkâşe), s. 260; İbn Abdürabbih. el-'İkdü't-ferîd, IV, 168, 169; İbn Hibbân. Meşâhîr, s. 64; a.mlf.. eş-Şikât, İV, 211;Şîrâzî, Tabakâtü'l-fukahâ', s.43;İbnAsâ-tör. Tehzîbü Târihi Dımaşkİ'l-kebir, Beyrut 1979, V, 27-29; NeveVî, Tehztb, I/l, s. 172; İbn Halli­kân. Vefeyât, II, 223; Mizzî. Tehzîbü't-Kemâl, VIII, 8-13; Zehebî, et-'İber, I, 90; a.mlf.. A'lâ­mü'n-nübelâ', IV, 437-441; a.mlf., Tezkiretü'l-huffâz, 1, 91-92; Safedî. el-Vâp, XIII, 241; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 187; İbn Hacer, Tehzîbü't-Tehzîb, III, 74; İbn Tağriberdî. ert-Nücûmü'z-zâ-Mre, Kahire 1963, I, 242-243; Süyûtî, Tabakâ-tü'l-huffâz (Ömer), s. 35.

İRİ Mehmet Erdoğan

HARİCÎLER

Dinî ve siyasî konulardaki

aşırı görüşleri ve faaliyetleriyle tanınan fırka.

L J


Haricî, "çıkmak, itaatten ayrılıp isyan etmek" anlamındaki hurûc kökünden "ay­rılan, isyan eden" mânasında bir sıfat olan hâriç kelimesine nisbet ekinin İlâve edilmesiyle meydana gelmiş bir terim olup topluluk ismi için hâriciyye ve havâ-ric kullanılır. Fırkanın adı konusunda çe­şitli görüşler ileri sürülmüştür. Kendile­rine karşı isyan ettikleri yöneticilerle fır­kanın muhalifleri Havâric ismini "insan­lardan, dinden, haktan veya Hz. Ali'den uzaklaşan ve yönetime karşı ayaklanarak cemaatten çıkanlar" anlamında kullan­mışlardır. Meselâ Şehristânfye göre ha­ricî, ümmetin ittifak ettiği meşru bir ha­lifeye baş kaldıran herhangi bir kimsedir [el-Milel, i, 114). Bu baş kaldın Hulefâ-yi Râşidîn'e veya daha sonraki devlet baş­kanlarına karşı olabilir. Yine muhalifleri tarafından Haricîler hakkında kullanıl­mış diğer bir isim de "dinden çıkmış" an­lamında mârikadır. Kendileri ise Havâric ismini, "kâfirlerin arasından çıkarak Al­lah'a ve peygamberine hicret edenler" (krş. en-Nisâ 4/100), "kâfirlerle her türlü bağı koparanlar" anlamında kullanırlar. Hâridler'in beğendikleri ve kendilerini ifade için kullandıkları başka bir isim de "Allah yolunda savaşıp O'nun rızâsı için canlarını ve mallarını satan ve Allah'ın da bunları cennete karşılık satın aldığı kim­seler" anlamındaki (krş. et-Tevbe 9/111) surattır. Hâricîler'e, aralarında bazı grup­lara ayrılmadan önceki dönemde, Sıffîn olayının ardından taraflarca benimsenen hakemlere rızâ göstermeyi reddetmele­rinden dolayı muhakkime, Hz. Ali'den ay­rıldıktan sonra ilk toplandıkları yer olan Harûrâ'ya nisbetle Harûriyye ve burada­ki reisleri Abdullah b. Vehb er-Râsibî*ye izafeten Vehbiyye adlan da verilmiştir.

Hâridler'in doğuşu, hemen hemen bü­tün tarihçiler tarafından Sıffîn Savaşı'n-da hakem meselesinin ortaya çıkışına bağlanmıştır. Buna göre Havâric, hakem tayinini (tahkim) kabul etmesinden dolayı Ali b. Ebû Tâlib'den ayrılanların meyda­na getirdiği bir fırkadır. Fırkanın doğu­şunun böyle bir olaya bağlanması isabet­li gibi görünürse de tahkimden çok önce Hz. Osman'ın hilâfetinin son yıllarında vuku bulan sosyal karışıklıklar sebebiyle müslümanlann zihinlerini meşgul eden

bazı fikir ve davranışlar göz önünde tu­tulduğu takdirde, Hâricîliğin tahkim ola­yı üzerine birden bire varlık kazanmış bir fırka olmadığı anlaşılır. Esasen Hâricî-ler'in, "Osman'ı hepimiz öldürdük" şek­lindeki sözlerine ve daha o dönemlerden itibaren İhtilâlci unsurların devamı olduk­ları yolundaki iddialarından hareketle menşelerinin Hz. Osman'ın 35 (656) yı­lında şehid edilmesinden önceki zaman­lara kadar götürülmesi daha isabetli olur.

Hz. Osman'ın halife oluşundan itibaren takip ettiği yönetim tarzı, yakınlarına karşı davranışları, Medine'de ve Medine dışında yaşayan ashabın halifeyi kıyasıya tenkit etmesi İslâm toplumunda huzur­suzluklara sebep olmuştur. Asr-ı saâdet'i ve ilk iki halife dönemini gören müslü-manlar o devirlerin disiplinli ve huzurlu ortamını aramaya başlamışlardı. Halife Osman'a karşı çıkanlar valilerinin ida­resinden, Emevî ailesinin taşkınlık ve kabile taassubu dolayısıyla başkalarına tahakküm etmesinden şikâyetçiydiler. Hâricîliğin doğuşuna sebep olarak zikre­dilen şikâyet konuları ve sosyal düzensiz­likler arasında, Hz. Osman'ın belli kişile­re Irak'ta toprak bağışlarında bulunması, önemli valiliklere tayinler yaparken top­lum tarafından sevilmeyen Abdullah b. Âmir, Velîd b. Ukbe ve Abdullah b. Sa'd b. Ebû Şerh gibi yakınlarını tercih etme­si, savaş ganimetlerini dağıtırken sefer­lere katılmayan yakınlarına da pay ayır­ması, Ehl-i Bedr'in paylarını kısması, se­leflerinin aksine bazı cezaların icrasında yavaş davranması veya bunları hiç uygu­lamaması gibi sebepler sayılmaktadır. Doğrudan üçüncü halifenin icraatıyla il­gili olan bu hususlar, her ne kadar kay­naklarda onun şehid edilmesiyle ilgili me­seleler tartışıldığı sırada ileri sürülmek-teyse de ona karşı girişilen hareketlerde sadece bu sebeplerin rol oynadığını söy­lemek güçtür. Aslında o dönemle ilgili şi­kâyetlerin altında yatan asıl etken içti­maî, iktisadî ve siyasî bünyede vuku bu­lan ciddi değişmelerde ve bunlara uyum sağlamada güçlük çeken bedevî zihniye­tinde aranmalıdır. Bedevilerin bu uyum­suzluğu, yönetime karşı güvensizlik ve hayal kırıklığını da beraberinde getirmiş­ti. Öyle ki değişen şartlar onların eski ha­yatlarına göre olumsuz şartlardı ve dü­zeltilmesi gerekliydi. Kayıtsız şartsız çöl hayatından teşkilâtlı bir devlet içinde ya­şamaya geçişin getirdiği sıkıntılar bede-vîler için hissî gerginlikler doğurmuş ve bu gerginlikler sonunda patlama nokta­sına ulaşmıştır. Ayrıca İslâm'ın gelmesiy-

HÂRİCÎLER

le eski kültürleri zarar gören yahut orta­dan kalkan kimselerin düşmanlıkları ve müslümanlar arasında ayrılık ve fitne çı­karmaları da huzursuzluk sebepleri ara­sında düşünülmelidir. Nitekim Hz. Os­man'ın şehid edilmesi, "fitne" diye anı­lan siyasî ve içtimaî patlamaların en önemlisi ve İslâm tarihinde zümreleşme faaliyetlerinin başlangıcı olarak görülebi­lir. Bununla birlikte Haricî ayrılmasının bir zümreleşme faaliyeti olarak vücut bulma­sı Sıffîn Savaşı sonrasına rastlar.

37 yılının Safer ayı başında (Temmuz 657) fiilen başlayan Sıffîn Savaşı 10 Safer (28 Temmuz) sabahına kadar bütün şid­detiyle devam etti. Ali b. Ebû Tâlib, ünlü kumandanı Ester vasıtasıyla Muâviye or­dusuna son darbeyi vurmak üzere iken (Müberred, III, 1232; Taberî, 1, 3330) Mı­sır fâtihi Amr b. Âs, Muâviye'nin imdadı­na yetişti ve çarpışmayı durdurarak çö­züm için Allah'ın kitabının hakemliğine başvurulması şeklindeki meşhur önerisi­ni ortaya koydu. Hezimete doğru giden Suriyeliler. Amr'ın tavsiyesiyle büyük Şam mushafını beş mızrağın ucuna bağlaya­rak IrakJılar'ı Allah'ın kitabının hakemli­ğine davet ettiler. Bu hareket, savaştan yorulmuş ve karşısında kendi kabilesin­den olanlara, dindaşına kılıç çekmede te­reddütlere düşmüş bulunan İraklılar üze­rinde Amr'ın beklediği tesiri gösterdi. Hz. Ali tereddüde düşen ordusuna bunun bir tuzak olduğunu, gerçekte Şamlılar'in Al­lah'ın kitabını bir kenara ittiklerini söyle­diyse de etkili olamadı, hatta tehdit bile edildi. Bunun üzerine savaşı durdurup Eşter'i geri çağırmak zorunda kaldı.


Yüklə 1,17 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   28




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin