SON SÖZ
Makyavelizmin İki Yüzü
İnsanlarının mutluluğu ve ona götürecek yolları bil-dikleri halde, buna göre hayatlarını düzenlemedikleri, cahillerin fiillerini ve ahlaksızlıklarını benimsemeleri an-layışından yola çıkan Fârâbî, ahlaksızlığın veya mutsuz-luğun bilgisizlikten kaynaklandığını reddeder. Kötülük yalnız bilgisizliğin sonucu değildir, aynı zamanda kasıtlı ve iradidir. Batı düşüncesinde geçmişte Sokrat’ın bilerek kötülük yapılmayacağı düşüncesi ve günümüzde kötülük yapan insanların kötülük yapabilecek bilinçliliğe ya da zekâ kapasitesine sahip olmadıkları ileri sürülmüştür. Batıdaki bir çok siyaset felsefecisi kötülüğü moderniteye, teknik gelişim, iş bölümü ve bürokrasiye yüklemektedir. Aslında bu düşüncelerden yola çıktığımızda bugün siya-setin karmaşık ilişkilerine gelip çatmaktayız. Etik alanı kuramadığımızda Egemen kavramını hukuk, ahlak ilişki-sinden uzaklaşarak İktidar perspektifinden değerlendir-meye başlamaktayız.
Hume gibi bazı düşünürlere göre, değerlerle olgular birbirinden bağımsızdır. Gerçekten nesne ve olguların kendi başlarına hiçbir anlamı yoktur, onlara anlam kazan-dıran bizleriz. Kendi bütünsel kavramsal çerçevemizle nesne ve olguları anlamlandırabilmemiz mümkündür.
Kant’ın siyasetin değer sorularına yaklaşımında ‘bağlayıcılık’ kavramıyla karşı karşıya kalıyoruz. Buna göre ahlak yargılarının eylemlerimiz üzerinde etkisi var-dır. Bir ahlak yargısına inanıyorsak, elimizden geldiğince onlara uygun davranış sergilemeliyiz. İnandığımız ahlak buyrukları, durumumuz ne olursa olsun, buyrulanın yap-masını ister. Ahlak yasasının saflığını bozan, irademizi öznel ve bencil arzularımıza göre yönlendiren ve ayartıcı olan, sıradan insan anlığı tarafından ortaya konulan “yargı”dır.609
İnsanın ayartıcı olgu ve arzulardan sıyrılması için olgu ve arasında ilişki kuramadığı ahlaki erdemi iradi özellik gösteren ve doğal olan insani erdem aracılığı ile uzlaştırmasıdır. İnsan varlığının erdeme ayrı bir boyut kattığını söylenebilir.
Hume’un felsefede ve Machievelli’nin siyaset felse-fesindeki etkileriyle olgular ve değerler arasında kesin ve mantıksal bir ayırım konulmuştur. Nesnelerde, bize iyiyi kötüden ayırma imkânı veren hiçbir şey yoktur. Ahlaki değerler, iyi ve kötü bağlamında, kişiye, özellikle kişinin duygularına bağlıdır. Etik değerler nesnel olmayıp öznel-dir. Etik değer, şeylerin, kişilerin ve eylemlerin duygu-lardan bağımsız olarak var olmaz.
Batı’nın temel siyasi yönelim ve sosyal dinamiğini oluşturan başarı endeksli yaşam anlayışı neredeyse haya-tın her alanında kendisine Makyavelizmi temel almış ya da onu kendisine payanda olarak kullanmıştır. Tüm ey-lemlerinde erdemden kopuk sonuç odaklı bir medeniyet anlayışını ortaya koyan Batı, belki de aradığı teorisyenini 16. Yüzyıl İtalya’sındaki Machiavelli ile buldu. Machia-velli’nin Hükümdar’ının 18. Bölümünde “İnsanın eylem-lerinde özellikle de hükümdarın eylemlerinde sonuca bakılır.” sözü buna temel oluşturur. Batı, kendi içindeki din savaşlarından, sömürgeciliğe, emperyalizme, terörle mücadele adına aşırı güç kullanımına kadar her yanlış uygulamasını onun öğretisine ve eserlerine gönderimde bulunarak etik alandan real alana kaçmıştır.
Günümüzdeki satış stratejilerine, ilişkilerin nasıl iyi yönetileceğine, kişilerarası çatışmadan nasıl başarılı çıkı-lacağına, başkalarına nasıl boyun eğilmeyeceğine, başka-larını ikna etmek, koşullandırmak veya yönetmek için ne-yin nasıl yapılması gerektiğine, suçlularla mücadele yön-temlerine, dini veya gönüllü kuruluşlarda mevki ve terfi elde etmek için yapılması gerektiği söylenen ayak oyun-larına, çağımızın en korkunç savaş alanlarında askerler ve askeri strateji ve taktik danışmanları tarafından daya-nak ya da davranışı meşrulaştırma olarak alımlanan bir Machiavelli’den söz edebiliriz. Bu meşrulaştırma zorun-luluk içeren “siyasi ilke” niteliğiyle yapılmaktadır.
İnsanlar, kendi isteklerinin sonucunda yapacağı, etik anlamda sıkıntı yaratacak, davranış ve tutumlarına temel aldıklarını söyledikleri gerçekçilik maskesi ile Machia-velli efsanesini yaratmışlardır.
Machiavelli, siyasal iktidarın temel kavramları olan egemenlik, meşruiyet ve sözleşme kuramlarını dillendir-mese de siyasi modernitenin kurucusudur. Machiavelli iktidar için meşruiyet kaygısı taşımadığı gibi iktidarın zor kullanmasını meşrulaştırmada eline hiç kimse su döke-mez. Siyasetin iktidarı elde etme ve korumadaki başarı-sının dışında hiçbir yargılama ölçüte tabi olmadığını düşünmesi hümanistik açıdan ciddi bir eksikliktir. Kişi “iktidar”ı ele geçirmek; “Hükümdar” olmak için iyi bir fırsat (fortuna) yakaladığında onu anlayacak kadar akıllı, bu fırsattan kişisel iktidarını gerçekleştirme cesaret ve beceri erdemi (virtu) sahibi olması gereklidir. Kitabımda da ele aldığım gibi onun için devletlerin cumhuriyet veya imparatorluk olması önemli değildir. Siyaseti iktidarla eşitleyen bir anlayışı vardır; Asıl olan “iktidar”dır; güç ilişkileridir. Onun devlet anlayışı ‘iktidar’–‘hakimiyet’ temellidir. Machiavelli güce tapar, “Hükümdar”ı gücü tek olarak kullanmaya çağırır. Onu meşrulaştıracak odak yoktur, bundan dolayı da dilediğini yapar; iktidarını kur-mak ve sürdürmek için her türlü araç ona mübahtır. Yap-tıklarının iyi-kötü, doğru-yanlış, haklı-haksız olarak nite-lendirimesi mümkün değildir. İktidardaki kişi için kera-meti kendinden menkul bir durum arz eder. Hatta iktidar sahibini mutlaklaştırma ve Tanrılaştırma vardır. İktidar biçimini ele almadan ve onları yargılamadan iktidar’ı önemser. Bundan dolayıdır ki, Machiavelli ve metodları tüm tiranların ister faşist -Hitler, Mussolini- ister Komu-nist -Marx, Lenin, Stalin- liderler ve avaneleri tarafından kutsanmıştır.
Machiavelli, devlet kurumunun oluşumunu “iktidar” arzusunu temel alarak yapmıştır. Devlete hayat vermeyi de iktidarı ele geçirme ve sürdürme olarak ele almıştır. Fransız Devriminden (Lenin ve Stalin ismini anmasa da) Rus Devrimine kadar birçok kanlı ihtilalde rehber olarak kullanılmıştır.
Machiavelli, bir yandan “kötü olmayı öğrenebilmeli” derken diğer yandan “ellerini kirletmekten korkan” ah-laklı kişiyi eleştirir. Machiavelli’ye göre erdemli olmanın politik yıkıma, kişinin kendisinin ve yaşadığı yerin yıkı-mına yol açabilir. Machiavelli’nin siyasette din ve ahlakı yadsıyarak yönetmeyi önermesi siyasi ve askeri alanda sert ve acı verici siyasi tercihlerin kaçınılmaz ve zorunlu olduğu görülür. Siyasetin değerden uzak olması hiçciliği ve anlamsızlığı ortaya çıkarmıştır.
Fransa’yı derinden etkileyen din savaşında Katolik-lerle Protestanlar arasındaki acımasız iktidar mücadelesi Makyavelizm’in ilk kez sahneye çıktığı ve şeytanla eş kabul edildiği olaydır. Katolikler St. Bartholomeus kat-liamıyla lekelenmişlerdi ve bu lekelenmeden kraliçe Caterina de Medici sorumlu tutulmuştu; sadece Floran-salı olması değil, Hükümdar’ın yazarı Machiavelli’in kita-bını atfettiği Lorenzo de Medici’nin de kızıydı. Böylece Caterina de Medici’nin Machiavelli ile bağlantısı açık seçik ortaya çıkıyordu; öyleyse onun Hükümdar’ın yaza-rına layık bir öğrenci ve onun en kötü derslerinin uygula-yıcısı olduğundan kuşku duyulamazdı. Gerçekten de Avrupa sathında önemli ölçüde yayılmış bir yaklaşımdır bu. Nitekim St. Bartholomeus Katliamı geniş yankı uyan-dırmış ve Machiavelli son kararda katliamın ustası ve esinleyicisi sayılmıştır.610
“Machiavelli’in eserleri, yönetmek için mi, yoksa yönetenlerden korunmak için mi yazılmış bir el kitabı-dır?” sorusunu sorarak, Machiavelli’i masum gösterme çabaları, hatta halka despotizmden kurtulma yollarını öğ-rettiği iddiaları “Hükümdar”ı okuduğumuzda elimizden düşer, parçalanır. Spinoza, Bacon, Rousseau, Hegel, Marx, Althusser, Berlin’in Machiavelli okumaları bir şa-ka gibidir. Machiavelli’in sadece tarihten verdiği iktidar sahipleri örnekleri bile bunun aksini ispatlar. Althusser “Machiavelli’in Yalnızlığı” kitabında onun sınıflandıla-maz olmasına, ona bir kamp atfetmenin mümkün olma-masına dayanarak yakalanamaz bir şeyler olduğunu ifade etmektedir. Bu yazarlar kendileri materyalist olmalarına rağmen neredeyse mistik anlam yükleyecek şekilde Hü-kümdar’ı ele almışlardır. Machiavelli’in esas isteği ‘ikti-dar’dır. Siyasete vatandaşların mutluluğunu sağlamaktan çok, onlara boyun eğdirme işlevi yüklemiştir.611 Bunu at-ladığımızda farklı sonuçlar, farklı yaklaşımlar sergileriz. Ayrıca Hükümdar ve Konuşmalar’ın savları arasında be-lirgin uyuşmazlıklar vardır; dahası bu eserler kendi içinde de birçok çelişki barındırır. Burada Machiavelli’i azizleş-tirmeye çalışanların gözden kaçırdığı şey; o’nun iktidar düşkünlüğüdür. Hükümdar’ın önsözünde kitabını Medici ailesine ithaf ederken –soylu tabakasına kıymetli kıyafet, taş ve süs eşyaları hediye edildiğini söyleyerek- hizmete hazır olduğunun göstergesi olarak sunar. Birgün halk iktidarına –kendisine etkin görev verildiği dönemde- taraftar olurken, Medici ailesinin iktidarında yine ikbal beklentisi için bitmez tükenmez çaba gösterirken Medici ailesinin iktidarının devrilip şehrin özgürlüğüne yeniden kavuştuğunu öğrenince “defalarca” iç çekip hayıflana-caktı. Şehrin özgürlüğünü geri kazanması onu sevince (Konuşmalar’da halk hükümetini bizzat kendisi isteme-miş gibi) değil üzüntüye gark etti. Yeniden bir halk hükü-metinin kurulması ikbal beklentilerinin gerçekleşmesinin yaklaştığı umudundaki Machiavelli’i yıkmıştı. O kendi haline yanıyordu, zira yeni rejimde istikbali hiç de parlak değildi. Yıllarca Medici ailesinin gözüne girerek Kançı-larlıktaki makamına geri dönme umuduyla yaşamıştı, an-cak yeni rejim onu işbirlikçi olarak değerlendirmiş ve 1512’de olduğu gibi iktidar kapıları yine yüzüne kapan-mıştı.
Yıllarca parlak iktidar görüntüleri peşinde koşan ikti-dar için iktidardan hoşlanan kişiliklerin esaslı bir amacı yoktur. Bu güç politikacısı güçlü etkiler bırakabilir, ama gerçekte hiçbir yere varamaz ve eylemleri anlamsızdır. Bu zihniyetteki kişinin insana ait olanlara karşı bayağı, yüzeysel ve bıkkın bir tutumu vardır. Bu kişilerin toplu-mun sorunlarını çözme kaygıları olmayıp sadece güce hayranlığı ve iktidarı paylaşma isteği vardır. Bu kişilerin iktidar mücadelesi tüm siyasetinin itici gücü olduğu için temel davranış biçimleri iktidarla görgüsüzce övünme, kudret duygusuyla kendini tatmin etme ve genel olarak iktidar için iktidara tapınma şeklindedir. Bu zihniyetin ti-pik temsilcisi Machiavelli iktidarı yitirdiğinde birdenbire ve içten trajik bir çöküş yaşar. Machiavelli’in bu övüngeç fakat tümüyle boş iktidar gösterişinin ardında ise bir iç zayıflık ve iktidarsızlığın gizlendiği görülecektir.
20. yüzyılın en önde gelen siyaset ve hukuk düşünür-lerinden Carl Schmitt, Machiavelli’in iktidar siyaset dü-şüncesine olağanüstülük kavramı ile güç ilişkili yeni bir yorum getirmiştir. Schmitt ‘politik olan’ı, insanın temel ontolojik durumu olarak kabul eder. Schmitt’te kendi de-ğerinin yaratıcısı ve taşıyıcısı olan devlet esastır. Halk iktidar oyununa katıldıkça devletten söz etmek imkânsız olduğu gibi, politik gücün görünürlüğü sona erer. Kendisi Nazi teorisyen ya da hukukçusu gibi adlandırılmasına rağmen asıl istediği ‘muktedir devlet’tir. Nasyonal-Sos-yalist Parti’sinin iktidarına ‘siyaset’in öne çıkaracaklarını ve ‘hükümran’lığı yeniden tesis edeceklerini düşünerek destek verdiği görmezden gelinmektedir. Aslında temel felsefesi olan siyasi iktidar anlayışı ile bu tercihi örtüş-mektedir.
Schmitt’e göre ekonomi, ahlak ve hukuk siyasal ala-na tabi iken liberalizm, siyasal alanı ekonomi, hukuk veya ahlaka tabi kılmaya çalışmıştır. Liberal düşüncenin devleti zaafa uğrattığı ve bir yönetme sorunu yarattığını ileri sürmüştür. Schmitt, Almanya’da 1920’lerin sonunda yaşanan siyasi krizi parlamenter krize bağlayarak “devle-tin egemen birlik ve bütün olma iddiasının sarsıldığı”, “egemenlik kavramı ve onunla birlikte tüm sosyal grup-ları aşan bir birlik olarak geleneksel devlet düşüncesi”nin çöktüğünü ileri sürer.
Schmitt, modern devlet kuramının bütün kavramla-rının aslında dünyevileştirilmiş ilahiyat kavramları oldu-ğunu ileri sürer. Egemenlik, itaat, bağlılık, siyaseten biat etmek, hak ya da kanun gibi kavramların sekülerleşmiş dinsel kavramlar olduğunu belirtir.
Özellikle ‘egemen’ ve ‘istisna’ kavramlarını siyasi felsefesinin temeline yerleştirir. Schmitt’in gözünde ege-men olan Tanrı, halk, millet ya da bir sosyal sınıf değil-dir. Egemen olan toplumda meydana gelen bir hadisenin ya da içinde bulunulan durumun “istisnai olduğuna karar veren” kişi ya da siyasi heyettir. Belirli bir siyasal sistem-de durumun siyaseten “istisnai bir durum” olduğuna kim karar veriyorsa, egemen olan da odur. Schmitt ise karar ve istisna kavramından ayrı düşünemeyeceğimiz bir kav-rama, olağanüstü kavramına dikkatimizi çekmektedir. İk-tidarın sahibi olanın hak ve görevlerinin büyük bir özenle sınırlandırıldığı hukuk devletlerinde bile bir tarafa itil-mesi mümkün olmayan bir mutlakiyetçi “anın” var oldu-ğunu söylemektedir. Schmitt aslında siyaseti toplumların kurallar çerçevesinde yaşaması üzerinden değil ani olay-lar karşısındaki etkinliği üzerinden tanımlamaya girmek-tedir. İstisna toplumdaki geçerli kuralı teyit ve tescil eden durumdur. Ancak Schmitt’in zannettiği gibi istisnai du-rumlar siyasette çok uzun süreli zaman işgal etmezler. Aslında istisnanın varlığı sayesinde ve istisna diye bir şey var olduğu içindir ki kural, karşımıza kural olarak çık-maktadır. ‘İstisna’yı hukuk zeminine taşıyan hukuk kura-lının kendi bütünsellik ve genellik tasarımıdır. Bundan dolayı ‘istisna’yı sistemde sorun olarak görmeyebiliriz. Egemen aynı anda hukuk düzeninin hem içinde ve hem de dışında varolur. Kendisi esas olarak bir “kural” (hukuk düzeni) ile bağlı olmayan egemen, herhangi bir “kural”ın dışına çıkışın siyasal sınırlarını, yani istisnayı belirleme hakkını kullanarak teorik olarak egemenliğin paradoksu-nu aşar. Devlet hangi ilkeye bağlı (siyasal birlik, eşitlik, güvenlik, özgürlük vb.) olarak geliştirilmişse orada para-doks içerdiğini atladığımızda sadece ‘istisna’ halinde pa-radoks varmış gibi alma yanlışına düşeriz. Schmitt siya-setin analizini yapmak için istisnai durum üzerinde dur-manın daha anlamlı olduğunu düşünmektedir. İstisnai durumları (doğal afetler, savaş, terörizm, ekonomik kriz-ler vb.) siyaseten ve hukuksal olarak tanımlayarak “geçi-ci” bir devreye yerleştirmek yerine, asıl ait olduğu yeni siyasi-hukuki düzenin kalıcı yasaları ve siyasal ilişkile-rine bağlayarak siyasal-hukusal sistemde sorun oluştura-cak olağanüstülüğün yönetimsel sorunluluğunu ortadan kaldırabiliriz.
Siyaset filozofları düşünsel eserlerini toplumlarının yaşadığı olağanüstülük yaşantısına çözüm yolları üret-mek adına geliştirmişlerdir. Herşey kurallı olarak yaşa-nırken kişiler siyaset üzerine düşünme ihtiyacı duymaz. Toplumların yaşadığı kargaşa, uyuşmazlık, savaş, kat-liam ve doğal afetler birçok filozof, siyaset bilimci, sos-yolog, ahlak kuramcısı hatta din/mezhep kurucularının çıkış yollarını düşünmesine yol açmıştır.
Schmitt “Politik Olanı” devlete referansla değil, dost-düşman ayrımına referansla tanımlar. Bir ilişkinin siyasal olarak nitelendirilebilmesi için bu ilişkinin dost/düşman çerçevesinde var olması esas kıstastır.
Schmitt’in çatışmayı -düşmanlığa kadar varacak ola-nı dâhil olmak üzere- siyasetin tanımlayıcı özelliği olarak değerlendirmiş olmasını dikkate almak gereklidir. Sch-mitt baştan beri hasımlar arasında oturup konuşmanın, uzlaşma noktaları aramanın boşuna bir çaba olduğunu savunmakta ve tarafların ortak prensiplere ve aynı müca-dele biçimlerine sahip olmadıkları görüşünü benimsemiş bulunmaktadır. Schmitt’in toplumsal katılımdan ziyade düzene ve güçlü bir egemene duyulan gerekliliğe vurgu yapmasının sebebi de bu yanılgısıdır.
Onaltıncı yüzyılda başlayan modern siyaset anlayışı insan doğasının kötü olduğu varsayımına dayanmaktadır. Bu görüşteki filozoflar ideal toplum siyaseti güden siya-set anlayışından uzaklaşmışlar ve gerçekçi, çıkarcı, de-ğerden uzak dar bir siyaset ufuk oluşturmuştur. İdeal toplum anlayış, özlem ve beklentisini sürdürebilecek dü-şünceler üretmeliyiz. Günlük siyaset olgusuyla ideal siya-set anlayışını epistemolojik, ontolojik, etik düşünce açı-sından bağdaştırmanın teorik çalışmalarına değer verme-liyiz.
Burada yapmamız gereken siyasetin içeriğinde var olan düşmanlık boyutunun gerçekçiliğini inkâr etmeden uzlaşmayı, konuşmayı, farklılıklarla birlikte yaşamayı ba-şarmamız gerekmektedir. Çatışma alanlarını azaltarak, iş-birliğini artırıcı çabalar içinde olmalıyız. Toplumda yaşa-nan farklı çözüm yollarını çatışma ile değil, siyasi müca-dele tarzında sunmayı başarmalıyız. Çözümü “kazan ka-zan” anlayışına yaklaştırarak, her iki tarafın da kazana-bileceği seçenekler üzerinden değerlendirmeyi öğrenme-liyiz. Belki biz daha az kazanacak olsak da bunu tercih etmeyi öğrenirsek kriz/düşman üreten siyaset anlayışın-dan işbirliği/dost üreten anlayışa geçebiliriz.
Schmitt, parlamenter sistemin krizini parlamentonun meşruiyetinin kalmaması, hukukun bozulması ve tekno-lojinin egemenliği ile karar alma merkezinin parlamento dışına taşmasına bağlamaktadır. Parlamentonun gerileyi-şi, siyasi parti kanunlarının tek adam yönetimlerine izin verici özellikler içermesi, parti aygıtlarının yönetenler tarafından kuşatılması, parlamentonun kendi işleyişine ilişkin iç düzenlemeleri, kitle iletişim araçları, hükümet sırları ve ulusüstü örgütlere bağlanmaktadır.
Günümüzde yaşamın çok ayrıntılanması, teknik yaklaşımların artması parlamentoyu bürokrasi ve yürüt-menin önüne getirdiği bütün yasaları onaylayan bir no-terlik organına dönüştürmüştür. Parlamenter krizden çı-kabilmek için sivil toplum kuruluşlarını karar mekaniz-malarının içine bilirkişi özelliği ile almayı düşünmeli-yiz. Olağan yaşam içinde oluşan sorunlara yönelik ha-zırlanacak yasa ve yönetmeliklerin alternatifli olarak yapılması, bunların seçenekli olarak kamunun önüne getirilmesi; katılımcı demokrasi ile bu kriz ötelenebilir.
KAYNAKLAR
Akal, Cemal Bali. İktidarın Üç Yüzü. Dost Kitabevi, Ankara, 1998.
Akal, Cemal Bali. Machiavelli, Makyavelizm ve Modernite. Dost Kitabevi Yayınları. Ankara, 2012.
Aktay, Yasin. Korku ve İktidar. Pınar Yayınları. İstanbul, 2010.
Alatlı, Alev. (ed.) Batı’ya Yönveren Metinler I. Rönesans. Kapadokya Meslek Yüksek Okulu. 2010.
Althusser, Louis. İki Filozof: Machiavelli-Feuerbach. (çev. Alp Tümertekin) İthaki Yayınları. İstanbul, 2010.
Althusser, Louis. Makyavel'in Yalnızlığı ve Başka Metinler/ Althusser'in Mirası. (çev. Alaeddin Şenel, Turhan Ilgaz, Seda Çarmık) Epos Yayınları. Ankara, 2006.
Altınörs, Atakan. Dil Felsefesi Sözlüğü. Paradigma Yayınları. İstanbul, 2000.
Arıkan, Mustafa. Politik İktidar ve Efsane, Gılgamış Efsanesi’nin Politik Analizi. Uludağ Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Bursa, 2006.
Aristoteles. Politika. (çev. Mete Tuncay), Remzi Kitabevi. İstanbul, 2009.
Austin, J.L. Söylemek ve Yapmak; Harward Üniversitesi 1955 William James Dersleri. (çev. R. Levent Aysever), Metis Yayınları. İstanbul, 2009.
Bahçıvan, Fatih. 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980 Askeri Müda-halelerinin Türk Politik Hayatına Etkisi. Kırıkkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Kırıkkale, 2005.
Bayramoğlu, Sonay. Parlamentonun Krizi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Ensti-tüsü. Ankara, 1998.
Berle, Adolf A. İktidar. (çev. Nejat Muallimoğlu), Tur Yayınları, İstanbul, 1980.
Bezci, Bünyamin. Carl Schmitt’in Politik Felsefesi, Modern Dev-letin Müdafaası. Paradigma Yayınları, İstanbul, 2006. (alt kaynak olarak belirtilen Bezci’nin 2004 yılında Uludağ Üniversitesinde yaptığı doktora tezinin 4.bölüm haricindeki kısmın kitaplaştırılmış biçimidir.)
Bezci, Bünyamin. Carl Schmitt’in Politik Felsefesi Açısından, Modern Türkiye’de Güçlü Devlet. Uludağ Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. Bursa, 2004.
Bezci, Bünyamin. Modern Türkiye’de Meşruiyetin Politik İçeriği: Schmittyen Bir Değerlendirme. Finans Politik ve Ekonomik Yorumlar, 2007 Cilt: 44 Sayı:508, s. 5–13.
Blackburn, Simon. The Oxford Dictionary of Philosophy. Oxford University Press. Oxford, 2008.
Bottomore, Tom B. Seçkinler ve Toplum. (çev. Erol Mutlu) Gün-doğan Yayınları. İstanbul, 1996.
Bulut, S. Muhtıra Sonrası Demokratikleşme Hareketine Örnek Model Olarak 1973 Seçimleri.
Burke, Peter. Tarih ve Toplumsal Kuram. (çev. Mete Tuncay), Tarih Vakfı Yurt Yayınları. istanbul, 2005.
Canetti, Elias. Kitle ve İktidar. (çev. Gülşat Aygen), Ayrıntı Yayınları. İstanbul, 1998.
Cassirer, Ernst. İnsan Üstüne Bir Deneme-Devlet Efsanesi. (çev. Necla Arat), Say Yayınları. İstanbul, 2005.
Cevizci, Ahmet. Felsefe Terimleri Sözlüğü. Paradigma Yayın-ları. İstanbul, 2003.
Cranston, Maurice. Batı Dünyasında Siyaset Felsefeleri. (çev. Nejat Muallimoğlu), Avcıol Basım Yayım. İstanbul, 2000.
Cranston, Maurice. Büyük Düşünürlerin Politika Felsefeleri. Mil-liyet Kültür Kulübü. İstanbul, 1968.
Çınar, Aliye. Politik Teoloji. Uludağ Üniversitesi, İlahiyat Fakül-tesi Dergisi, 15.cilt Sayı 2, 2006. s. 211-230.
Çiftçi, Sabri. Modernden Postmoderne İktidar Kavramındaki De-ğişim. Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanma-mış Yüksek Lisans Tezi. Ankara,1997.
Çopur, Onat. Anayasa Hukukunda Savaş Hâli. Ankara Üniversi-tesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara, 2006.
Dahl, A. R. Demokrasi Üstüne. (çev. Betül Kadıoğlu) Phoenix Yayınevi. Ankara, 2001.
Dâver, Bülent. Siyaset Bilimine Giriş. Doğan Yayınevi. Ankara, 1969.
Deniz, Faruk. Machiavelli: “Şeytan” mı, “İnsan” mı? İ.Ü. Siya-sal Bilgiler Fakültesi Dergisi, sayı: 23–24 (Ekim 2000-Mart 2001)
http://www.istanbul.edu.tr/siyasal/dergi/sayi23-24/10.htm
Downs, Robert. B. Dünyayı Değiştiren Kitaplar. (çev. Erol Gün-gör) Tur Yayınları. İstanbul, 1980.
Ebenstein, William. Siyasi Felsefenin Büyük Düşünürleri. (çev. İsmet Özel), Şule Yayınları. İstanbul, 2003.
Ekinci, Ekrem Buğra. Machiavelli ve Hukuk Tarihindeki Yeri. Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi. Cilt: 10, Sayı: 1-3, Yıl: 1996, Sayfa: 213- 252.
Emden, Christian J. Modern Siyasal Düşünce ve Friedrich Nietzsche. (çev. Gamze Varım), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. İstanbul, 2013.
Erim, Nihat. Günlükler 1925-1979. Cilt 2. (hazırlayan; Ahmet Demirel), YKY. İstanbul, 2005.
Ertekin, Orhangazi. Modern Demokraside “İstisna Durumu”nun Yeniden Doğuşu: “Terörizm İstisnası”nın Yaratılması ve Hukuk Düzeninin Egemen İnşası. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi. Ankara, 2006.
Dostları ilə paylaş: |