Mahkeme başkanı Hasan Hüseyin Özese ile üye Hakimler Gökmen Demircan ve Sedat Sami Haşıloğlu’ndan oluşan mahkeme heyeti tarafından 07. 09. 2010 günü saat 09: 30’da celse açıldı



Yüklə 0,61 Mb.
səhifə6/7
tarix07.01.2019
ölçüsü0,61 Mb.
#91583
1   2   3   4   5   6   7


Bir Kısım Sanıklar Müdafii Av. Serkan Günel:” Söz istedi verildi. Efendim tabi ki de tutuklu sanıklar hakkında birkaç talep de bulunmak istiyorum. Dün tutuklu müvekkillerimizden Mehmet Ali Çelebi savunmasına bir başlangıç yaptı. Kısıtlı bir zaman olduğu dolayısıyla az bir kısmını icra edebildi. Sayın Heyetinizin önünde. Öncelikle bizlere siz heyetinizin önünde teşekkürlerini sundu, ben de aynı şekilde heyetinize davanın en genç sanığını, davanın en genç avukatı olarak savunduğum için onur duyuyorum. Teşekkür ediyorum kendisine. Efendim bu kısa sürede yaptığı savunmada bile müvekkil Mehmet Ali Çelebi’nin suçsuzluğuna yeterli olan sebepleri sizlere sunduğunu düşünüyorum. Çünkü her şeyden önce bu davanın giriş kapısı olan usule olan açıklamalarında bulundu ve bu usule ilişkin hukuk kurallarına ne kadar uyulmadığı sizin de gözlerinizin önünde dev ekranlarda ortaya çıktı kendisinin ikametgahından ele geçirilmiş deliller diye sunulan delillerin aslında ikametgahından ele geçirilmediğini. Ve CMK’da suçla alakalı delil toplanması bir kural olmasına rağmen, suçla alakasız ne kadar delil varsa sizin önünüze getirildiğini, ve dosyanın kabar ne amaçla kabartıldığını gözleriniz önüne serdi. Kendisi tabi ki de savunmasına devam etmek istiyor. Daha söyleyecek çok şeyim var diyor. O yüzden benden bugün aslında tahliye talebi etmememi rica etti. Ama tabi öyle bir anlaşma olamaz kendisinin tabi ki de tahliyesini haklı nedenlerle talep edeceğiz ve savunmasına devam etmesini de talep edeceğiz. Efendim müvekkilim Mehmet Ali Çelebi harp okulundan henüz mezun olmuş genç bir teğmen olarak vatanı kuruma görevini yerine getirmeye hazırlanırken, 20 Eylül 2008 günü hakkında hiçbir somut delil olmadan tutuklanmıştır. Ve tutuklulukta geçirdiği sürede 2. yılını doldurmuştur. Bu sürede kendisi ile aynı dönemde aynı koşullar içerisinde aynı suç isnatlarıyla tutuklanan kişilerden yani Noyan Çalıkuşu, Eren Mumcu, Hasan Hüseyin Uçar ve Yaşar Tozkoparan Sayın Heyetinizin haklı tespitleriyle tahliye edilmişlerdir. Müvekkil Mehmet Ali Çelebi’ye de diğer kişiler gibi isnat edilen suç TSK’ya, TSK içerisine sızmak amacıyla görevlendirilmek ve bu suretle çalışmalar yapmaktır. Göz altına alındıktan sonra çıkarıldığı mahkemede örgüt üyesi olmak suçundan tutuklanan müvekkil iddianame hazırlandığında burda bir çok sanığın maruz kaldığı bir zulüm ile ara yöneticilik gibi CMK’da yada örgüt kavramlarında bile olmayan bir kavramla suçlanmıştır. Tabi bunun şuan için tek avantajı kendisinin iki gün savunma yapabilecek olmasıdır. Müvekkile isnat edilen suçlamaların esası müvekkilin davanın diğer sanıklarından Kemal ve Neriman Aydın kardeşlerle zaman zaman görüşmesi, düşünce telakkisinde bulunmasıdır. Suçun esası budur. Müvekkil kendisi gibi iyi niyetli gördüğü kişilerle her normal insan gibi görüşmekte sakınca duymamış dolayısıyla bu görüşmelerden de pişman olmamıştır. Esasen bu tür bir ilişkide pişman olacak hiç bir durumda bulunmamaktadır. Sanıklardan Kemal ve Neriman Aydın’ın Sayın Mahkemeniz önünde biten savunmalarında söz konusu görüşmelerin olağanlığı konusunda ve içerikleri konusunda da açıklamalarda bulunmuştur. Bu beyanların müvekkil lehine olanlarının Sayın Mahkemeniz tarafından müvekkilin savunması öncesi doğru şekilde değerlendirileceğini düşünüyoruz. Her şeyden evvel unutulmamalıdır ki asker de olsa müvekkil de bir insandır. Ve her insan gibi sosyal bir varlıktır. Dolayısıyla dilediği gibi özgürce fikirleri geliştirmek amacıyla kitaplar okumak, ve düşüncelerine kişilerle paylaşmak ve görüşmek hakkına sahiptir. Bu durum demokratik bir ülkenin düşünce özgürlüğü çerçevesinde gayet temel bir insan hakkıdır. Kaldı ki Sayın Savcılığın abartıdan imtina etmeyerek belirttiği hafta sonları ve her fırsatta şeklinde bir görüşme sıklığı da müvekkilin dün sizlere sunduğu gibi ve müvekkilin okul ve kurslarının zorluğu nedeniyle imkansızdır. Bu görüşmelerin iddia edilen sıklıkta olmadığını belgelerden de, açıklanan belgelerden de görmüş bulunmaktayız. Ayrıca müvekkil bu görüşmelerin en başından itibaren Kara Harp Okulu’na yani savcılığın iddiasıyla sızmak istediği kuruma bildirdiği de aşikardır. Bununla da kalmayan müvekkil yukarıda de belirttiğimiz gibi görüşmelerin herhangi bir illegal faaliyet içermediğinden emin olduğu için şüpheli Kemal Aydın tutuklandığında Sayın Mahkemenize söz konusu kişilerle irtibatlarını açıklayan ve bu irtibatın içeriğini gerekirse mahkeme önünde de açıklayabileceğini bildiren tanıklık dilekçesinde mahkemenize sunulmuştur. Ancak çağırıldığı takdirde mahkemenize tanıklık yapabilecek müvekkilimiz sabah saatlerinde görev başında olduğu karargahında tutuklanmış ve ancak 2 sene sonra mahkemeniz önünde savunma yapabilecek duruma gelmiştir. Bu durum adil yargılanma hakkına aykırı olduğu gibi tutukluluk sebeplerinin ne kadar geçersiz olduğunda çarpıcı bir örneğidir. Efendim harp okulları dünyanın her yerinde bilgili, disiplinli insanlar yetiştirmek üzer çalışırlar. Bu durum ülkemizde bir nebze daha da sıkı bir disipline bağlı bir eğitimle gerçekleşir. Her sene bir çok insan disiplinin sıkılığına dayanamadığından askeri okullardan da ayrılmak istemektedir. Askeri okullarda, en ufak bir yanlış, en ufak bir uyumsuzluk puanlama sistemi ile cezalandırılır. Bu sicil kişileri askeri hayatı boyunca izler. Bazı disiplinsizliklerin ise affı yoktur. Ve kişi mutlak suretle okuldan çıkarılmak sureti ile cezalandırılır. Müvekkilin sicili ise okulunun her döneminde sıfır ceza puanıyla tertemizdir. Müvekkil her sene okul sıralamasında dereceye girmiş, arkadaşları arasına yükselmiş, komutanlarının takdirini kazanmıştır. Bu kadar sıkı bir eğitim ve disiplin içerisinde her hareketi, her saniyesi incelenen bir insanın değil terör örgütü içerisinde bulunması, kurumundan habersiz hafta sonu futbol maçına gitmesi bile imkansızdır. Bu nedenlerle söz konusu iddiaların geçerliliğini müvekkilin askeri öğrenci statüsünde bir kez daha değerlendirmenizi talep ediyorum. Bunlarla beraber söz konusu irtibatlarının illegal içerik taşıyıp taşımadığına karar verebilecek dolayısıyla bu hususta müvekkili cezalandırabilecek kurumunda harp okulu komutanlığı, dayısıyla Türk Silahlı Kuvvetleri olması gerektiği kanaatindeyim. Çünkü sızıldığı iddia edilen kurum Türk Silahlı Kuvvetleridir, sızacak kişilerden haberi olan da kurumun kendisidir. Dolayısıyla ortada bir disiplin sorunu var ise, disiplin sorunu söz konusudur. Bu nedenle müvekkil ile ilgili böyle bir durumun, mevcut olup olmadığını da öncelikle kurumdan kesinleştirmenizi talep ediyorum. Sayın Savcıların iddiası üzere bir terör örgütü faaliyeti düşünmek mevcut deliller çerçevesinde hukuku zorlamaktan öteye gidememiştir. Müvekkilin her görüştüğü kişiyi terör örgütü üyesi midir diye düşünmesi söz konusu olamaz. Kaldı ki müvekkilin görüştüğü kişiler terör örgütü üyesidir. Dolayısıyla müvekkil de terör örgütü üyesidir şeklinde bir düz Aristo mantığı yürütmenin de maddi gerçeğe ulaşma noktasında hukuka hiçbir katkısı yoktur. Bu aksine masum insanların tutuklanması yoluyla telafi edilemez mağduriyetlere sebep olduğu da söz konusu davamızda ortadadır. Söz konusu davalar süresinde 3 sene geçmiş olmasına rağmen halen ortada elle tutulur, gözle görülür bir örgüt tanımlanamamış, tüm zorlamalara, aramalara rağmen böyle bir örgüt bulunamamıştır. Kaldı ki iddianame ve ek klasörlerde müvekkille ilgili toplanan delillere göz atıldığında herhangi bir şekilde Ergenekon yada herhangi bir illegal sızma faaliyeti şeklinde zorlama yoluyla dahi olsa yorumlanacak hiçbir söz, hiçbir ifade bulunmamaktadır. Müvekkilin telefon görüşmeleri elinizdedir. Bu görüşmeler genel itibariyle halk arasında geyik muhabbeti olarak adlandırılan birazda her insanın olması gerektiği kadar, siyasi konularda da yorum yapılan konuşmalardan ibarettir. 21. Yüzyılda demokratik hukuk devleti olma iddiası olan ülkemizde bu konuşmalar iddianamede Ergenekon Terör Örgünün hedeflerinden olan yasama ve yürütme organını cebren ortadan kaldırmanın bir gereği olarak sürekli siyasi konularda yorum ve değerlendirmelerde yapmak şekline yorumlanmaktadır. Düşünce özgürlüğünün esas olduğu bir ülkede, kişilerin siyasi konularda arkadaşları ile konuşması kendisinin terör örgütü üyesi olduğu şeklinde yorumlanmamalıdır. Müvekkilin düşünce açıklamalarının terör örgütü faaliyeti çerçevesinde bağlı bulunduğu kurumda örgüt propagandası yapmak şeklinde yorumlanması her şeyden önce düşünce özgürlüğüne ve demokratik Türkiye hedefine vurulan bir darbe olacaktır. Kendisinin Ergenekon Terör Örgütünden bahsettiğini söyleyen tek bir tanık beyanı yoktur. Kendisinin propagandasını yaptığı tek ideoloji Atatürk İlke ve Devrimleri doğrultusundaki görüşleridir. Bu da okulundaki başarılarından dolayı, kendisinin eşitleri arasında sıyrılmasının verdiği bir sorumluluğunun gereğidir. Ancak çağımızda hiçbir düşüncenin suç olmaması gerektiği gibi Türkiye Cumhuriyeti kurucu fikirlerinin suç telakki edilmesi de kabul edilmemesi gerekir. Efendim müvekkilin tutukluluk hali 23 ayı bulmuştur. 23 Aydır özgürlüğünden mahrum bırakılan ve tutuksuz yargılanmasına izin verilmeyen müvekkilimize her talep sonrası diğer tutuklu sanıklar gibi aynı gerekçeler ileri sürülmektedir. Bu durum kanunun lafzına ve ruhuna, Anayasa madde 90 gereği bağlı bulunduğumuz uluslar arası hukuk kurallarına da aykırıdır. Efendim gelinen süreçte yaşanan hukuksuzluklar ve tutukluluk hali artık dayanılmaz hale gelmektedir. Bunun bir örneği de müvekkillerimizden tutuklu müvekkillerimizden tutukluluğu 27 aya yaklaşan Hasan Atilla Uğur için gerçekleşmiştir. Müvekkilimiz Hasan Atilla Uğur 05, 06. Kasım 2009 tarihlerinde Sayın Mahkemenize tüm detaylarına inerek ve sorulan her soruya, doğrudan ve dolaylı yollardan cevap vererek ifadesini vermiş ön savunmasını tamamlamıştır. Tüm bunlara rağmen 25 ayı geçen, özgürlüğünden mahrum bırakılan ve tutuksuz yargılanmasına izin verilmeyen müvekkilimize de dosya kapsamı her sanığa iddianamede ayrı ayrı isnat olunan suçlamalar, bunlarla ilgili sevk maddeleri, delillerin tamamen toplanmamış olması, atılı suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı nedenleriyle genel geçer sebep ve tek tek isim bildirilmeden tutukluluğun devamına yönelik kararlar verilmektedir. Efendim bununla ilgili AHİM kararını daha öncede sunmuştuk ama geri geldiği için tekrarlamak istiyorum. Şüphelinin üzerine atılı suçu işlediğine yönelik makul şüphenin varlığı tutukluluğunun devamı için olmazsa olmaz koşuldur. Ama tutukluluğun belirli bir süreyi geçmesi halinde bu artık tek başına yeterli değildir. Mahkeme tutukluluğun devamı için diğer yasal gerekçelerini varlığını da aramalıdır. Tutukluluğun devamı için somut olguların varlığı inandırıcı ve bireysel özgürlüklere saygı ilkesini ortadan kaldırmayacak şekilde ortaya konulmalıdır. Burada somut olguların ispatı ulusal yargı organlarında yerine getirilmelidir. Aksi durum sözleşmenin 5. maddesindeki ispat hükmünün yer değiştirilmesine ve tutuklamanın belirli sayıda ve son derece sınırlı koşullarda uygulanabileceğine ilişkin hükmün ihlali sonucunu doğurur. Sadece yasal ya da farazi çıkarımlar tutukluğunu devamı için yeterli değildir. Adeta bu dava için verilmiş bir karar. Efendim müvekkil Hasan Atilla Uğur’unda tutuklandığı zaman ve tutuklandıktan sonra iddianamede ortaya çıkan suçlamalar müvekkilin elin evinde ele geçirildi ve hiçbir sadece Antalya’daki arama hariç hiçbirinde kendisinin veya avukatın bulunmadığı aramalarda ele geçirilen CD’lere dayanılmaktadır. Bu aramalardaki usulsüzlükler sadece avukatının bulunmamasıyla kalmamaktadır aynı zamanda yargı çevresi açısından da, çünkü İstanbul mahkemelerinden bu kararların çıktığı için, ve İstanbul dışında Ankara, İstanbul’da hiçbir arama yapılmıyor, Ankara ve Antalya’daki aramalar için alınmış bir karar olduğu için yargı çevresine de aykırıdır. Dolayısıyla az önce üstadında belirttiği gibi öncelikle bu delillerin hukuka uygun olup olmadığına dair bir karar verilmelidir. Efendim CMK bu talebi her dile getirdiğimizde CMK’nın 206.maddesini öne sürerek bunların sanıkların sorgusundan sonra değerlendirileceğini söylüyorsunuz. Ancak bu davaların ne kadar süreceği belli olmadığı artık kamuoyunca da malum olmuştur. Kimilerince 10 yıl bile süreceği söyleniyor. Efendim CMK 106. maddesinin en azından şöyle yorumlayabiliriz. Sanıkların savunması en azanından tek tek Hasan Atilla Uğur’un savunması bitmiştir, artık Hasan Atilla Uğur için duruşma aralarında en azından delillerin hukuka uygun olup olmadığı değerlendirirseniz bu kendisi hakkında vereceğiniz kararlara da bir ışık tutacağını düşünüyorum. Efendim müvekkil Hasan Atilla Uğur hakkında ileri sürülen iddialar, bir kısmı da asılsız ihbar mektuplarına dayanmaktadır. Bu mektuplarda geçen ifadeler her ne kadar AHİM kriterlerine göre tarafımızca ve mahkemenizce sorgulanmadan delil kabul edilemezse de şüphelinin, şüphenin devamına sebep olmaktadır. Oysaki daha önceki taleplerimizde defalarca tekrarladığınız üzere gizli ihbarcı iddiaları,müvekkilin talepleri ile gelen çeşitli resmi yazıları doğrultusunda çürütülmüştür. Efendim işte ihbarda Kütahya da görev yaptığı dönemde deniyor, müvekkilin hiçbir zaman Kütahya’da görev yapmadığı hatta Kütahya’da bulunmadığı bile belgeler ile ortaya çıkıyor. Diğer iddiaları da tamamen tarih ve mekan uyumsuzlukları ile doğru iddialar olduğu için artık tarafınızca dikkate değer görülmemesini, görülmeyeceğini düşünüyoruz. Efendim müvekkil ile ilgili diğer iddialar da TSK’daki, Türk Silahlı Kuvvetlerindeki görevde bulunduğu dönemdeki konumu nedeniyle ileri sürülmektedir. Bu suçlamalar 2003-2004 yılında kendisinin emrinde askeri birlik dahi bulunmayan bir karargahta daire başkanı olduğu döneme ilişkindir. Bunlarla ilgili çeşitli iddiaları, çeşitli defalar dile getirdik. Artık yeni şeylerden bahsetmek istiyoruz. Her ne kadar çok fazla yeni şey çıkmasa da bunlardan en önemlisi; müvekkilin o dönemki komutanı olan Levent Ersöz’ün savunmasını tamamlamış olmasıdır. Ve savunmasında da açıklıkla müvekkilin konumunu, müvekkilin o dönemki görevinin sınırlarını ve kendi emrinde ne kadar kendine bağlı olarak çalıştığını ve ne kadar, hukuka uygun olarak çalıştığını dile getirmiştir. Bu konu sizin sorgulamalarınızla da ortaya çıkmıştır. Mesela Levent Ersöz savunmasında şöyle ifade ediyor Albay Atilla Uğur’un durumunu; Albay Atilla Uğur’u görevli olduğu yirmi küsur kilometre uzaktaki yerinden bazı görüşmelere ben çağırıyordum. Hatta Cem Uzan’la yaptığımız görüşmede imza için karargahtaydı. Komutan Cem Uzan’la görüş emrini verdiğini bende imza için orada bulunan Albay Atilla Uğur’a emir vererek görüşmede not tutmasını istedim. Görüldüğü gibi bu ifadeler, müvekkilin çapraz sorgusu sırasında Üye Hakim Sayın Sedat Sami Haşıloğlu’nun o görüşmelerde neden bulunuyordunuz şeklindeki sorularına da bir cevap niteliğindedir. Ayrıca görüşme kayıtları incelendiğinde geni görülecektir ki, Müvekkil Atilla Uğur’un hem hiç konuşmaya katılmadığı ortadadır. Kaldı ki görüşlerde herhangi bir suç unsuru da bulunmamaktadır. Eğer bulunsaydı zaten heyetiniz tarafından bunlar da sorgulanırdı düşüncesindeyiz. Bu durum aynı zamanda sanıklardan Levent Ersöz’ün savunmasında da gene açıklıkla ortaya konmuştur. Türk Milletinin göz bebeği Türk Silahlı Kuvvetlerinin jandarma bölümünün görevini layığıyla yerine getiren özel bir biriminin sorgulanması söz konusudur. Bu birim aynı zamanda iddianamede yanlışlıkla olduğunu düşündüğümüz şekilde, Cumhuriyetçi Çalışma Gurubu gibi safsata bir isimle değerlendirilmiştir. Cumhuriyetçi Çalışma Gurubu gibi bir gurubun yada bir birimin olmadığı artık Sayın Heyetinizce Muvazzaf Subay Mustafa Koç’un savunmasının dahi alınmadan tahliye edilmesi ile ortaya çıktığı düşüncesindeyiz. Çünkü Mustafa Koç, iddianamede Cumhuriyetçi Çalışma Gurubu ile ilgili müvekkilden çok daha fazla yerde yer almaktadır. Aynı zamanda gene Üstat Hasan Gürbüz’ün de ileri sürdüğü gibi Cumhuriyetçi Çalışma Gurubu ile ilgili mahkemenize gelen çeşitli yazılar vardır. Böyle bir birimin olmadığı ortadadır. Efendim bu güne kadar yapılan yargılamalarda bir çok kez delillerin hukuka aykırılığı ileri sürülmüş ancak bu talepler her seferinde CMK’nın 206. maddesi ileri sürülerek sanıkların sorguların yapılmasından sonraya bırakılmıştır. Ancak geldiğimiz noktada görülmektedir ki artık söz konusu davanın inanılırlığı konusunda şüpheler tutukluluk halinin devamına ilişkin şüphenin devamından kat be kat kuvvetli hale gelmiştir. Sizin hemen her tartışma sonrası dile getirdiğiniz üzere millet adına karar veren her mahkemenin de olması gerektiği gibi siz Sayın Heyetin amacı maddi gerçeği ortaya çıkarmaktır. Ancak az önce Mustafa Balbay’ın da dile getirdiği gibi savcıların iddiası maddi gerçektir, sanıkların iddiası maddi gerçek değildir, sonucu çıkarılamaz. Bu nedenle sanıklarında iddiaları maddi gerçeği ortaya çıkarmak açısından muhakkak incelenmelidir. Eğer ki bir dava hakkında, somut olarak söyleyelim bu dava hakkında aydınlarıyla, hukukçularıyla, siyaset adamlarıyla, kamuoyunun önemli bir kısmında belirli düşüncedeki insanlara karşı yapılmış bir komplo olduğuna dair inanç var ise, sanıkların hepsi kendisinden ele geçirildiği öne sürülen belge ve bilgilerin kendine ait olmadığını ve belirli kişiler tarafından hukuka aykırı aramalarda konulduğunu ileri sürüyor ise, ve bu durumu nesnel şekilde delillendiriyor ise, yani gerçekten de sistemli olarak her türlü aramalara rağmen hukuka aykırı aramalar devam ediyorsa, bu ve diğer davlarda ve son olarak da Emniyet içinde İstihbarat Müdürlüğü ve Organize Suçlarla Mücadele Birimi gibi önemli mevkiler de bulunmuş bir kişi tarafından, söz konusu davanın belirli bir örgütün çalışmaları sonucu yaratılmış ve insanları tutuklamak yada suçlamak için hazırlanmış bir dava olduğu söyleniyor ise, ki bu durumu müvekkillerimizden Adil Serdar Saçan tarafından da dile getirilmiştir. Kendisi belki de o yüzden 17 ay tutuklu bulundurulmuştur. Umarım söz konusu kitabın yazarı hakkında da böyle bir uygulamaya başvurulmaz, o zaman sanık olarak belki Adil Serdar Saçan’ın söyledikleri göz önüne alınmamıştı. Ama bu dönem bir kez daha gözden gerilmesini talep ediyoruz. Sonuç olarak üzerinde bu kadar kuvvetli şüphe bulunan bu davada şuan için ortaya çıkarılması gereken en büyük gerçek söz konusu davayı yönlendiren belirli bir gücün olup olmadığının olup olmadığının ortaya çıkarılmasıdır. Bundan daha önemli bir maddi gerçek şuanda görünmemektedir. Eğer ki Sayın Mahkemenizde bu yönde bir niyet ortaya çıkar ise bu konuda her sanığın sunacak size sunacak nesnel delilleri fazlasıyla mevcut olduğu düşesindeyiz. Yeter ki Sayın Heyetiniz maddi gerçeği ortaya çıkarmak yönünde bir irade teşkil etsin. Efendim ceza hukukunda ispat için kullanılmak istenen bir vasıtanın delil olarak nitelendirilmesi için iki temel özelliği taşıması gerektiğini daha önce defalarca dile getirmiştik. Birinci vasıta, birinci olarak bu vasıtanın gerçekte olayı temsil ediyor olması, ikincisi ise olayı temsil eden vasıtanın akla, maddi gerçeğe ve hukuka uygun olması. Arama, el koyma faaliyetinde işlenen hukuksuzluklarda bahsettiğimiz üzere esasen toplanan deliller hukuka uygunluk niteliğini kaybetmiş bulunmakta ve teşbihte hata olmaz ise adeta bebek ölü olmuş, ölü doğmuş durumdadır. Şimdi söz konusu hukuka aykırı deliller dışında örneğin, Müvekkil Levent Göktaş’ı tutuklamak ya da gözaltına almak için dahi ne sebep olduğu tarafınızca düşünmelidir. Bir an için düşünelim ki Müvekkil Levent Göktaş’ın da az önce talebinde dile getirdiği gibi, o yüzden tekrarlamıyorum. 51 Nolu DVD’nin neden hukuka aykırı olduğunu. Biran düşünelim ki 51 nolu DVD yok, geriye Levent Göktaş’ı hayali örgütle bağlantılabilecek ne vardır. Levent Göktaşın bu hayali örgütle irtibat halinde olduğu, konuştuğu yada yaptığı ne faaliyet vardır. Ve siz Levent Göktaş’ın savunması geldiğinde pek tabi ki de 51 nolu DVD hakkında sorular soracaksınız. Bu durum hem mahkemenizi meşgul edecek, hem diğer sanıkların savunmasını yapmasını geciktirecek, ancak beklide bütün yargılamalar bittiğinde ortaya çıkacak ki ve kesinlikle ortaya çıkacak ki 51 nolu DVD belki de ortada hiç yok. Ortada olsa bile zaten hukuka aykırı elde edilmiş ve zaten şuanda istememize rağmen de kırıldığı söylenerek tarafımıza verilmeyen bir CD. Ve bu nedenle de biz bütün müvekkillerimiz için, tutuklu, tutuklu bütün müvekkillerimiz için özellikle dijital medyalarda CD’ler için Mehmet Ali Çelebi’deki kendi ikametgahından ele geçirilmese de, kendine isnat edilen suçlarda kullanılan CD’ler ve Müvekkil Atilla Uğur’un hukuka aykırı aramalarında ele geçirilen CD’lerin imajlarının tarafımıza verilmesini talep ediyoruz. Çünkü, bunların korunacağı konusunda şüphelerimiz vardır. Efendim tutuklu müvekkillerimizden Levent Göktaş hakkında kendisi de zaten savunmasına hazırlandığı için ve savunmasına sıra geldiği için fazla bir şey söylemek istemiyorum. Sadece belki Sayın Heyetinize neden tutuklandığına dair bir kanı oluşabileceği konusunda, en azından benim kanaatlerimden bir tanesi olabilecek bir yazıyı kısaca size paylaşmak istiyorum. İnternette de yer almış bir yazı, belki gözünüze çarpmıştır. Yazı şöyle başlıyor; Size Levent Albayla ilgili bir hikaye anlatayım o zaman artık her şey deşifre oldu madem. Kutuyu açalım artık. O zamanlar ismi Mete’ydi, yarbaydı. Asıl sınıfı tankçıdır. Eski Özel Harp geleneğinden gelir. Bazı salaklar JİTEM ile Levent Albayı karıştır. Alakası yoktur oysa. 1997’de Kuzey Irak’a girildi çıkmamak üzere. Batufa, Beguva, Kanimasi, Duri, Malakta, Buluka Köyleri üzerinde bir üs bölgeleri hattı oluşturuldu, sınıra paralel. Sonra hem kuzeyinde hem de güneyine yine paralel kuşaklarda operasyonlar yapıldı. PKK görüldüğü yerde öldürüldü. Yüzer yüzer, binlerle ifade edilen sayılarla. Levent Albay o sıralarda Silopi’de Özel Kuvvetlerin Komutanıydı. 1997’nin sonlarına doğru büyük bir gurup kurdu. Yaklaşık 150-200 kişilik Özel Kuvvetlerden, subay, astsubay 400-500 tanede peşmerge, Barzani Kuvvetlerinden. Talabani bize düşman o aralar. Vel hasıl 500-600 kişilik bir guruba komuta ediyor. Kuzey Irak’taki unsurlara da Nejat Müldür Paşa emir komuta ediyor. O esnada komutan Duri Köyünde. Duri Köyünün 6 kilometre güneyinde üstü dümdüz olan bir tepe vardır. Onun üstünde de Levent Albay’ın gurubu yerleşmiş durumda. Tepenin doğusunda bir boğaz var o boğaza Şarifa Boğazı denir. Geçe saat bir sularında çatışma başladı. PKK’nın sözde taburlarından 4-5 tanesi birleşerek tepenin etrafını sarmıştı. Bizzat Karayılan ve Bayık’ta orada bu birliğe emir komuta ediyor. Duri’de de bir itirafçı var. Bütün konuşmaları dinleyip,kim kimdir, kim kime ne talimat verdi anlatıveriyor. Yuhusa’dan Nejat Paşaya. Bu aralar tarafgiller yeni bir söylem geliştirdi ya adamlar Komando Birliğini basıyor, TSK kendini savunamıyor diye. Bakın burda 200 kişilik Özel Kuvvet, ve 400 kişilik peşmergeden oluşan muazzam bir birliği PKK’ın 4-5 taburu çeviriyor. Nasıl oluyor? Çünkü; adamlar onlar gelmeden biz gidelim dediler. Bir bela kampı dağıtılmış. Zap Kampına mesafe 20 kilometre, Hakurk’a 40 kilometre, Kandil’e 80-90 kilometre kalmış artık olay bitme noktasında, çatışma dehşetlidir. Mesele, mesela internete düşün Aktütün baskını görüntülerini sizde izlemişinizdir. Öyle bir şey değil yüzlerce namlu tepeye ateş ediyor, yüzlerce namlu aşağıya. Üst üste iki pasta kalıbı şeklinde izli mermilerden oluşan kubbe düşünün, havai fişek gösterisi gibi. O kadar çok roket atılıyor ki sadece roket sesleri bazen arka arkaya denk geliyor. Seri halde atış yapan bir piyade silahı efekte oluşturuyor. İki dakika sonra Levent Albay telsize girdi. Çok fena geldiler, şöyle böyle anlatıyor. Zaten patlamalardan dolayı konuşamıyordu bile 155’likleden ikisine koordinat verdi, sürekli aydınlatma, diğer ikisi sürekli itiraklı attı, sabaha kadar. Levent Albay 10 kez mevzi değiştirmek zorunda kaldı. Sabaha kadar ne numaralar döndü. PKK sızmaya çalıştı. Sızan gurubu göğüs göğse durduran subaylarımız oldu. 25-30 metreden temasa geçenler, karşıdan atılan el bombasını alıp geri atanlar. Etraftaki birliklerin hepsi komutana baskı yapıyor. Bırakın şuradan arkadan gidelim, bari bırakın şu tepeye kadar gidip arkadan ateş desteği sağlayalım teklifleri. Hiçbir yardım istemedi Levent Albay. Sabah olunca PKK’lılar katırlarla leş taşımaya başladılar. Telef olmuşlardı. İster inanın ister inanmayın Özel Kuvvetlerden 1 yarılı dahi yoktu. Bizim peşmergelerde ise 6 yaralı hepside yaşadı. Bittimi, bitmedi daha yeni başlıyordu. Levent Albay gurubu 2-3 alt guruba böldü, Zap’a kaçtılar Zap’ı dağıttı, Hakurk’a kaçtılar Hakurk’u dağıttı. Her gün 100 leş alınıyordu. PKK bitme noktasına geldi. Levent Albay kudurmuştu bir kez hedef Kandil’di. Teması hiç kaybetmedi. Kıstırdığı yerde kobra çağırıyor 10-20 leş. Kıstırdığı yerde F-16 çağırıyor, 20-30 leş. PKK artık leş toplamaktan bile vazgeçmişti. Hepimiz dedik bu olay bitiyor artık. Ve bir gün tam Kandile ulaşmak üzereyken iki adet F-16 geldi. Herkes Levent Albay yine küçük bir gurubu kıstırdı, F-16 çağırdı indirecek şimdi diye beklerken, telsizden ses duyuldu. Bu F-16’ları siz mi çağırdınız diye? Biz çağırmadık. Bende çağırmadım. Derken kim çağırdı? Herkes F-16’ları izlemeye başladı. Tam gidilen istikametin önünde dik bir hatta uçuyor sonra ileriden manevra yapıp geri geliyor, tekrar aynı şekilde alçak uçuş yapıyordu. Derken F-16’ların kuyruk işaretleri gözüktü nihayet. Uçaklar bizim değil, Amerikan uçaklarıydı. Herkes gördü. Daha önceden de şehir efsanesi gibi anlatılırdı. PKK’ya yardım indiren helikopterler filan, ama bu öyle değildi. Binlerce insan gözleri yukarda ABD uçaklarını izliyordu. Herkes gerçek düşmanını nihayet görüyordu. 4014 Telsizin 7. Kripto seviyesinde kimsenin duyamadığı görüşmeler yapıldı. Uydu telefonları ile görüşmeler yapıldı. Ve Levent Albay Kandil’in eteklerinden küfürler ederek geri çevrildi. Levent Albay için Özel Kuvvetlerin dönüm noktası o andır. Kaynak yok, alıntı yok, ancak Levent Albay da, kendisi belki şuanda anlattığım için kızacaktır ama bire bir görüşmemizde bize bu olayın gerçekliğini hatta eksik bile anlatıldığını fazlası olduğunu dile getirmiştir. Efendim bu, buralarda anlatan Levent Albay’ın kıstırdığı helikopteri kullanacaklardan bir pilotta Mehmet Ali Çelebi’dir. O da buradadır. Aynı zamanda terörle mücadelede 25 yılını geçirmiş Hasan Atilla Uğur’da buradadır. Ben artık kendilerinin bu zulme son verilerek tahliyelerini talep ediyorum.”

Sanık Tuncay Özkan Müdafii Ahmet Çörtoğlu Söz istedi verildi.” Sayın Başkan, Sayın Üyeler; 2 Eylül 2010 tarihli oturumda Sayın Mahkemenize üç nüsha şeklinde verdiğimiz Müvekkilim Tuncay Özkan’ın tahliyesini talep eder içerikli dilekçemizi tekrar etmekle birlikte, bir iki hususa değinmek istiyorum. 4 Haziran 2010 tarihinde verilen aradan bu yana tutukluluk süreleri makul süreyi aşan, makul zamanı aşan tüm sanıklar hakkında kamuoyunda tahliye edilmeleri gerektiği yönünde genel bir kanaat oluşmuştur. Hatta öyle ki bu kanaate buradaki bir takım muhalif kimlikleri nedeniyle tutuklulukları devam eden kişilerin bu tutukluluk hallerinin daha da devam etmesi için, Sayın Mahkemeye ve yargıya baskı yaptığı söylenen, söylentileri dolaşan, yürütmenin, iktidarın anlı şanlı isimleri de dahil oldu. Ama 20 Ağustos 2010 tarihinde Sayın Mahkemeniz, 31 nolu ara kararıyla, sanıkların bir anlamda haftada bir kere olan beyanda bulunma ve taleplerini, iki haftada bire indirir nitelikte bir karar alarak onların sesini kesti. Bu benim şahsi düşüncem. Bu arada kamuoyunda tutukluluk hallerinin makul süreyi aşmasından dolayı, vicdani bir kanaat oluşması ne zaman gündeme gelse, malum bir medya ve bir takım güçler bu tutukluğun, bu tutukluluğun haklı olduğunu göstermek niteliğinde bir takım eylem ve girişimlerde bulunuyorlar. Bunlardan bir tanesinde ta yargılamanın başladığı ilk günlerden beri, aynı tutumunu devam ettiren İddia Makamı tekrar gerçekleştirdi. Ve Sayın Mahkemenin, savunmanın, savunmanların ve sanıkların haberi olmayan, mahkeme kayıtlarına açık şekilde girmeyen, bizlerin yahut da kendilerinin talepleri olmaksızın, olmaksızın bir ara karara dayanak gösterilerek, halbuki ara kararla ilgisi olmayan bir şekilde dosyaya bir takım tüm sanıkları içerir HTS kayıtlarının getirtilmesini sağlayıp, bizce o an için bilinmeyen bir takım beyanlarda bulundular ve kafaları karıştırdılar. Tabi tek başına ben düşünmüyorum ki onların Tuncay Özkan’ın burda tutukluluğunun devam etmesinin sebebi o olsun. Ben hep yargılamada şöyle bir inancım vardı. Bunu tüm samimiyetimle söylüyorum, lütfen Sayın Başkan üstünüze alınmayın. Ben bu dosyayı en iyi Sedat Sami Haşıloğlu’nun Üyenin bildiğini hep düşünüyorum. İlk yargılamadan öyle kendi müvekkilim açısından. Dosyaya belki bir özel düşüncesi, özel merakı olabilir Tuncay Özkan yönünden. O gün Sayın Haşıloğlu burda müvekkilim Tuncay Özkan’ın savunmasını birlikte üstlendiğimiz ve elimizden geldiğince yapmaya çalıştığımız, meslektaşım, Duygu Öcalan’ın bürosunda, işyerinde, masasının üstünde bulunmuş bir ajandanın içindeki bir notu, tüm yargılama aşmalarını açıkça ifade etmemize, savunmamızda kendisinin savunmasında bizim savunmaya katkılarımızı içerir yazılı ve sözlü beyanlarımızda açıkça beyan etmiş olmamıza rağmen, sanki hiç açıklanmamış gibi Levent Ersöz’ün çapraz sorgusu esnasında, ona direk soru sorulması esnasında müvekkilim Tuncay Özkan’dan sordu. Ben diğer sanıkların ve diğer savunmanların düşündükleri gibi temel sorunun buradaki yargılamanın yasalarımızda belirtilen ulusal ve uluslar arası normlarda belirtilen usul esaslarda yapılmadığı konusunda 25.12.2009 tarihinde sorgulanan, Sanık Tuncay Özkan aynı verilerle aynı zamanda heyetin önündeydi. Heyet bu soruları tüm delillerin toplanmış olmasına rağmen bu evraklar kendisi gözaltına alındığında elde edilmiş olmasına rağmen, bu süre içerisinde bu soruları sormayıp ne zaman ki sanıklarla ilgili bir takım tahliye edilmeleri, serbest bırakılmaları yönünde bir kamuoyu oluşmasında, buraya gazeteciler geldi, gazeteci birlikleri geldi, vatandaş geldi, siyasiler, köşe yazarları bu konuda yoğun olarak beyanlarda bulunmak istediklerinde, tekrar önlerine bir şeyler çıktı. Sayın Başkan, Sayın Üyeler, tam sanıklar sizden adalet bekliyor. Adil davranmanızı bekliyor. En ufak bir şeyi teğet olarak diyorsunuz ki, size gösterdiğimiz müsamahayı hiçbir mahkeme de görürsünüz. Ama Victor Hugo ne diyor biliyor musunuz? İyi olmak kolaydır. Zor olan adil olmaktır. Biz sizden adil olmanızı bekliyoruz. Yasaları uygulamanızı bekliyoruz. Son 4-5 oturumudur, Sayın Mahkeme Heyetinde sanıklara karşı bir müsamahasızlık hissettim. En ufak bir tepkilerinde hemen karşı tepki gösteriyorsunuz. Siz Sayın Başkan, bir duruşmanın sonunda Sanık Mustafa Balbay ata, adalet içinde değil, atalet içinde dediğinizde döndünüz kendisine itiraz edin dediniz. Mustafa Balbay zaten tutuklandığı 5 Marttan bu yana itiraz ediyor. Her hafta itiraz ediyor. Birde onun reddine de itiraz ediyor. Bizde 27 Eylülden beri, her hafta, yani iki yılı geçmiş bir sürede düşünebiliyor musunuz? En az 104 tane itiraz dilekçemiz var. 52 Sizin kararınıza 52’de sizin kararınızın reddine. Bizler ne yapması gerektiğini biliyoruz. Ama bizim düşüncemiz şu, benim düşüncem şu; sizi artık vicdanlarınız rahatsız ediyor. Yasal olarak, bir dayanaktan uzak, makul süreyi aşmış, tutukluluk hali bence sizleri de rahatsız ediyor. Bakın, 2 yıl süren bir yargılamaya bir heyet üyesi ile çıkmışsınız. Ne dosyadan bilgisi var, ne dosyadan olaylardan haberi var. O Sayın Üye, şimdi burda ne karar verecek, ne karar verebilir. Suçun, unsurların oluşmadığı, vasıf ve mahiyet, ne değişiklik göz önünde bulundurulması, nedeniyle makul sürede yattığı sürede düşünülerek tahliyesi yönünde mi bir karar kullanacak? Hayır. Milyonlarca sayfayı bulmuş bir dosya, böyle bir beklentim de yok. Milyonlarca sayfayı bulmuş bir dosyada ne yapabilir. Ne yapabilir söyleyin. Buraya ilk çıktığınızda 20 Temmuz 2009 tarihinde şöyle demiştik. Dördüncü üye kim? Sayın Başkan dedi ki yargılama uzun süreceğinden, bir takım aksaklıklar ve ihtiyaçlarımız nedeniyle yargılamadan bir üyemiz ayrılabilir. Onun yerini doldurmak için girmişti. Yargıçlar tatillerini,izinlerini adli tatilde kullanırlar. Buna göre ayarlama yapmak, ben ayarlama yaptım ona göre buradayım. Bu sizinde göreviniz. Kaldı ki bu görevi yapın diye size, size, size Adalet Bakanı ve Adalet Bakanlığı Müsteşarı hariç hiç kimse ısrar etmiyor biliyor musunuz? Yani siz, tarafsızlığınızı ve yansızlığınızı Türkiye’deki her kesim önünde kayıp etmiş durumdasınız. Ama bu belki haklı, belki haksız. Bakan açık oturumlarda Ergenekon Yargıçlarını HSYK’nın seçilmiş üyeleri görevden almak istiyor diyor. Ne kadar acı bir şey. Siz İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Yargıcı olarak adlandırılmıyorsunuz. Siz Ergenekon Yargıçları olarak Bakan tarafından adlandırılıyorsunuz. Sedat Sami Bey korkmuyor ama, sizin için durum aynı değil. Biz sadece adil olmanızı bekliyoruz. Yasaları uygulamanızı bekliyoruz. Burda sadece Tuncay Özkan’ı cezalandırmıyorsunuz. Tuncay Özkan’ın bütün çevresini cezalandırıyorsunuz. Kendisi ısrarla kaçınıyor. Ama kamuoyundan, basından takip ettiyseniz, gencecik bir kız eğitim hayatı maalesef ve maalesef hukuk dışı yollardan kumpas kurularak engellendi. Türkiye de okuyan 15 Milyon İlköğretim ve lise talebesinin içinden 15 kişinin gittiği çok özel, seçilmiş bir okuldan ayrılmak zorunda kaldı. Bugün ailesine katılan yeni yeğenini göremiyor. Burda olduğu için göremiyor. Bir kısım siyasi taleplerini ben bugün meydanlarda olup da, istemediğim, siyasetini, fikirlerini tasvip etmediğim, Recep Tayyip Erdoğan’a Başbakana karşı fikirlerimi açıklamak isterdim diyor ama, diğer yönlerini söylemiyor. Bir duygu sömürüsü halinde olmasın diye. Buradaki tüm 36 sanık için söylüyorum. Sadece onları cezalandırmıyorsunuz. Bakın artık ifadeler farklılaştı, gördünüz mü insanlar dediğini bilmiyor. Ne yaptığını bilmiyor, çünkü bir acz içindeler, söyleyeceklerini şaşırdılar. Biz de aynı ne söyleyelim, size neyi anlatalım. 16 Arlık 2003 tarihli belgenin olayın gerçek olmadığına mı, bulunanları bulunma değil kandil, içi boş mumluk mu olduğunu, neyi söyleyelim. Yari (birkaç kelime anlaşılamadı) bir şeyleri söyleyin. Hala iki yıl önce elinize geçmiş belgeleri 20 Ağustos’ta ara karar verdiniz. Getirttirilip, heyet tarafından incelenmesi diye. Demek ki bizim tutukluluğumuzun sebepleri onlar değil. Biz elimizden geldiğince bir takım bize somut delil olarak sunulanların olmadığını, gerçek olmadığını, varid olmadığını, aksinin sabit olduğu çok zor bir şey biliyor musunuz. Olmayan bir şeyi ispat etmeye çalışıyoruz. Olmayan bir şeyi sürekli olarak ispat etme istemi halindeyiz ve uğraşı halindeyiz. Her dilekçemizde aynı şeyler olmasın, farklı konulara değinelim diye farklı farklı tekrarlardan kaçınarak yazmak istiyoruz. Şimdi meslektaşım Serkan Bey bir Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı okudu. Bende buna diyecektim. Sonra bir baktım bilgisayarda baktığım zaman tam 27 kere yazmışız size. Bir Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin CMK 100/3 kapsamında olası suç şüphesi olasılığının uzun süren, makul süreyi aşan, tutukluluklarda tek başına gerekçe olamayacağını. Bunun başka nedenlere dayandırılması gerektiğini kaçma ihtimalini, delillerin yokluğu ihtimalini. Bizler artık şaşırdık. Burda görüyorsunuz. Ben AKP’liyim diyen sanık, ben Recep Tayyip Erdoğan’ı istemiyorum diyen sanık, burda beni, işte burada siz cemaatçisiniz, Hoca Efendinin tarikatındasınız diyen savunmanlar, kendisine atılan itirafları itiraf edenleri şerefsizlikle suçlayan sanıklar oldu. Bunlar böyle miydi. 20 Temmuz 2009 tarihinde burası böyle miydi? Her sanık her vekil elinden burada geldiğince hukuki savunma yapmaya çalışıyordu. Ama bizler çaresizlik içindeyiz. Bunun çaresi yasaların uygulanmasıdır. Adil olmanızdır. İyi olmanız, biz sizin iyi olmanızı istemiyoruz. Biz sizin adil, ben sizin adil olmanızı istiyorum Tuncay Özkan’ın vekili olarak. Bugüne kadar dosyaya sunduğumuz tüm yazılı beyanlarımızla birlikte, söylediklerimiz de dikkate alınarak Sanık Tuncay Özkan’ın oluşan şartları nedeniyle tutuksuz yargılanmasına karar verilmesini sayılarımla arz ve talep ederim.”

Sanık Tuncay Özkan Müdafii Ruşen Özmen Söz istedi verildi” Sayın Başkan, Değerli Heyet. Ben konuşmamı okuyarak gerçekleştirmek istiyorum, çünkü detay vereceğim.”



Mahkeme Başkanı:" Buyurun:”

Sanık Tuncay Özkan Müdafii Ruşen Özmen:” Teşekkür ederim. Müvekkilim Tuncay Özkan’ın tutuklanmasının üzerinden yaklaşık iki yıllık bir süre geçti. Bu süre içinde Tuncay Özkan’ın ikinci doğum gününü kutladık. Önümüzdeki bayram ise Tuncay Özkan’ın tutuklu kaldığı süre içindeki üçüncü bayramı olacak. Bu uzun süre sonunda Sayın Mahkemenizi çok önemsediğim bir nedenden ötürü tebrik etmek istiyorum. Bu neden Sayın Mahkemenizin yargılama süresince, bazı konularda göstermiş olduğu istikrardır. Bu konuya Sayın Yalçın Küçük de konuşmalarında değindiler. Ben tüm konuşmamı bu konuya ayırmak istiyorum. Biliyorsunuz ki istikrar bir boyutuyla yaşamın temelidir ve de bizim gibi Akdeniz, Ortadoğu, Asya karışımı milletlerde pek bulunmayan bir şeydir. Bize daha çok istikrarsızlık yakıştırılır. Sizi istikrarınızdan ötürü neden tebrik ediyorum? Balyoz sanıklarının durumuna bakınca onların üç kere tutuklanıp salıverildiklerini düşününce sizin çelikleşmiş ikiye bir çokluktaki kararlılığınız gerçekten bir istikrar abidesi olarak duruyor. Şimdi düşünsenize Balyoz Davasında koca koca generaller, muvazzaf subaylar, deyim yerindeyse, patır patır tutuklandılar. Sonra sayfa sayfa gerekçelerle salıverildiler. Sonra bir sabah ansızın yeniden tutuklama kararı çıktı ve sonra ansızın yeniden salıverildiler. Sonra da ne büyük bir rastlantıymışçasına Yüksek Askeri Şura süreci boyunca CMK 98/3 ve 247’de açık olan düzenleyiciliğe rağmen kaçak oldukları iddiasıyla yeniden yakalama emri çıkartıldı. Hatta onca paşaya rağmen Afyon’da bir albay ki basından öğrendiğimize göre kendisi iddiaya konu seminerden iki ay önce emekli olmuş, yani tutuklana tutuklana bu seminere katılmamış bir albay tutuklandı. Bu da aslında bu davaların genel karakteristiğine uygun, istikrarlı bir tutuklamaydı. Bu davada, şöyle bir genel kural oluştu gibi görünüyor çünkü. Bu davada, emlakçı, muslukçu, lokantacı, kitapçı, teğmen, polis memuru ve gazeteciyseniz tutuklanırsınız. Arkanızda yıldızı bol dayılar, abiler, amcalar varsa, pazarlık konusu edilebilecek bir konumunuz var ise, örgüt yöneticisi olmak iddiası ile yargılanıyor olsanız bile kimse size dokunamaz. Bu nedenle bu tutuklamada Ergenekon sistematiğine uygun bir tutuklamaydı. Ama halterdeki sıfır çekmek terimine uygun biçimde, 102 sanığın 101’i bırakılınca bu albayında tutulması mümkün olamadığı için o da bırakıldı. Bu nedenle Balyoz Davasındaki bu istikrarsızlığa bakıldığında Sayın Mahkemenizin istikrar içinde hareket etmesi gerçekten takdire şayan bir durum oluşturmaktadır. Özellikle Sayın Haşıloğlu ile Sayın Özese’nin her türden kararda aynı düşünmeleri ve aynı yönde oy vermeleri Sayın Mahkemenizdeki istikrarın temel belirleyicilerinden birisini oluşturmaktadır. Bu açıdan baktığımızda Sayın Başkan Köksal Şengün’ün verdiği kararlarla ara ara bu istikrarı bozucu bir tutum sergilediğini söylemekte mümkün olacaktır. Merak ettiğimden soruyorum. Bugüne kadar bu yargılamaya ilişkin verilmiş, binin üzerindeki karar içinde bu değerli yargıçların birbirinden farklı oyları mevcut olmuş mudur? Tek yumurta ikizlerinin bile farklı düşünebildiği 2+2’inin toplamı hakkında bile bilim dünyasında farklı seslerin çıkabildiği bir dünyada maddi gerçekliğe bağlı fizik ve kimya bilimleri alanında yüzlerce yıl doğru kabul edilmiş kimi formüllerin ve denklemlerin bile yenileriyle yer değiştirdiği bir hayatta. İki yıla yakın bir süredir. Hem de hukuk gibi takdirin, kişiselliğin, yorum farklılıklarının çok yoğun olduğu bir sosyal bilimde, aynı düşünmek, aynı kararları imza etmek gerçekten mucizevi bir durum olarak kendini göstermiyor mu? Sayın Haşıloğlu ile Sayın Özese’nin istisnasız her türlü kararda aynı düşünmeleri ve özelliklede Sayın Başkan Köksal Şengün ile aksi yönde bir aynılık sergilemeleri, gerçekten yargılamanın istikrar içinde seyretmesinin esaslı nedenini teşkil etmektedir. Sayın Başkan, değindiğim bu istikra durumları ile aşağıda değineceğim diğer istikrarlı tutumlar Türk Ceza Hukuku Sistematiğine yeni karine ve kuralların yerleşmesine yol açacak gibidir. Bu yeni karine ve teamüllerin dile getirilmesi en azından gelecek kuşaklarımız ve hukuk sosyologları açısından oldukça önem arz etmektedir. İzniniz olursa diğer istikrar durumlarına da değinmek istiyorum. Önemli bir istikrar durumu. Ergenekon başlıklı yargılamalarda Sayın Savcılık Makamının isimsiz imzasız, kimliksiz ihbar mektuplarına ve gizli tanıklara gösterdiği ilgi ve önemi kurumsal baskı var diyerek görevini bırakan Necati Ede gibi Ağır Ceza Mahkemesi üyelerine, cezaevleri doldu, cemaat üyelerini serbest bırakın diyen, o dönemin Adalet Bakanı Sayın Cemil Çiçek’in baskısına maruz kaldığını söyleyen Cumhuriyet Başsavcılığına ve Müvekkilim Tuncay Özkan’ın ısrarla reddetmesine rağmen kendisine İddia Makamınca ısrarla yüklenmeye çalışılan, her defasında sonu hiç gelmeyecek elim sende oyunu eylemselliğinde bu görüşme gerçekmişçesine hareket ettikleri 16 Aralık 2003 tarihli belgeye ilişkin olarak tüm tarafların ve ilgili devlet kurumlarının, bu görüşmenin olmadığını açıkça ifade etmesine ve bunun devletin resmi yazışmaları ile de sergilenmesine rağmen, bu devlet kurumlarına ve tanıklara itibar etmemesi, ama isimsiz mektuplarla ve hatta elektronik posta ihbarlarıyla ordu komutanlarının sanık yapılması yönünde gösterdiği istikrarında altını çizmek istiyorum. İddia Makamı gerçekten bu davada uçan kuşa dikkat kesbetmekte, önem vermektedir. Şimdi size sormak istiyorum. Müvekkilim Tuncay Özkan 16 Aralık 2003 tarihli belge arasında CMK ve evrensel hukuk kapsamında meşru sayılan tüm delil ve tanıklarca illiyet bağının olmadığına dair bir kapsam var iken İddia Makamının hala bu görüşmenin olduğunu iddia etmesi ve her defasında bunu varmışçasına gündeme getirmesini nasıl izah edeceksiniz. Yani bu görüşmeyle ilgili olarak, değim yerindeyse, yok oğlu yok durumu mevcut iken, Savcılık Makamı neden bu konu var gibi hareket etmektedir. Bu görüşmenin olmadığına dair dosyada onlarca kesin nitelikli delil vardır. Bu açıklığa rağmen bu belgeyle ilgili olarak Sayın İddia Makamınca yeşil fasulyeli, yırtık pantolonlu sorular dahi soruldu. Şimdi de ben onlara sormak istiyorum. Acaba iddia Makamında bu görüşmenin varlığını ispatlayan mevcut, us yürütme ve ispatlama teknikleri dışında başka bir teknik, başka bir metot mu bulunmaktadır. Böyle bir metot, yöntem, usul var ise, ve Sayın İddia Makamı kimsenin bilmediği bu metot ve yöntemlerle bu görüşmenin olduğunu var sayıyorsa bunu kamuoyuyla paylaşmasını rica ediyorum. Çünkü matematik ve fizik fakültelerinde ispatlanmayı bekleyen, ama mevcut yöntemle ve metotlar el vermediği için bir türlü çözüme ulaşılamayan o kadar çok soru teori var ki. En azından bilime de katkı da üretmiş oluruz. Yine bu istikrar maddesine ek olarak geçtiğimiz haftalarda, bir büyük ilin Emniyet Müdürü olan Sayın Hanefi Avcı’nın bir kitap yazmak suretiyle Türkiye’nin yaşamakta olduğu sorunlara değinmesi, açık açık bir cemaat hakkında, emniyette, yargıda ve devlet kurumlarındaki yapılanmayı ve bu yapılanmayı ve yapılanmanın hukuk dışı uygulamalarına açıklamasına ve hatta açık açık ihbar etmesine rağmen, iddialarına gösterilen ilgisizlik, imzasız mektuplara, kim tarafından gönderildiği dahi tespit edilemeyen elektronik postalara yada gizli tanık beyanlarına, hukukta yer almayan biçimlerle rağbet gösterilmesi insanların tutuklanması ordu komutanları hakkında terör örgütü üyeliği isnadı ile davalar açılması, Cumhuriyet Savcılarının ancak Hollywood kovboy filmlerinde olacak biçimde yaka paça bir ilden başka bir ile götürülmesi ve cezaevine atılması, şahsımda çok önemli soru işaretleri belirlemesine yol açmıştır. Bu arada Sayın Hanefi Avcı’nın demokratik bir ülkede hükümet düşürecek, bakan götürecek ve yeri yerinden oynatacak türdeki iddia ve tespitleri karşısında, İçişleri Bakanlığının alelacele soruşturma başlatmış olmasının da belki bu kişinin görevden alınması ve beklide devlet içindeki Ergenekon örgütlenmesinin bir sayın ferdi olduğu iddiasıyla yakın bir gelecekte elimizle dokunabileceğimiz bir mesafeye gelmesi gibi sonuçlar üretecek olması riskini barındırmasına rağmen, yinede bu iddiaları ciddiye alan bir devlet kurumunun olduğunu göstermesi nedeniyle yüreklerin soğumasına yol açtığını belirtmek istiyorum. Yine Savcılık Makamı, Sayın Deniz Baykal’a yönelik olarak Ergenekon Davasında Hakim ve savcıları etki altına almak iddiasıyla iddianame hazırlarken, Hakim ve savcıları etki aldıkları taraflarca kabul edilen konularda kılını kıpırdatmama istikrarı göstermektedir. Erzincan Başsavcısına baskı uygulandığı o zamanın Adalet Bakanı Sayın Cemil Çiçek tarafında da başka bir anlama tahvil edilerek de kabul edilmiştir. Bu nedenle Sayın Savcılık Makamının iddianame düzenleme, dava açma yetkisini ne yazık ki nesnelliğe göre değil, sujenin kimliğine göre ve ne tarafta olduğuna göre kullandığına dair bir görüntü ortaya çıkmaktadır. Bu tutumlar AKP muhalifi olmanın iddianame sujesi olmak için önemli bir kıstas olarak alındığı zannını uyandırmaktadır ki, bu durumda Silivri davaları ailesi acısından mevcut bir istikrarı işaret etmektedir. Yine bu yargılamadaki önemli bir istikrar, iddianame de örgüt yöneticisi olduğu için iddia edilenlerin hemen hepsinin tutuksuz yargılanıyor olmasında ortaya çıkan istikrardır. Buradan da şöylesi bir genel kural ortaya çıkmıştır diyebiliriz. Bu davalarda örgüt üyesi iddia edilenler dışında kimse tutuklanmaz. Bu açıdan baktığımızda müvekkilim Tuncay Özkan’ın örgüt üyesi olmak iddiası ile yargılanıyor olmasını bir talihsizlik olarak gördüğümü de belirtmek istiyorum. Malum, bunca, milyonlarca sayfa tutan dokümanına rağmen varlığını tevsik edecek bir belgeden, ve belirtiden hala yoksun olan böylesi bir örgütün yöneticisi olmak isnadına maruz kalmakla üyesi olmak isnadına maruz kalmak arasında ne fark olurdu ki? Mevcut veriler ışığında müvekkilim yönetici olsaydı en azından tutuksuz yargılanma hakkını elde etmiş olacaktı. Bir diğer istikrar; Asker kişiler açısındandır. Bu yargılamalarda askeri hiyerarşide albay kişilere kadar olanlar tutuklu olarak yargılanmakta, albaylık çizgisi aşıldığı durumlarda ise yani general kişiler, tutuklu olmamaktadırlar. Buradan generallerin tutuklanmasının savunusunu yaptığımız anlaşılmasın. Biz bir durum tespiti yapıp yargılamadaki istikrar konularının altını çiziyoruz. Yine bir istikrar, müvekkilim Tuncay Özkan’ın sorgusu sırasında ortaya çıkmıştır. İddia Makamının tüm kısaltmalara atfettiği anlamlar yanlış çıkmıştır. İddia Makamı ADD kısalmasına Atatürkçü Düşünce Derneği demiş, ama aslında Çukurova Gurubunun Medya Satın Alma Ajansı çıkmıştır. KCK’ya PKK’nın sivil yapılanması denilmiş ama bu sözcük Tuncay Özkan’ın mesai arkadaşı Kerim Can Kamalın isminin baş harflerinden oluşan bir kısaltma çıkmıştır. Bir telefon görüşmesindeki ordu tamam hitabı TSK’nın ele geçirildiği yönünde yorumlanmış, ama sonradan bu ordunun Ordu şehri olduğu ve tamam diyeninde Ordu şehrindeki parti teşkilatlanmasının tamam olduğunu vurguladığı ortaya çıkmış. Şener çabuk gel hitabı, Eski Jandarma Genel Komutanı ve Ergenekon Sanığı Sayın Şener Eruygur’a bu kerte hitap edilecek biçimde yakınlık ve örgüt ilişkisinin varlığının ispatı olarak nitelenmiş ancak bu telefonda kendisine samimiyet sergilenen Şener’in şu an izleyici, pardon, sırasında oturmakta olan Tuncay Özkan’ın emektar şoförü Şener olduğu anlaşılmıştır. Bu örnekler daha da arttırılabilir, buradan İddia Makamının yorumlamalarda dikkate aldığı kısaltmaları açıklama metodu konusundaki istikrarını göstermek açısından belirtmek istiyorum. Yine sanıklar ile ilgili önemli bir istikrar maddesi sanıkların hemen hemen hepsinin gözaltı sürecinde evlerinde, işyerlerinde yapılan aramalarda ortaya çıktığı iddia olunan CD ve kimi dosyaları reddetmeleri ve nesnelerin oraya birilerince konulduğunu iddia etmelerinde gözlemlenmektedir. Bir diğer istikrar unsuru avukatlar yönünden mevcuttur. Her hafta Cuma günleri ben dahil tüm avukatlar, aynı şeyleri söyleme istikrarı sergilemekteyiz. Her hafta bu sıralardan tutukluluk süresinin yasal kapsamı, evrensel hukuk uygulamalarına, yasa koyucunun iradesine ve insan olma hassasiyetlerine uygun olmayan biçimde uzadığı dile getirilmekte ve müvekkilleri hakkında tahliye talebi Sayın Heyetinize iletilmektedir. Savunma tarafındaki bir diğer istikrar konusu ise; Sayın Mahkemenizin, istikrarlı ikiye bir kararlarına rağmen, sayın meslektaşlarımın her hafta buraya gelip, Sayın Mahkemenizden tahliye talebinde bulunmak iradesinden vazgeçmemelerinde kendisini göstermektedir. Bu husus izleyici sırasındaki yurttaşlar açısından da geçerlidir. Onlar da her hafta buraya gelip buradan tahliye yönünden istikrarlı bir beklentiler sergilemektedirler. Bir diğer istikrar Sayın Mahkemenizce yürütülen bu yargılamada henüz hiçbir örgüt üyesi ya da, örgüt yöneticisi olduğu iddia edilen sanığın böyle bir örgütün varlığını itiraf etmemiş olmasında kendisini göstermektedir. Sanıklar istikrarlı biçimde böyle bir örgütün varlığını bilmediklerini ilk defa duyduklarını, üyesi ya da yöneticisi olmadıklarını söyleyerek, yargılamamamızdaki diğer istikrar durumlarından birisine vücut vermektedirler. Başka bir istikrar unsuru da bu örgütün varlığı ya da eylemleri hakkında henüz hiçbir kesin bulgu, delil ve belirtinin mahkeme dosyasına girmemiş olmasında kendisini göstermektedir. Buna henüz diyorum zira bu yargılamada sorgusu bitmiş sanıklar hakkında dahi yeni delillerin gönderilmesi istikrarı sergilenmektedir aynı zamanda. İddia Makamı sanıklar sorguları esnasında yöneltmedikleri ve sanıkların o esnada bihaber oldukları yeni delilerle ilgili olarak başka sanıkları sorular yöneltme tutumu sergilemektedir. Sorgusu bitmiş sanıklar hakkında yeni iddialar ortaya atılmaktadır. Buda istikrarlı bir uygulamadır. Yine bu davada istikrarın doruk yaptığı bir önemli husus telefon dinlemelerinin ve aramalarının delil dosyalarının yüzde doksanını teşkil etmesinde kendisini göstermektedir. Sanıklara isnat edilen suçlamalar, çoğunlukla telefon görüşmelerinin içeriğine dayandırılmaktadır. Deliller sıralamasında telefon tapeleri dışında ikinci sırayı alan delilin gizli tanık beyanları olması da iddianamede yer alan istikrarlı unsurlardan bir diğerini teşkil etmektedir. Yine medyada sıklıkla yer alan Sayın Adalet Bakanlığı müsteşarının Ergenekon tutuklama dalgalarının öncesinde çoğunlukla yada tamamen İstanbul’da bulunduğu iddiası saydığımız istikrar durumlarına aday olabilecek niteliktedir. Özellikle Yeni Çağ Gazetesi yazarı Sabahattin Özkibar’ın 10 Mart 2010 tarihli yazısından aynen kendi ifadesi ile alıyorum. Adalet Bakanlığı Müsteşarı Ahmet Karaman, Ergenekon dan sorumlu İstanbul Cumhuriyet Savcı Yardımcısı Turan Çolakkadı’yla ile İstanbul Forsezıns Otelinde bir araya gelir. Keza Karamanın Ergenekon tutuklamalarını yapan Ali Efendi Peksak ile de görüştüğü ileri sürülür. Bunu Türk Medyasının saygın bir ismi yazıyor ve birçok medya organında da bu iddia yer aldı. Yani bu konuda, bu konuda da yargıya müdahale edildiğine dair medyada sürekli haberlerin yer alması Silivri davalar ailesinin bir diğer istikrar unsurunu teşkil ediyor. Bu yargılamada ki diğer bir, istikrarlılık durumu, tahliye talebi ve benzeri talepler dışında konular, dışındaki konularda konuşan avukatların dava içinde yargı sujeliği açısından nitelik değiştirmeleri şeklinde ortaya çıkmıştır. Şimdiye kadar 14 avukata savunmanlık konumundan sanıklık konumuna evrilmek durumunda kalmıştır. Yargılamalardaki bir diğer istikrar unsuru, yargılanan sanıkların davayla hiç ilgisi olmayan telefon görüşmelerinin, özel hayat ilişkilerinin bir kısım medyada düzenli biçimde gündeme göre kullanılıyor olmasında kendisini göstermektedir. Bu hususta sanıkların ısrarlı biçimde dile getirdikleri taleplere rağmen, Sayın Mahkemenizin tepkisiz, suskun kalması ise diğer bir istikrarlılık olarak görülmektedir. Yine müvekkilim Tuncay Özkan’ın sujesi olduğu bir istikrarlılık durumu da şöyledir. Her yargılama haftası öncesi Tuncay Özkan’ın bir telefon tapesi başkalaştırılarak bahse konu medya organlarında tutukluluğunu haklılaştırmak saikiyle haber yapılmaktadır. Bu husus şimdiye kadar dört kere gerçekleştirilmiştir. Yine müvekkilim Tuncay Özkan’ın hemen hemen her talep gününde dosyadaki kendisi ile ilgili tüm isnatların çökmesi karşısında bana suçumu söyleyin talebinde bulunmuş olması ve bu sorusunun şimdiye kadar yanıtsız kalmış olmasının ise yargılamadaki istibdarlılıkta ilgili başka bir başlık olduğunu ifade etmek istiyorum. Bir başka istikrar unsuru ise Sayın Başkan Köksal Şengün’e aittir. Yargılamanın birçok safhasında Ceza Muhakemesi Kanununu diğer Sayın Üyelerden farklı anladığını ve yorumladığını gösterme istikrarlılığını göster, sergilemiştir. Hakkında da yasal yada yasadışı dinlemelere, izlemelere maruz kaldığı iddiaların mevcut olmasına rağmen, bazı gazetelerde ona baskı kuracak türden tehdit edici, ucuzluk kokan, seviyesiz ithamlar ve haberler yer almasına, üzerinde bu yönlü baskılar kurulmuş olmasına rağmen doğru ya da yanlış, bu yöndeki istikrarını korkusuzca sergilemiş olması Silivri yargılamaları açısından kuşaktan kuşağa anlatılacak bir hukuk duruşuna imza atmış olması bu yargılamanın en özel istikrar durumlarından birisini teşkil etmektedir. Sözlerime müvekkilim Sayın Tuncay Özkan’ın 5 celse katılmama cezası aldığı gün yaptığı konuşmayı aynen alıntılayarak bitirmek istiyorum. Bunu neden yapıyorum? Çünkü bu suçsuz bir insanın isyanıdır, haykırışıdır. İzniniz olursa bunu tekrar sizlerle paylaşmayı uygun görüyorum. Müvekkilim şöyle demişti; Neden beni tutukluyorsunuz? Burada hukuk yok. Neden, Balyoz Davasında böyle tutuklama yapılmaz diye insanlar salıveriliyor. Orada mı hukuk yok, burada mı yok? Böyle yargılama olmaz, burada faşizm var Sayın Balkız ve Sayın Genç. Ben AKP muhalifiyim, ırkçılığa karşıyım. İnsanları toplayıp aynı çuvalın içine koyarak bir yere varamazsızınız. Burada zülüm var. Eğer bu sorularıma cevap verilmezse ve ne ile suçlandığım söylenmezse Cuma gününe kadar açlık grevi yapacağım. Gerekirse ölüm orucuna başlarım. Ramazanda geldi yatabiliyorsanız gelin siz yatın burada. Gelemiyorsanız buyurun iftara. Bu yargılamayı böyle devam ettiremezsiniz. Bu konuşmalarda Tuncay Özkan iki yıla yakındır size sorduğu tek ve hep aynı olan soruyu sormuştur. Suçsuzluğundan ve masumiyetinden emin olan bir insanın sorusudur bu. İnsan olma sabrının sonuna doğru seyreden ve oldukça insani bir birikmeden dolayı patlayan bir suçsuz insanın tepkisidir bu. Tuncay Özkan sürekli biçimde size bana suçumu söyleyin bana suç teşkil eden eylem ve fillerimi, delillerimi gösterin dedi. Şimdiye kadar onlarca kez bunu sordu. Bana bir tanesi gösterin ben gidip paşa paşa cezamı yatacağım dedi. Duruşmaya bile gelmeyeceğim dedi. Ben de size şu talebimi iletmek istiyorum. İddia Makamı Tuncay Özkan ile ilgili olarak bu iddianamede hukuki mahiyeti olan hiçbir bulgu belirti, şüphe unsuru, yazılı ya da sözlü delil başlangıcı ya da her ne biçim ad altında olursa olsun delil ve delil benzeri sayılabilecek hiçbir olay yada olgu ileri sürmemiştir. Bunu çok istemiştir belki ama maalesef bunda başarısız olmuştur. Çünkü yoktur. Bu milyonlara varan sayfalar içinde Tuncay Özkan’ın suç işlediğine dair suçlu olduğuna dair hiç bir şey yoktur. İleri sürülenler anlamı olmayan nedensellik ilişkisi barındırmayan ve hatta şizofrenik bulunabilecek fikir uçuşmalarından ve bir büyük boşluktan ibarettir. Tuncay Özkan’ın içine atıldığı şey bir hukuksuzluk ve adaletsizlik labirentidir. Bunu müvekkilinin tahliye olmasına, beraat etmesinde kilitlenmiş bir avukat olarak söylemiyorum. İnsan olmayı, adil olmayı, vicdanlı olmayı, tüm hayatına yaymış bir insan olarak söylüyorum. Bu dava bir kızgınlık labirentidir, bir gayya kuyusudur. Bu dava tarih önünde Merhum Adnan Menderes’in linç edilmeye çalışıldığı, cımbız davasının, bebek davasının ve 12 Eylül faşizmine direnç gösteren onurlu ve başı dik aydınların yargılandığı barış derneği davasının akıbetine uğramaya mahkumdur. Keşke bu dava demokrasiye, hukuka, erdemli olmaya, ve en önemlisi insan olmaya kastedenlerin yargılandığı bir dava olsaydı. Keşke Sayın İddia Makamı yeşil fasulye sever misiniz, yırtık pantolon giyer misiniz gibi sorular sormaya mahkum olmak yerine, eylemlerinizle insanlığa kast ettiniz mi, terör ürettiniz mi, halk düşmanlığı yaptınız mı. Ve vatana ihanet ettiniz mi, gibi sorular yöneltebilseydi. Bu soruları sormaya hak sahibi olacağı delil ve bulguları olabilseydi. Tuncay Özkan’ın burada bulunma nedeninin ip uçlarını sanırım en iyi Sayın Bülent Arınç geçtiğimiz hafta yaptığı açıklamalar ile verdi. Belki Sayın Arınç bunun nedeni, buna neden olan, yol açan değildi. Belki bundan artık dönendi, vazgeçendi bunu bilmiyorum. Ama yaptığı birden fazla açıklamada ısrarla buna değindi. Kendisini itham etmek istemiyorum ama çok önemli bir ip ucunu bu açıklamasıyla açığa çıkardı. Tuncay Özkan Cumhuriyet Mitinglerini yaptığı için bazı insanlar tarafından günahları kadar bile sevilmediği için mi buradadır? Kimilerinin ayaklarına bastığı, sularının akışını kestiği için mi buradadır. İnsanların sevmek fiiliyle günah kavramını yan yana getirebilmeleri kendi sorunlarıdır. Ahiret gününe bakış ve iman açılarıyla ilgilidir. O günde bunlar mutlaka kendilerine hepimize sorulacaktır. Ama inanın Tuncay Özkan’ı seven milyonlar yaşamaktadır bu ülkede. Ve bu sevgilerini hesap gününde vurgulamaktan, bununu hesabını vermekten de çekinmeyeceklerdir. Müvekkilim Tuncay Özkan’ın bütün bu gerekçelere rağmen yargılanıyor olması ve dahası bu yargılamanın tutuklu olarak sürdürülüyor olması hukukla açıklanabilir olma özelliğini artık iyiden iyiye yitirmiştir. Yargı kızgınlıklara dur deme kurumudur. Labirentleri düzlüye çıkarma etiğidir. Düğümleri çözme erdemidir, yanlış hesapların yarı yoldan döndürüldüğü Bağdat Şehridir. Yargıçlar insanlığın vicdan terazisini taşıyanlardır. Yargılarken gözleri kapalı olanlardır. Yürekleri ve muhaiyeleri herkese eşit açılanlardır. Kayırmayan, ayırmayan, kızmayan, kızdırılmayanlar, yoldan çıkarılamayanlardır. Adalet insanlığın nefesidir, yaşamın soluk alıp vermesidir. Gereğini yüce takdirlerinize sevgi ve saygı ile arz ediyorum.”

Sanık Mustafa Ali Balbay Müdafii Av. Mehmet İpek Söz istedi verildi” Sayın Başkan, Sayın Üyeler, burada her Cuma, bugün Cuma değil gerçi Salı. Talepte bulunurken şu düşünceyle geliyorum. Bugün ne söylemeli? Bugün ne söylemeliyi açıklamadan önce ortada bunu kendi kendime sormamın nedeni, ortada gerçek anlamda bir davanın olmaması bugün Sayın Hocamız Yalçın Küçük’ün de belirttiği gibi ben bunu son bu yargılamanın son 6 ayında hep kendi kendime sormaya başladım neden bu sıkıntıyı yaşıyoruz. Burada biz savunma tarafı olarak sizler, sanıklar, İddia Makamı, gerçek anlamda açılmış bir dava olmamanın neticelerini yaşıyoruz. Ben hep bugüne kadar müvekkilimizin savunmasını yaparken teknik hukuk açısından ne söyleyebiliriz? İddianamede kendisine yükletilen fiilleri nasıl çürütebiliriz diye düşündüm. Ama bunun bu aşamada mümkün olmadığı ortaya çıktı. Neden? Bu davada başından beri hiçbir usul kuralına uyulmadı. Ortada gerçek anlamda açılmış bir dava olmadığından bir iddianame olmadığından bizler görevimizi yapamıyoruz, sanıklar kendilerini savunamıyorlar, sizde gerçek anlamda bir yargılama yapamıyorsunuz. Usul hatalarından ve usul yanlışlıklarından bahsettim. Neden, usul esasın giriş kapısı. Yanlış kapıdan yanlış yerlere giriliyor. Yanlış ve keyfi usuller, yanlış ve keyfi sonuçlara ulaştırıyor çünkü mahkemeyi. Bu yüzden Ceza Muhakemesi Kuralları ve İlkeleri bir davanın esas, esasını doğru çözülebilmesi için zorunlu kurallar ve ilkeler, bu davada bu zorunlu kural ve ilkelerin bizim gerek öğrencilikte, gerek meslek hayatımızda öğrendiğimiz bütün ceza hukuku genel prensiplerinin alt üst olduğunu görüyoruz. Siz diyorsunuz ki, işte özgürlüğünüz var her şeyi söyleyebiliyorsunuz, savunmanızı yapabiliyorsunuz. Hayır yapamıyoruz savunmamızı. Çünkü gerçek anlamda açılmış bir dava yok ortada. Bu dava nasıl olur? Ceza davasını Sayın İddia Makamı, savcılar bir iddianameyle açarlar. Bu iddianame Ceza Muhakemesi Kanununun 170. maddesinde de iddianamenin neleri içerdiği açıkça belirtilmiş. Şimdi kısaca iddianamede diyor ki Ceza Muhakemesi Kanunu 170. maddede bir iddianamenin isnat edilen fiili bütün unsurlarıyla tanımlanacak şekilde hazırlanmış olması. Sanığın işlediği iddia edilen fiili nerede ve ne zaman işlediği ve bence en önemlisi olaylar ile delilleri birbirleriyle ilişkilendirmesi zorunludur diyor. Şimdi ben Sayın Heyete soruyorum. Tabi sormak değil, heyetin cevap verme zorunluluğu da yok da bu iddianamede bu unsurların bulunduğuna hiçbirimiz inanmıyoruz, tarafların hiçbiri inanmıyor buna. Bence iddia Makamı da inanmıyor bu unsurların bulunduğuna. Ne oluyor bu durumun sonucunda. Biz müdafaa tarafı olarak, sanıkların neyle suçlandığını ve aleyhindeki delilleri bilemeyecek durumdayız. Kendisi bugün müvekkilimiz dedi ki benim delilerim ve hukuki durumun değerlendirilmesi bölümünde, sabahki konuşmasında Cumhurbaşkanı ile görüşmem suçlama konusu yapılıyor. Şimdi biz bundan bir sonuç çıkarmalıyız kendi kendimize. Olsa olsa, Sayın Mustafa Balbay’ın Cumhurbaşkanı ile yaptığı konuşmadan ne gibi bir suç oluşturulabilir, ya da ne gibi bir suç vardır. Bu yöntemle kendimiz bir takım sonuçlar çıkaracağız ve buna ilişkin bunları çürütmeye çalışacağız. Böyle bir zorluk içerisindeyiz. Ve kendimizi savunamaz duruma getirilmiş durumdayız. Eğer ceza yargılamasında sanık kendini savunamaz hale getirilirse Ceza Muhakemesi önceden belirlenmiş bir sonuca ulaşmak için başvurulan bir zulüm aygına dönüşür. Nitekim bugün sanıklardan Servet Kaynak dedi ki, biz ne kadar daha kalacağız? Kendisinin adil yargılandığına inanmadığı için kimler için yargılanıyoruz, kimlere vekaleten buradayız, bunun sonucu nedir ne değildir bize bunu söyleyin. Benim edindiğim intibaa Servet Kaynak’ın artık önceden belirlenmiş bir yöntemle yargılanma yapıldığı inancını edindim. Bu tabi bir yargılamada bütün taraflar için çok acı bir netice. Şimdi iddianamede bu olay, bunları daha önceden de kısmen söylemiştim ama yargılamanın geldiği bu aşamada tekrar etmek istiyorum. İddianamenin olaylarla, olayların delillerle ayrı ayrı ilişkilendirilmemesi sonucunda Ceza Muhakemesinin en temel ilkesi olan, cezaların şahsiliği ilkesi bir kere ortadan kaldırılmış oluyor. İkinci olarak, sanıklar neyle suçlandıklarını bilmediklerinden savunma hakları ellerinden alınıyor. Ve savunma hakları ellerinden alınan sanıklar bir takım varsayımlara başvuruyorlar. Suçsuzluklarını ispatlamak için adeta çırpınıyorlar. Bugün nitekim Sayın Hasana Ataman Yıldırım dedi ki ben dedi suçsuzluğumu ispat etmeye çalışıyorum. Oysa demokratik, çağdaş bir hukuk devletinde iddiasını ispat edecek kimdir? Savcılık makamıdır. Savcılık makamı ortaya olmayan bir eklemelerle bir güruh halinde, klasörlerce evrakları yığıp, işte buradan kendinize beğenin bir suç, beğenin fiilleri ve kendinizi savunun diyor adeta. Bunun hukuken imkansız olduğu belirtmek istiyorum. Bu dava açılmadan yargılama yapılan sistemin adı tahkik sistemidir. Ve Orta Çağda kilise iktidarının baskı mekanizması olarak işlev gören engizisyon mahkemesinde uygulanmıştır. Bunun karşılığı bu yargılamada budur. Tahkik sistemi uygulanıyor resmen. Biz buradan bir sonuç çıkarmaya çalışıyoruz kendi kendimize. Bu genel açıklamalardan sonra benim ve meslektaşım Aydın Metin’in daha önceki verdiğimiz beyanlarda, özellikle mahkemenizden bir istirhamımız vardı. Ve en son verdiğimiz dilekçede de biz bu hususu tekrarladık. Tutululuğun devamına ilişkin verdiğiniz 20.8.2010 tarihli, 20.8.2010 tarihli kararın itirazen incelenmesi için Sayın Mahkemenize müracaat ettik. Şimdi Sayın Mahkemeniz bu müracaatımız üzere bir değişik iş kararı verdi. Bu değişik iş kararını kayıtlara geçmesi açısından okumak istiyorum. Çünkü bizim talebimizi karşılayan bir karar değil. Mahkemelerin kararları Anayasaya göre gerekçeli olmalıdır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları da bu yöndedir. Ben kısaca sizin bu kararınızı okuyup kayda geçirmek istiyorum. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 26.8.2010 tarihli değişik iş kararı; Yukarıda esas numarası verilen dosyamızın tutuklu sanığı, Mustafa Ali Balbay Müdafileri 25.8.2010 havale tarihli dilekçeleri ile müvekkillerinin bir buçuk yıldan beri tutuklu olduğunu sorgusunun üzerinden 8 aydan uzun bir süre geçtiğini mahkemenin bugüne kadar müvekkilleri ve kendileri tarafından yapılan tüm tahliye taleplerinin genel nitelikte, basma kalıp gerekçelerle ret ettiğini. Mahkeme Başkanı Köksal Şengün’ün karşı oy yazısının uzun süreden beri devam eden tutukluluk hali için, makul süreyi aşarak cezaya dönüştürülemeyeceği yönündeki savunmalarını destekler nitelikte olduğunu. Tutukluluk halinin devamına yönelik kararların Anayasaya ve CMK’ya aykırı olduğunu bir yargılama tedbiri olan tutuklamanın, yargılamanın geldiği aşama itibariyle müvekkilleri bakımından, artık önceden cezalandırma haline geldiğini bu durumun, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5/3. maddesinin açık ihlali olduğunu. Müvekkillerinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında belirtilen tutuklama nedenlerinden hiçbirisin bulunmadığını. Müvekkillerinin kaçma tehlikesinin olmadığı, nitekim müvekkillerinin 2008 Temmuz aynıda gözaltına alınıp adli kontrol kararı ile serbest bırakıldığını ve kaçmadığını. Yargılamaya ilişkin tüm delillerin toplandığını, adaletin işleyişine müdahale edilmesinin söz konusu olmadığını, müvekkillerinin yargılamadaki tutum ve davranışlarıyla önceki hayatı göz önüne alındığında bir suç işleme tehlikesinde bulunmadığı beyan ederek, mahkemenin 20.08.2010 tarihili ara kararında müvekkillerinin tutukluluk hallerinin devamına karar verildiğini belirterek bu kararın Ceza Muhakemesi Kanununu 268/2 maddesi gereğince gözden geçirilerek müvekkillerinin bihakkın tahliyelerine karar verilmesini, aksi takdirde dosyanın gereğinin ifası için itiraz merci olan İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesini talep ettikleri anlaşılmakta diyor. Bizim talebimiz bu değildi. Ben talebimizi tekrar buradan dilekçemizden okuyacağım ve sizin bu talebe karşı verdiğiniz neticeyi aktaracağım Sayın Heyetinize. Biz talebimizin sonuç ve istem kısmında dedik ki bu sayfalarca müvekkilimizin tutukluluğunun Anayasaya, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarına ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ve aynı zamanda Ceza Muhakemesi Kanununa aykırı olduğunu belirttikten sonra sonuç olarak müvekkilimizin bihakkın tahliyesine karar verilmesini. Bu karara geçmemiş, bundan sonraki talebimiz. Bu talebimiz kabul edilmediği takdirde, talebimizin neden ret edildiğini Yargıtay’ın ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yargısal denetimine olanak sağlayacak, detaylı, makul ve tatmin edici bir gerekçe ile bildirilmesini. Sizin gerekçenizi, Sayın Mahkemenin gerekçesinin söylüyorum. Bu gerekçe tatmin edici makul ve bize bu konuda yargısal denetime elverişli bir karar mıdır? Gereği düşünüldü: 1. Mahkemenin 20.8.2010 tarihli duruşmasında Sanık Mustafa Ali Balbay’ın tutukluluk halinin devamına ilişkin ara kararımızda usul ve yasaya aykırılık olmayıp herhangi bir isabetsizlikte bulunmadığından evrakın incelenmek üzere. Şimdi bu karar bizim talebimizin karşılığı değil Sayın Başkan, Sayın Heyet. Biz bundan önceki duruşmalarda da aynı şeyi söyledik. Talebimizi ret edecekseniz gerekçelerini söyleyen. Mustafa Balbay’ın kaçma ihtimali mi vardır? Mustafa Balbay’ın delilleri karartma ihtimali mi vardır. Bunları bizde bilmek istiyoruz. Kendisi de bunları bilmek hakkı. Siz neye dayanarak talebimizi karşılamağınızı gerekçelerinizde açıklamak durumundasınız. Bu sizin Anayasal olarak da zorunluluk, zorunluluğunuz. Benim bu nedenle bugün kendisinin tahliye talebini aynen talep ediyorum. Ama talebimiz ret edildiği takdirde, bu talebimizin neden ret edildiğini gerekçeleriyle birlikte açıklamanızı Sayın Heyetinizden arz ve talep ediyoruz efendim.”

Sanıklar Erol Manisalı ve Mustafa Ali Balbay Müdafii Av. Aydın Metin söz istedi verildi:” Sayın Başkanım, Sayın Üyeler, müvekkilim Balbay konuşmasında haklı taleplerini tekrarladı. Yine haklı bir şekilde isyanını dile getirdi. Sayın meslektaşımda teknik bakımından davanın seyrini ve tutuklama tedbirinin devamına ilişkin vermiş olduğunuz kararlardaki gerekçelerin yetersizliği konusundaki haklı eleştirilerini ortaya koydu. Şimdi ben bugün geçmişten birkaç kısa alıntıyla bu davanın geldiği aşamayı ve bugün içinde bulunduğumuz durumu kısaca arz etmek istiyorum. Efendim ben Balbay tutuklandıktan sonra yani hakkındaki adli kontrol kararı kaldırılmadan, tutuklanıp cezaevine konduktan sonra kendisinin müdafiliği görevini üstlendim. Bu çerçevede cezaevine gidip kendisini ziyaret ettiğim dönemde, bana haklı olarak müdafii sıfatımla sordu. Dedi ki ben nasıl olurda, ya da ne zaman, ne şekilde mahkemede derdimi anlatırım. Suçsuzluğumu hakkımdaki iddiaların yersizliğini ne şekilde ortaya koyabilirim ve bu kapsamda mahkemenin seyri nasıl olur dedi. Bende kendisine anlattım. Dedim ki; Sayın Balbay Türkiye’de bizim yargılama sistemimizde Cumhuriyet Savcılarının dava açması için şüphenin varlığı dahi yeterlidir. Geçmişte bir çok örneği vardır. Hatta şu örneği verdim. Dedim ki, yani çok önemli şahsiyetler söz konusu olmadığı sürece hiçbir Cumhuriyet Savcısına niçin dava açtın diye çok fazla soru sorulmamıştır. Ha neden takipsizlik kararı verdin diye sorulabilirde. Niçin dava açtın diye pek kimse sormaz. Onun için Türkiye’de, ülkemizde sanık olmak kolaydır dedim. Ancak mahkemeler, Hakimlerimiz yargılama konusu önlerine gelen olayları, dinleyip ortaya konduktan sonra bu durumu bazen biraz gecikmeli de olsa tahlil ederler ve en azından tutuklama tedbiri konusunda elden geldiğince makul süreler içerisinde, gerekli kararları veriler. Onun için gönlünü rahat tut hakkındaki deliller iddiaya konu ileri sürülen, Savcılık Makamı tarafından deliller oldukça yetersiz. Ve hatta bu deliller konusunda geçmişte delillerini kanuna aykırılığı hususunda yapmış olduğumuz açıklamalar kapsamında bir takım açıklamalarda bulundum. Ve kendisine bu bilgileri aktardım. Ancak şimdi efendim biz yanlış hatırlamıyorsam herhalde 80. duruşmaya yaklaşıyoruz. Ceza yargılaması hukukunun öngördüğü kapsamda konuyu ele alırsak, her ay bir duruşma yapıldığını kabul edersek bu hesaplayamıyorum bu herhalde 8-10 yıllık bir yargılamaya tekabül eder. Bu yargılamada geldiğimiz durum ortada. Biz halen sanıkların ifadelerinin alınması sürecini ikmal etmeye çalışıyoruz. Şimdi ben müvekkilimin durumuna indirgeyeceğim olayı bu kapsamda konuyu ele alacağım. Siz Yüksek Heyetinize bir kısım sanıklar tarafından sorular yöneltildiğinde haklı olarak, şu cevabı veriyorsunuz; burada bağımsız bir yargılama yapıyoruz ve amacımız maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasını temin etmek. Şimdi efendim, Balbay ifadesini verdi 8 ay önce geçen süre zarfında kendisiyle, kendisine isnat edilen suçlamalarla ilgili olarak, ilgili sanıklar da ifadelerini verdi. Ki en son Levent Bey, Levent Ersöz ifadesini verdi. Şimdi siz diğer sanıkların özelliklede tutuklu sanıkların ifadelerin alma aşamasına geçiyorsunuz. Bu sorunun cevabını kendim vereceğim ama, gene soru olarak yönelteyim. Şimdi siz Balbay’la ilgili hangi maddi gerçeği araştıracaksınız. Ortada araştırılacak bir maddi gerçek yok ki. Çünkü diğer sanıkların, diğer tutuklu sanıkların Balbay’la bir ilgisi yok. Yani Balbay aslında örnek verebilirim. Tutuklu olarak kalan diğer sanıklarda olduğu gibi, ifadesini verip de tutukluğun devamına karar verdiğiniz diğer sanıklarda olduğu gibi burada bilemiyorum, sizlerin öngördüğü bir süre daha cezaevinde tutuklu olarak kalmaya devam edecek. Zira ben sizin sanıklar ölçeğinde maddi gerçeği araştırmak için bir şey yapabileceğinizin fırsatını da bulabileceğinizi düşünmüyorum. Çünkü diğer sanıkların ifadesini almak durumundasınız. Bu arada talepler çerçevesinde bir takım araştırmalar yapıyorsunuz. Ama bu yapmış olduğunuz araştırmalardan lehe olarak gelen delilleri değerlendirme konusu yapmıyorsunuz. Çok özür dilerim. Çok somut. Şimdi polis memuru arkadaşlar neden tutuklu? Ya bana bunu bir avukat olarak, bir müdafii olarak hiç kimse izah edemez. Çünkü araştırma yaptınız. Bir kısım delilleri tahkik ettiniz. Bu deliller kapsamında özellikle İbrahim Şahin’den elde edildiği ileri sürülen bir takım delillerin sıhhati konusunda sonuca ulaştınız. İşte maddi gerçek. Maddi gerçek konusunda araştırma yaptınız. Ama sonuç, sonuç ortada. E Balbay’la ilgili olarak, aynı şekilde biz maddi gerçeğin ortaya çıkartılması için araştırmalar yaptık. Bilimsel mütalaalar, hukuki mütalaalar getirdik. Oturduk anlattık, siz hiçbir araştırma yapmadınız. Belki sadece araştırma olarak adlandırılacak, diğer sanıkların ifadelerlerini aldınız. Ha bizim bunlara da ihtiyacımız vardı. Çünkü Levent Ersöz yani Balbay’a atfedilen aleyhine olduğu ileri sürülen delillerin bir kısmında ismi geçen Levent Ersöz kendisinin ve Balbay’la ilgili olan bu aleyhe delillerin tamamının gerçek dışı ve nasıl çarpıtıldığını da çok açık ve net bir biçimde ortaya koydu. Bizim savunmalarımızı da doğruladı. Şimdi efendim sizin elinizde ne var? Bir takım dijital veriler var. Herkesin her şekilde oluşturabileceği dijital veriler. Bunları ortaya koyduk. Tüm meslektaşlarımda anlattılar. Siz bunları nasıl doğrulatacaksınız? Ancak taraflarına sorarak. Başka şansınız yok. Tarafları da bunların ne şekilde olduğunu anlatıyor. Ama bu maddi gerçek buna rağmen ortaya çıkmıyor. Şimdi ne oluyor efendim böyle olunca, işte hiçbir şekilde bir müdafii olarak görmek istemediğimiz bir durum ortaya çıkıyor. Yani mahkemenizin saygınlığı, mahkemenizin tarafsızlığı, mahkemenizin objektifliği, her zeminde tartışma konusu yapılır hale geliyor. Bu bizi üzüyor. Yani burada sayın meslektaşlarım haklı olarak bu eleştirileri gündeme getiriyorlar. Sanıklar, tutuklu sanıklar isyan noktasında artık seslerini yükseltmeye başlıyorlar ve iş yani bu dava hukuki zemininden tamamen kayar bir vaziyet alıyor. Efendim bunu, düzeltmek, bunu tekrar rayına oturtmak sizlerine elinde. Bizlerin yapabileceği bir şey yok. Biz elimizden geleni yüksek heyetinize müdafileri olarak, elimizden geleni söyleyerek, elimizden geleni anlatarak, bunları dile getirmeye çalışıyoruz. Ama duymuyorsunuz. Ama bu konudaki taleplerimizi, haklı, yeterli gerekçe göstermeden ret ediyorsunuz. Yani biz Ceza Yargılaması Hukukunun uygulanmasını talep ediyoruz. Siz diyorsunuzki esasla birlikte değerlendirilmesine, E söyledi sayın meslektaşım. Esas ben esastan vazgeçtim efendim. Delillerin tartışılması ne zaman bağlıyacak bu davada. Şimdi kendinize özel, kendinize has bir yargılama usulü geliştirdiniz. Lütfen avukatlar olarak bize söyleyin. Yada Balbay’ın müdafii olarak bize söyleyin. Balbay’la ilgili olarak delillerin tartışılmasına ne zaman başlayacaksınız. Biz bu konuda şimdi talepte bulunan meslektaşlarımız oluyor, tanık dinletilmesi konusunda. O aşamaya gelindiğinde dinlenmesine diyorsunuz. Efendim o aşamaya ne zaman geleceğiz biz. Bizim böyle bir, böyle bir beklemeye bu insanların nasıl tahammülü olacak. Onunu için bu hususları tekrar tekrar gözden geçirmenizi talep ediyorum. bakın efendim bura da insanlar, tutuklular yapmadıkları görüşmeleri anlatmanın uğraşı içinde çırpınıyorlar. Benim müvekkilim Balbay diyor ki ben Levent Ersöz’le iki defe görüştüm. Siz soruyorsunuz. Anıttepe’de yemekli toplantı e yok. Böyle bir toplantı yapılmamış. Balbay’a soruyorsunuz, yok diyor, Levent Ersöz’e soruyorsunuz yok diyor. Ama sizin elinizdeki dijital veride, daha doğrusu size takdim edilen deliller içersinde bu şekilde bir iddia var. Bunu kim nasıl doğrulayacak? Taraflar yok diyor, böyle bir şey olmadığına. O zaman bu delileri acilen tartışmamız gerekiyor. Diğer tarafları da çağırın sorun. O yemeğe katılıp katılmadıklarını. Çünkü siz kuvvetli suç şüphesinin varlığını, bu bahsi geçen yetersiz delillerle devamı konusunda değerlendiriyorsunuz. Bunu yapmayın efendim. Bu konudaki taleplerimize duyarsız kalmayın. Şimdi, çünkü; bu olay her geçen gün rayından çıkıyor. Ben sadece bu davayla ilgili olarak değil. kamuoyundaki genel olaylarla ilgili olarak baktığımda, Türkiye’de çok olumsuz, hukuk adına olumsuz gelişmeler oluyor. Bakın bir Yargıtay dinlemeleri konusu yakın zamanda ortaya çıktı. Şimdi konuşmanın tarafı olduğu iddia edilen Yargıtay ilgili hukuk dairesi başkanı, yani Türkiye’de teminat olarak en üst seviyede olan bürokratlarımızdan ve bence en ulvi meslek gurubundan, en önde gelen meslek gurubunun bir ferdi, böyle bir konuşma yapmadığını, konuşmaya konu olan avukatı hiçbir surette tanımadığını ve diğer Yargıtay üyeleriyle de bu anlamda hiçbir şekilde bir araya gelmediğini ispatlamanın aczi içerisinde bunun için uğraşıyor ve diyor ki; vicdanlara havale ediyor diyor bunu diyor. Böyle bir şey olur mu? Şimdi bizde burda aleyhe olan ve birçok yönüyle değiştirilmiş, maniple edilmiş bu delillerin, yokluğunu, geçersizliğini ispat etmekle geçiriyoruz. Böyle bir şey olur mu? Sözlerimi bitirmek istiyorum. zira Sayın Heyetinizin de çok fazla vaktini almak istemiyorum. Bayram öncesinde, tabi ki öncelikle müvekkilim bakımından ama diğer tüm tutulu sanıklar bakımından da bu talepleri gözden geçirin ve Sayın Gerçeker’in Adli Yıl açılış konuşmasında yapmış olduğu, yada atıfta bulunduğu bir veciz söz var. Bir yabancı müellifin sözü, adalet diyor güçlü olmalıdır. Ama bu gücü kullanan adalet, bu gücü kullanırken mutlaka adil olmalıdır diyor. Bu çerçevede efendim lütfen adaletinizi hakkaniyet, eşitlik ve adillik prensipleri çerçevesinde yerine getirin, bu davayı rayına oturtun, benim müvekkilimin de bu tutukluluk halinin kaldırılmasına karar verin çok teşekkür ederim.”

Sanık Levent Ersöz müdafii Av. Ali Rıza Dizdar söz istedi verildi:”Sayın oturum başkanı, sayın üyeler tabi bir üyemizi çok yoruyoruz kusura bakmasınlar biz devamlı olarak burada yoruluyoruz o iki sefer geldi yorulacak. Sayın başkanı, sayın üyeler ben her şeyden evvel hukuka bağlı bir insanım. Çocuklarıma da bugün ayağa kalkmamın nedeni o. Çocuklarıma da bırakacağım mirası bana sağladığınız için teşekkür ederim. Çünkü yakında Silivri Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanacağım. Geldi iddianame. Meşhur Yüksel Dilsiz ile olan iddianameden dolayı yargılamamı isim verilmiş. Hiç önemli değil ben başka türlü miras bırakamam. Para puldan ziyade manevi şahsiyete bırakmam lazım. Tabi biraz sonra Sayın Üye Haşıloğlu’nun 145 numaralı klasörü bana hatırlatmıştı duruşmada. Bende kendilerine ezbere biliyorum demiştim. O 145 numaralı klasörde gayet iyi incelemişlerse suç duyurularında bulunması gerekirken bunu yapmayan görevini yapmayan yargıcın da ceza sorumluluğunu size hatırlatacağım. Cezai sorumluluk altındasınız bundan sonra. Çünkü bu 145 numaralı dosyada nasıl bir oyunlar döndüğünü birer birer biraz sonra anlatacağım. Ancak daha evvel şunu söylemek istiyorum. biz hukukçuyuz. Bugün 6-7 Eylül gününün yıl dönümü U2 bizim zamanımızda İrlandalı bir şarkıcı ama 6-7 Eylülün çok önemi var. Ben o 6-7 Eylüldeki katliamı yaşayanlardan canlı tanığım sizler değilsiniz. Sizler çünkü ne Tarlabaşı da yaşadınız ne Dolapdere de ne de Kurtuluş da ama ben yaşadım. Ama o zaman birisi tutuklandı. Bir kişi tutuklandı. 6-7 Eylül olaylarını çıkaran çok önemli birisi tutuklandı şuanda o kişinin mezarı bile bulunamıyor buralarda. Çünkü dedi ki tanklar geçmesin çocuklar geçsin dedi Aziz Nesin tutuklandı çünkü Aziz Nesin’i verdiler dediler ki 6-7 Eylül olaylarını Aziz Nesin çıkardı dediler. Sonra çıktı ki, devlet çıkardı, Celal Bayar çıkardı, Menderes çıkardı, Ferit bey çıkardı emniyet müdürü o çıktı ortaya. Çünkü Süreyya lokantasında yemek yediler ve katliam başladı şimdi ben onların tanığıyım ama bugün başka bir yazıyı belki Mustafa Balbay söyler diye düşündüm ama ben buradan bir yazı okuyacağım. Bende vaktiyle avukatlık yapmıştım. Sonra da 30 yıl boyunca yazar olarak sanık sandalyesinde süreksiz oturduğumdan dava nedir iddianame nedir yargıç nedir savcı nedir öğrendim. İster sanık sandalyesinde gün görmüş olsun. İster avukatlık sırasında dirsek çürütmüş bulunsun bir usta eline iddianame aldı mı nereye bakar? Bence usta avukat iddianamenin suçlama bölümüne değil önce kanıtlar deliller bölümüne göz atan kişidir. Eğer bir iddianamede kanıtlar bölümü fasa fisoya sen istediğin kadar suçla eninde sonunda davanın dönüp dolaşıp noktalanacağı yer kanıtlar bölümünün sayfalarıdır. Üçgenin üçüncü köşesi bilir bunu. 82 senesinde 1982 senesinde 8 Haziran tarihli İlhan Selçuk’un yazısı. Bugün yayınlandı. Avukatın görevini anlatan bir yazının son bölümlerini okudum. Bu dosyada fasa fisodur aslında. Bu dosyadaki kanıtlar fasa fisodur dosyada. Bakınız siz ne yapıyorsunuz neden suç işliyorsunuz heyet olarak onu söyleyim. Benim elime böyle dijitalleri aldım geçenlerde bakıyorum. Resen soruşturma yapıyorsunuz. Kim verdi size bu yetkiyi? Eski CMK’da mı kaldınız. Sizin resen soruşturma yetkiniz yok. Ceza muhakemeleri usulü kanununun 127. pardon pardon 217. maddesi açık ve net Hakim kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller Hakimin vicdani kanaatiyle serbestçe taktir edilir. Bu delillerle ilgili bölümde yazılı. Siz elinizdeki delillerle buradaki kişileri mahkum edemezsiniz. Bir kağıdı almışsınız sanıkların el yazılarıyla İbrahim Şahin’in el yazılarının aynı olup olmadığını siz nasıl resen gönderirsiniz incelemeye? Buna ne hakkınız var? Hakimin delil araştırması eski yasaya değil şimdiki yasada ancak 163/1’de var. O da kovuşturma bölümünde var. Ama eski 237 sonda ise sizin delilleri toplama yetkiniz vardı. Resen delillerde sadece ve sadece tanıkları çağırabilirsiniz. Bilirkişileri çağırabilirsiniz. Onun dışında siz resen delil araştıramazsınız. Sonra bir şey daha o da dikkatimi çekti. Ne kadar doğru olduğunu bilmiyorum. 30 günde bir talep alacağız demişsiniz. Yapmayın yapmayın o 108. maddede yazılıdır. Suç işlersiniz sakın öyle bir karar almayın. Her celse ben tahliye talebinde de bulunurum. Başka talepte de bulunurum. Sizin kürsüde olmanız benim taleplerimi engelleyemez. Sizin suç işleme hakkınız yok sıfır nayn. Bakınız 108 ne diyor soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde en geç 30’ar günlük süreler itibarıyla tutukluluk halinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda Cumhuriyet savcısının istemi o oraya verilmiş. Yani dava açılmadan evvel Cumhuriyet savcısı her 30 günde bir ona isteme mecburiyeti vermiş. Ama bana ise bakınız arkadaşlar anlattılar balyoz darbede her hafta dilekçe verdik biz. Her hafta dilekçe verdik. Biri tahliye etti. Biri tutukladı. Tekrar dilekçe verdik. En sonrakine geldi 9. Ağır ceza mahkemesi serbest bıraktı gene tutuklandı arkasından yakalama çıktı ki o da bir komedi diyemeyeceğim hukuk adına utanıyorum çünkü neden 9. Ağır Ceza Mahkemesinde muhalefet şerhi koyan yargıç, yargıç çıktı yani şeyde 10. mahkemede yedek üye olarak çıktı ve yakalama kararlarına imza attı. Olmaz böyle bir şey. Biz hukukçuyuz. Bakınız ben sizin düşüncelerinize saygı duyuyorum. Hep öyle dedim. Size hiç kimse tesir etmediğine ben inananlardanım. Benim şimdi inanmadığım kim biliyor musunuz? Sayın mahkeme başkanına inanmıyorum. Çok sevdiğim halde hukukçuluğuna çok saygı duyduğum halde niçin inanmadığımı izah edeyim de insanlarda bilsin. Sayın başkan 5 kişinin tahliyesine karşı çıkıyor. Diğerlerine tahliye istiyor. Bir general iki albay bir emniyet mensubu birde henüz sorgusu tamamlamayan bir bayan. Emekli olanla olmayan muvazzafların tahliyesini istiyor. Bu beş kişiyi sen tahliye etme istemezsen anlam şudur ben örgütün varlığına 146/1’e göre konuşuyum eskiye göre 146/1’in varlığına inanıyorum dediğiniz zaman siz üyeler 146/3’den yargılanan ya suçun vasfı değişecek olanları süresi dolmadan tahliye etmesine karşı çıkabilirsiniz. Bundan tabi hak olur mu? Çünkü önce şimdi içeriye gittiğiniz zaman en kıdemsizlikten başlayacaksınız. Sayın Üyem ne diyecek Sayın Üyem zaten başından aşmış işlerdi oradaki dosyaları keşke burada olsaydı orda daha beter durumda bir sürü dosya var siz hiç olmazsa bu klasörleri iyi kötü biliyorsunuz. Ama o bilemiyor. Siz bir klasör yani bir dosyayla iki tane birleştirilen dosyayla bir şeyi çözüyorsunuz ama orda 200’ün 300’de bilmiyorum artık 300’e de çıkmıştır ha bire okuyor. Ha bire beş ay sonraya atıyor. Beş ay sonra geldiği zaman yeniden okuyor. Şimdi sayın üyeye sorduğunuz zaman size ne diyecek en kıdemsiz üye ben karışmam diyecek. Oyu menfi veya müspet değil. E size dönecekler şimdi Sayın Başkan önce sizden görüşleri alıyor ama sizde bir şeyde anlaşmış. Sayın Şengün bu bir örgüt. Ben tekzip gönderdim kim ne derse desin Hanefi Avcı’ya o da örgütü kabul ediyor. Yani örgüt diyor sonunda. Var diyor. Darbe vardı diyor. Düşüncem odur diyor. Bu bir oyun. Şimdi Sayın Başkan Sayın Üyeler o bakımdan ben şimdi 145’e geçiyorum. 145. klasör çok ciddi bir şey çok basit anlatmaya çalışacağım. Sayın Başbakanım sizleri sonsuz saygılarımla selamlarım. Sizleri ilk önce darbe günlüklerinin içeriği ile ilgili kısa bir malumatı arz etmek isterim. Ben 2002 yılında tuğgeneral Levent Ersöz’ün Bursa’ya geldiği zamanda istihbarat bünyesinde çalışmaya başladım 17 senelik geçmişini anlatıyor Sayın Başbakanım sizinle yüz yüze görüşmek istiyorum diye bir yazı var. Şimdi dikkatinizi çekiyorum bu yazının tarihi 19.10.2008 şimdi savcıların araştırması gereken nokta bu, 19.10.2008. Nitekim ifadede diyor ki ben bunu bilgisayarıma, bilgisayarıma on gün önce yazdım diyor. Dönüyorsunuz geriye burada yazılı çünkü bilgisayara yazılış tarihi 19.10 1 49 45 fakat nasıl oluyorsa saat iki buçukta Yüksel Dilsiz adındaki ırz küçük çocukların ırzına geçen birine polisten polise bir e-mail geliyor. Yani önce Başbakana Yüksel Dilsiz bir mektup yazmış göndermiş. Bilgisayarından Başbakandan randevu istemiş. Abdulkadir Aksu ile nasıl samimiyetleri olduğunu söylüyor fakat orda unuttukları bir şey var. Murat Aksu’nun cinayet davaları kaçakçılık davaları gümrükçülerle ilgili belgelerde bulunmuş fakat onların üstüne hiç gidilmemiş. 19.10’da Yüksel Dilsiz’i alıyorlar adliye götürüyorlar. Arama yapıyorlar. Aramanın tarihi 23.10 yakalanma tarihi. 24.10’da tutuklanıyor. 28.10’da Yüksel Dilsiz tahliye oluyor dikkatinizi çekiyorum. 19’unda ihbarı yapan kişi ırz düşmanı filan filanların ırzına geçmiştir küçük çocukların diyor resimler de var diyor. 19’unda tahkikat 24’ünde tutuklu ama iki şeyden tutuklanıyor. 1, atlamışlar ırzdan dolayı adamı gözetime aldıklarından ergenekondan dolayı belge bulduk diye aynı gün tutukluyorlar. Ve Savcı Ferruh Bey 31.10’da cezaevine yazı yazıyor. Cezaevine diyor ki, Yüksel Dilsiz’i ifade için bana gönder diyor. Sayın üyem bu dosyayı iyi biliyorsa benden daha iyi biliyorsa şunu görebilirdi Yüksel Dilsiz cezaevinden geldiği hususunda hiçbir bilgi yok 31.10’da. Ama zaptın üstünde Faruk Demir getiriliyor kazara Yüksel Dilsiz’in üstü siliniyor Faruk Demir diye yazılıyor. Yani siz gizli tanık dediğiniz adamı cezaevinden alıyorsunuz ırzdan dolayı da iki gün sonra tahliye oluyor. Bunun anlamı ne? 19.10’da başbakana bir yazı üretiliyor. 19.10’da ihbar tutanağı var. 24.10’da 23.10’da ev aramaları var. Ev aramalarında belgeler yok. Ev aramalarının dışında 24.10’da çıkan belgeler arasında ergenekondan tutuklama ve cezaevinden 28.10’da tahliye edildiğine dair yazı var. 28.10’da tahliye edilen adam iki günde üç gün daha cezaevinde tutuluyor Yüksel Dilsiz olarak Savcı Ferruh Beyin önüne çağırılıyor ama Faruk Beyin önüne çıktığında Ferruh Beyin önüne çıktığında Faruk Demir olarak imza atıyor. Şimdi bu hukuk cinayeti. Ben bu hukuk cinayetinin üstüne giderim. Sayın savcılar siz gitmediniz ben giderim. Ben giderim. Bizim adaletimiz böyle kandırmaca adaletlerle olmaz. Bizim adaletimiz adam gibi adalettir. Soruyorum o zaman Salih albay kim? Dursun Özkara kim? Cengiz kod adlı Bayram Güleç kim? İbrahim uzman kim? Kadir uzman kim? Mehmet çavuş kim? Ziyaettin Akbulut kim? Burada resmi var Abdülkadir Aksu kim? Adam resim çektirmiş Abdülkadir Aksu kim? Devam ediyorum Ergun kim? Emniyet amiri Mehmet bey kim? Hakim Mehmet bey kim? O da var burada. Şimdi bir sürü isimler var. Mustafa Kuran kim? Ama ulusal kanal geçince Serhat alınmış ulusal kanal geçince Ferit İlsever alınmış. Peki diğerleri nerede? Niçin bu soruşturma aşamasında bunlar toplamadı işte rahmetli İlhan Selçuk’un dediği doğru. Bu delillerle bir şey olmaz. Ama siz resen delil toplayamazsınız. Siz topladığınıza ben şimdi soruyorum Levent Ersöz ile ilgili savcılık talep etmedi ben talep etmedim niçin ne sebeple tayin edilip edilmediğini hangi sebeple götürülüp götürülmediğinin sorulması dediniz gerekçenizi açıklayın. Açıklamaya davet ediyorum sizi. O ara kararı hangi sebeple aldınız. Neden Bilecik’ten oraya gitti ordan oraya gitmiş görev icabı mı gitti özlük dosyasını getirttirin getirttirin diye bağırdım çağırdım özlük dosyasını getirttirmediniz. Şimdi soruyorum size siz bu kararı alma mantığınız ne? Her kararın bir gerekçesi olur. Bu gerekçesi açıklanmadığı taktirde ne olacak. Şimdi geliyoruz diğer tarafa şimdi size gelen yazı var 13. Ağır Ceza Mahkemesine diye yazı yazmışlar. Ben yazmadım. 8.4.2010 hayat boyu günde altı kez temiz katalizyon fiziksel tedavi, ayaküstünde kişi desteğiyle yürüme, eklem açıklığı, uylukta bozukluk demiş. Arkasından da bir gene gelen raporda tam 78 tane operasyon geçirdiği sabit olan bir insan var. Geçmiş olsun dersiniz demezsiniz hiç umurumda değil. Şu anda bile artık son haddine gelmiş durumda. Zor yaşatıyorlar. Yaşama mahkum olup olmaması (1-2 kelime anlaşılamadı) değil ama benim söylediğim bir söz vardır. İdam sehpasında müvekkilim son satırlarına şunu yazmıştı hayat yaşayanların üstüne kurulur der. Ondan beş dakika sonra da kendi ipine kendi tekme attı sandalyeye üç anlı bir şekilde. Gerçi bu günlerde 12 Eylülden çok bahsediyorlar. İşte bir şey daha söyleyim yani yeri geldiyse söyleyim Başbakan diyor ki ben şiir okuduğum için cezaevine girdim hayır şiir okuduğu için girmedi. Hakime hakaret etti. Bende Hakimin avukatıydım. Ve çok ağza gelmeyecek küfürler söyledi. İki ay ondan dolayı hapis kaldı. İlk girişi o yüzdendir. Rahmetli Hakim Nazmi beye küfür etti. Sarhoş diye saldırdı üstüne seçimi kaybedince. Şimdi bu günlerde Erdoğan’ın şiirini okumak falan filan önemli değil. Ben bu klasörlerin üstünde durmayacağım ama Sayın Hocam size ergenekonu anlattı. Ama şu kitabı da okuyun. Galiba ergenekon bu. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun 1920 senesindeki yazılarıymış ergenekon. Kurtuluş savaşı. Ve işin tuhafı bu yazıyı çıkaran yayınevi de taraf gazetesinin yayınevi. Yani alkımda satılıyor bu. Ergenekon burada bu ruhu zaten kimse öldüremez ki. Yani burada yazılarda her şey yazılı. Eğer delil arıyorsanız burada. Ha gene gelelim Yüksel Çengel Yüksel Güzel’e 7 numaralı adamın kim olduğunu söylüyor. Ama burada yok. 7 numaralı adamda yazılı. Yok burada. Şimdi benim talebim tahliye ile birlikte Yüksel Dilsiz’in 145 numaralı dosyasında isimleri geçen Başbakan Abdülkadir Aksu dahil olmak üzere herkesin tanık sıfatıyla dinlenmesini ve araştırılmasını istiyorum. Bu benim hakkım. Diyor ki, benim yakın dostumdu diyor Abdülkadir Aksu için. Murat Aksu için şunu yazmış. Öbürü için şunu yazmış. Orda bir sürü isim var. Bütün isimler o dosyanın içinde duruyor o zaman ben size söylüyorum söylediğimden dolayı da İlhan Selçuk’un son lafıyla bitiriyorum gene bence usta iddianamenin sonuç bölümüne değil önce kanıtlar bölümüne bakar. E kanıtlar bölümünün içine bi aldım şunları okudum şurada bir şeyle karşılaştım onu da söylemeden cüm. Örgütün temel dokümanları adı altında bir belgeler var. Fundamentalizm 3 Nisan 2000’de yayınlanmış. Ama böyle yazılı. Polisten gelirken böyle yazılı. Örgütün temel dokümanları. Hani sayın başbakanımız özgürlükler serbestti diyor. Düşüncenin önündeki setti biz hep yıktık hepte yıkacağız. O duvarlar zaten bize vız geliyor. Devam ediyorum Gladio kirli savaş. NBS silahların üretim analizi Kasım 1999. Ergenekon silahlı terör örgütünün yapılanmasıyla ilgili veriler. Ergene, terör örgütlerinin yapılanması. Doğu Perinçek’in 2000 senesindeki konuşması. Dirilişin öyküsü. 21-24 Aralık 1992 dürüst meslektaşlarımın da başarılar dilerim Abdullah Öcalan imzalı. Sayın Küçük’e vermiş. Yani 1992 ve örgütün temeli. Siz bu delillerle bu insanları hala tutuklu tutmak istiyorsanız tutun hiç önemli değil. tutukluluk bir şereftir. Bu şerefi de onlar tadıyorsa tatsınlar saygılar sunarım.”

Saatin 19:10 olduğu görüldü.




Yüklə 0,61 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin