M ustaosmano⁄lu kopya



Yüklə 0,94 Mb.
səhifə12/25
tarix26.04.2018
ölçüsü0,94 Mb.
#49045
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   25

19- İSTİDRÂC


İstidrâc, basamak basa­mak çıkarma veya indirme demektir. Terim olarak kişiyi, arzusuna göre adım adım bir noktaya kadar götürüp beklemediği bir felakete atmak anlamında kullanılır. Ama kişi, bu gidişin kendi yararına oldu­ğunu zanneder.

Allah Teâlâ, uyarıda bulunmadan kulunu bu hale sokmaz. O, şöyle buyurur:



"Bir cemaati doğru yola soktuktan sonra, ne­den sakınacaklarını açıktan açığa kendilerine bil­dirmedikçe Allah'ın onları yoldan çıkarma ihti­mali yoktur." (Tevbe 9/115)

Sapıtanlar, uyarıları dikkate almayanlardır.



"Ne zaman ki yapılan uyarıları göz ardı etti­ler, biz de üzerlerine her şeyin kapılarını açıverdik. Kendilerine verilenlerle tam ferahladıkları bir sırada onları kıskıvrak yakaladık. Hepsi bir anda umut­suzluğa düştüler." (En'am 6/44)

Halbuki bunlar ellerindeki nimetlere bakarak hak yolda olduklarını düşünme yerine açık ayetler üzerinde düşünselerdi bu duruma düş­mez­lerdi.

Siz de etrafınıza toplanan insanlara bakarak "Yolumuz yanlış olsa bu kadar kişi peşimize takıl­maz." diyorsunuz. Çokluğa al­danma­malıdır. Çinli komünist lider Mao daha çok in­san toplamıştı ama bu onu kur­taramayacaktır.

Maddi imkanlarınızı, sizi dinleyenlerin çok ol­masını ve halkın saygı göstermesini de doğru yolda olmanızın delili sayıyorsunuz.

Sonunda iyice şımarıyor ve şeyhinizin kendine bağlananı, hem dünyada hem de ahirette kurtaracağını söylemeye başlıyorsunuz. İşte bu, sizin kıskıvrak yakalanacağınız nok­tadır.

Lütfen aklınızı başınıza alın da Allah Teâlâ'nın Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme olan şu emrini iyice düşünün.



"De ki: "Benim size ne zarar vermeye gücüm vardır, ne de olgunlaştırmaya.

De ki: "Beni Allah'ın azabından hiç kimse kurta­ramaz. Ben ondan başka bir sığınak da bula­mam.

Benimkisi yalnız Allah'tan olanı, onun gön­derdiklerini tebliğdir o kadar." (Cin 72/21-23)

Hz. Muhammed'in varisi olmak için insanlara açık ve net olarak yalnız Kur'an'ı anlat­mak gerekirken evliya ve meşayih dediğiniz kişilerin sözlerini alıyor, onları anlatıyorsunuz. Üstelik Kur'an’ı da ona göre yorumluyorsunuz. Sizin du­rumunuzu en iyi şu âyet ortaya koymaktadır:



"Kim Rahman'ın Zikri'ni görmezlikten gelirse onun başına bir şeytan sararız. O onun arka­daşı olur.

Onlar bunları yoldan çevirirler ama bunlar doğru yola girdiklerini hesap ederler." (Zuhruf 43/36 - 37)

Rahman'ın Zikr'i, Kur'an'dır. Siz de birçok âyeti görmezlikten geliyor ama kendinizi hak yolun öncü­leri sanıyorsunuz.

Önemli olduğu için Allah'ın Elçisi'ne varis olma konusu ile zikrin ne olduğuna tekrar deği­neceğiz.

20- GİZLİ İLİMLER

(İlm-İ Ledün - İlm-İ Bâtın)


İlm-i ledün, Allah tarafından verildiği iddia edi­len özel bir bilgi anlamında kullanılır, ilm-i bâtın da aynıdır. Kimi şeyhlere böyle bir ilim verildiği iddia edilir. Bu iddia onların kutsal­laştırılmasına yol açar.

ŞEYH EFENDİ- Manevi yolu iyi bilen ve salik­leri o yola ulaştırabilen bir şeyh aramak şeriatın emirlerindendir92.

BAYINDIR- Eğer bu sözle insana hak yolu gösterecek ve bu yolda ona örnek olacak bir öğretmene ihtiyaç olduğunu söylemek isti­yorsanız doğrudur. Her insanın bir terbiyeciye, bir ustaya ve öğretmene ihtiyacı vardır.

ŞEYH EFENDİ - Şeyhlerin sahip olduğu ilim ilm-i bâtındır. Bu her­kese verilmemiştir. Allah ondan razı olsun, Ebu Hureyre şöyle demiştir: “Ben Re­sulüllah sallallahu aleyhi ve sel­lemden iki kap dolusu ilim al­dım. Bunlar­dan birini size naklettim. Diğerini de nakletmiş ol­saydım boynumu vu­rurdu­nuz.”93 İşte bizim il­mimiz bu ilimdir.

BAYINDIR - Ebû Hureyre’nin nakletmediği ilmi kimden aldınız? Kaynağı, delilleri ve dayanağı olma­yan şey nasıl ilim olabilir?

ŞEYH EFENDİ - Kehf suresinde Hızır'la arka­daşlığı anlatılan Hz. Musa, olayların gerçek yü­zünü gö­remediği için iti­raz etmişti. Hızır aleyhisse­lamın ilm-i le­dünnü ol­duğu için işin iç yüzüne vakıf olu­yordu. Ayette “Ona, kendi katımız­dan bir ilim öğretmiş­tik. (Kehf 18/65) buyurulmaktadır. İşte ilm-i batın, ilm-i ledün bu ilimdir.

BAYINDIR - Hz. Hızır’la bera­ber olan Hz. Musa bu ilmi öğrenemediyse siz nasıl öğrendiniz? Bu ilmin size de öğretildiğinin delili ne­dir?

ŞEYH EFENDİ - Ebu Hureyre’nin sözü nedir?

BAYINDIR - Ebu Hureyre’nin sözünün nesi delildir? Ebu Hureyre “Ben Re­sulüllah sallallahu aleyhi ve sel­lemden iki kap dolusu ilim aldım. Bunlar­dan birini size naklettim. Diğe­rini de naklet­miş olsaydım boy­numu vu­rurdunuz.”94 diyor. O nakletmediğine göre siz nasıl öğrendiniz?

Bakın; Hızır aleyhisselâm ile ilgili Buharî’de uzun bir hadis vardır. Konuya açıklık getirdiği için hadisi aynen nakletmek yararlı olacaktır.

Übeyy b. Ka’b Muhammed sallallahu aleyhi ve sel­lemin şöyle dediğini bildirdi: "Musâ aleyhis­selâm İsrailoğullarına konuşma yapmak üzere kalktı. Ona, “İnsanların en bilgi­lisi kimdir?” diye so­ruldu. O da “En bilgili benim.” dedi. Allah Teâlâ onu ayıpladı. Çünkü bütün ilmi ona vermemişti. Ona: “İki de­nizin kavuş­tuğu yerde kul­larımdan biri var, o senden bilgilidir.” diye vahyetti.

Musa dedi ki, “Rabbim! Onunla nasıl bulu­şabilirim?” Allah Teâlâ dedi ki, “Sepete bir balık koy ve yanına al, balığı nerede kaybeder­sen o oradadır.”

Musa yola ko­yuldu. Genç hizmetçisi Yuşa b. Nûn ile birlikte yürüdüler. Sepet içinde ba­lığı da sırtladılar. Bir kayanın yanına ge­lince başlarını koyup uyudular. Balık sepetten çıktı, denize doğru yol alıp gitti. Hz. Musa ve genç hiz­metçi­sinde bir gariplik vardı. Gecenin arda kalanında ve gün boyu yürüdüler. Sabah olunca Musa genç hiz­metçisine dedi ki, kahvaltımızı getir, bu yolculuk bizi epey yordu.

Belirtilen yeri geçinceye kadar Hz. Musa bir yorgunluk duy­mamıştı. Genç hizmetçi dedi ki, “Gördün mü, kayanın orada dinlendiğimiz za­man balığı unutmuşum.” Musa dedi ki, “İşte istediğimiz buydu.” İzlerini takip ederek geri dön­düler.

Kayanın ya­nına vardılar baktılar ki, orada ku­maşa bürün­müş bir adam var. Musa selam ve­rince Hızır dedi ki, “Güven­lik95 nere burası nere”

O, “Ben Musa’yım.” dedi. Hızır, “İsrailo­ğullarının Musa’sı mı?“ diye sordu. “Evet” dedi ve ekledi: “Sana öğretilmiş olgunluktan bana da öğ­retmen için sana tabi olabilir mi­yim?” Hızır dedi ki, “Ya Musa, sen benimle bir­likte ol­maya da­yana­mazsın. Ben Allah’ın bana öğ­ret­tiği bir ilmi bi­liyorum ki sen onu bilmezsin. Sen de Alla­h’ın sana öğret­tiği bir ilmi bilirsin ki, ben onu bilmem.” Musa dedi ki, inşallah be­nim sabırlı olduğumu göreceksin, sana hiçbir ko­nuda karşı çıkmam.”

Bunun üzerine deniz sahilinde yaya olarak gitmeye başla­dılar. Kendi gemileri yoktu. Bir gemi geldi, ona binmek için konuştular. Hızır’ı tanıyan oldu, ücret almadan gemiye al­dılar.

Bir serçe gelip ge­minin kena­rına kondu, ga­ga­sını bir iki kere denize daldırdı. Hızır dedi ki, “Musa, benim ve senin ilmin, Allah’ın ilmin­den an­cak şu serçe­nin gagasıyla deniz­den al­dığı kadar bir şeydir.

Hızır tuttu gemi­nin tahtaların­dan birini söktü. Musa dedi ki, “Bunlar bizi, ücret almadan bindirdi­ler, sen de tuttun onları batırmak için gemi­lerini deldin.”

Hızır, “Demedim mi, sen benimle beraber ol­maya dayanamaz­sın.” dedi. Musa: “Unuttuğum için kusuruma bakma” dedi.

Hz. Musa’nın ilk karşı çıkması unuttuğu içindi.

Yürüdüler, baktılar ki, bir erkek çocuk arka­daş­larıyla bir­likte oy­nu­yor. Hızır üstten çocu­ğun ka­fasını tuttu ve eliyle yerinden çıkardı (boynunu kırdı). Hz. Musa hemen atıldı: “Bir cana karşılık ol­madan temiz bir canı öldürdün ha?” Hızır dedi ki, “Sana demedim mi, sen be­nimle beraber olmaya dayanamaz­sın, diye?”

Yürümeye devam edip bir yere geldiler, yemek istediler ama halk onları konuk etmekten ka­çındı. Önlerine, yıkılmak üzere olan bir du­var çıktı. Hızır eliyle duvara işaret etti, sonra onu doğrulttu. Musa dedi ki, “İs­te­seydin buna kar­şılık bir ücret alabi­lirdin.” Hızır dedi ki, “İşte bu beni senden ayı­rır.”

Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki, “Musa­‘ya Allah rahmet eylesin; çok is­terdik ki, sabır göstersin de bir­likte yapacak­ları daha çok şey bize anlatıl­sın96.”

Burada Hz. Hızır’ın şu sözü dikkati­mizi çekiyor:

“Ben Allah’ın bana öğrettiği bir ilmi biliyorum ki sen onu bilmez­sin. Sen de Allah’ın sana öğrettiği bir ilmi bilirsin ki, ben onu bilmem.”

Hz. Musa aley­hisselam Allah'ın elçisidir. Elçiler Allah'ın kendilerine verdiği görevi yaparlar. Bu da insan­lara doğru yolu göstermek ve onlara rehberlik yapmaktır. Şu âyet bunu açıkça belirt­mektedir:

Ey Elçi biz seni şahit, müjdeci ve uyarıcı ola­rak gön­derdik. Kendi izniyle Allah yoluna çağıran ve aydınla­tan bir lamba olarak. (Ahzâb 33/45-46)

Bir elçinin yaptığı davranışları her insan ya­pabi­lir. Çünkü onlar örnek kişilerdir. Onlarda Hz. Hızır’ınkine benzer ga­rip davra­nış­lar görülmez. Elçilerin gösterdikleri mu­ci­zeler ise onla­rın elçilikle­rini ispattan başka bir gaye taşı­maz.

Hızır aleyhisselâmın bilgisine elçi­le­rin ihti­yacı yoktur. Bunu anlamak için yukarıdaki üç olayın iç yüzünü anlatan şu âyetleri oku­yalım:

(Hızır, Musa'ya dedi ki:) Şimdi sana sabredemediğin şeyin iç yü­zünü bildireceğim:

O gemi, denizde çalışan yoksul kimselerindi. Onu kusurlu hale ge­tirmek istedim. Çünkü on­ların ileri­sinde, tuttuğu gemiyi zorla alan bir kral vardı.

Çocuğa gelince, onun anası ba­bası mümin in­sanlardı. Bu­nun on­ları azgınlığa ve kâfir ol­maya zorlaya­cağından korktuk.

İstedik ki, Rableri onun yerine kendilerine on­dan daha temiz ve daha merhametli birini ver­sin.

Duvar ise şehirde iki yetim ço­cuğundu. Altında onlara ait bir ha­zine vardı. Babaları da iyi bir kimse idi. Rabbin istedi ki, onlar olgunluk çağına girsinler de hazinelerini çıkarsınlar. Bu, Rabbinin bir merhame­ti­dir. Yoksa bunu ben kendiliğimden yapmış değilim. İşte senin sabre­de­mediğin şeyin iç yüzü. (Kehf 18/78-82)

Bu olayın ibret verici bir çok yönü vardır. Bize göre en önemlisi şudur: Allah’tan gelen her şeye teslim olmak ve bizim için ha­yırlı sonuçlar doğura­cağına inanmak gerekir. Çünkü hoşumuza git­me­yen nice olaylar vardır ki, daha sonra ne kadar gerekli olduğu ortaya çıkar.

İşte hikmet budur. Hikmet bir şeyin yerli ye­rinde olduğunu gös­teren şeydir. Bir olayın hik­me­tini anla­ya­madık diye üzü­lüp ümitsizliğe kapıl­maya gerek yoktur.

Elçilerde bu gibi garip davranışlar görülmez. Çünkü onla­rın davranışları ümmetleri için ör­nektir. Ama Hızır'ın da­vranış­ları örnek alı­namaz.

Yu­ka­rıdaki işleri Hz. Musa yapsaydı ve bir Yahudi bunu örnek alıp anasına ba­ba­sına zahmet ve­recek diye bir çocuğu öl­dürseydi veya başkası gasp e­de­cek diye biri­nin malına za­rar verseydi insanlar ara­sında emni­yet ve huzur kalır mıydı? O za­man herkes yaptığı garip davranışa bir kılıf bu­lup delil olarak da Hz. Musa’yı göstermez miydi?

Yukarıdaki hadis, şu sözleriyle bitmiştir:

Musa’ya Allah rahmet eylesin; çok isterdik ki, sabır gös­tersin de bize, birlikte yapacakları daha çok şey anlatılsın.”

Hadis, açıkça gösteriyor ki, Hızır'dan öğrenilen­ler âyette belirtilenlerle sınır­lıdır. Bu konuda Hz. Muhammed bile fazla bir şey bilmiyordu.

Bu gerçekler karşısında artık kim Hz. Hızır’a öğretilen ilmin kendine de öğretildiğini id­dia edebilir.


Yüklə 0,94 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   25




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin