Mahkeme Başkanı Köksal Şengün ile Üye Hakimler Hasan Hüseyin Özese, Sedat Sami Haşıloğlu’dan oluşan mahkeme heyeti tarafından 05. 11. 2009 tarihli oturum açıldı



Yüklə 418,48 Kb.
səhifə2/4
tarix15.01.2019
ölçüsü418,48 Kb.
#96638
1   2   3   4

Duruşmaya kısa bir ara verildi.

Duruşmaya kaldığı yerden devam olundu.

SANIK HASAN ATİLLA UĞUR SORGU VE SAVUNMASINA DEVAMLA:

“Sayın başkan değerli üyeler bir buçuk senedir tutukluyum. Bu tutukluluğum süresince biraz önce sizlere arz etmeye çalıştığım Aydos ve Kıskaç denilen gizli tanıkların yalan ve uydurma beyanları bütün televizyonlarda gazetelerde hakkımda sürekli yayın yapıldı. En son yapılan da daha önce size arz ettiğim Samanyolu televizyonunda güya bana ait olduğu belirlenen sizlere devletin yetkili makamlarına sövdüğüme dair bir ses kaydıydı. Şimdi ben soruyorum gizli tanıkların yalanlarını ortaya çıkarttım. Mardin Cumhuriyet başsavcılığından gelen yazı ortada her şey ortada ve ben bir buçuk senedir hiçbir şey anlatamıyorum. Şimdi bu benim söylediklerim çerçevesinde acaba o insanlar o medya mensupları bugün akşam yada yarın ya evet böyle böyle denmişti ama bu adam bunları ispat etti böyle değilmiş diyecekler mi? Terörle mücadele ettiğimi sizlere arz ettim 22 yaşımdan 50 yaşıma kadar 28 sene bir fiil Allah nasip etti o görevlerde bulundum. Size biraz önce gösterdiğim ödüller çizelgesindeki kırmızı işaretlenmiş ve biraz önce üyelere ve sizlere de arz ettiğim takdirnamelerin hemen hepsi terörle mücadeleye yönelik ve bu bir tane kişi vermedi. Hani dersiniz ki Ahmet verdi sürekli size taktir. Hayır değişik askeri ve sivil makamlardan sürekli bu konularda taltif almışım hangi konuda almışım DHKPC tekrar ediyorum PKK ve Hizbullah terör örgütlerine darbe vurduğum için almışım. Ve bundan da gurur duyuyorum. Ama şimdi beni bir buçuk senedir karalayanlar biraz sonra burada anlatacağım. Bir buçuk senedir yok kadındı yok bilmem neydi deyi bana suç uydurmaya çalışanlar. Acaba bu akşam ve yarından itibaren neler yazacaklar gazetelerinde. Ne yapacaklar. Ama tabi benim muhatabım yada kızdığım onlar değil onlara bu imkanı verenlerde. Şimdi müsaade ederseniz kaldığım yerden devam etmek istiyorum. Delillerin ve hukuki durumun değerlendirilmesi bölümünde hakkımda öne sürülen iddialara tek tek cevap veriyorum. Bu bölümün ilk paragrafında aynen şüpheli Hasan Atilla Uğur’un tape no 4439–4461–4492 ve 4443 de kayıtlı görüşmelerinde emekli olduğu halde TSK bünyesinde gerçekleşen atamalara örgütün amaçları doğrultusunda müdahale ve bizim açımızdan iyi olur beyanından da anlaşılacağı üzere Ergenekon silahlı terör örgütünün sızma stratejileri gereğince önemli mevkilere adam yerleştirmek için uğraştığı, atamalarla ilgili olarak Yörük kod isimli şahısla irtibat kurduğu, % 90 olacak gibi gözüküyor beyanından da anlaşılacağı üzere Yörük kod isimli şahısla yakın ilişkiler içinde olduğu denilmektedir. Sayın başkan, bu görüşmeler daha önce benimle çalışmış bir subay ile bir astsubayın çocuklarının rahatsızlıkları ve okul durumları ile ilgili ricada bulunmaları üzerine eski bir komutanları olarak sadece temenni ihtiva eden konuşmalardır. Astsubayın çocuğunun kalbi deliktir, bunun için büyük hastane olan bir yere atanmayı dilemektedir. Bunu de benimle eski bir komutanı ile paylaşmaktadır bundan örgütsel bir bağ sonucunun çıkarılması hukuka ve mantığa aykırıdır. Kaldı ki; telefonda görüştüğüm kişi şu anda da kendisi burada Çanakkale alay komutanlığı dönemimde emrimde çalışmış, ailecek görüştüğüm ve çok sevdiğim, halen Kayseri J. Bölge Komutanlığı emrinde görevli asb. Başçavuş Levent Özen’dir. Jandarma genel komutanlığında atamalar hepinizin de malumları olduğu üzere personel başkanlığınca planlanır, yani görüştüğüm kişinin atamalarla uzaktan yada yakından bir ilgisi yoktur. Ayrıca atamalarından söz ettiğim iki kişi de temenni edilen yerlere atanmamışlardır. Bu hususun Jandarma Genel Komutanlığına yazı ile sorularak benim yada başka birinin bu personelin atanmaları ile ilgili olarak herhangi bir tavassutta bulunup bulunmadığımızın ve bu personelin nerelere atamalarının yapıldığının öğrenilmesini talep ediyorum. Sayın başkan değerli üyeler şimdi bana çok komik gelen izlinizle bunu böyle ifade etmek zorundayım ama iddianamede ısrarla, birkaç yerde Yörük kod, Yörük kod diye vurgulanarak bahsedilen kişi, benim otuz yıllık okul ve silah arkadaşım Kayseri Jandarma Bölge komutanı Tuğgeneral Ali Aydın’dır. Halen Kastamonu Jandarma Bölge Komutanı olarak görev yapmaktadır. Kendisi Adanalıdır, jandarma teşkilatında yediden yetmişe herkes onu Yörük Ali olarak bilir ve yakın arkadaşları kendisine Yörük diye hitap eder. 30 yıllık arkadaşımla yaptığım görüşmeler iddianameyi hazırlayanlar tarafından müthiş bir hukuki zorlama ile örgütsel bağ olarak gösterilmiştir. Bu görüşmelerden böyle bir yorumun çıkarılmasını sizin ve bizi dinleyen herkesin takdirine sunuyorum. Tuğgeneral Ali Aydın hayattadır ve görevinin başındadır. Bu mesnetsiz iddiaların daha iyi anlaşılması için tanık olarak dinlenilmesini talep ediyorum. Ayrıca burası da çok enteresan dinleyen zevat A.A. diye yazdıkları kişinin daha sonra Yörük kod diye adlandırdıkları kişi ile aynı şahıs olduğunu bilmelerine rağmen iddianamenin bir yerinde A.A. ile yapılan görüşme, diğer bir yerinde ise Yörük kod ile ilişkiler demektedirler. Bu hususu özellikle iddianamenin samimiyeti açısından heyetinizin takdirlerine sunuyorum. Aynı bölümün 2 nci paragrafında aynen şüpheli Hasan Atilla Uğur’un tape no 4446 da kayıtlı görüşmesinde x bir şahısla yaptığı görüşmede ekibimle gelirim yani haberin olsun şeklindeki beyanından emekli olduğu halde görevde iken kurduğu örgütsel ilişkilerini ekibiyle birlikte emekliliğinde de sürdürdüğü ve halen aktif olan bir ekibinin bulunduğu denilmektedir. 2007 yılında tam olarak açıklıyorum bunu 2007 yılında emekli olmama müteakip, altı aya yakın bir süre Ankara Gülhane Askeri Hastanesinde kalp ve beyin rahatsızlığım sebebi ile tedavi gördüm. Bu husus iddianame eklerinde de belgelenmiştir sayın başkanım orada da iddianame eklerinde de bu rahatsızlıktan dolayı orada tedavi gördüğüm 6 ay süreyle belgelenmiştir onları da koymuşlar. Bilahare savunma sanayi konularında danışmanlık amaçlı eşimin adına bir şirket kurduk. 2008 yılı ocak ayında çalışmaya başladık. Benim gözaltına alındığım ay temmuzun biri 2008’in ocak ayında bu şirket sözde çalışmaya başladı. Yanımıza üç emekli arkadaşımı biraz önce arz ettiğim gibi aldık. İşlerle ilgili sudan çıkmış balık gibi koşturmaya başladık, ayrıca, yine emekli bir devre arkadaşımın İstanbul’da kurduğu güvenlik şirketine yapı ve kredi bankasından kayıtlar bellidir 30.000 TL kredi çekerek onunda taksitini daha yeni bitirdik. Yanımda çalışan ve yaş ortalamaları 50 olan bu emekli arkadaşlarım benim ekibim değil midir? Bunlar benim ekibimdir elbette ki. Bu başka nasıl ifade edilir. 50–55 yaşındaki arasındaki insanlar örgütsel bir ekip olarak nasıl nitelendirilmektedirler. Dinleyen kulakların iddianamenin hazırlanmasındaki paylarını çok merak ediyorum sayın başkanım. Çünkü polisin benimle ilgili yazmış olduğu not ile iddianamedeki notun birebir aynı olduğunu görüyorum benim bildiğim iddianameleri bu güne kadar meslek hayatımda gördüm hep savcılar hazırlar. Dinleyen kulakların iddianamenin hazırlanmasındaki paylarını çok merak ediyorum. Aynı bölümün üçüncü paragrafında “Şüpheli Hasan Atilla Uğur’un tape no 4447 de kayıtlı görüşmesinde A.A. ile yaptığı görüşmede A.A. isimli şahsın yani biraz önce bahsettiğim Ali Aydın bu sayın başkan. Her şey 2009’a göre biz ayarladık, ondan sonra 2009’da görelim mevlam ne eyler neylerse güzel eyler beyanında bulunduğu, Hasan Atilla Uğur’un da hiç merak etme paşam inşallah paşam diyerek onayladığı 2009 yılı içindeki yapılan elde edilen darbe planları ile ilgili bir beklenti içinde oldukları denilmektedir. Görüştüğüm kişi daha öncede arz ettiğim gibi 30 yıllık arkadaşım Tuğgeneral Ali Aydın’dır. Kendisi 2009 yılında yani bu yıl terfi yada emeklilik sırasındadır. Konuşmadaki temenniler tamamen terfi ile ilgilidir. Sayın başkan değerli üyeler arkadaşım ile yaptığım bu görüşmeyi sözde 2009 darbe beklentisi şeklinde gösterebilmek gerçekten çok enteresandır ve son derece komiktir. Tuğgeneral Ali Aydın terörist midir, terör örgütü üyesi midir? Dinleyen kulakların bu telefon görüşmesinden böyle bir çıkarımda bulunmaları için nasıl bir mantık lazımdır kestiremiyorum. Aynı bölümün 4. paragrafında şüpheli Hasan Atilla Uğur’un tape no 4484’de ki kayıtlı görüşmesinde Faysal A. ile yaptığı görüşmede Yargıtay’da 11. hukuk dairesinden bilgi alabileceğimiz bir arkadaşımız var mıdır şeklindeki ve devam eden beyanlarından da anlaşılacağı üzere bağımsız Türk mahkemelerini etki altında bırakmak için girişimlerde bulunduğu denilmektedir. Telefonda görüştüğüm kişi Kızıltepe’de birlikte görev yaptığım Cumhuriyet Savcısı arkadaşım Faysal Akpolat’tır. Bilgi almak istediğim konu ise danışmanlığını yaptığım arkadaşım Bülent Göktuna’nın Yargıtay 11. hukuk dairesinde bulunan bir davasıdır. Dava duruşmalı yapılmıştır, benim çabam sadece sonucu öğrenip danışmanlığını yaptığım kişiye bildirmektir. Bunun özel örgütle, silahlı terör örgütü ile bağımsız Türk mahkemelerini etkilemekle ne alakası vardır. Bu konuşmadan böyle bir yorum çıkarılması hukukun ve vicdanın katledilmesidir. Yargıtay 11. hukuk dairesine yazı yazılarak benim yada savcı arkadaşım tarafından herhangi bir baskının, tehdidin yada şantajın yapılıp yapılmadığının resmi olarak sorulmasını talep ediyorum. Aynı bölümün beş, altı, yedi ve sekizinci paragraflarında tamamen iş konusunda danışmanlık yaptığım Mineks şirketinin sahibi dr. Bülent Göktuna ve onun şirket çalışanları ile yaptığım görüşmeler dinleyenlerce örgüt delili olarak nitelendirilmiştir. Sayın başkan daha önce de ifade ettiğim gibi Ben 1996 yılından beri PKK, DHKP-C ve Hizbullah terör örgütlerinin hedefi durumunda olan özel koruma statüsünde bir insanım. Defalarca pusulardan kurtulmuşum, yıllarca istihbarat hizmetlerinde bulunmuşum, elbette, telefon görüşmelerim dâhil tüm yaşantımda dikkatli hareket edeceğim. Kapalı konuşmak yıllarca bulunduğum hizmetlerden dolayı beynime işlemiş. Kendi eşimle ve çocuklarımla bile böyle görüşüyorum. Bunun böyle olduğu, dinleyen zevat tarafından da çok iyi bilindiği halde, hukuksal bir zorlama neticesinde bu telefon görüşmelerimin örgütsel delil olarak gösterilmesini heyetinizin takdirlerine sunuyorum. Arkadaşım Dr. Bülent Göktuna uluslar arası iş yapan saygın bir iş adamıdır. Savunma sanayi projeleri başta olmak üzere nükleer enerji, baraj inşaatları ve petrol çıkarma gibi birçok devasa ölçekli işler icra etmektedir. Kendisi de rakip firma ve devletlere karşı telefon görüşmelerine ve gidip geldiği yerlere son derece dikkat eden bir insandır. Devletin bir çok üst düzey yöneticisinin bile dinlenmekten, takip edilmekten endişe ederek önlem aldığı bir ortamda Bülent Göktuna’nın da görüşmelerine dikkat etmesinden daha doğal ne olabilir? Örneğin telefonda spagetti demişim hemen üstüne atlamışlar örgütsel delil diye. Savunma sanayi müsteşarlığının açtığı uydu projesi ihalesi ile ilgili İtalyan Tele Spazio firmasından bahsediyorum. Bunun neresi örgütsel delildir? Eğer bu örgütsel delilse, doktor Bülent Göktüna nerededir. Doktor Bülent Göktuna her gün enerji bakanıyla sayın başbakanla sayın diğer bakanlarla görüşen bir insandır. Benimle de görüşmesini eğer örgütsel bir bağlantı olarak niteleyeceklerse Bülent Göktuna nerededir. Onun görüştüğü diğer insanlar nerededir. Bu son derece saçma bir iddiadır sayın başkanım. Bülent Göktuna yada şirket çalışanları terörist midir hepsi hayattadır ve bu linç kampanyası neticesinde maalesef Ankara bürolarının basılıp aranmasından iddianamede isimlerinin geçmesine kadar haksız yere mağdur edilmişlerdir. Bu saçma sapan iddialarla ilgili mahkemenizce de uygun görülürse hepsinin tanık olarak dinlenmelerini talep ediyorum. Sayın başkan şimdi arz edeceğim paragrafta son derece enteresan bir husus mevcuttur. İddianamenin benimle ilgili delillerin değerlendirilmesi bölümünün 9. paragrafında evimde ve büroda yapılan aramalarda ele geçirildiği iddia edilen televizyon analiz, panzehir, Gladyo sanatçılar gibi dokümanların olduğu CD lerin kesinlikle benimle ilgisi yoktur. Bu dava ortaya çıkana kadar bu tür bilgi ve belgelerden haberim olmamıştır. Çok enteresandır 28 yıl onurla hizmet ettiğim Türk Silahlı Kuvvetlerinde genellikle nitelikli ve kritik görevlerde bulunmama rağmen bu isimde bir örgüt duymadım, bahsedilen panzehir, televizyon analiz ve bunun gibi hiçbir dokümandan haberim olmadı. Benim gibi sanırım buna heyetiniz de dahil, devletin önemli görevlerinde bulunmuş ve bulunan birçok kişi aynı cevabı verecektir. Yıllardır istihbarat faaliyetlerinde bulunmuş benim gibi bir insanın bunları duymamış olması benim eksikliğimden değil, bu oyunun, sonradan belli kişilerce kurgulanmasından kaynaklanmaktadır. Kaldı ki yapılan aramada istenilmesine rağmen yedeklerden kopya çıkarılıp verilmediği, arama tespit tutanağının aramadan bir tam gün sonra verildiği mahkemenize gönderilen, dört tanık imzalı dilekçeden de anlaşılmaktadır. Sayın başkan büro aranırken ben Ankara’da değildim. Gelip büroyu aramışlar ve büroda bulunan emekli astsubay arkadaşım gelen polis amirinden tutanak tuttunuz tutanağın bir suretini bize veriniz demiş ben 28 yıl bu işi yaptım zatialiniz bizden çok daha iyi bilirsiniz, bir suretini imzalattıktan sonra vermeleri gerekirken hayır biz size bunu yarın göndereceğiz deyip bir tam gün sonra bir polis memuru marifetiyle büroya göndermişlerdir. Benim suçlandığım 5 ve 6 nolu sizden de parmak izi tespitini istediğim CD’lerin hepsi bu büroda ele geçirildiği iddia edilen CD’lerdir. Bunu da özellikle arz etmek istiyorum. Ayrıca yedeklerden kopya çıkarılmadığı ve bunun CMK nun 134/ 1 ve 134 /4. maddelerine aykırı olarak, yani kanunsuz olarak elde edildiğini biraz önce zaten arz etmiştim. Arama yapılan yer yani Ofiste faaliyet gösteren şirket ile benim hiçbir organik bağım yoktur, bu husus orada bulunanlarca arama yapmaya gelen polis amirine söylenmesine rağmen, telefonla savcıya sorduk, arama yapın dedi şeklinde cevap alınmıştır. Ofis ve şirket ile hiçbir organik bağım yokken arama kararı alınmadan yapılan bu işlem hukuksuzdur, ayrıca arama icra edilirken ofiste bulunan insanlar ki onlarda tanık olarak takdir ederseniz dinlenecekler. Tabiri caiz ise bir odaya tıkılmışlardır, içeriye aramaya giren 15 den fazla polisin içeriye girmeden önce üstleri aranıp tutanak tutulmamıştır, Bu konu ile ilgili suç duyurusu ilgili Cumhuriyet başsavcılığına zaten yaptım bunu da sizlere arz ediyorum. Aynı bölümün 10. paragrafında nükleer enerji konacak şeklinde başlayan belgeden bahsedilmekte ve devamında aynen şöyle denmektedir. Ergenekon silahlı örgütünün dokümanları arasında bulunan NBC silahları dokümanında en ucuza yapılabilen NBC silahlarının üretimi sonucu terörün finansmanının sağlanabileceği belirtilmiş, şüphelinin de bu tür silahlarla ilgilenmesinin örgüt dokümanlarında yazılanlarla paralellik gösterdiği anlaşılmıştır denilmektedir. Danışmanlık yaptığım Mineks adlı firmanın nükleer enerji ihalesi ile de ilgilendiğini daha önce anlatmıştım. Nükleer enerjisi ihalesi ile ilgili tamamen ilişiksiz bir konu olan NBC silahları arasında bağ kurabilmek hakikatten büyük bir meseledir. Yorumda bulunanların bunu başarmış olmaları anlayış ve maalesef eğitim seviyelerinin göstergesidir. Bu notu bu yorumu yapanların bu aramayı yapan kolluk görevlileri olduğunu tahmin ediyorum sayın savcıların öyle bir şey yazdıklarına inanmıyorum çünkü NBC ile nükleer silahların nükleer enerji ihalesinin hiçbir alakası yoktur sayın başkanım. Bu konu ile internet ortamında birçok yerde bulunan bilgilerle ilgili tuttuğum bir iki satır not ile NBC silahı gibi tamamen alakasız bir kavramın ne ilgisi vardır. Sadece insaf diyorum. Aynı bölümün 12. paragrafında şimdi bunu da çok özellikle arz etmek istiyorum çünkü iddianameye baktığımız zaman bir çok bölümde hem ikide hem üçte Kürşat Altay tarafından Atilla Uğur’a gönderilmiş beyaz zarf içerisinde bir mektuptan bahsediliyor ve o mektubun içeriğine göre yorumlar yapılıyor çeşitli şeyler lanse edilmeye çalışıyor. Bir adet Kürşat Altay tarafından Atilla Uğur’a gönderilmiş beyaz zarf içerisinde şeklinde başlayan yazıda belirtilen mektup eğer yanlış hatırlamıyorsam, 2004 yılında bana gönderilmiş, imzasız, deli saçması bir mektuptu. O dönem her gün, her hafta bu ve buna benzer birçok mektup ve mail alıyordum. Bunların büyük bir kısmı internet ortamında TSK aleyhinde yayın yapan sitelerde de yayınlanıyordu. Bu mektup bana gelmeden önce bunun araştırılmasını istiyorum sayın başkan, ihbaret.org adlı sitede de yayınlanmıştı. Yani bu mektubun birebir aynısı bana gelmeden önce bu sitede yayınlanmıştı. Aynı mektup bana geldiğinde resmi yazı ile fotokopisini komuta makamına gönderdim. Saçmalık olarak değerlendirildi. Bu şekilde gelen bir kısmı da tehdit içerikli mektup ya da elektronik postaları komuta makamına arz ettikten sonra yırtıp ya da silip atıyordum, bir tek bu kalmış. İhbaret.org adlı site bildiğim kadarıyla kapatılmıştır. Bu site izlemiş olanlar hatırlayacaklardır, eski genelkurmay başkanı Yaşar Büyükanıt aleyhinde de yayınlar yapıyordu. Bana gönderilmiş olan bu mektup içeriğinde birçok yazı da bu sitede yayınlanmıştı. O dönemde çok önemsememiştim, ama şimdi hangi zihniyetin bu mektup ve mailleri bana göndermiş olduklarını daha iyi anlayabiliyorum. İddianamenin aynı bölümünün 841nci sayfada bir sonraki paragrafında ben gözaltına alındıktan bir gün sonra çok enterasan ben gözaltına alınıyorum tam bir gün sonra kardanadam diye birisi çıkıyor ve bir elektronik posta gönderiyor. Bu postada yalan ve iftiralara dayalı bir sürü yorumlarda bulunuyor. Bunu 9 Ekim günü sayın savcılar beni Beşiktaş adliyesine getirdiklerinde yine konuştuk ve bana da sordular. Aynen şu şekilde yazılmıştır. Bu yalan ve iftira dolu mailin yazılmasından sonra iddianameyi hazırlayanlar şöyle demiştir, elde edilen deliller çok önemli burası ve dosya kapsamına göre ihbarın içeriğinde yer alan iddiaların ilişkilerin ve irtibatların genel olarak doğru olduğu anlaşılmaktadır. Sayın başkan, hukukta genel olarak doğru diye bir tabir var mıdır ben bilmiyorum. %100 kanıtlara %100 şüpheye %100 delile göre hareket edildiğini tahmin ediyorum. Eğer genel olarak doğru diye bir tabir varsa bir takım yanlışlıklarında olduğunun delilidir bu. Ama bunu bu şekilde yorumlamışlardır. Bu iddiada kardanadam 111 ile ilgili mahkemenize bir talepte bulunmuştum. Mahkemeniz bununla ilgili bir yazı yazdı ve tahmin ediyorum googleden bu kardanadam 111 maili atan şahsın kullanıcı kimliği ve IP numarası gelecektir. Geldiği zaman bu tezgâhın nasıl hazırlandığını hepimiz çok daha iyi göreceğiz tahmin ediyorum. Çok açıklıkla şunu söyleyebilirim ki; 2006 yılında, tandansı belli bir dergide yayınlanmış olan saçma sapan planlardan bir bilgim ve görgüm yoktur. Zaten iki Genelkurmay başkanı da yani org. Yaşar Büyükanıt ve Org. İlker Başbuğ bu belgeleri yalanlayan resmi açıklamalar yapmışlardır. Kardanadam 111 takma isimli e postanın sahibinin iftiraları arasında benim Org. Tuncer Kılıç’a bilgi aktardığım iddia edilmektedir. Sayın başkan, ben Tuncer Kılıç’ı burada tutuksuz sanık olarak görmenin dışında hayatımda hiç görmedim. Konuşmadım ve tanımıyorum. Bu iftira namede diyor ki, Tuncer Kılıç’a Hasan Atilla Uğur bir takım belgeleri götürüp veriyor. O da o sırada MGK genel sekreteri. Tekrar söylüyorum Kardan 111’in yazdığı belge tamamen ibretlik bir yalan belgesidir. Bu iftira mailinde adı geçen yazar Ergün Poyraz ki, 1.iddianamedeki sanığınız. Bana görüşmem için altını çizerek söylüyorum görüşmem için dönemin istihbarat başkanı Tuğgeneral Halil Helvacıoğlu tarafından dönemin Jandarma genel komutanı Orgeneral Şener Eruygur’un emirleri ile gönderilmiştir. Hayatından endişe ettiğim ve devlet tarafından korunmak istemesini beyan ettiğinde kendisine il koruma komisyonuna başvurmasını söyledim. O da gerekli müracaatları yaparak koruma kararı çıkarttı. Yazar Ergün Poyraz’ı koruyan ekip benim değil yasa ve yönetmelikler gereği Ankara il jandarma Komutanlığınca görevlendirilmiştir. Koruma aracı da keza aynı birliğe aittir. Ama iftira mailinde yazan kişi benim araçlarımla benim personelimle sözde benim tasarrufumla korunduğunu bu şahsın beyan etmektedir. Tamamen yalandır külliyen yalandır. Kendisine hiçbir belge vermedim ve almadım. 2004 yılı mayıs ayından sonra da bütün TİB kayıtları da hepsi incelenmiş zaten iddianamede olsa koyarlardı, bir tek görüşmem ve irtibatım yoktur. Ergün Poyraz’ın koruma personeli ve aracı ile benim ya da dairemin hiçbir alakası olmadığını, yazar Ergün Poyraz’ın tamamen yasa ve yönergelere uygun şekilde bizim dışımızdaki Ankara İl Jandarma Komutanlığı koruma şubesi müdürlüğünce korunduğunu anlamaları gerektiğini düşünüyorum. Bu sorulabilir ve oradan da teyit edilebilir. İftira mailini gönderen kişi Levent Ersöz paşanın bilgisi dâhilinde hükümet üyelerinin milletvekillerinin yasadışı telefon dinlemelerini yaptırıyordu iddiasında da bulunmuştur. Sayın başkan, değerli üyeler jandarma genel komutanlığı istihbarat başkanlığının yasa dışı dinleme ve takip yaptığına dair hiçbir delil, iz ve emare yoktur, bu iddia tamamen uydurmadır. Kaldı ki; iddianameyi hazırlayanlar 232. sayfada tekrar söylüyorum 232. sayfada aynen şöyle yazmışlar. Soruşturma kapsamında elde edilen delillerden milletvekillerinin teknik takip altına dair bir şey elde edilememiştir demektedirler. Yani ortada hiçbir delil yok, tamamen iftiraya dayalı bir suçlama yapılmaktadır. Bu hususu da heyetinizin takdirlerine sunuyorum, biliyor ve inanıyorum ki, yüce Türk adaleti iftiraları doğru kabul ederek karar vermez. Bununla ilgili birçok yüksek yargı kararları da malumunuz mevcuttur. Daha önce de ifade ettiğim gibi teknik merkez TUBİTAK ile birlikte çalışarak kurulmuş %100 milli dir. Sayın başkan, bizim Jandarma teşkilatında kurduğumuz milli dinleme merkezi teknik merkez, tamamen %100 millidir. TUBİTAK ulusal kriptolama genel müdürü Önder Yetişbey buna en yakın tanıktır. Biraz uzun sürdü belki kurmamız 2002 yılından 2003 yılına kadar sürdü ama hiçbir şekilde dışarıya bağımlı olmamak tamamen milli olması açısından TÜBİTAK’ı uygun gördük ve bende o dairenin başkanıydım. Üzerine basarak söylemek istiyorum ki; Telefon dinlemeleri o tarihte yürürlükte olan 4422 sayılı yasa hükümlerine göre yapılmıştır. Yani adli görevi olan jandarma komutanlıklarınca Cumhuriyet savcılıkları kanalı ile ilgili mahkemelerden alınan hakim kararları ile icra edilmiştir. Alınan mahkeme kararları GSM operatörleri hukuk müşavirlerine tebliğ edilerek hat alınmış ve kayıtlar gerçekleştirilmiştir. Elde edilen kayıtlar CD’lerle görevlendirilen kuryelere elden ve tutanak ile teslim edilmiştir, işi biten kayıtlar ilgili komutanlıklarca Cumhuriyet savcılarının talimatları ile imha edilmiş ana merkezdeki kayıtlar da tutanaklarla silinmiştir. Sistem hangi görevli operatörün ne tür işlemler yaptığını kaydeden bir sistemdir. Şu anda artık tek bir merkezden bu işlemler yapıldığı için bunların devlet adına gizliliği kalmadığı için bunları söylüyorum. Numara ve kendine has şifre ile belirlenmiş hiçbir operatörün yasa ve yönerge hilafına bir işlem yapması maddeten mümkün değildir. Tempest korumalı yani elektronik korumalı teknik merkez odasının dışarısına herhangi bir hat çekerek başka bir yer, oda ya da makamda dinleme yapılması mümkün değildir. Yani maddeten merkezin dışında bir yerde dinleme yapılması mümkün değildir. Bunu 09 Ekim günü savcı Mehmet Ali Pekgüzel bana sorduğu için anlatıyorum. Hukuki kararın ibraz edilmediği hiçbir numaranın GSM operatörü hukuk müşavirlerinden hattının alınması mümkün değildir. Bu hususun tüm servis sağlayıcılara yazı ile sorulmasını mahkemenizden talep ediyorum. Ayrıca bu dairede görevli olan tüm personelin ataması jandarma genel komutanlığı personel başkanlığınca yapılmaktadır, elbette ki, son derece önemli görevler olduğu için atanacak personelin nitelik ve safahatı çok dikkatli incelenmektedir. Ayrıca yine 09 Ekim 2008 günü Beşiktaş adliyesinde bana Kanada’ya personel görevlendirip görevlendirmediğim savcı Mehmet Ali Pekgüzel tarafından sorulmuştur. Benim yurt dışına personel görevlendirme gibi bir yetkim yoktur, bu iddia tamamen gerçek dışıdır. Hakan Şanlı isimli şahsı 2002 yılında teknik istihbarat malzemesi alımında yaptığı demoda yani gösterimde tanıdım. Emniyet genel müdürlüğü ve silahlı kuvvetlerin diğer birimleri ile de iş yapan, asker çocuğu, güvenilir bir iş adamı olarak bilirim. İddia edildiği gibi kendisi ile ne o zaman ne de şimdi hiçbir ortaklığım söz konusu değildir. Askeri ihaleleri takip ediyor, TSK dan ihale almasını sağlıyordu iddiası tamamen gerçek dışıdır. Bu konuda tek bir kanıt gösterilsin, hangi makama, hangi rütbeliye hangi kuruma baskı yapmışım ya da tavassutta bulunmuşum, bir tane kanıt göstersinler hepsini kabul edeceğim. Her şeyi kabul edeceğim ve bu örgütün bir numarası olduğumu söyleyeceğim. Bu kadar bu konuda iddialıyım. Bir tek ihalenin alınmasında bir tek tavassutta bulunduğumu ispatlasınlar iddia makamı her şeyi ben yaptım olarak kabul benim haneme yazabilirsiniz. Bu kadar iddialıyım bu konuda. Ayrıca iftiracının beyanlarına dayanılarak benim Cumhuriyet Çalışma grubu içinde aktif olarak yer aldığım, emrimdeki şüpheliler Mustafa Koç ve Cihandar Hasanhanoğlu nu da bu grup içinde görevlendirdiğim iddia edilmektedir. 2003–2004 yıllarında ben biraz öncede arz ettiğim gibi teknik istihbarat daire başkanıydım. Cihandar Hasanhanoğlu ise başka bir dairenin başkanı idi. Yani ne rütbe, ne de görevi itibarıyla benim emrimde olması mümkün değildi. Mustafa Koç ise onun şube müdürü bir binbaşıydı, benim emrimde değildi. Maili yazan iftiracı, birazcık araştırsa bunu böyle yazamazdı. Ben Cumhuriyet Çalışma grubu adında bir grup bilmiyorum, meslek hayatımda böyle bir yerde çalışmadım. Cihandar Hasanhanoğlu ve Mustafa KOÇ’ un böyle bir oluşumda çalıştıklarını görmedim ve duymadım. Kendilerini görevlerine bağlı, çalışkan subaylar olarak bilirim. 26 Haziran 2009 tarihli ve Jandarma genel komutanlığı genel sekreterliğinin yazısında Jandarma genel komutanlığı bünyesinde 2003–2004 veya başka bir dönemde altını çizerek söylüyorum başka bir dönemde Cumhuriyetçi Çalışma Grubu adında bir çalışma grubunun oluşturulduğuna dair herhangi bir bilgi ve belgenin bulunmadığı yazılı olarak ifade edilmiştir. Ayrıca 238 nolu ek klasörde iddia edilen bu grubun bağlı olduğu daire olarak, plan koordinasyon ve güvenlik daire başkanlığı yazılmıştır, Yine aynı klasörde 5 nolu kartta iddia edilen grubun teşkilat şemasında plan koordinasyon güvenlik daire başkanlığına bağlı istihbarat yönetim şube müdürlüğü şeklinde yazılmıştır. Yani böyle bir daire şube müdürlüğünün maddeten ve de mantıken bana bağlı olma ihtimali yoktur. Jandarma genel komutanlığı karargâhı hepinizin bildiği gibi Kızılay’dadır bakanlıklardadır. Benim dairem 23 km ötedeki Güvercinlik Kışlasındadır. Yani ben bu dairenin bulunduğu yerde dahi çalışmıyorum. Bu iddiaları ortaya atanlar Jandarma genel komutanlığının çalışma şeklini hiç incelememişler, orada böyle bir grup kurulacak emirsiz, talimatsız kurulacak ve kimsenin haberi olmayacak, bu son derece saçma sapan bir iddiadır. Sözde bu çalışmanın nüvesi olarak lanse edilmeye çalışılan yönetim şube müdürlüğü ise eklerde de görüleceği üzere emir ve onay ile kurulmuş, tamamen yasal bir şube müdürlüğüdür ve biraz önce de söylediğim gibi benim başkanlığını yaptığım daireye bağlı değildir. Kaldı ki eski Genelkurmay başkanı Hilmi ÖZKÖK savcılara Cumhuriyet Çalışma Grubu diye bir şey duymadığını ve bilmediğini söylemiştir. Sayın Başkan, bunu tecrübeli bir jandarma subayı olarak beni algılayın ve o şekilde lütfen dinleyin. Böyle bir birim bulunsa idi çok iyi biliyorum ki, Genelkurmay başkanı dâhil herkesin haberi olurdu. Çünkü zamanında kurulan batı çalışma gurubu malumunuz bütün siviller dahil herkesin bildiği bir oluşumdu. Zaten herkeste diyor ki böyle var. Ama böyle Cumhuriyet Çalışma gurubu diye bir gurup yoktur. Böyle bir şey varsa mutlaka herkesin haberi olurdu. Zaten eski genelkurmay başkanımız da böyle bir şey duymadığını ve bilmediğini savcılarımıza kendileri söylemişlerdir. Ülkemizin içinde bulunduğu durum ortada iken, enerjimizi böyle abuk sabuk şeylere harcamamız en çok düşmanlarımızı sevindiriyordur, bundan kimsenin şüphesi de olmasın. Şimdi, bu iddianamenin temelini teşkil eden imzasız ihbar mektupları, elektronik postalar ve gizli tanık ifadeleri ile ilgili iddia makamının usule aykırı topladığı ve toplamaya çalıştığı deliller konusuna değinmek istiyorum. Yargı ve güvenlik makamlarına her ulaşan imzasız mektup ve elektronik posta doğru kabul edilse idi şu anda kritik makam ve mevkilerde bulunan birçok insan tutuklu olurdu. Yargı ve güvenlik makamları kendilerine gönderilen bu iletileri mutlaka ince eleyip sık dokumak zorundadırlar, zaten hukuki güvencenin temeli de budur. İddianameyi hazırlayanlar gözaltı sırasında yani ben Tekirdağ cezaevindeyken 09 Ekim 2008 günü Beşiktaş Adliyesinde bana yaptıkları kanunsuz tekliflerin geri tepmesi ve işbirliğine girmediğim için beni örgüt üyeliğinden örgüt ara yöneticiliğine terfi ettirmişlerdir ve birbirini tutmayan bir sürü yorum yaparak adeta kinlerini kusmuşlardır. Şöyle ki, 04 Temmuz günü beni tutuklayan Sedat Sami Haşıloğlu’nun tutanağında Silahlı terör örgütüne üye olma ve Türkiye Cumhuriyet i hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, olarak belirtilen suçum bu iddianamede 9 Ekimden sonra TCK’nun 311, hem 312, 313 314/1 şeklinde aleyhime olacak şekilde değiştirilmiştir. Sayın başkan, değerli üyeler, ne yaparlarsa yapsınlar, ben kendimi biliyorum, ömrüm boyunca yasadışı unsurlara karşı kanımla, canımla mücadele ettim, bu iftiraları bana tutturamazlar, şu anda en fazla terörist başı ve yandaşları seviniyordur ama bu durum geçicidir, bağımsız Türk yargısı yani siz bu saçmalığa mutlaka dur diyeceksiniz buna inanıyorum. İddianameyi hazırlayanların bu durumları ile ilgili, yetkili makamlara suç duyurusunda bulundum ve burada yemin ediyorum ömrüm yettiği süre içerisinde de hukuki anlamda bu haksızlığın peşini bırakmayacağım. Konuyu ilettiğim birçok yetkili makam tarafından da unutulmamasını ve hukuki olarak mutlaka hesap sorulmasını sağlayacağım. İddianamenin 843.sayfasında burası çok enterasan çünkü 9 Ekimdeki sayın savcılarla görüşmemizden sonra o kadar kinlendiler ve o kadar belden aşağı vurma gayretine girdiler ki, bir iddianamede örgütle bilmem neyle alakası olmayan özel hayatla ilgili bir şey ancak bu kadar istismar edilebilir. Kınıyorum aynen şöyle diyor, şüphelinin bazı ihalelerde istedikleri sonucu elde edebilmek için kamu görevlilerine lüks otellerde pahalı hayat kadınları ayarladıkları mevcut görüşme tutanaklarından anlaşılmaktadır. Benim Barbaros Altıntaş ile bu içerikte bir görüşme yapmam onun bana saygı ve sevgisi ile ağabey kardeş ilişkisi içerisinde mümkün değildir. Ayrıca bu husus insanların özel hayatıdır. Hangi kamu görevlisine, hangi olmayan ihale karşılığı bu yapılmıştır. Dinleyip yorum yapanlar akılları sıra bana, burada sizlerin huzurunda ifade etmekten hicap duyacağım, ahlaksız bir tanımlamayı yapıştırmak istemişlerdir. Bu iftirayı mutlaka ispat etmek zorundadırlar, hangi ihale karşılığında, hangi ihale ile ilgili yetkili bir kamu görevlisine bu yapılmıştır. Bunun sonucunda hangi ihale alınmıştır. Eğer bunu ispat edemezlerse isnat etmeye çalıştıkları olgunun on katı kendilerine aittir. Ben haysiyetsiz bir insan değilim. Kaldı ki; heyetiniz üyesi Sedat Sami Haşıloğlu da sorgu esnasında, gecenin saat ikisinde, bana bu soruyu sormuştur, ben anlamayınca da anladım bu özel hayattır deyip zapta dahi geçirtmemiştir. Bu hususa İbrahim Özcan, Birol Başaran ve Prof. Ercüment Ovalı da tanıktır. Bizzat Sedat Sami Bey de burdadır. Ve zabta da geçirtmemiştir. Evet, bu özel hayattır deyip geçmiştir. Ama iddianameye bu 9 Ekimden sonra 9 Ekimdeki anlaşamamamızdan sonra efendim sen bunu da yaptın bunu yaptın biz seni ne yapacağız şeklinde koyulmuştur. Ben bunu hukuki anlamda mutlaka soracağım. Allah’ta şahidimdir. Sayın başkan, bu konunun suçla filan ilgisi yoktur ancak ciddi anlamda bir onur meselesidir. Bunu iddia edenler eğer kanıtlayamazlarsa üzerime yapıştırmak istedikleri o kelimeyi kendilerine misli ile iade etme hakkım doğacaktır. Bu rezil ve intikam amaçlı, terörle veya örgütle alakası olmayan suçlamalar, bazı şerefsiz, vatansız ve haysiyetsiz yayın organlarında da yayınlanarak adım karalanılmaya çalışılmaktadır. Sorguladığım Apo bile bunu ordan izleyip vay be beni sorgulayan böyle şerefsizdir mi diyecektir, bunu mu sağlamaya çalışıyorlar. Hepsi ile ilgili suç duyurusunda bulundum ve bu işi hukuki anlamda sonuna kadar takip edeceğim. Bu görüşmeleri yaptığım iddia edilen kişi Barbaros Hayrettin Altıntaş buradadır. Benim şirkette kullandığım şirket elemanları tarafından kullanılan 6 adet cep telefonu vardır. Burası bir şirkettir, telefonlar zaman zaman şirketteki diğer kişiler tarafından da kullanılır o gün de bir şirket çalışanı tarafından kullanılmıştır, numara şirkete ait 0546 9618000 dır ve burada bir suç yoktur, iki insanın özel hayatlarıdır. Burada konuşmamıza bile gerek yoktur. Buradan bana çamur atmak ve hele de örgütsel anlam çıkarmak en azından vicdansızlıktır. Barbaros Hayrettin Altıntaş buradadır kendisine sorulmalıdır. Eğer hala bu konuyu bana yamamak istiyorlarsa, bu görüşmelerin ses kayıtlarından üretim yapan bir bilgisayar programı vasıtası ile üretildiğini de düşünebiliriz, eğer öyleyse zaten işlenen suç sahteciliktir. Onun dışında birçok insan özel hayatında her şey yapabilir. Efendim gider zamparalıkta yapar bilmem nede yapar rakı da içer içmezde, camiye de gider. Bunun örgütle suçla ne ilgisi var. Artı benimle ne alakası var. Ama bunu oraya öyle bir yaftalamışlar ki, 1,5 senedir Samanyolu televizyonu, vakit gazetesi işte kadın satıcısı albay, sizin dediğiniz gibi değil diyor benim 28 sene 50 yaşıma kadar geçen sene emekli olmuşum daha bütün hayatım terörle mücadeleyle geçmiş bana kadın pazarlayıcısı yaftasını yapıştırmak istiyor. Böyle saçma sapan bir şeyi kabul etmiyorum. Sayın Başkan, değerli üyeler, şimdi size gözaltı sürecimde ve 09 Ekim 2008 günü bunu özellikle anlatacağım Beşiktaş adliyesinde yaşadıklarımı tek tek anlatmak istiyorum: 01 Temmuz 2008 günü gözaltına alındıktan sonra getirildiğim terörle mücadele şube müdürlüğünde 6 metrekarelik bir hücreye konuldum, içeri leş gibiydi ve kokuyordu, gözüme vuran ışık ve ortam, zaman mefhumunun kaybettirilmesini amaçlanmıştı. Devletine 30 yıl kanıyla canıyla hizmet etmiş bir insan olarak ben hani bir terörist gibi 6 metrekarelik bir hücreye tıkılmışken şu anda tutuksuz yargılanan bazı insanlar yukarda polis müdürlerinin odalarında istirahat ediyorlar. Çok açık ve net isimde verebilirim o insanlara karşı olduğumdan onlara nefretim olduğundan söylemiyorum ama acayip bir muamelenin olduğunu zatıâlinize ve heyete anlata bilemek amacıyla söylüyorum. Yıllarca bu işi yapmış bir insan olarak soruyorum kimin hücreye atılacağına kimin makam odalarında bulunacağına kim yada kimler karar veriyordu merak ediyorum. Elbette ki hukuki anlamda bunun da hesabını soracağım. Tabiri caizse uyku uyunmaması için tüm şartlar mevcuttu. Tutuklandığım 04 Temmuz 2008 gecesine kadar beş dakika dahi uyuyamadım, ben askeri ve komando eğitimi almış bir insan olarak, bunlara dayanabilirdim ama hiç böyle yerleri görmemiş bazı insanlar için bu resmen bir çökertme harekâtı idi. Nitekim yanımdaki hücrelerde bulunan bazı insanlar rahatsızlandılar ve bağırış çağırış ile doktora sevk edildiler. Ben yıllarca terörle mücadele etmiş bir jandarma subayı olarak yemin ederim bölücü teröristlere ve hatta sorgulamam nasip olan terörist başına bile bu eziyeti yapmadım yaptırmadım. Yukarıya çıkardıklarında benimle sohbet adı altında konuşan kişi, adını daha sonradan öğrendiğim emniyet amiri Mehmet Karabörk idi. Emniyet amiri bir sorgucudan çok talimatlandırılmış ve kurulmuş bir makineyi andırıyordu. Bana söyledikleri ile ilgili suç duyurusunda bulundum, ama tüm kamuoyunun bu işin gerçek yüzünü daha iyi anlaması için burada, sizlerin huzurunda detayları ile tekrar anlatacağım. Bu sözde mülakat esnasında Mehmet Karabörk bana hitaben aynen şunları söyledi: Albayım, sen 25 sene ben 15 sene hizmet etmişiz. Bak seni kullanmışlar, bunu söylemekten çekinmiyorum bir dönem ben de kullanıldım. Bu çok doğaldır. Seni de kullanmışlar, sen bize Şener ve Hurşit ile ilgili şeyler söyle, mesleki taassubu bırak. Savcı Zekeriya Öz biz ne dersek onu yapar, seni bıraktıralım. Bak göreceksin, Şener ve Hurşit kesinlikle tutuklanacaklar. Sayın başkan, emniyet amiri bana bunları söylediğinde Şener ve Hurşit paşaların henüz sorguları yapılmamıştı ilk beni almışlardı. Nerden biliyordu bir emniyet amiri Şener ve Hurşit Paşaların tutuklanacağını takdirlerinize sunuyorum. Emniyet amiri, daha sonra devam ederek şunları söyledi: Bak paşalardan biri mason locasına resmen kayıtlı, istersen göstereyim. Bizi fethullahçılıkla suçluyorsunuz, ne zamandır buradasın, fethullahçılıkla ilgili bir şeyimizi gördün mü? Yani Fethullahçılık yada başka bir şey insanların alınlarında mı yazıyor onu da bilmiyorum. Cemaat ve tarikatlar Osmanlı’dan beri yok mu, hem onları dışlamak doğru değil, devlet kontrolü altında, devletle beraber olmaları daha iyi değil mi? Bir dönem sırf eşinin başı kapalı diye birçok insanı meslekten attınız. Başörtüsü Allah’ın emri değil mi? Artık devir değişti, bana dokunamazlar filan ayağı yok. aynen bunları söyledi. Bir sonraki gün tekrar yukarı çıkarıldığımda emniyet amirinin makamında savcı Zekeriya Öz oturuyordu. Bana şuanda söyleyeceklerim sanırım tarihe de ışık tutacak hukuk fakültelerinde de tahmin ediyorum kendimi abartmak için söylemiyorum ama çok enteresan şeyler olduğu için söylüyorum bana hitaben: Biz seni geçen sene alacaktık, bakınız aynen bunu söyledi biz seni geçen sene alacaktık. Baktım yeni emekli olmuşsun, bırakalım biraz emekliliğini yaşasın dedim. Bu Şener ve Hurşit’le ilgili bir şeyler anlat hakkında iyi düşünelim. Sayın başkan bu nasıl bir savcılık anlayışıdır. Kollukla savcı bu derece ahbap çavuş ilişkisinde olduğu başka bir ülke daha var mıdır? Savcının beni bir sene önce aldıracakken, biraz emekliliğini yaşasın demesi hangi hukuk anlayışına sığar. Ben terör örgütü üyesiyim ben terör örgütü ara yöneticisiyim ben acayip bir terör örgütünün üyesiyim ve beni bir sene önce alacakken almıyor. Belki ben o arada geleceğim bir yerleri basacağım onu öldüreceğim bunu öldüreceğim nasıl böyle bir şey yapabiliyor bir sene önce alacak aynen böyle söyledi. Sorun kendisi de mutlaka teyit edecektir. Tabi bu kanunsuz tekliflere itibar etmeyince bana tutuklanma yolu göründü. Zaten, ne emniyete ne de savcıya ifade vermedim, çünkü sözde mülakatta anladım ki, tezgâh hazırlanmış ve kefen çoktan biçilmiş. Ben yıllarca bu işi yaptım. Beni sorgulayacak olanlardan çok daha tecrübeliyim sayın başkanım bine yakın insan sorguladım. Abdullah Öcalan da bunların içindedir. O yüzden durumu anlamakta fazla zorlanmadım. Ama yine de asıl unsur olan mahkemede, yani hâkimin karşısında bu oyunun bozulabileceğini de düşündüm. Yanlış düşünmüşüm. Bu saçma sapan gerekçelerle bir hâkimin en son çare olan tutuklama tedbirine başvurmayacağına inanın kalben inandım. Çünkü meslek hayatım boyunca birçok yıkıcı ve bölücü örgüt mensubunun tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldıklarına defalarca şahit oldum. Ayrıca güncel olduğu için söylüyorum Haburdan gelenlerin biliyorsunuz terör örgütü üyesi olduklarını ikrar etmelerine rağmen her şeyi kabul etmelerine rağmen ben pişmanım dememelerine rağmen tutuksuz yargılanmak üzerede değil, resen serbest bırakıldıklarına şahit oldum. Yeri yurdu belli, geçmişi belli, kaçma tehlikesi olmayan benim gibi bir insanın tutuklanabileceğine açıkçası çok ihtimal vermedim. Ama gecenin bir yarısı, yorgun ve dört güne yakın uykusuzluğun ardından, silahlı terör örgütü üyesi olmak suçu ile tutuklandım ama şu anda ara yöneticisine terfi ettirildim ve Metris Cezaevine gönderildim. Oradan da Tekirdağ F tipi cezaevine nakledildim. Sayın başkan, orada yıllarca canım pahasına mücadele ettiğim terör örgütleri mensupları ile komşu bir koğuşa konuldum. Her gün bana ve aileme yönelik küfür dolu sloganlarını dinledim, avluda kafama içi doldurulmuş kola şişeleri attılar. Bunun nasıl bir duygu olduğunu sizlere anlatamam, bundan daha rezil bir durum olabilir mi, tüm hayatımı bu hainlerle mücadeleye adamışım, bir sürü bedel ödemişim hala da ödüyorum ve onlarla aynı kefeye konularak cezaevine atılmışım. Bugün benim maruz kaldığım duruma tanık olan ve terörle halen mücadele etmekte olan genç meslektaşlarımın kafalarının karışması kimin işine yarayacaktır? Lütfen düşünelim kimin işine yarayacaktır? Bunları ağlamak ve sızlanmak için söylüyorsam şerefsizim onun için söylemiyorum. Başta sizler olmak üzere herkesin halen terörle canını hiçe sayarak mücadele eden herkes için söylüyorum biraz önce de ifade ettiğim gibi bu yaşananlara rağmen yinede ümidimi kaybetmedim. Bunlara Tekirdağ F tipi cezaevi personeli bakınız personeli ve koğuşta benim yanımda kalan burda yanımda şuanda Birol Başaran da en yakın tanıktır. Sayın başkan, tekrar vurgulamak istiyorum hukuki savunmamda bunları anlatmamın sebebi; bizden sonra gelen, kanları ve canları ile terör mücadelesi veren insanların maruz kaldığım durumu tam olarak anlamaları, yapılan haksızlığı görmeleridir. Tarihe not düşmektir. Bu kadar devlet bir insanı alacak kullanacak kullanacak tabi elbette benim görevim ben kuleli askeri lisesinde okumuşum bunun için beni yetiştirdi. Ağlamıyorum ama daha sonra sen beni tutuklayacak Tekirdağ cezaevine atacak Hizbullahçılar ön tarafımdaki koğuştaydı sayın başkan Birol Başaran burda, sağ tarafım koğuşta sağ tarafım PKK terör örgütü arka tarafım da da DHKPC’liler vardı. her gün her saat anama avradıma koro halinde sövdüler. Üzerimize şişeler attılar. Bu nasıl bir olaydır nasıl bir duygudur bunu anlayamıyorum. Ve isyan ediyorum bu konuda.. Şimdi size tutuklu bulunduğum 16 ayı aşkın devam eden halimin neden hukuka aykırı olduğunu tek tek izah etmek istiyorum. CMK’nun 101. maddesi 2. fıkrasında aynen tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda sayın başkan, aslında bunları okurken de hicap duyuyorum yani olmayan bir suçun savunmasını yapıyorum. Aslında biraz önce irtica ile konuştuklarımın hepsi gerçekleri yansıtmaktadır. Şimdi ben size buradan maddeler okuyacağım zaten sizler tarafından ezbere bilinen şeyler. Ama savunmamı yapmak için bunları da okumak mecburiyetindeyim. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir. Denilmesine rağmen bugüne kadar verdiğim tahliye talebi dilekçelerime ve resen yapılan durum incelemelerinde verilen kararlarda tutukluluğumun devamı her seferinde bütün şüpheli ve sanıklarla birlikte yazılarak CMK’nun 103.maddesi 3. fıkrasındaki suçlardan olduğu gerekçesi ile karar altına alınmıştır. Bu kararların hiç birinde benim tutukluluğumun devamı ile ilgili fiili gerekçeler detayları ile yazılmamıştır. Burada hukuki bir sorun vardır. Bütün sanıkların tutukluluk devam gerekçeleri aynı mıdır ki, blok halinde tüm sanık ya da şüpheliler alt alta veya yan yana yazılarak matbu bir şekilde ve de her seferinde aynı cevaplar verilmiştir. Ayrıca hiçbir tutukluluk devamına ait karar benim yüzüme sözlü olarak okunmamış ve bu husus kararda da belirtilmemiştir. Yasa maddesi burada herhangi bir yoruma ihtiyaç bırakmayacak şekilde çok açık ve nettir. Bu sebeplerle yaklaşık 16 aydır devam etmekte olan tutukluluk halim hukuka aykırıdır. Bu hususlara yaptığım itirazlar da aynı gerekçelerle reddedilmiştir. Tutukluluğumun devamına kararları mutlaka duruşmalı olarak alınmalıydı. Çünkü CMK’nun 104.maddesi 3. fıkrasında, incelemenin dosya üzerinde yapılması yetkisi sadece Bölge Adliye Mahkemelerine ve Yargıtay’a bir ayrıcalık olarak verilmektedir denilmektedir. Şimdi size 09 Ekim 2008 günü getirtildiğim Beşiktaş adliyesinde yaşadıklarımı anlatacağım. Burada yaşadıklarımı sizlerin ve tüm kamuoyunun bilmesinin ülkemizin geleceği açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum: Özellikle şunu hemen belirteyim ki bu tarihte yaşadıklarım için Zekeriya ÖZ hakkında Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanlığına suç duyurusunda bulundum. Beşiktaş adliyesine geldiğimde Zekeriya Öz bana hitaben aynen şunları söylemiştir: Veli Küçük zaten ermeni, araştırdım soyu taa Kafkasya’dan kalkıp Bilecik’in Türkmen köyüne gelmişler, nerden bulmuşlar o köyü yani. Şivesinden ve köydeki aramada ele geçen Ermenice belgelerden anladım ayrıca Ermenice de biliyor. Sevgi Erenerol da ermeni, Yozgat’ın ermenelik köyünden, eski adı ermeni eliymiş. “Akşam gazetesinde Ergenekon da muvazzaf subaylar da var diye bir haber çıkmıştı. .Hava kuvvetleri savcısı aradı rahatsız olmuşlar. Gel görüşelim dedim, önce gelmedi. Sonra genelkurmay bu haberi yalanlayan bir açıklama yaptıktan sonra geldi. Çıkardım koydum önüne dinleme tapesini, bak dedim burada o haberi yapan gazeteci ile genelkurmayda yalanlama açıklamasını yapan paşalardan biri konuşuyor ve paşa gazeteciye açıklamamız seninle ilgili değil sen işine aynen devam et diyor, sıkıyorsa o paşa ile ilgili işlem yapsana dedim, kalktı gitti. Emekli Albay Erdal Sarızeybek’i çağırdım geldi. Bak bunlar senin generalliğini engellemişler dedim, epey konuştu, Sonra tutanak tutup imzalayalım dedim, ben sonra uğrayacağım dedi, bir daha da gelmedi, sonra baktım Cumhuriyet in Strateji ekinde yazıyor o zaman ne olduğunu anladım. Bu Ergenekoncular iki şeye düşmanlar. Biri Fethullah Gülen hoca efendi ve cemaati, diğeri de Alman vakıfları. Zaten bu Hablemitoğlu da Ergenekoncuydu. Hilmi Özkök genelkurmay başkanı iken yemeğini bile evinden getirtiyormuş zavallıya neler çektirmişsiniz. Biz Şener ve Hurşit’le ilgili her şeyi biliyoruz, sen de bize anlat ve altına imzanı at, hakkında iyi düşünelim. Deniz Baykal ve Nur Serter’in de Ergenekoncu olduklarını biliyoruz. Nur Serter’in gizli toplantılar yaptığı evlerin yerini bize söyle. Bizim Genelkurmayla mutabık olmadığımızı sanıyorsun, öyle olsa güneydoğuda PKK operasyonunda olan teğmeni nasıl paketleyip getirebilirdik. Sayın Başkan, hatırlayabildiklerim ve insanın kanını donduran bu sözler birebir Zekeriya Öz tarafından söylenilmiştir. Daha önce de ifade ettiğim gibi o ana kadar örgüt üyeliği ile suçlanan ben, işbirliğine yanaşmayınca bir anda örgüt ara yöneticiliğine terfi ettirildim. Bir hukuk devletinde böyle bir şey olabilir mi? Bir savcı insanları etnik kimliğine göre nasıl tasnif edebilir? Kinini, nefretini nasıl böyle aleni sergileyebilir? Benimle ilgili her türlü çalışmayı yaptılar daha sonraki yerlerde gelecek eşimi çağırdılar şüpheli diye ifadesini aldılar. Bacanağımı çağırdılar ifadesini aldılar. Bana kadın satıcısı dediler. Şimdi de büyük ihtimalle oğlumu belki yeni doğacak olan ilerde doğacak olan torunumu da aldıracaklar. Böyle saçma sapan bir kin husumet anlayışı olabilir mi? Savcı Zekeriya Öz’ün şahsımla ilgili menfi ifadeye zorladığı emekli Albay Erdal Sarızeybek’in tanık olarak dinlenilmesini talep ediyorum mahkemenizden. Zekeriya ÖZ’ ün durumunun anlaşılması açısından Erdal Sarızeybek’ in tanıklığı son derece önemlidir diye düşünüyorum. Takdir sizlerindir. Şunun çok iyi bilinmesini istiyorum ki; Bu dava her şeyi ile sakat doğmuş çocuk gibidir. Ve ileriki aşamalarda çivisi daha da çıkacaktır. Şöyle ki; Genelkurmay Başkanlığının iki kez sayın başkan iki kez en yüksek ağızdan açıkladığı ve yoktur dediği Oramiral Özden Örnek’e ait olduğu ileri sürülen günlükler ile ayışığı, yakamoz, eldiven gibi deli saçması sözde darbe planlarını dayanak olarak göstermiştir. Resmi makamlarca olmadığı açıklanan bu hususlara dayanılarak bir iddianame hazırlanıp birçok insanın suçsuz yere hayatlarının karartılması ne demektir. Eski genelkurmay başkanı Hilmi Özkök, Zekeriya Öz’e ifade vermiştir. Bu ifadeler üçüncü iddianamede yer almıştır. Bunlara biraz sonra tekrar geleceğim orda Hilmi Özkök’ün böyle bir şeyin delilin olmadığını inanmadığını onun için de şuyu vukuğundan beter olmasın diye imha ettiğini söylemektedir. Hilmi Özkök verdiği ifade de biraz önce dediğim gibi o günlerde özellikle kamuoyunda Jandarma İstihbaratının yasal olmayan dinlemeler yaptığına ilişkin değerlendirmelerin olması ve bu yönde gelen duyumlar üzerine, Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur’a istihbarat daire başkanı ile teknik daire başkanını yani beni yanına göndermesini söylediğini, İstihbarat Daire Başkanı Levent Ersöz ve Teknik Daire Başkanı olan Atilla Uğur’a makamında Jandarma teşkilatının elinde takip ve dinlemeler konusunda ciddi imkân ve kabiliyetlere sahip olduklarını, bu işlemlerin yasal bir çerçevede olması ve yapılması gerektiğini söyleyerek kendilerini bu konuda uyardığını ve ayrıca bu işlemlerin nasıl yapıldığı ile ilgili kendilerinden bilgi aldığını, buradaki temel amacının şayet yasal olmayan dinlemeler yapılmakta ise, bu konuda uyarmak olduğu şeklinde belirtilmiştir. Sayın başkan, şimdi dışarıda taşıma ruhsatlı silah taşıyan bir insanı çağırsak sen silah taşıyorsun seni uyarıyorum sanık kimseyi vurma onun gibi bir şey. Eski bir komutanın söylediklerinin üzerine konuşmak hem aile ve hem de askeri terbiyeme uygun değildir. Ama konu öyle bir raddeye getirilmiştir ki, gerçeklerin ortaya çıkması için konuşmak elzem olmuştur. 2004 yılının, mart ayının 12. günü jandarma genel komutanı Ankara dışında iken, jandarma genel komutanlığı kurmay başkanı Korgeneral Hakkı Kılınç’ın, genelkurmay başkanımız gelmenizi emretti, talimatı üzerine İstihbarat başkanı Tuğgeneral Levent Ersöz ile Org. Hilmi Özkök’ Ün yanına gittik. Hilmi Özkök ile önce üçümüz, sonra Levent Ersöz ile daha sonra da ben yalnız olarak görüştüm daha sonra üçümüz tekrar görüştük. Yalnız yaptığımız görüşmede bana aynen şunları söyledi sen geleceği olan bir albaysın, neden başkomutanın, yani benim aleyhimde yazı yazan gazeteci ile görüşüyorsun dedi. Ben de kendisine komutanım ben istihbarat başkanlığında çalışan istihbarat görevlisi bir subay olarak bana görüşmem emredilen altını çiziyorum emredilen kişilerle görüşüyorum, verilen emirleri yorumlama gibi bir konumum yoktur dedim. Bana gazeteci Mustafa Balbay’a ki kendisi burda çok kızdığını, bir daha kendisi ile görüşmemi istemediğini söyledi, ayrıca beni çağırıp görüştüğünü jandarma genel komutanına söyleyip söylememekte serbest olduğumu da belirtti. Daha sonra Levent Ersöz’ü de Çağırttı ve görüşme üçlü devam etti. Bize hitaben sağdan soldan ve bazı istihbarat birimlerinden, sizlerle ilgili inanmadığım üstüne basarak tekrar söylüyorum sayın başkan, inanmadığım ve itibar etmediğim bilgiler geliyor, ben sizin çalışkanlığınızı ve memleket sevginizi biliyorum, zaten bu dedikodulara ve imzasız belgelere inansaydım, derhal gerekli soruşturmayı başlatırdım. Ancak siz de bu gazeteci ve diğer sivillerle görüşmeyin, bunlar dışarıya farklı biçimde yansıtılıyor dedi. Zaten kendi kadro onayı ile kurulmuş olan teknik istihbarat merkezinin çalışma usullerini sordu anlattım. Ayrıca sivil istihbarat birimleri beni dinleyebilirler mi diye sordu bilgisayarıma girebilirler mi dedi. Şimdi daha iyi anlıyorum neyi demek istediğini, geniş bir şekilde izah ettim teşekkür etti. Bana yalnızken, ya da istihbarat başkanı Levent Ersöz ile beraberken yasadışı dinleme yaptığınızı duydum sizi uyarıyorum veya bu anlamda hiçbir şey söylememiştir. Zaten savcıya verdiği ifadede de bu çok açık olarak bellidir. Anladığım kadarıyla orgeneral Hilmi Özkök’ün esas kızdığı konu, gazeteci Mustafa Balbay ile yapılan görüşme idi. Zaten iki kez görüşülmüş olan Mustafa Balbay ile ve hiçbir gazeteci ile de o günden sonra bildiğim kadarıyla bir görüşme yapılmadı. Ben de kendisine görüşme yapılacak kişileri seçme gibi bir görevimin olmadığını, emir gereği icra edilen faaliyetler olduğunu ve suç unsuru taşımadığını arz ettim anlattım. Bunun dışında iddianamede belirtildiği gibi yasadışı dinleme yapılmaması konusunda uyarı anlamına gelebilecek tek bir kelime dahi konuşulmamıştır. Ben de bu konuda eski genelkurmay başkanı Hilmi Özkök, jandarma genel komutanlığı eski kurmay başkanı Hakkı Kılınç ve eski istihbarat Başkanı Levent Ersöz’ün tanıklıklarına başvurulmasını, 12 Mart 2004 günü jandarma genel komutanının nerede olduğunun öğrenilmesi için genelkurmay başkanlığı ve jandarma genel komutanlığına yazı yazılıp sorulmasını talep ediyorum. Ayrıca şunu da açıklıkla belirtmek istiyorum ki, eski genelkurmay başkanı emekli orgeneral Hilmi Özkök’ün verdiği ifade bu oyunu kurgulayanların hiç hoşuna gitmemiştir. Çünkü onlar eski genelkurmay başkanının olmayan sözde darbe senaryosunu açıklayacağını ve bizleri karalayacağını ummuşlar. Ancak bu beklentileri gerçekleşmemiştir. Adamcağız ne diyor, ayışığı, sarıkız bana geldi slayt şeklinde geldi imzasız geldi. İnanmadım inansaydım gerekli işlemleri başlatırdım. Ve bunu şuyu vukuğundan beter olacağını düşündüğüm için karargahtaki diğer arkadaşlarımla da paylaşmadım diyor. Kendisi orada komutanımızın da çağrılıp burada bu hususta tanık olarak tekrar dinlenilmesini yüce mahkemeden talep ediyorum. Sayın Başkan değerli üyeler, ben 12 Eylül 1980 yılında Ankara Jandarma Subay okulunda kursiyer Jandarma teğmendim. Neler olduğunu gördüm, yaşadım. Yaşı müsait olanlar da en az benim kadar bilirler. Askerliğini yapmış olan hemen herkes en azından Türk Silahlı Kuvvetlerinde her şeyin iç hizmet kanununa göre emir ve komuta zinciri içerisinde cereyan ettiğini bilir. Yani bir binbaşı, yarbay ya da albay kalkıp da kendi başına hareket edecek, ederse suç işlemiş olur ve askeri ceza yasas da bunun suçunu belirlemiştir. Türk Ordusu iddianamede lanse edilmeye çalışıldığı gibi beşinci sınıf bir Afrika ülkesinin ordusu değildir.”

Mahkeme Başkanı:” Bir ara vereceğiz artık orada nokta koyun lütfen “

Sanık Hasan Atilla Uğur .” Peki efendim “


Yüklə 418,48 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin