Mahkeme Başkanı Köksal Şengün ile üye hakimler Hasan Hüseyin Özese ve Sedat Sami Haşıloğlu’dan oluşan mahkeme heyeti tarafından 9 Nisan 2010 günlü oturum açıldı



Yüklə 0,59 Mb.
səhifə4/7
tarix15.01.2019
ölçüsü0,59 Mb.
#96639
1   2   3   4   5   6   7
Duruşmaya kısa bir ara verildi.

Duruşmaya kaldığı yerden devam olundu.

Bu arada tutuklu sanık İbrahim Özcan rahatsızlığı sebebiyle salondan ayrıldı. Tutuksuz sanıklardan Adil Serdar Saçan ve Merdan Yanardağ ile bir kısım sanıklar müdafileri Av. Nurperi Sancak, Av. Bülent Vural, Av. Şevki İlericioğlu ve Av. Ali Rıza Dizdar’ın da geldikleri görülmekle, huzurdaki yerlerine alındı.



Sanık Mustafa Özbek söz istedi, verildi:” Sayın başkan, değerli üyeler, duruşma bizim duruşmamız başlayalı sayın başkan dokuz ay doluyor. İçeriye girişimizle işte bu ayın yirmisinde yirmi birinde on beş ay bitiyor on altıncı aya giriyoruz. Bu geçen dokuz aylık duruşma sürecinde iddianamede yer alan delilsiz ispatsız bir takım şeyler yazılmış hakkımızda fakat bunlarla ilgili on beş ayı dolduran tutukluluğumuz süresinde, dokuz ayı dolduran soruşturmamız yani soruşturma süresinde herhangi bir ek bilgi delil gibi bir şey de yok ki iddialar da hemen hemen tamamıyla çürümüş yok olmuş durumda. Yani insan düşünüyor bir kişi niye hapse alınır niye hapiste yatar, hapishanede yatar inan bunun cevabını bulmak hiçbir arkadaşımız bulamıyor. Bende bulamıyorum. Ben, beni niye aldılar neden yatıyorum, on beş ay oldu on beş ay doluyor yatıyorum ifadem alınmadı işte sorguya gelmedik, deliller ortada yani hiçbir delil yok hep uydurma bir takım şeyler konmuş. E ben bir sendikacıyım. Bi sendikacı dendiği zaman bu sivil toplum örgütü yahut diğer kuruluşlarla bir mukayese edilmemeli. Demokrasi üç ayaklı bir masaysa demokrasinin o masanın bir ayağı sendikalardır. Yani sendikalar yoksa o ülkede demokrasiden bahsetmek zaten mümkün değil. Onun için sendikalar sosyal faal yani görevlerinin dışında bizim üyelerimiz öyle gönülden bağlı mutlaka gönülden bağlı olan vardır ama aidat vererek o sendikaya üye olurlar. Aidatıyla üye olurlar ve o verdikleri aidatında her üç senede bir hesabını sorarlar. Yaptığın icraatın hesabını sorarlar. Yani bir kötü toplu iş sözleşmesi yaparsanız sizi orada tutmazlar. Ben 38 sene sendikacılık yaptım. Herhalde bir hatam olsaydı, yani bizim metal iş kolunun üyeleri hepsi enstitü mezunu çocuklar, hepsi meslek sahibi sanatkar ve yaratıcı insanlar. Ve bu insanlarla ben 38 yıl beraber oldum. Bir defa karşıma aday çıktı üç rey aldı. Herhalde bu millet benim kara kaşıma kara gözüme hevesli değildi icraatıma mesleğime dürüstlüğüme efendim onlara karşı tavır ve hareketimizle bize şey yapıyorlardı. Şimdi bir sendika burada iki gazeteci arkadaşımız var bir tanesi sonradan parti kurdu Tuncay Bey diğer arkadaşlarımız genelde memur asker ve polis. Tabi burada gazeteci gazeteciliğini yapacak. Siyasetçi siyasetçiliğini yapacak. Yani eğer ülkede demokrasi varsa efendim birleştirici bütünleştirici toplumları efendim tepki toplumu haline getire demokratik tepki toplumu haline getirecek vurmadan kırmadan demokrasiyi ayakta tutacak ve yahut icraat yapanların icraatını bizi de çok protesto ettiler. İşçiler çok protesto yani yanlışlarımızla. Siyasetçilerde edecekler. Elbet ki etmeliler. Sonra sendikalar işte Avrupa sendikacılığını görüyorsunuz. Avrupa sendikacılığı bitmiştir. Şu getirilen anayasadaki işçiler ile ilgili sendika üyelikleriyle ilgili hükümler geçerse Türkiye’de de sendikacılık akamete uğrayacaktır. Bir işyerinde örneğin Tofaş işyerinde sekiz atölye varsa sekiz sendika olacak. Nitekim Renault da Fransa da Renault da öyle. Yahut Almanya da mercedeste öyle. Yani sendikalar akamete uğradı. Ne zaman Avrupa birliğinin son döneminde sendikalar patron ve siyasetçiler birleşti Avrupa birliğini oluşturdular. Onu bilahare size okuyacağım. Uluslar arası işçi sendikaları konfederasyonu Aysiyef ile Emek konfederasyonu birleşti Norveç’ten Tacikistan’a, Estonya Letonya’dan Türkiye’ye kadar bu 54 ülkeyi nasıl Hıristiyanlaştırırız görevini üstlendiler. Yazılı Türkiş de belge var bu konuda yani belge şimdi bende de bulamazlar. Ama isteyeceğim o belgeyi getirip burada size de okuyacağım. Yani bu şekil oldu siyasetleşti. Şimdi hizmet sendikacılığına kaydırdılar işi. Öyle olunca Türkiye’de de bunu yok etmek için bir takım entrikalar çevrilmeye başlandı. Biz sayın Demirel ile çalıştık söyledim daha evvel konuşmalarımda Özal ile çalıştık diğerleriyle çalıştık Tansu hanımla, Mesut beyle bütün başbakanlarla eleştirdik ağır eleştirilerimiz oldu falan oldu filan hiçbir şey olmadı tabi ki eleştireceğiz biz. Ama yasa dışı hukuk dışı bir eleştiri asla bizde mümkün değil. Eleştirinin dozu belki yasal çerçevede ağır olur veya hafif olur o artık oradaki şeye bağlı. Şimdi ülkemizde sendikalar hiçbir şey ile ilgilenmeyecek sivil toplum örgütleri hiçbir şey ile ilgilenmeyecek efendim suç bunlar. İşte Türkiyem topluluğunu niye kurdun, e kurduk Türkiyem topluluğu, Türkiyem topluluğu kuruldu birçok toplantı yaptı burada bana sorulması gereken şey sayın başkan siz şu toplantıda yasa dışı şunu yaptınız. Şu konuşmada yasa dışı bununuz var. Eğer yasa dışı Türkiye’nin aleyline rejimin aleyhine bir konuşmamız varsa ben şahsen onu beklerdim. Niye kur kurduk. Yani Türkiyem topluluğunu kurduk çalıştı. Faydalı da oldu. Efendim Türk boyları konfederasyonu niye kurdun kurduk. Bir sürü dernekler federasyonlar var o da kuruldu ona benzer ha onun bir yasa dışı faaliyeti var mı bana göre o araştırılmalı. E siyaset yaptın mı siyaset veya siyasetçilerle konuştun mu, konuştum ben hep bütün siyasi parti başkanlarıyla görüşürüm hepsiyle görüşürüm. Ve bugüne kadar da 38 yıl görüşerek geldik cumhurbaşkanlarıyla, başbakanlarla, bakanlarla. Elbet ki böyle olacak. Eğer demokrasi yaşayacaksa efendim birleştirici bünleştirici bütünleştirici yol gösterici bir politika izlenip barış içerisinde ülkemizin ekonomik kalkınması sağlanacaksa bu el birliğiyle olur sade bir iktidar partisinin çabasıyla olmaz. Bugünkü sayın başbakanın söylediği gibi yüksek yargı organlarına ne diyor siyaset yapacaksanız soyunun çıkın karşıma diyor meydanlara gelin. E biz meydanlardaydık içeri aldın. Hem meydana çıkanı içeri alıyor içeri alacağını da meydana davet ediyor. İçeri alacağını da meydana davet ediyor. Ama bu böyle olmaz böyle politika olmaz, böyle demokrasi olmaz. Bunu mutlak uzlaşarak, uzlaşarak bu ülke bizim. Bayrak tek, vatan tek, Allah tek, peygamber tek, kitap tek bunları böyle söyledik biz böyle söyleyerek geldik sayın başkan. Vatanımıza, milletimize, devletimize, bayrağımıza sadık vatansever insan olarak ben sendikacılık yaptım. Ve iş kolumuzda on dört bin üyeyle 1975 de başladım bugün üç yüz yirmi bin üyesi var. Ve dünyanın en zengin sendikası. Şimdi Türk metal sendikası biz başkan olduktan sonra hem üyesini çoğalttık hem de bölgelerde hizmet binaları yaptık. Yani lokaller yaptık, efendim sinemalar yaptık ne biliyim ben sosyal şeyler faaliyetler gösterecek yerler yaptık. Örneğin bir üniversite kurmak için müracaat ettim her türlü ikmalini yaptık. 40 trilyonluk mal varlığıyla yani şimdiki büyük Anadolu oteli Ankara da havaalanının yanındaki o Avrupa ülkelerinin hiçbirinde olmayan bir eğitim ve spor kompleksidir, sayın başkanım. Avrupa’nın hiçbir ülkesinde yoktur o. O denli büyüklükte ve kapsamlı yani kapalı spor salonuyla efendim içerideki direksiz bu tip salonlarla mesela üç bin kişilik salon var içeride. Direksiz uzay çatıyla yapıldı. Her şey sinemasından tutun hamamından saunasından işçi eğitimi yapıyor orda. Elli bin işçi bir konuşmamda söylemiştim, 2009’un Aralık ayında Aralığın son gününde onun merasimini yaptılar elli bin işçi dünyada en çok eğitim yapan sendika Türk metal sendikasıdır. Eğitim olmazsa nereye varabiliriz eğitimsiz işçiyle ne yapabiliriz. Eğitimsiz halkla ne yapabiliriz. Ama bu bazı siyasetçilerin işine gelebilir. Bugün Türkiye de eğitim ortalaması ilkokul beş. Gönül isterdi ki bu lise olsun, lisenin üzerinde olsun. Bugünkü Türkiye’nin içinde bulunduğu şartları elbet ki o zaman yaşamayacaktık. Yani şimdi biz içerdeyiz on beş ayı aşkın süredir gazetelerden ve televizyonlardan kendi koğuşumuzda bakabildiğimiz kadarıyla inan içimiz kan ağlıyor. Ne oluyor Türkiye de nereye gidiyor Türkiye. Yani bir hesaplaşma var. Bir hesap yani bu hesaplaşmanın biz neresindeyiz. Yani buradaki arkadaşlarımız neresinde bu hesaplaşmanın. Bizimle ne ilgisi var bunun. Bir Ergenekon dediler terör örgütü dediler efendim bizlere işte üyesiniz efendim yok ben bu terör örgütünün adı var kendi yok terör örgütünün finansmanı finansörü peki sayın başkan bu finansörü olan kişi sendikacı birine para verirken Allah aşkına bir belge var mı bir tespit var mı bir delil var mı, yok. Şüphe. Yav şüpheyle bir insan on beş ay yatırılır mı sayın başkan. Şüphe, yani bir sendikanın sendika denetimden geçmişti Balbay söyledi, söylemiştim ona. Sekiz ay denetlediler sendikayı iki tır evrak. Bir şey yok ne olur sendikada ben sendikanın parasını kime verebilirim. Böyle şey mi olur. Sonra hangi terör örgütü ne terör örgütü. Ben 71 yaşındayım bu yaştan sonra hangi terör örgütü sonra Türkiye de ihtilalleri kimin yaptığı belli. Bugüne kadar kimin yaptığını yaşarak geldim ben atmış ihtilali dahil. Görülmüş müdür bir sivil kişilerin gazetecilerin sendikacıların efendime söyleyim ihtilal yaptığı terör örgütü ne terörü. 1985 de Abdullah Öcalan’ı ağır şekilde eleştirdiğim için ben teröre yeni başlamıştı. Bana koruma verdiler. O tarihten içeri girinceye kadar devlet korumasındaydım ben. Ve devlet korumasında olan bir sendikacı efendim terör örgütünden içeri alınacak ve yargılanacak. Neyle yargılanıyoruz havadan sudan şeylerle yargılanıyoruz. Ve sendikacılık biz sendikacılık yaptık sayın başkan siyaset yapmadım ben. Parti kurmak istemedim. Çok ısrar ettiler bana istemedim parti kurmadım ben. Kursaydım belki en güçlü partilerden biri olacaktı ama böyle bir şey yapmadım. Hoş yapsam ne olurdu yasak mı parti kurmak. Sayın Haberal söyledi AKP’yi kuranlar bana da geldi en tepesindeki. Hükümette biri de yetkili yerde. Geldiler bana AK parti kuruluyor şöyle ben yokum dedim ben yokum sizinle olamam dedim. Ben bunu söyledim. Yani şimdi onunla suç mu işledim parti kurdular diye. Bana geldiler gerekirse isim de veririm. Geldiler sendikada yemek yedi konuştuk sizinle bizim yolumuz ayrı ben sizinle bir olamam dedim. Şimdi onlar yetkili hükümet biz parti kuracakmışız ve yahut işte terör örgütü falan diye şüphe kuvvetli suç şüphesiyle buradayız. Şimdi sayın başkan ülkenin hizmete ihtiyacı var. Üniversite dedim üniversite kuracaktık. O da terör örgütüne girdi çıkarıp çıktı Türkiye’yi Amerika yönetmeli falan diye de beyanat verdi ismini şu an hatırlayamıyorum rektör. Üniversite rektörü Kemal Gürüz. Götürdük şeyi iki hocayla profesörle her şeyimizi tamamladık. Yerimizi aldık şunu ettik bunu ettik yani sendikadan yasal şekilde o dönemki yasalara göre 40 trilyonluk mal varlığıyla Mustafa Özbek işte şu Türk metal bilmem ne üniversitesi. Dedi ki, bu Mustafa Özbek olmaz Kemal Gürüz bey rektör. Kafadan daha açar açmaz. Niye olmuyor dedim. Olmaz dedi. E Süleyman Demirel üniversitesi oluyor da Mustafa Özbek üniversitesi niye olmuyor dedim ve bitti bizim işimiz. Üniversiteyi vermediler o kadar uğraştım Süleyman beyde söz verdiği halde Cumhurbaşkanıydı o zaman söz verdiği halde Kemal Gürüz’den YÖK’ten çıkaramadık. Yani sendika olarak vakıf olarak onu kuracaktık Metvak diye vakfımız var. Bir üniversite kurmak ve geneli meslekle ilgili meslek liseleri yüksek meslek okulları hukuk efendime söyleyim ve sendikacılık birimleri akademileri açmak. Şeyimiz buydu ve bunu birçok Avrupa ülkesinde var idi eskiden. Bizde yapalım dedik ama müsaade etmediler. Yaptırmadılar üniversite kurdurmadılar. Hemi eğitim şu bu diyoruz bas bas siyasetçiler bağırıyor bir noktaya gelince eğitimimiz şu şu işte üniversite kıt o zaman 1995’li yıllardan bahsediyorum. Hem de üniversite kurmak isteyene üniversite müsaadesi vermediler. Ama öyle insanlara devletin arsasını verdiler üniversite kurdurdular adını da koydurdular. Ama biz işçi sendikası olarak işçiye üniversite kuracaktık. Gücü olmayan işçi çocuklarını bedava okutacaktık eğitime katkımız olacaktı, olmadı. Gel, dedik bir hastane kuralım. Bizim sendikanın yanına AKP sonradan geldi aramızda yüz metre yok. Arsada arkada beş buçuk altı dönüm boş yerimiz var onbir dönüm hepsi bir kısmına sendika binası yaptık bahçesini şeyini sayın başkan iki buçuk yıl şimdiki sağlık bakanıyla uğraştık. Aha bugün aha yarın, aha bugün aha yarın vermediler bize. Hastane ruhsatını projemiz her şeyimiz hazır olduğu halde sendikanın kuracağı acıbadem hastanesiyle de anlaştık Mehmet Ali beyle Ankara şeyi o hastanesi o olacak İstanbul da Marmara bölgesinde İzmir de kayseri de bizim üyelerimiz de acıbadem hastanelerinde yüzde yirmi indirimle muayene olacaklar. Ve yıllık 150 ile 200 arası kontenjan verdi. Yani bakıma muhtaç yahut hiç gücü olmayan işçiler ameliyat olacak yurtiçi yurtdışı kontenjan almıştık. Sağlık bakanımız şimdiki sağlık bakanımız bize vermedi. Hastane ruhsatını vermedi. Hemen bizimki çay yolunda Eskişehir yolunda hemen bize yüz elli iki yüz metre mesafede yeni bir hastane kuruldu. Ona ruhsat verdiler. Ama bize ruhsat vermediler sendikaya hastane ruhsatı vermediler. Bakın şimdi niye bir işçi düşünün Türkiye genelinde metal işçisi çok ucuz şekilde muayene olacak. Ve bir sosyal hizmet getiriliyor ve engellendik. Neden, biz hükümetin hükümeti eleştiriyoruz diye hükümetin icraatlarını eleştiriyoruz diye. benim görevim ben sayın başkan. Benim görevim hem işvereni eleştirmek hemi hükümeti eleştirmek. Ben sendikanın başında nasıl duracağım o zaman. Ben güçlü olmazsam o sendika da nasıl durabilirim. Yani bir taraftan dert yanıyoruz okul yok üniversite az hastane az ama yapmak isteyene de müsaade etmiyorlar. Hastane kurdurmuyorlar. Bu anlayışla bu siyasi kapasiteyle Türkiye nereye gider bilemiyorum, nereye gider bilemiyorum. Bunun ötesinde Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra uluslar arası Avrasya metal işçiler federasyonunu kurduk. Arnavutluk’tan Tacikistan’a kadar 19 ülke 21 milyon üyemiz var şu an ve oranın da genel başkanıyım ben halen. 45 bin Avrasyalı sendikacı eğittik Ankara da. Hem kendi işçimizi eğitiyoruz sendikalar, sendika şubelerimizi eğitiyoruz hem bölgelerde eğitim var bölgesel hem yöresel eğitim hem bölgesel eğitim hem de genel eğitim. Dünyada bunu yapan hiçbir sendika yok altını çizerek ve iddia ile söylüyorum sayın başkan. Eğitime çok önem veriyorduk biz çok önem veriyorduk. Eğitimli kitleden kimseye zarar gelmez. Ülkeye de zarar gelmez, fabrikaya da zarar gelmez, sendikaya da zarar gelmez. Ama bu yaptığımız faaliyetlere izin vermediler ha Avrasya metal işçiler federasyonu ve Ortadoğu sendikaları Fas’tan tutun taa Körfez ülkelerine kadar Libya’sından efendim Suriye’sine kadar bütün sendikalar bizimle eğitim anlaşması yaptı eğitime geliyorlardı. Tabi kapasite o kadar genişlemişti ki, tabi bizim ana politikamız Avrasya politikası. Avrupa birliğine karşı değiliz ama Avrasya’yı da unutmayalım. Çünkü Avrupa ile bizim teknolojik ilişkilerimiz var. Mekanik ilişkilerimiz var orayla mutlak şeyimiz olacak ama 21. yüzyılın ekonomik kalbi Avrasya coğrafyasından o ekonomik pastadan Türk milleti de payını almalı iddiasında idik biz. Ve bu iddianın halende peşindeyim ben. Şimdi bizi Avrasyacılık yapıyor diye suçlayan bugünkü siyasi iktidar dış Türkler başkanlığı kurdu meclisten geçirdi günaydın. Sene 90 sene 2010. ne kadar kaybettik, neleri kaybettik. Dünyanın geleceği Avrasya da sayın başkan Avrupa da değil. Ha Avrupa ile bir olalım ilişkimizi kesmeyelim ama Avrasya dünyanın geleceğidir dünyanın ekonomik geleceğidir. Avrupa’nın bize yapacağı belli haçlı seferlerinde veya da o tarihten bu tarihe ne yaptıysa halen uygulamaları yarın yapacakları da odur. Biz dizlerinin üzerinde çökmüş Avrupa birliğine yalvaran bir ülke olmaktan çıkmak durumundayız. Ayaklarının üstünde dimdik duran ekonomisi güçlü, kadroları güçlü, eğitimini tamamlamış bir Türkiye ancak ayakta kalabilir. Aksi takdirde Türkiye’yi yok edecekler sayın başkan. İşte güneydoğuda olan olaylar. Bugün Türküm demek suç güneydoğuda. Ama burada siz Türküm derseniz sizi ırkçılıkla suçluyorlar. Ama bir Diyarbakır belediye başkanının konuşmaları hakkında hiçbir bakan hükümet hiçbir işlem yapamıyor. Hiçbir işlem yapamıyor her türlü hakareti yapıyor. Ben Diyarbakır belediye başkanından daha mı ağır eleştirdim bu hükümeti de beni içeri aldılar. Benim tek suçum ağzım sayın başkan konuşmam. Benim hiçbir suçum yok. Tek suçum o, hükümeti eleştirmek. Ve bundan dolayı getirdiler bizi buraya koydular. Varsa Allah aşkına bir suç çıksın ortaya neyse yok böyle bir şey yok. Biz ar’ı ile namusuyla haysiyetiyle çalışan bir sendikayız. Yani 38 yıldır benim hakkımda bir şey çıkmamış da hemen mi çıktı. Bu kadar hizmet veren bu kadar sosyal yönü ağırlıklı olan eğitime ağırlık veren uluslar arası ilişkilere ağırlık veren bir sendika genel başkanı efendim on günlük bir seyahatimiz vardı Marmara bölgesinde döndüm sabah altıda evimize geldiler. Hayırdır böyle böyle e buyurun. Aradılar aldılar getirdiler hala buradayız. Şimdi sayın başkan bu Türkiye’deki şu anki hesaplaşmanın lütfen bizi dışında tutun. Bu Ergenekon örgütü, olmayan Ergenekon örgütü bunun bizimle ne ilgisi var. Biz bunların hiçbir yerinde değiliz. Hiçbir yerinde hiçbir arkadaşımız değil. Ne ihtilal yapacakmışız biz. Hangi silahla, hangi parayla yani bir ihtilal dendiği zaman Allah aşkına bu şey mi çocuk oyuncağı mı kim yapabilir bunu. Şuradaki insanların gücü buna yeter mi? Ama vicdanlar karalanırsa elbet yetiyor o zaman. Şimdi bana şu denmeli, Mustafa Özbek sen şurada şu toplantıyı yaptın, şurada şu askerle oturdun işte söylüyorlar ben inan burada öğrendim Cumhuriyet grubu. Var mı benim bir yerde toplantıya gitmem. Herhangi bir grupla herhangi bir sivil toplum örgütüyle bir toplantım varsa bana söylesinler. Şurada gittin şununla oturdun ben gitmem gitmedim de. Ha bana gelen arkadaşlarımız elbet görüştük. Görüşmeyeceğiz mi elbette ki görüşeceğiz ama böyle bir şeyimiz yok çünkü benim siyasi partiye bir şeyim yok. Yani böyle bir niyetim yoktu parti kurma niyetim yok. Ne işim var benim ben sendikacıyım. 1977 de Süleyman Bey bana milletvekilliği teklif etti ben gitmedim. Bütün liderler milletvekilliği teklif etti ben gitmedim yani siyaseti istemedim ben. O bakımdan bizim siyasetle siyasi partiyle ama elbet ki biz siyasetçilerle oturur kalkarız AKP’lilerle de oturur kalkarız CHP’lilerle de oturur kalkarız. MHP’lilerle de oturur kalkar geçmiş dönemlerde her partiyle her siyasetçiyle oturup siyasi tartışmalar yapılmıştır. Ve sonra bizim ülkemizde gidin bir kahveye elli hükümet kurulur elli hükümet yıkılır. Yani bizim toplumun yapısı bu. Telefonu açtığın zaman bizim Anadolu da abi topumla tüfeğimle arkandayım yayındayım. İnan konuşma budur. E şimdi bunların hepsi suç oldu başkan. Sevgili başkan böyle şey mi olur? Bizim bir kültür yapımız var toplumun yapısı var konuşma tarzı bu. Ha bir telefon konuşmamız var mı yok. Toplantı var mı yok. Şuraya gitmişim mi yok. Şunu yapmışım mı yok. Hiçbir şey peki ben niye buradayım bu yaşta? Niye buradayım ben? Yani o kadar enteresan ki bunu sorduğunuz zaman iş çok kötü altından kalkılmıyor. Cumhuriyet gazetesiyle ilişkiler bunu anlattım sayın Balbay da söyledi. Bir konu oldu 2821 sayılı yasa eğer müsaitse Türkiş’in onayıyla yüzde kırkına kadar sendikanın parasının yüzde kırkına kadarıyla bir ortaklık yapılabilir. Soruldu, yasa müsait değil böyle kapandı gitti ama bu inanın bu televizyonlarda manşet haber olarak verildi manşet haber olarak. Olamaz böyle bir şey. Bu kadar konuşma ha strateji dergi şeyimiz vardı bunu anlattık daha evvel sayın başkan. Strateji dergisiyle ilgili programımızı şeyimizi TUSAM’ın efendime söyleyim ordaki bizim hocaların on üç yazı çıkıyorsa dokuzu bizim arkadaşlarımın yazısıydı dergideki yazı. Tamam biz o derginin parasını veriyorduk ama yirmi yirmi beş milyar ha o dergi de on üç makalenin dokuzu onu bizim makalemiz çıkıyordu yani Türk metalin makalesi çıkıyordu, makalesi çıkıyordu. Öyle bir ortaklığımız oldu öyle bir konuşmamız oldu. Balbay ile olan ilişkilerimizi anlattık zaten ha burada Balbay’ın dışında benim hiçbir arkadaşla da ne tanışmışlığım var ne de konuşmuşluğum var. Tanımam hiçbirini. Hiç kimseyi tanımam burada. Ama aynı örgütün üyesiyiz. Ve bu örgütün de finansörüyüm. Nasıl oluyorsa bu? Bugüne kadar her şeyimizi didik didik ettiler sayın başkan. Yani hem sendikanın hesaplarını hem benim şahsi hesaplarımı. Hem çocuklarımın hesaplarını bir şey yok. Bir şey bulamadılar ne bulacaklar. Ama delil bulabilmek için yaptılar bunu hiçbir delil yok. İddia var delil yok. Ha biz yargılanmayalım demiyoruz şimdi bazı arkadaşlarımız var söylüyor Özbek tutuklandı niye işte Ergenekon örgütünün finansörüymüş. Aslı yok yaylasında on bin bilmem neyim yayılıyor diyenin hesabı ha bunun bizi yargılayın. Yargılanalım hızlı yargılayın ama dışarıda yargılayın başkan. Tutuksuz yargılayın. Bizim ne kaçacak yerimiz var ne şu var ne bu var hiçbir şey yok. Biz altı kardeşiz. Çocuklarımız torunlarımız onların çocukları hesapladığınız zaman sadece babamdan gelen aile yüz elli kişi bugün. On dokuz torunum var üçü ben içeriği girdiğimde evlendi üç tane de torunum oldu. Torunumun çocukları oldu. Yani ben nereye kaçabilirim Allah aşkına. Yani bu olacak şey mi? Sonra bir teyzem öldü bir ablam öldü. Gidemedik. Buradayız. Bir takım mahrumiyet şeyleri içerisindeyiz. Ha şimdiye kadar on beş ay olmuş bitiyor hiçbir yeni delil yok sayın başkan. Hakkımızda gelen hiçbir delil yok. Öyleyse artık geri tarafı elbet ki, yüce mahkemenin biz adaletine inanıyoruz bize kararı siz vereceksiniz biz sizin adaletine güveniyoruz sizin adaletinize güveniyoruz. Başka kime güveneceğiz. Sayın başkan değerli üyeler bizleri şahsım itibariyle söylüyorum tabi burada elbet ki ne kadar isterseniz tutarsınız biz içerde bugün tutukluyuz. Yukarıda Allah aşağıda siz varsınız sayın başkan. Bizim başka kimsemiz yok. Sizin adaletinize güveniyoruz biz. Sizin adaletinize güveniyoruz. Buna da mecburuz zaten neye güveneceğiz başka. Bir mahkeme var yargıçları var başkanı var iki yardımcısı var elbet üç kişiye güveneceğiz biz. Kime güveneceğiz? Ha birileri doldurmuş getirmiş bir sürü şeyler efendime söyleyim. Avrasya haber ajansından maliye bakanlığının gizli raporu çıkmış. Yaz Mustafa Özbek’e bana ne Avrasya haber ajansından sayın başkan. Bana ne Avrasya haber ajansının ben müdürü değilim. Bir şeyi değilim. Yahut askeri dokümanlar çıkmış yani gitmişler genelkurmay başkanlığı toplantılarına haber müdürü elbet ordan bir takım belgeler alıyor bilgiler alıyor notlar alıyor. Mahkeme de hakim bey bana soruyor bunu. Ben dedim yani genelkurmayın toplantısına mı gittim sendikacı olarak not mu aldım yok. Yani nereden ne buldularsa sayın başkan bizi buraya getirebilmek için bize yamadılar. Ha bundan sonrası bu üç kişinin adaletiyle başta sizin sayın başkan ona güveniyorum. Başka yok başka şeyimiz yok. Her şeyimiz ortada bizi yargılayın ama süratli yargılayın ve tutuksuz yargılayın sayın başkan. Yok karartacak ne delil var benim Allah aşkına ne delilim var benim karartacak ne delil var ki hangi delili karartacağım ben şu yaştan sonra. Ha benim yapım belli karakterim belli Türkiye tanır beni sayın başkan, sayın üyeler Türkiye tanır benim kırk yıldır politikamı tavrımı yapımı kültür yapımı siyasi yapımı inancımı herkes bilir. Ben rota değiştirmedim değiştirmem de. Ben milliyetçi muhafazakar bir yapıya sahibim. Bunu asla değiştirmem. Ama bizi bu şekilde tutup yani ne elde edecek devlet ne elde edecek mahkememiz ne elde edecek bilemiyorum. Yani beni tutmakla burada devlete bir faydası varsa canım feda olsun devlet için bunu yeminle söylüyorum. Eğer devlete bir faydam olacaksa canım feda olsun. Ama burada bizi tutup ne mahkememize ne faydası var ülkemize ne faydası var. Bırakın gidelim dışarıda. Ha burada fazla kaldıkça bilmiyorum yani seçimler gelirse belki milletvekili olarak çıkarız bizde hani güneydoğulu biri çıktı ya milletvekili olarak. Vallahi bende öyle çıkarım yani herhalde. Yani ama bırakın gidelim ben sonra sendikadan ayrıldım başkan yani aday olmadım. Onun için yapımız belli çizgimiz belli. Laik demokratik sistemi savunuyorum ben Atatürk’ü savunuyorum. Atatürkçüyüm. Yani bundan bundan ödün vermem de mümkün değil. Çünkü bu Cumhuriyeti kuran odur. Bu Cumhuriyeti kurup bugünlere kadar geldiyse laiklik sayesinde gelmiştir. Laikliği dinsiz olarak anlatanlar Allah onların cezasını versin. Laiklik dinsizlik değil bunu anlatmayanların da Allah gözünü kör etsin bu güne kadar. Atatürk’ü anlatmayanların da Allah gözünü kör etsin. Ne diyim ben bişey diyemiyorum başka. Bu devleti kurmuş bize emanet etmiş. Her şeyiyle her tarafımız işgal edilmiş bir ülke çıkmış ortaya bu Türkiye Cumhuriyeti devletini kurmuş benim babam söyledim on üç yıl harp etti sayın başkan. Galiçya da Çanakkale de istiklal harbinde. Şimdi ben söylüyorum hendek savaşıyla Uhud savaşı ne kadar mukaddes ve mübarekse Çanakkale savaşı da istiklal savaşı da o kadar mukaddes ve mübarektir. Bunu söylediğin zaman bir takım şeylerin zoruna gidiyor. Ya o da mukaddes ve mübarek bu da mukaddes mübarek. Yani Çanakkale harbiyle istiklal harbi olmasa şu mahkemeler olur biz burada olabilir miydik bugün. Bir kişi Atatürk hakkında ta Almanya’dan geçmişte beyanat veriyor. Manisa da bir toplantıdayım. Oranın tugay komutanı var valisi var belediye başkanı var. Atatürk’e ağza alınmayacak laflar söylüyor. Dedim ki, ey büyük Atatürk niye bu Cumhuriyeti kurdun. Kurmasaydın keşke. Sana bugün bu lafı söyleyen falan kişi şimdi bir kilisede papaz olacaktı. Çünkü yunan memleketi olacaktı burası. Önce hayret ettiler sonra alkışladılar beni. Hani bir takım değerlerimize sahip çıkacağız geçmişimize sahip çıkacağız bir millet geçmişiyle, tarihiyle, kültürüyle yaşar sayın başkan. Ha bunlara sahip çıkmak kötü bir şey değil ki, ben iftiharla sahip çıkıyorum geçmişimize kültürümüze. Kötü bir tarihimiz yok. Güzel bir tarihimiz var güzel dünyaya hizmetleri var on altı imparatorluk kurmuş bu millet. Ha o milletinde biz afatıyız. Fazla vaktinizi almayacağım başkan mahkemenin zaten.”

Mahkeme Başkanı:" Geçti zaten vaktiniz.”



Sanık Mustafa Özbek:” Bi hayli bi hayli konuşmalar oldu. Ben teşekkür ediyorum. Delil karartacak bir durumum yok. İkametgahımda sabittir. Efendim tahliyemi talep ediyorum teşekkür ederim. Hepinize saygılar sunarım.”

Sanık Neriman Aydın söz istedi, verildi:” Yüce mahkemeyi saygıyla selamlıyorum. Siz mahkeme heyeti olarak bu tuzağı hazırlayanlar bu iftiraları düzenleyenler hakkında hiçbir hukuki işlem yapmasanız da biz iftiralarla sanık yapılanlar olarak biliyoruz ki, hukukta olmayan ilkelerin hiçbir kanuna uymayan davranışların yaptırımların gereği olarak karşınızdayız. Sayın başkan sayın heyet 20 Temmuzdan beri ağabeyim Kemal Aydın ile birlikte ağabeyim Hamza Demir, ağabeyim Ali Özoğlu, ağabeyim İbrahim Özcan tutuksuz yargılanan ağabeyim profesör doktor Ercüment Ovalı yeğenim Mehmet Ali Çelebi ile birlikte tarihin kara sayfalarına geçen sözde Ergenekon silahlı terör örgütü davasını izliyorum. Tek kadın tutuklu sanığı olarak da içinde bulunuyorum. Yüreğim kaldırmadığı için çokça da mahkeme salonunda duramıyorum. Hukuk ve kanunlar çiğnenerek nasıl esir alınıp tutuklattırılıp zindana atıldıysam öyle de bir yargılama yapıldığını gözlemliyorum ve görüyorum. Çok konuşan mı tahliye ediliyor hiç konuşmayan susan mı yada ABD’yi övüp Türk silahlı kuvvetlerine söven mi? Siyasi iktidarı övüp Türk silahlı kuvvetlerine hakaret eden mi? Ben neden buradayım diyen mi? Ben ABD başkanı Busch’un ülkemiz başbakanına emri ile buradayım diyen mi? Ben de ne yazık ki, ABD başkanının ülkemiz başbakanına emri ile yüce mahkemede bulunuyorum. İkinci iddianamenin tek tutuklu Türk kadını olarak Türk milletine, Türk milletinin en kutlu değerlerine ebedi önder Mustafa Kemal Atatürk’e hakaret ile dolu şahsım için düzülen iftiralara delil yapılan bu değerlerimi daha doğrusu suç yapılan değerlerim nedeniyle de yüce mahkeme huzurlarındayım. Bende sanık kürsüsüne tarafınızdan çağrılıncaya kadar konuşmamayı düşünüyordum. Konuşmanın bir anlam ifade etmeyeceği kanaatini taşıyordum. Bu zulüm günlerini Allah’tan sabır isteyerek bekliyordum. Ama sabrında bir sınırı vardır sayın başkan. Ben Allah değilim ki, ben tanrı değilim ben kulum. Yüksek müsaadelerinizle bir kul olarak bir beşer olarak bugün bende mahkemenizi on dakika süreyle meşgul etmek istiyorum. Gerçekten sözlerimin yüce mahkeme heyeti için bir anlamı olacak mı bilemiyorum. Şunun için zindana atılmışsam bu Neriman Aydın yüzünden Cumhuriyeti yıkamıyoruz bu Türk kadınının yok edilmesi gerekiyor amacı ve hedefiyle düşmanlarımızın emirleriyle Silivri de esir ağabeyim Kemal Aydın ile birlikte esir isem bu benim yaşarken aldığım en büyük paye olacaktır. Cumhuriyet benim gibi sizin gibi canların verilmesiyle anneleri babaları için en kıymetli evlatlarının bedenlerinin toprağa düşmesiyle kazanılmadı mı bu devlet böyle kurulmadı mı? O zaman aynı canlar feda olur ve Cumhuriyet ebediyete kadar yaşar. Ben ilim irfan sahibi bir Türk kadını olarak diyorum ki, Cumhuriyet tanrının insanlığı idare şeklidir onun için ebedi önder Mustafa Kemal Atatürk kurduğu devlete Cumhuriyeti rejim yapmıştır. Cumhuriyeti ortadan kaldırmak yıkmak ve yönetimi yeniden Türk milletinin egemenliğinden, egemenlik ve bağımsızlık esasından uzaklaştırmak için 10 Kasım 38’den beri Mustafa Kemal Atatürk’ün nutuk da düşman olarak gösterdiği düşmanlarımız ve onlara bir kez daha yurt içinde yardım edenler yeniden peydah olmuştur. Cumhuriyeti yüce bir değer olarak değer yapan Türk milletine ve Cumhuriyeti korumak ve kollamakla kutlu nöbetini büyük fedakarlıklarla yapan Türk silahlı kuvvetlerine açılan bu savaşta devletimizin adli makamlarının zemin ve araç yapılmasının boyutlarını görmemek için kör ve sağır olmak gerekirdi. Sayın başkan bir Türk kadını olarak kör ve sağır değilim Türk milletinin anaları kızları kadınları kör ve sağır olursa yeryüzünde esaret zinciri boynunda ancak düşmanlarımıza köle olurlar. İlim irfan sahibi bir Türk kadını olarak kör ve sağır değilim onun için mahkemenizde Avrupa birliği ve ABD karşıtı olarak yargılanıyorum. Bu büyük ve tarihi gafleti ispat eden iddianame denilen istihbarat raporunu Türk tarihine fitne belgesi olarak kaydedilmesine aracı yapılan mahkemeniz huzurlarındayım. Öz ağabeyimle birlikte yargılanıyorum. Savunmamı yapmama az bir zaman kalmış bulunmaktadır. Ağabeyim Kemal Aydın beyden sonra mahkemenizce çağrıldığımda millet kürsüsüne geleceğim. Yargı darbesiyle avukatımız Yusuf Erikel Bey sözde Ergenekon terör örgütüne üyelik suçlamasıyla tutuklanarak Silivri zindanına biz müvekkillerinin yanına gönderildiği için hem sanık hem müdafi olarak savunmamı yapacağım. 75 milyonluk ülkemiz nüfusunun avukatlık mesleğini yapan takriben otuz bin avukat içerisinde beni ve bu davada zulme muhatap ailemi savunacak yegane avukat sayın Yusuf Erikel beyefendi idi. Bu meşhur davda beni ve ailemi savunacak hiçbir avukat bulunmamaktadır. Ben ve burada yargılanan ailem avukatım bilge insan Yusuf Erikel beye henüz benzin parasını bile ödememiştik. Avukatımıza maddi olarak çok borçlanmıştık ama şimdi bizim avukatlığımızı yapmasından dolayı yaşadığı zindan hayatı nedeniyle kendisine birde manevi olarak borçlandık. Hak ve hukukun olmadığı yerde başbakanın baş kadı olduğu bir mahkemede avukata gerçek hukuk adamlarına ne hacet sayın başkan. Avukatın varlığı gerçek mahkeme ve hukukun hukuk devletinin olduğu yerde bir anlam ifade eder ancak. Bu mahkemede bu yüce değerlerin olmadığını içişleri bakanı Sayın Beşir Atalay’ın biz Silivri de bir mahkeme kurduk. Orada yargılama yapıyoruz sözleriyle zaten bildiğimiz mahkemenin amaç ve hedefini idrak edecek kadar akıl sahibiyiz ki, bizleri iftira ve yalanlara bağlı olarak yargılıyorsunuz. Gerçekte olmayan işlerle hiçlerle dedikodularla ve iftiralarla yargılıyorsunuz. 20 Temmuzdan beri duruşma salonunda bulunuyorum tek kelime konuşmadım tek saniye kullanmadım hiçbir talepte bulunmadım. Sanık kürsüsüne çağrılışımı bekledim. 20 Temmuzdan beri her Cuma ailemizin avukat Yusuf Erikel Bey hariç her sanık avukatını mahkemenizin tayin ettiği sürelerle dinledik hiçbir şikayetimiz olmadı ailemizin yargılanması başladığı gün ilk kez mahkemeniz salonuna gelen avukat Yusuf Erikel beyin savunmasını yapacağı altı kişi olan bir ailenin savunmaları başladığında mahkemenin kendisini ilk kez gördü ve dinledi. Müvekkillerinden iki kişinin savunmasını yaptığında yargının darbesine maruz kalarak cezaevine bizlerin yanına gönderildi şimdi mahkemenizde baş kadının kim olduğunu söylemeyelim mi sayın başkan. Aile avukatımız avukat Yusuf Erikel bu davayı açtıranları mahkeme salonunda deşifre etmedi mi anlıyoruz ki baş kadı olan başbakanın yargıya emriyle tutuklanıp cezaevine kondu. Anlıyoruz ki mahkemenin başkanı da savcısı da hakimi de sahibi de emir vereni de baş kadı başbakandır. Evli değilim sayın başkan bekarım. Ben demir parmaklıklar arkasında iken kocam bensiz kaldı. Ben ona kadınlık yapmak için evlenmedim demeyeceğim çünkü bekarım ben bu konuşmamı seksen yaşındaki annem için yapıyorum. Annemin ömrünü uzatamam çünkü buna gücüm yetmez. 22 aydır ağabeyim Kemal Aydın beyi 14 aydır da beni görmedi. Arz ettiğim üzere annemin ömrünü uzatamam. 22 aydır kürsüye çıkmak ve savunmamı yapmak için sadece ben eşkıya değilim demek için bekliyorum. Bu vesileyle bir anaya yapılan bir büyük zulmü mahkemenize bildirmek istiyorum. dilerim sizin Cumhuriyet savcılarının ve mahkeme heyetinin anneleri hayattadır. Evli olanlar çoluk çocuk sahibi olanlar için annelerin bir değeri kalmayan toplumumuzda bekarlar için anne en büyük nimettir. Benim annem seksen yaşında öz oğlu Kemal Aydın öz kızı Neriman Aydın bu iki öz evladı kadar sevdiği oğlu Ali Özoğlu, oğlu Hamza demir, torunu Mehmet Ali Çelebi ve en son oğlu avukat Yusuf Erikel zindanda. Benim seksen yaşındaki anacığıma bu ne ki bu ne nefret, bu ne intikam sayın başkan. Bu zulme imza atanların hangi ülkeden, hangi milletten, hangi dinden olduklarını doğrusu merak ediyorum. Mahkemeniz heyetini ve gerçekten Cumhuriyet savcısı makam sahiplerini tenzih ediyorum. Benim ilk sorgumu sayın Mehmet Ali Pekgüzel Bey yaptı, yargılamamı da sayın Haşıloğlu yaptı. Ve tutuksuz yargılanmak için tahliye etmişlerdi çünkü ağabeyim tutuklanmıştı tahliyemin sebebi olarak ben böyle düşünüyordum. Mevcut durumumda hiçbir şey değişmediği halde beni ek ifade bahanesiyle tutuklayanlar tutuklatanlar için şahsımda değişen hiçbir şey olmadığı halde birinci sorgumdaki soruların hemen hemen aynısı sorularak beni zindana göndererek büyük bir acı yaşayan seksen yaşındaki anacığıma acılarını artırmaktan başka ne kazandılar sayın başkan. Ve biz itham edildiğim iddiaların tamamı tarihi araştırmalarımdan yapılan alıntılardır. Bilgisayarımda bulunan onlarca defterlerimde bulunan 25 yıllık tarihi ve bilimsel araştırmalarım içerisinden yapılan alıntılar ile hakkımda yüz sayfayı bulan iftiralar düzülmüş senaryolar hazırlanmıştır. Sayın başkan, Lozan anlaşmasıyla ilgili yaptığım araştırmamda geçen ve şahsıma ait çalışmamda bulunan Lozan’ın imza günü üç gün resmi tatil olmalıdır ilk meclis Türkiye büyük millet meclisi ulusta yeniden açılmalı 23 Nisanda özellikle ilkokul çocukları bu kutlamaları yerinde izlemelidirler şeklinde kutlama merasimlerine yönelik çalışmalarımda çok sevdiğim bir Türk halk müziği sanatçısının da ismi geçtiği için esprilerimizde gece yarısından sonra Türk halk müziği söyleriz böylece eğlenir kutlarız konuşmalarımız da eşkıyalık delili olarak iddianamede arzı endam etmiş bulunuyor. Sayın başkan Kerkük Türklerinden ağabeyimin dostlarından olan bir aile dostumla yaptığım tarihi bir çalışmada Saddam’ın zulmünde kurşuna dizilerek şehit edilen misakı milli şehitlerimizin isimleri hizbutahrir örgütü idam listesi olarak muhteşem bir iftiraya imza atanlar işte bu ve benzeri olan tarihte de eşi benzeri olmayan iftira ve yalanlarla katlime fetva vermişlerdir. Öyle ki defterime her gün her ay yazdığım bu ay şu kitapları alacağım notlarım dahi dehşetli iftiralara dönüştürülerek zindanda tutulmamda kuvvetli suç şüphesi bilmem kaç kere çarpılmış müebbet ceza istemiyle mahkemenizi meşgul etmem istendi. Seksen yaşında anacığıma ise bu zulmün daniskası yaşatılmıştır. Bunlar için delil yapılmıştır. Bilgisayarımdaki tarihi, tarihi çalışmalarımdan alınan tarihi roman çalışmalarımdan alınan bölümler sanki kuvvet komutanıyla konuşuyormuşum gibi iddianameye konularak başına bir de yıldız konulmuştur. İftiranın yıldızlısı dercesine işte size delil olmuştur sayın başkan. Diğerlerini saymayacağım. Saydığımda beni dinleyenlerin ağızları gittikçe daha da açılacaktır onları daha fazla üzmek istemiyorum derin ahlar çekmesinler. Sayın Pekgüzel’in sorguladığı sayın Haşıloğlu’nun yargılaması nedeniyle tutuksuz yargılanırken diğer iki savcının sorgusu bir diğer hakimin kararıyla zindana atıldım. Esir alındım. 22 aydır zindanın en şiddetlisini yaşayan annemin ne yazık ki acısını dindiremiyorum. Teselli edemiyorum. 22 aydır ağabeyimi 14 aydır da beni görmedi çünkü buraya gelmesi imkansız sayın başkan. İşte onun için mahkemenizin kurulu bulunduğu salonda adaletten uzak olan mahkemenizden bende uzak olmak istiyorum böylece adalete olan uzaklığınızı göstermek istiyorum. nasılsa adaletin ve adaletinizin asla ulaşmayacağı bir mesafedeyiz. O mesafeyi geçerse bana da beklediğim adalet ulaşır diye düşünüyorum. Sayın başkan onun için salonun en arkasına oturdum. Siz mahkeme heyeti olarak adaletin bu mahkemeye gelmesine girmesine izin verin. O da adalet hükmünü gerçekleştirecek ve beni zindandan çıkaracaktır. Çünkü adalet mülkün temelidir hükmü gereğince o hüküm gerçekleşecektir ömrümün her zerresini, ömrünün her zerresini Türk milletine adayan ebedi önder Mustafa Kemal Atatürk annesi Zübeyde hanımın cenaze merasimine cenaze namazına katılamamıştı. Hapishanede değildi sayın başkan, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanıydı. Türk ordularının baş komutanıydı. Zübeyde ana bir ömür hasret kaldığı evladını Türk milletinin dertleriyle dertlenen Türk milletinin yaşaması için feda etmişti. Benim seksen yaşındaki anacığım Yeter Aydın da kızı Neriman Aydın oğlu Kemal Aydın, oğlu Ali Özoğlu, oğlu Hamza Demir, oğlu Yusuf Erikel ve torunu Mehmet Ali Çelebi’yi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu devletin yaşaması için feda etti. Düşmana hizmet eden siyasi iktidarın zulmüne esir verdi. Annem seksen yaşında adaletin bana olan uzaklığı nedeniyle kendisininse son nefesine hiç olmazsa şahsım yetişir miyim bilemiyorum. Bunu adaleti uygulamaktan çekinen mahkemenizden merhamet dilenmek için söylemiyorum sayın başkan çünkü Türk kadını merhamet dilenmez. Türk kadını tarihe kahramanlar yetiştiren millet olarak geçen kutlu anadır. Onun için Türk kadını Türk anası merhamet dilenmez. Türk kadını Türk anası merhamet edendir. Sayın başkan sayın heyet ben adaleti siyasi iktidarın emrinden kurtarmanızı ve o adaleti bana sunmanızı bekliyorum. Tutuksuz yargılandığım sekiz ay boyunca işim ve evim arasında gidip gelirken birde haftada bir kere Tekirdağ da tutuklu bulunan ağabeyimi ziyaret için bin beş yüz kilometre yol gidip gelirken ben nereye kaçtım hangi iftiranın olmayan delilini kararttım. Meclisin gömleğini değerli avukatım Yusuf Erikel’in dediği gibi önden mi yoksa arkadan mı yırttım da meclisi cebir ve şiddet kullanarak ortadan kaldırmak için bir eylemim olmamasına rağmen hangi söylemim bulundu da seksen yaşındaki anacığıma tutuksuz yargılanmam halim bile teselli olurken çok görüldü de tutuklanarak Silivri zindanına atıldım. Şimdi de evladım yavrum oğlum dediği avukat Yusuf Erikel’in savunmalarımızı yaparken zindana atılmasıyla yeni bir zulümle adeta anacığıma sen öl bu acılarla sen öl denilmektedir. Benim bugün bu saate kadar tahliyemi isteyen avukatım olmadı sayın başkan. Avukatım Yusuf Erikel bey, beye bir kere tahliyem istemek nasip oldu bir hafta sonra da kendisini demir parmaklıklar arkasında buldu. Sayın başkan ben tahliye istemiyorum. Benden uzak tuttuğunuz adaleti bu mahkemeye getirmenizi adaletin bu mahkemeye girmesine izin vermenizi artık izin vermenizi bekliyorum. Sayın başkan sayın heyet adaletin mahkeme salonuna girmesine izin verirseniz seksen yaşındaki anacığımın ahir ömründe yaşadığı bu zulümde bir nebze olsun dinecektir diye düşünüyorum. İzin verin sayın başkan adalet bu mahkemeye gelsin. Yedi evladı tutuklu bulunan bu anayı hiç değilse şahsımla sevindirin. Ona bir teselli gönderin ona ümit gönderin sayın başkan. Sayın başkan değerli heyet bu mahkemeye adaleti getiriniz. Adaleti hak ve hukuk adına bu mahkemeye getiriniz düştü ise kaldırınız kaybolduysa bulunuz uyuyorsa uyandırınız ve adaleti mahkememize getiriniz. Seksen yaşındaki anacığıma adaletin var olduğunu gösteriniz. Onun sağlığına yetişemeyeceğim mi ben onun sağlığına yetişemeyecek miyim? Ben de seksen yaşındaki annemin mezarı başında ebedi önder Mustafa Kemal Atatürk’ün annesinin mezarı başında yaptığı konuşmayı mı yapacağım sayın başkan. Aziz ruhlarını şad etmek ve bu büyük millet davasında onları bir kez daha anmak üzere ebedi önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Zübeyde annemizin mezarı başında yaptığı konuşmayı bütün Türk anaları adına erdemi, ahlakı ile Türk milletinin yüceliğini gösteren Türk kadını adına ve şahsım adına tekrarlayarak konuşmama son vereceğim sayın başkan. Şimdi Mustafa Kemal Zübeyde annemizin mezarı başında konuşuyor. Ölüm yaradılışın tabi bir kanunudur fakat bazen ne hazin görünüşler arz eder burada yatan validem cebrin, zulmün, bütün milleti felaket uçurumuna götüren bir keyfi idarenin kurbanı olmuştur. Tekrarlıyorum sayın başkan izninizle. Ölüm yaradılışın tabi bir kanunudur fakat bazen ne hazin görünüşler arz eder burada yatan validem cebrin, zulmün, bütün milleti felaket uçurumuna götüren keyfi bir idarenin kurbanı olmuştur validemin ruhuna ve bütün ecdat ruhuna üzerime yüklendiğim vicdan yeminini tekrar edeyim. Validemin mezarı başında ve Allah’ın huzurunda ant ve yemin ediyorum. Bu kadar kan dökerek milletin elde ettiği hakimiyetin muhafazası ve müdafaası için icap ederse validemin yanına gitmekte asla tereddüt etmeyeceğim. Milli hakimiyet uğrunda canımı vermek benim için vicdan ve namus borcu olsun. Aziz ruhları şad olsun. Sayın başkan sizi sayın heyetinizi Cumhuriyetin Cumhuriyet savcılarını saygıyla selamlıyorum teşekkür ediyorum.”

Sanıklar Cengiz Köylü, Mustafa Levent Göktaş, Mustafa Koç, Hüseyin Buzoğlu ve Tuncer Kılınç müdafi Av. Hasan Gürbüz söz istedi, verildi:” Sayın başkan sayın üyeler karanlık bazı odaklarca MİT’e gönderilen karargah evleri iftirası, iftirasının MİT tarafından hiçbir araştırma yapılmadan genelkurmay başkanlığı ve başbakanlığa gönderilmesi ve karargah evleri adı verilen şemaya müvekkilim Cengiz Köylü’nün adının yerleştirilmesinin üzerinden üç yıl geçti ve müvekkilim üç yıldır üzerine atılan bu lekeyi temizlemeye çalışıyor. Yaklaşık da 15 aydır bu dosyadan tutuklu. Şimdi iddianamede sayın savcılar örgüt yöneticiliği suçlaması yöneltiyorlar, tek delil MİT’den gönderilen karargah evleri şeması o şemaya bakıyoruz müvekkil yönetici konumunda değil. Neye dayanarak yönetici yapmışlar iddianamede bir açıklık yok. Birinci ve ikinci davada hangi sanıklar müvekkilin altında belli değil. Müvekkil kimden emir alıyor belli değil. Sadece yöneticilik suçlaması. Ben yaptım oldu. Şimdi iftira atılıyor tamam bir şeyler de uyduruluyor. Ama bunu uyduramamışlar da. Çünkü uydurmaları için artık hayalleri de zorlayan bir takım şeyler lazım onu da yapamamışlar. Sayın başkan müvekkilimle uğraşan çevreler bu karargah evleri ve Ergenekon suçlamasını yeterli görmemiş olacaklar ki, bir de müvekkilimi kamuoyunda balyoz adıyla bilinen soruşturmaya dahil ettiler. 1 Nisanda da tutuklandı basından da görmüşsünüzdür. Şimdi 23 Şubatta ilk savcılık ifadesini altı balyoz soruşturmasından müvekkilimin ve sorguyu yapan savcı bey şöyle bir görüş beyan etti dedi ki, eğer bir suçun olmasaydı bu kadar zamandır tutuklu olmazdın mahkemenizdeki devam eden davada ki tutukluluğu kastederek. Şimdi buradan da anlaşılıyor ki, bizde yargı makamları ve soruşturma makamları tutukluluğu bir mahkumiyet gibi algılıyor. Ha ihtimal vermiyorum ama ola ki heyetinizde de böyle bir kanaat oluşur bu sanık balyozdan da niye tutuklandı diye ben onun için müvekkilin balyoz soruşturmasında savcılıkta verdiği ve sorgu hakimliğinde verdiği ifadeler ve itiraz dilekçemizin fotokopisini kalem mahkemenize takdim etmek istiyorum. Şimdi sayın başkan sayın üyeler gerek Ergenekon adıyla anılan gerek de gerekse balyoz adıyla anılan soruşturmalarda tabi soruşturmacılar var işte savcılar var polisler var. Bir de tabiri bağışlayın bana da ait değil Hürriyetin yazarı Yılmaz Özdilek’e ait. Bir de sokuşturmacılar var. İşte bu sokuşturmacılar ihbar mailleri, ihbar mektupları, göndererek soruşturmaları yönlendiriyorlar ve bir takım şahısları hedeflerine alıyorlar. Hedeflerine aldıkları bu şahısları da hiçbir delil olmasa bile hayali suçlamalarla bu soruşturmalara monte ediyorlar ve sonuçta tutuklanmalarına sebep oluyorlar. Şimdi balyoz soruşturmasında basından da duymuşsunuzdur bir takım listeler var. Efendim kaos yaratılacakmış, kendi uçağımız düşürülecekmiş, camiler bombalanacakmış, sıkı yönetim ilan edilecekmiş el konulacakmış bir takım listeler yapılmış subaylar görevlendirileceklermiş siviller görevlendirileceklermiş. Müvekkilimi de müvekkilim personel subayı efendim kendi uçağımızı düşürmeyle ilgili oraj diye bir plan hazırlamış bundan dolayı suçlanıyor böyle bir şey mümkün mü? Değil müvekkilim hiçbir Türk subayı kendi uçağının düşürülmesiyle ilgili plan yapmaz. Hiçbir akıl izan sahibi böyle bir şeyi kabul edemez. Efendim diyorlar sen listeler hazırlamışsın subayları şöyle böyle görevlendirmişsin. O da akla ziyan. En değerli hava subayları olan F16 uçak pilotları o listelerde ölü defin işiyle görevlendirilmiş böyle bir saçmalık olabilir mi? Yine bu balyoz planının eklerinde var işte efendim bazı hakim savcılarımız İstanbul da görevli bazı hakim savcılarımız sıkı yönetim mahkemelerinde görevlendirilecekmiş. Böyle bir şey mümkün mü? O listelerde hakim savcılarımızın balyoz denilen tertiple ne kadar ilgisi alakası varsa müvekkilim Cengiz Köylü’nün de o kadar ilgisi alakası var. Ama o soruşturmadan da tutuklandı. Ha diyeceksiniz ki, senin müvekkilinle de kim uğraşıyor niye oraya buraya dahil ediyor? Sayın başkan, sayın üyeler, benim müvekkilim geçmişte disiplinsizlik ve ahlaki durum nedeniyle Türk silahlı kuvvetlerinden ilişiği kesilen personel ile ilgili idari işlerinde yapıldığı sicil kıdem şube müdürlüğünde proje subayı olarak çalışmış ve o dönemde özellikle yıkıcı bölücü irticai faaliyetleri nedeniyle ilişiği kesilen bazı personel gerek müvekkilimi gerekse müvekkilim gibi oralarda görev yapan subayları geçmişten beri tehdit etmekteler. Telefonla vesaire ve bir gün bunu hesabını soracağız demekteydiler işte görüyoruz on beş aydır müvekkilim tutuklu. Sayın başkan sayın üyeler, bu tertibi yapanlar bugün müvekkilimi içeri attılar. Başkalarını da atılar. Yarın başkalarını da atarlar. Bu oyunları bozmak siz yargıçların elinde vereceğiniz tahliye kararları bu oyunları bozacak suratlarına şamar gibi inecektir. Bakın az önce izah ettim tutukluluğun devamını savcılar mahkumiyet gibi algılıyor. Hakimler tahliye kararı veriyor. Savcılar usulde yetkileri olmadığı halde hakları olmadığı halde bu tahliye kararlarına itiraz ediyor. Heyetler toplanıyor yeniden yakalama kararları veriyor. Yok hükmündedir bu tip kararlar sizler daha iyi biliyorsunuz fakat maalesef böyle hukuki garabetler yaşanıyor. E haklı olunca böyle olunca da haklı olarak dinliyorum sabahtan beri sanıklar isyan ediyor. Sayın başkan, sayın üyeler müvekkilimle ilgili tek delil karargah evleri şemasıdır MİT’den gelen. MİT’e de nereden gelmiş belli değil. Geçenlerde karar aldınız tekrar sordunuz. Bunun dışında hiçbir delil yok. Yöneticilik suçlaması iddia edilen Ergenekon terör örgütü yöneticiliği suçlamasına ilişkin de hiçbir delil yok. Tüm toplanan deliller şu ana kadar onlar da kovuşturma aşamasında toplandı soruşturma aşamasında toplanan hiçbir delil yok lehte. Hepsi lehine gelen deliller. Bu saatten sonra delillerin karartılması değiştirilmesi ihtimali de yok. E kendisinin kaçma şüphesi de yok muvazzaf subay tahliye olduğu gün gidip görevine başlayacak. Tutukluluktan bir fayda bekleniyorsa on beş aydır herhalde bu fayda da hasıl olmuştur diye düşünüyorum ve müvekkilim Cengiz Köylü’nün tahliyesine karar vermenizi saygıyla arz ve talep ediyorum. Sayın başkan, sayın üyeler diğer bir müvekkilim Mustafa Levent Göktaş, onun da tutuklanmasının tek gerekçesi aleyhindeki tek delil 51 nolu DVD. Bu DVD’nin artık delil niteliğinde olmadığını önceki celselerde müvekkilimde bizde avukat olarak izah ettik ispat ettik belgelerle müvekkil Levent Göktaş’ın iddianamede on sayfalık bir yer ayrılmış. Hepsi on sayfa yedi sayfası DVD ile ilgili kalan üç sayfası da savcılık ve sorgu hakimliği ifadesi ve delillerle hukuki durumun değerlendirilmesinden ibaret. E tutuklandığı zaman delil diye gösterilen 51 nolu DVD bugün artık delil niteliğini de kaybetmiş. E yine aynı şeyler onun içinde geçerli kaçma ihtimali yok bundan sonra karartılacak bir delil yok. Başka bir delilde toplanmış değil aleyhinde toplananlar hep lehinde. E kaçma ihtimali de yok delilleri karartma ihtimali de yok o da on beş aydır tutuklu. Ne ise tutukluluktan beklenen fayda o da hasıl olmuştur diye düşünüyor ve müvekkil Levent Göktaş’ın da tahliyesine karar vermenizi saygıyla arz ve talep ediyorum.”

Sanık Murat Çavdar müdafi Av. Yusuf Kuvvet söz istedi, verildi:” Sayın başkanım, sayın üyeler, öncelikle biz bilmiyorum siz heyet olarak halk arasında gezip dolaşıp halkla sohbet ediyor musunuz güvenlik nedeniyle belki bu imkanınız bulunmuyor ama bizler halk arasında çok geziyoruz hatta bazen diyoruz ki, Silivri’ye duruşmaya gidiyoruz. Niçin? Ergenekon davasıyla ilgili duruşmaya. Halk artık bunu birçok yerde komedi olarak görüyor. Yani gerçekten bunu yaşıyoruz. Ya diyor hiçbir tutarsızlığı tutarlı bir yeri olmadığını bu davaların halk bile artık kabul etmiş durumda. Özellikle bu yaşantımızdan bir parça olduğu için sayın heyetinize arz etmek istedim. Müvekkilim 22.1.2009 tarihinde gözaltına alınmış 25.1.2009 tarihinde de soruşturma sonucunda tutuklanmıştır yani on beş ay gibi bir süre olmuştur. Müvekkilim sırf görevi gereği özel hareket şubesinde ve terörle mücadelede canla başla çalıştığı bir sırada böyle şerefli bir görev yaparken hiç hak etmediği bir şekilde sen bir terör örgütü üyesisin veya böyle bir terörist eylem yapmak hazırlığındasın veya yapıyorsun diyerek hiçte, hiçte sağlam olmayan delillerle bir liste çıkarılmış ortaya listedeki hiçbir yazı gerek balistikte çıkan yazılar ve dinlemelerde dahi müvekkilimi suçlayacak hiçbir delil ortaya konulmamıştır. Sadece İbrahim Şahin ile yaptığı iki telefon görüşmesi var. Onlarda da hiçbir suç delili yok zaten incelendi mahkemece. Müvekkilime bu telefon görüşmelerimde de herhangi bir illegal örgütlenmede görev alması teklifi dahi veya böyle bir öneri dahi getirilmemiştir. Kendisi az önce de arz ettiğim gibi defalarca hayatını ortaya koyarak Türkiye Cumhuriyetinin devamı için çalışmış fakat hak etmediği bir şekilde de teröristler teröristlikle suçlanmıştır. Böyle şerefli bir görev yaparken şerefsiz diyebileceğim artık şerefsiz bir şekilde bir terör örgütü üyeliğiyle suçlanmak müvekkilime çok büyük bir şekilde manevi baskıdır. Kaldı ki, bunun yanında dört tane çocuğu var bir eşi var. Dört çocuk, dört çocuk bir okula gittiğinde veya ailesi eşi bir yerlere gittiğinde senin kocan veya senin baban diye çocuklara teröristtir dedikleri zaman o çocukların şu anda küçük yaşta oldukları herhalde ömür boyu üzerinde bırakacak etkiyi herhalde sayın mahkeme sayın üyelerimiz başkanımız değerlendirebiliyorlardır. Bu arada daha önceki tahliye taleplerimizin çoğunda işte müvekkilimizin savunmasının alınmaması ve başka nedenlerle tahliye taleplerimiz ret olundu. En son duruşmada da sayın başkanım tahliyesini istediği listenin kişilerin listesinde vardı fakat diğer iki üyenin muhalefetiyle bu talep kabul edilmedi. Müvekkilimin kaçma ve delilleri karartma diye bir şeyi söz konusu olamaz. Hatta ifadesi alınmamış aynı şekilde görev yapmış memur arkadaşlarından iki tanesi tahmin ediyorum iki üç tanesi kadarı tahliye oldu ertesi gün gitti görevlerine başladılar. Müvekkilimin dört çocuğu ve bir eşi var bugün çıksa görevinin başına gidecek çünkü onlara ekmek götürmek zorunda onların ihtiyaçlarını karşılamak zorunda. Şu anda dört çocuğu ve eşi yine müvekkilimin babasının ailesinin ve kardeşlerinin yardımıyla geçinmektedir. Gerçekten çok zor bir durum içerisindeler. Daha önceki tahliye edilen yine memur arkadaşlardan aynı şekilde görev yapan kişilerden tahliye gerekçelerinde suçun vasıf ve mahiyetinde değişiklik olması ihtimaline binaen tahliye edildi. Peki aynı şekilde aynı sözde listede ismi olan aynı görevi yapan diğer arkadaşlarının suçun vasıf ve mahiyetinde değişiklik olması ihtimali var da neden müvekkilimin suçunda yüklenen isnat olunan suçunda vasıf ve mahiyetinde değişiklik olma ihtimali yok. Bu eşitlik ilkesine de aykırıdır. Kişilerin kanun karşısında olan eşitlik ilkelerine de aykırı bir durumdur. Şüpheli müvekkilimizin herhangi bir suç örgütüyle ilişkisi saptanamamıştır. Bunun sabit olmaması beraat etmesi ihtimalinin de kuvvetli muhtemel olması. Geçindirmekle yükümlü olduğu dört çocuğu ve bir eşinin olması. Ayrıca sabıkası bulunmaması belirli bir işi zaten var. Suçun vasıf ve mahiyetinde de değişiklik olması ihtimalinin bulunması nedeniyle müvekkilimin tahliyesine karar verilmesini yüksek mahkemeden talep ediyoruz.”

Sanık Ahmet Tuncay Özkan müdafi Av. Mustafa Nihat Karslı söz istedi, verildi:” Altı yedi eylül olaylarını 27 Mayısı öncesiyle ve sonrasıyla çocukluk dönemimde haber ajanslarından radyonun haber ajansından ve basımından bir gün sonra Anadolu’ya ulaşan gazetelerden okumak suretiyle yaşadım tanık oldum. Çocukluk idrakiyle o çocukluk idrakinin kapasitesi ve kalitesiyle hadiseyi anladım 27 Mayıstan sonra yaşadığımız olaylar 68 olayları, 70’li yıllar, 12 Mart, 12 Eylül ve Türkiye’nin üstüne karabasan gibi basan çöken binlerce insanı şehit eden binlerce canı yok eden kan döken terör olaylarını da erginlik dönemimde olgunluk dönemimde yaşadım. Bütün içtenliğimle söylüyorum ki, o dönemde gerek Türkiye genelinde ve gerekse özel olarak benim düşüncemde geleceğe dönük Türkiye Cumhuriyetinin geleceğine dönük herhangi bir kaygı herhangi bir endişeyi yaşamadım. Biliyordum ki, Türkiye Cumhuriyeti devleti çok sağlam kurumlar üzerine tesis edilmiştir. Biliyordum ki, Cumhuriyetin kurumlarının temelini oluşturan omurgasını oluşturan bazı unsurlar dimdik ayaktadır ve devlet her tür tehlikenin üstesinden gelecek güce sahiptir. Yüce mahkemenin sayın başkanı, sayın üyeler, devletin temel omurgasını teşkil eden iki kurumdan birisi Türk silahlı kuvvetleri diğeri ise yargıdır. Bunca vahameti bunca hadiseyi olumsuzluğu acıyı yaşamış olmamıza rağmen o dönemde yer yer Türkiye’nin güvenlik güçlerinde de yargısında da zaman zaman yer yer istisnai mahiyette olumsuzluklar tezahür etse bile esas itibariyle genel itibariyle omurga sağlam idi. O yüzden de Türkiye’nin geleceğine dönük olarak herhangi bir kaygıyı tüm toplumla beraber bende taşımıyordum. Ancak bugünkü geldiğimiz noktada o günlerdeki gibi rahat ve huzur içinde değilim. Yalnız ben değil toplumun her kesimi aynı kaygıyı ve aynı endişeyi taşımaktadır, paylaşmaktadır. Bu kaygı bu endişe Türkiye’nin bölünmek üzere olduğu, Türkiye’nin ayrıştığı, Türkiye’nin temel kurumlarının birbirleriyle hatta bırakınız birbirlerini kendi içlerinde kavgaya başladıkları şeklindedir. Biraz önce sayın Tuncay Özkan savcı savcının, hakim hakimin kurdu değil celladı olmak üzere yada oldu dedi. Onu bu noktaya getiren bu düşünceye getiren bu sözü sarf ettiren hadise biraz önceki değindiğim omurganın çatırdıyor olmasıdır. Omurganın çatırdamasından çıkan sesi duyuyor olmasındandır. Vahim bir tablodur. Sayın başkanım değerli yargıçlar, 37 yıllık meslek hayatımdan aldığım özgüvenle ısrarla ve iddia ile söylüyorum. Biz hukukçular birbirimizi tanırız biri birimizin dilinden iyi anlarız. Ne demek istediğimizi de biliriz. O nedenle bana itibar edeceğiniz inancı taşıyorum. Bundan önceki bir talep gününde bir hususu arz etmiştim. Demiştim ki, lütfen siyasetin hukuku şekillendirmesine izin vermeyiniz. Hukuk kamu düzeni için vardır. Hukuk kamu yararı için vardır. Kamu düzeni bozuluyorsa kamu yararı zedelenmişse o takdirde hukuku korumak bizatihi hukukçuya düşer. Bu bir görevdir. Bugün toplumun Türk yargısına güveni sarsılmaya başlamıştır. Bu genel kanaat bu yaygın kanaat etkin bir biçimde toplumun her kesiminde vardır. Her gün gazetelerde farklı farklı düşünceleri temsil eden insanlar dahi aynı kaygıyı dile getirmekte aynı tespiti yapmaktadırlar. O nedenle çok açık çok net ve inanarak söylüyorum istirham ediyorum. Hukuku koruyacak olan bizleriz. Hukuku koruyacak olan kamu düzenini koruyacak olan Türkiye’nin geleceğine yönelik olarak teminat teşkil eden adımları atacak esasları kuracak kararları verecek olan yüce mahkemelerdir. Sayın Haşıloğlu yargıcım, Sayın Özese yargıcım özellikle sizlere sesleniyor ve Türkiye adına Türkiye’nin geleceği adına istirham ediyorum. Lütfen sayın başkan ile aranızdaki çelişkiyi gideriniz. Bugün siz bu olumlu adımı atınız. Türkiye de yargının bölünmüşlüğü görüntüsüne son vermek için bu olumlu adımı lütfen iştiyakla atınız coşkuyla atınız. Bir görev bilerek atınız. Eğer hala eski düşüncenizde ısrar ediyorsanız ve eğer hala tahliye yönündeki taleplerimizi ret edecekseniz o takdirde ret kararlarınızı somut, açık, gerçekçi gerekçelerle besleyiniz anlatınız. Hatta o gerekçeleri o kadar gerçekçi bir şekilde ortaya koyunuz ki, sayın başkanı da ikna ediniz. Aksi takdirde Türkiye genelindeki bu bölünmüşlük görüntüsü ve bu algılama maalesef mahkememizde de çok açık bir biçimde belirgin biçimde ortaya çıkmıştır ve devam etmektedir. Bu bölünmüşlüğün bu ayrılığın bu farklılığın izahı mümkün değildir. Bunu kitlelere anlatabilmemiz tatmin edebilmemiz mümkün değildir. Toplumdaki güvensizlik duygusunu önlemek için bu adımın atılmasında zaruret vardır. Benden önce konuşan değerli meslektaşlarım ve sayın sanık arkadaşlarım değerli müvekkilim Sayın Balbay Sayın Uğur ve diğer arkadaşlarım somut olarak yaşanan olayları yaşanan olayların hangi nedenlerle doğru olmadığını ortaya koydukları gerekçeleri delilleriyle anlattılar. Onlar bu kadar somut örneklemeleri yaptıktan sonra ben artık o konuya girmeyeceğim. Ama biliyorum ki, dosyaya emniyete yazılan bir müzekkereye verilen cevapla giren yazıda birkaç sanık dışında diğer sanıklarla ilgili çözümü yapılmamış ve kendilerine bulunan herhangi bir verinin ve delilin olmadığını bildirmiştir. Yani delillerin tamamı benim müvekkilim dahil olmak üzere sanıkların büyük bir kısmı hakkında delillerin tamamı toplanmıştır. O nedenle artık bu delillerin yok edilmesi gibi karartılması gibi bir gerekçenin inandırıcılığı kalmamıştır. Sanıklar hakkında verilen korumaya ilişkin kararlar, esasen onların kaçmalarını da önleyici mahiyettedir. Tutukluluk süresi zaten makul olmanın çok ötesine geçmiştir o nedenle şartları mevcut olduğundan tahliye talebimizin kabulü yönünde oy birliğiyle karar verilmesini istirham ediyorum. Ve son olarak şu konuyu bir kez daha haykırıyorum. Siyasetin hukukun celladı olmasına izin vermeyiniz. Teşekkür ederim saygılar sunarım.”

Sanık Muzaffer Öztürk müdafi Av. Kıyasettin Azaklı söz istedi, verildi:” Sayın başkanım sayın üyeler, iddianamede Muzaffer Öztürk ile ilgili yazılı olan şöyledir. Örgüt içerisinde hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte ceza kanununun 227. maddesinin 7. fıkrasına göre örgüt üyesi gibi cezalandırılması istenilmektedir. Şimdi Muzaffer Öztürk örgütte hiyerarşik yapıya dahil olmadığı açık ve kesin örgüte yardım etmiştir, örgüt üyesine yardım etmiştir. Yardım etmiştir ne yapmıştır? Örgüt üyesinin birisine ait veya örgüte ait diyelim suç eşyasını bilerek isteyerek saklamıştır muhafaza etmiştir. İddianamedeki bütün isnat bu. Delil ne var, iddianamede deniliyor ki, kira kontratı yok. Kira kontratının olduğunu yani yazılı bir kira akdi olmamakla beraber kira ilişkisinin olduğunu gönderilen kiralarla banka yoluyla gönderilen kiralarla ispat etmiş olduk. Peki kira akdi var fakat bu eşyaların içerisinde ne olduğunu daha doğrusu suç eşyası olduğunu biliyordu. Muzaffer Öztürk’ün bu zabıtanın asma kilitli kapalı sandıklar içerisinde suç eşyası olduğunu bildiğine dair hiçbir veya yarım veya hiç delil yok. Peki karine yoluyla yani hayatın olağan akışı bunu gerektirir bunu biliyor olmasını gerektirir dilebilir miyiz? Şimdi kiracınıza ait bir özel eşya kapalı sandıkları içerisinde veya daha bir adım öne geçelim size emaneten bırakılmış birisine ait kapalı sandıklar içerisinde bir eşyayı bunun içerisinde ne var açıp bakmak öğrenmek hayatın olağan akışına bu mu daha doğru yoksa dürüst bir insan normal bir insan bana ne, ne varsa var mı der. Eğer, eğer Muzaffer Öztürk bu özel eşyalar arasında suç eşyası vardır dedirtecek hiçbir delil yok ise bunun dışında hayatın olağan akışı icabı Muzaffer Öztürk tanıdığı bildiği herkesinde güvenle itimat ettiği devlette yirmi sene yirmi beş sene çalışmış birisinin özel eşyası içerisinde ne olduğunu açıp gizli bakması hayatın olağan akışına uygun değil olağan akışına ters bir şey. Israrla bu yön üzerine gidiyoruz ben şahsen Muzaffer Öztürk’ün savunmasını yaptığında sayın heyetin oy birliğiyle ve üzüntü içerisinde Muzaffer Öztürk’ü biz bugüne kadar niçin tuttuk diye düşüneceğini umuyordum. Samimi olarak umuyordum. Ben ceza avukatı da değilim. Muzaffer Öztürk’ün aile dostluğumuz olan bir babasını falan çok yakın tanıyorum. Dosyayı inceledim burada bir suç yok dedim. Burada bir suç yok yani bu çok özel bir şeyi gerektirmiyor. Şimdi geldiğimiz noktada ceza kanununa bakıyorum Muzaffer Öztürk ile ilgili ceza kanunu maddesi diyelim ki, suç sabit oldu yani Muzaffer Öztürk bu suç eşyasını bilerek ve isteyerek orda muhafaza ettiği sabit oldu. Ceza kanununa göre örgüt üyesi değil de örgüt hiyerarşi yapıda yer almıyor ama yardım etmiş. Beş yıllık bir hapis cezası var. Altmış aya tekabül eder. Ceza kanunun 62. maddesine göre bir bölü altısı düşer, elli aya tekabül eder, üçte ikisini yattığı zaman tahliye olması gerekir, üçte ikisi 34 ay eder, Muzaffer Öztürk 20 aydır tutuklu. Yani karşı kıyı daha yakın. Muzaffer Öztürk’e bu suçu işlediği sabittir diye heyet düşünüyor ve bu suçun cezasının tamamını çektirmek mi istiyor bunu anlayabilmiş değilim. Heyet bir ara yani iki duruşma önce veya iki bir süre önce Muzaffer Öztürk’ün eşyalarının arama yapıldığı esnada kamera kayıtları var mı bunu acilen sorduralım dendi. Artı Muzaffer Öztürk ile ilgili bu suç ihbarında bulunan kişinin telefon kaydı var mı diye acele soruldu. Bu iki soruya da gelen cevapta hem kamera kaydının olmadığı hem de ses kaydının olmadığı yazılı şimdi neyi bekliyoruz. Yani Muzaffer Öztürk’ün suç eşyasının esas sahibi olan kişi hastanede yatıyor. Aldığımız bilgilere göre yani ağır kalp sorunları yaşıyor. Ölebilir de, ona sıra bir sene sonra da gelebilir yani bunun onun ifadesinin alınmasını mı bekliyor heyet. Ben şimdi şöyle düşünüyorum. Eğer sayın iki mahkemenin değerli üyesi bu konuda kafasında tereddütler varsa bu eşyaların önce a noktasına sonra b noktasında sonra c noktasından bulundukları yerden naip hakim vasıtasıyla önümüzdeki talep gününe kadar Cuma gününe kadar bir keşif yapılsın yerleri gösterelim yani gerçekten oraya birisi heyetten birisi gelse olayı gözü yerinde izah etsek ya o da benim gibi düşünür yazık oldu bu çocuğa bu kadar zamandır tutuklu bulunmasına. Muzaffer Öztürk’ün ben bu celse tahliyesini talep ediyorum. Saygılar sunuyorum.”

Bir kısım sanıklar müdafii Av. Serkan Günel söz istedi, verildi:” Sayın başkan değerli üyeler bugün izninizle tutuklu müvekkilim Hasan Atilla Uğur hakkında talepte bulunmak istiyorum. başkanım uygun görürseniz bilgisayardan yararlanacağım oturabilir miyim? Teşekkür ederim. Efendim öncelikle talepte bulunacağım konuların bir çerçevesini çizmek açısından Türk Ceza Kanunumuzun bazı maddelerine tekrar etmek gereği duyuyorum. Öncelikle tabi ki de birinci maddeden bugün bahsedeceğim. Ceza kanununun amacı kişi hak ve özgürlüklerini kamu düzenini ve güvenliğini hukuk devletini kamu sağlığını ve çevreyi toplum barışını korumak suç işlenmesini önlemektir. Yani burada şunu bir kez daha belirtmek istiyorum, kişi hak ve özgürlüklerini korumak en öne alınmıştır efendim. Bugün ikinci olarak suçta ve cezada kanunilik ilkesinden bahsedeceğim yani madde iki, kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimse ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. Bugün ayrıca adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi gene bahsedeceklerimin arasında yani ceza kanununun uygulanmasında kişiler arasında ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, siyasal ve diğer fikir yahut düşünceleri felsefi inanç milli veya sosyal köken doğum ekonomik veya diğer toplumsal konuları yönünden ayrım yapılamaz ve hiçbir kimseye ayrıcalık tanınamaz. Bugün gene işleyeceğim konular arasında tabi örgüt deyimi geçecek. Örgütün de Türk Ceza Kanunundaki tanımı örgüt mensubu suçu deyiminden bir suç örgütünü kuran yöneten örgüte katılan veya örgüt adına diğerleriyle birlikte veya tek başına suç işleyen kişi anlaşılır. Burada da hemen 21. maddeye bir atıfta bulunmak istiyorum, suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir. Bununla beraber tabi ceza sorumluluğunun şahsiliği gene ana eksenli çerçeveyi oluşturacak. Ceza sorumluluğu şahsidir. Kimse başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamaz. Son olarak ve müvekkilim açısından özellikle çok önemli olarak madde 24 gene ana eksenden oluşturacak taleplerimin, ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenler başlığı altında kanunun hükmü ve amirin emri yani madde 24, kanunun hükmünü yerine getiren kimseye ceza verilemez. Yetkili bir merciden verilip yerine getirilmesi gerektiği görev gereği zorunlu olan bir emri uygulayan sorumlu olmaz. Bunun istisnasını tabi ki, konusu suç teşkil eden emir hiçbir suretle yerine getirilemez aksi takdirde yerine getiren ile emri veren sorumlu olur denmektedir. Gene bunun altındaki istisnada emrin hukuka uygunluğunun denetlenmesinin kanun tarafından engellendiği hallerde yerine getirilmesinden emri veren sorumlu olur denmektedir. Müvekkil Hasan Atilla Uğur yaklaşık 22 aydır tutuklu bulunmaktadır. Tutuklulukta geçen bu sürenin makul olmamasının yanı sıra insan haklarına aykırı bir tedbire dönüşerek bir peşin ceza niteliğine büründüğünü heyetiniz tarafından öncelikle değerlendirilmesi gereken bir husustur. Müvekkilimiz 05.06 Kasım 2009 tarihlerinde sayın heyetinize tüm detaylarına inerek ve sorulan her soruya doğrudan yada dolaylı yollardan cevap vererek ifadesini vermiş ön savunmasını tamamlamıştır. Müvekkilimiz söz konusu savunmada her ne kadar savunma hakkı kapsamında kendisine karşı kötü niyet taşıdıklarını düşündüğü için sayın savcıların sorularına yanıt vermeme gibi bir yöntemi seçmiş olsa da ifadesinin sonunda kendisinin o dönemki avukatı tarafından savcıların sorduğu ve yanıt alamadığı tüm sorular yeniden sorularak ayrıntılı yanıtlar alınmıştır. Ayrıca müvekkilimiz sayın mahkeme heyetine karşı olan saygısını ve güvenini de hiçbir zaman yitirmediğini dile getirmiş ve sayın heyetiniz tarafından sorulan tüm sorulara da detaylı ve özenli bir şekilde yanıt vermiştir. Buna karşın 22 aydır özgürlüğünden mahrum bırakılan ve tutuksuz yargılanmasına izin verilmeyen müvekkilimize dosya kapsamı her sanığa iddianamede ayrı ayrı isnat olan suçlamalar ve bunlarla ilgili sevk maddeleri delillerin tamamen toplanmamış olması atılı suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığının devam etmekte ve bu suçların CMK’nın 100/3 maddesinde sayılan suçlardan olması gibi genel geçer sebep ve tek tek isim bildirilmeden diğer tutuklu sanıklarla toplu bir şekilde tahliye talebinin reddine dair karar verilmesi kanunun lafsına ve ruhuna ve anayasa madde 90 gereği hukuken bağlı bulunduğumuz uluslar arası hukuk kurallarına aykırıdır. Özellikle kovuşturma aşamasında mahkemelerin kararlarını sanık ve müdafileri açısından önemli kılan husus gerekçeleridir. Bu gerekçeler özgürlüğün kısıtlanması tedbirinin zorunlu ve haklı bulunduğu yolunda hem sanık ve şüpheliyi hem de müdafileri tüm kamuoyunu tatmin etmelidir. Müvekkilimiz savunmasında da açıkça belirttiği gibi Türk silahlı kuvvetleri bünyesinde görev aldığı 22 yaşından 50 yaşına kadar geçen sürede değişik tarihlerde askeri ve sivil makamlardan sayısız ödüller ve takdirnameler almıştır. Bu belgeler mahkemenize savunma sırasında teker teker sunulmuştur. Bu bile suçsuzluğu hususunda bir kanaatin oluşması için yeterli bir olgu olarak görünmesi gerekirken halen ısrarla kuvvetli suç şüphesi nedeniyle tahliyesinin reddi durumu açıklanabilir nitelikte değildir. Müvekkil görevi icabı gerek kırsal gerekse kent merkezlerinde sayısız defa çatışmalara girmiş adeta görevi uğruna hayatına hiçe saymıştır. Müvekkil hayatını TSK’nın kendisine verdiği görev çerçevesinde terörle mücadele etmekle geçirmiş ve bu görevinde kendisinde emsali az görülür bir başarıya ulaşmıştır. Bunun sonucu olarak da içlerinde PKK, DHPKC ve Hizbullah gibi uluslar arası çapta güce sahip azılı terör örgütlerinin ölüm listelerinde kendisi ve ailesinin doğrudan ismi geçmektedir. Bu 22 ayı geçecek tutukluluk hali de en çok işte bu terör örgütlerini mutlu etmekte ve bu durum illegal basın organlarından yaptıkları yayınlara da yansımaktadır. Sayın heyet lütfen bu terör örgütlerinin zafer naraları atmalarına daha fazla izin vermeyin. Bunun yanında şu an yanlarında olamadığı ailesinin sürekli bu tehlike içinde yaşaması kendisini endişelendirmekte ve bu durum sağlığını da etkilemektedir. Sağlık durumuna ilişkin verdiğimiz mütemadi dilekçeler ile birlikte cezaevi yönetimi ve müvekkilin koğuş arkadaşları da bu durumun en yakın tanıklarıdır. Müvekkil Atilla Uğur 2002 yılında Jandarma genel komutanlığı istihbarat başkanlığına bağlı mali ve teknik daire başkanlığına atanmıştır. Bu atamanın gerçekleştiği dönemde jandarma genel komutanlığını orgeneral Aytaç Yalman, Genelkurmay başkanlığını ise orgeneral Hilmi Özkök yürütmektedir. İstihbarat başkanlığını ise tuğgeneral Halil Helvacıoğlu yapmaktadır. Buna ilişkin bir şemada müvekkil tarafından sayın mahkemenize sunulmuştur. Görüleceği üzere müvekkilimizin bu göreve atanmasında aynı dosya kapsamında sanık olan emekli orgeneral Mehmet Şener Eruygur ile emekli tuğgeneral Levent Ersöz’ün hiçbir etkisi bulunmamaktadır. Müvekkilimiz bu birimdeki görev süresi dolduktan sonra bizzat dönemin genel başkanı Genelkurmay başkanı olan Sayın Özkök’ün onayı ile Kocaeli alay komutanlığına atanmıştır. Bu noktada şu soru sorulmalıdır. Eğer müvekkilimiz hakkında hukuka aykırı işlemlerden ötürü yürütülen bir soruşturma bırakın soruşturmayı bir duyum dahi bulunsaydı bu durumda bizzat Genelkurmay başkanlığı tarafından böylesine önemli bir göreve atanması söz konusu olabilir miydi? Bu durumun kanıtı olan 06 Nisan tarihli celsede de okuduğunuz Jandarma genel komutanlığından alınan cevabi yazıda da görüleceği üzere müvekkilin meslek yaşamı boyunca maruz kaldığı tek bir soruşturma dahi mevcut değildir. Yine bu görevinin ardından 2005 yılında jandarma genel komutanı orgeneral Fevzi Türker iken Çanakkale 116. eğitim alay komutanlığı görevine getirilir miydi? Bu atamada da dosyanız sanıklarından ne Mehmet Şener Eruygur ne de Levent Ersöz’ün hiçbir etkini ve telkini bulunmamaktır bulunamazda. Bu durumda müvekkilimiz ile bu sanıklar arasında sıkı bir örgütsel irtibatın bulunduğu nasıl iddia edilebilmektedir. Bu fiili ve hukuki durumu tesis edecek tek bir delil dahi dosya içeriğinde bulunmamaktadır. Burada bir parantez açarak belirtmek gerekir ki, bu davanın en zor yanlarından biri olan suçsuzluğu ispat mecburiyeti her yerde karşımıza çıkmaktadır. Bu yüzden biz herkesçe bilinen durumları dahi ispatlamak için çeşitli yerlere yazı yazmakta ve cevap bekleme durumunda kalmaktayız. İlgili yerlerden gelen cevaplar arasında kısaca saymak gerekirse müvekkilin görev yeri ve görevi, görev yaptığı tarihlerde hakkında hiçbir soruşturma açılmamış olması, eşi Pakize Uğur’a ait şirketin TSK tarafından yapılan herhangi bir ihaleye katılmadığının tespiti. İhbar mektuplarında ve gizli tanık ifadelerinde yer aldığının aksine Kütahya ilinde hiçbir zaman geçici veya daimi olarak çalışmadığının tespiti gibi bilgi ve belgeler mahkemenize sunulmuş ve dosyada bulunmaktadır. Oysaki esas olan savcıların iddiasını kanıtlara dayandırması değil midir? Bizim karşılaştığımız durum ise neidüğü belirsiz kişilerin ihbar mektuplarını ve gizli tanıkların iddialarının asılsızlığını ispatlamak şüpheden kendimizi arındırmaktır. Oysa ki esas olan Roma hukukundan beri en temel ceza kurallarından olan in dubio pro reo yani şüpheden sanık yararlanır değil midir? Ancak maalesef görmekteyiz ki biz ne dersek diyelim her seferinde şüpheden sayın iddia makamı savcılarımız yararlanmaktadır. Şimdi tüm bu somut olgular ortadayken ve müvekkilin 2007 yılında emekli olduğu dosyaya ibraz ettiğimiz belgeler ile de delillendirilmişken nasıl olurda dosya kapsamında tutuklu dahi olmayan sanıklar ile örgütsel irtibat halinde olduğu iddia edilerek tutukluluğu sürdürülebilmektedir. Bu hususun mantıklı hiçbir açıklaması bulunmamaktadır. Müvekkilimiz iddianamede varlığı henüz iddia aşamasında olan Genelkurmay başkanlığı, MİT ve emniyet müdürlüğü istihbarat kayıtlarında dahi gözükmeyen bir örgütün ara yöneticisi olarak gözükmektedir. Söz konusu hukuk literatürüne ve örgütlü suçlar literatürüne yeni bir kazanım olan ara yöneticilik tabirinin sebebi müvekkilin kendi arz ettiği savunmasında açıklanmıştır. Kısaca tekrar hatırlatmak gerekirse bu durum daha önce birçok gözaltına alınmış kişiye yapılanla aynıdır. Şöyle ki, kendisine yöneltilen üstleri veya astları hakkında yada daha önce hayatında hiç görmediği insanlar hakkında yalan yanlış suçlayıcı iftiralar yükleyerek tanıklık yapmasını bu sayede kurtulabileceğini ima eden soruşturma savcılarını tepkisini göstererek ifadeyi vermeyi ret etmesi sonucu bu durum oluşmuştur. Eğer ki, bu sadece müvekkil tarafından iddia edilmiş bir iddia olsa belki şüphe duyulabilirdi. Ancak maalesef bu vahim durum söz konusu soruşturmanın birçok sanığı tarafından çeşitli zamanlarda dile getirilmiş ve gene maalesef ki artık dava içinde benimsenen ve doğal karşılanan durumlardan biri haline gelmiştir. Oysa ki, müvekkilimiz değil terör örgütü ara yöneticiliği aksine uzun yıllar bölücü terör örgütü PKK’ya karşı yürütülen operasyonlarda fiilen görevli görev yapmış emekli bir jandarma subayıdır. Bu dönem içinde birçok çatışmaya katılmış ve terör örgütünün hedefi haline gelmiştir. Öyle ki, müvekkilimiz 1996 yılından beri özel koruma statüsü altında korunmaktadır. Hatta müvekkilin tutuklu bulunduğu dönemde dahi ironik bir şekilde ancak haklı nedenlerle bu koruma kararları yinelenmeye devam etmektedir. En son Ankara valiliği il koruma komisyonunun 26.01.2009 tarih ve 2009/1 nolu kararı uyarınca bu korumanın devamına dair karar verilmiştir. Bu da yine mahkemeye sunulmuştur tarafınızda bulunmaktadır. Görev yaptığı sürenin haricinde özel olarak korunan müvekkilimizin her hareketi yakından takip edilmiştir. Yani bir kez daha üstüne basa basa söylemek gerekirse müvekkil gözaltına alındığı 1 Temmuz 2008 tarihine kadar biraz önce ifade ettiğimiz valilik kararları ile koruma ekiplerince 24 saat korunmuştur. Bunun davaya şu yönde bir katkısı göz ardı edilmemelidir. Bu koruma ekipleri yönergeleri gereği birliklerine dönüşlerinde korudukları kişiyle ilgili nereye gittiği ve kiminle görüştüğünden kaçta nerede yemek yediğine kadar her türlü detayı raporlarında yazmak zorundadırlar yani müvekkil emekliliğinden gözaltına alındığı zamana kadar tüm hayatı devletin gözünün önünde ve kayıtlıdır. Dolayısıyla emekliliği içinde yanlış bir yola sapmadığı illegal bir harekette bulunmadığı bu raporlar ile de sabittir. Bu şartlar ortadayken örgüt içindeki korumu ve işlevi bilinmeyen kanunda yeri bulunmayan ara yöneticilik gibi bir suçlamayla müvekkilimiz karşı karşıya bırakılması hayatın doğal akışına da uygun değildir. Müvekkilimize isnat edilen suçların tarihi incelendiğinde o dönem yani 2003-2004 kendisinin emrinde askeri birlik dahi bulunmayan bir karargahta daire başkanı olarak TSK iç hizmet kanunu gereği emirlere mutlak riayet ederek görevini icra ettiği göz önünde tutulmalıdır. Kaldı ki, söz konusu dönemde kendisinin hiyerarşik olarak üstleri olan ve bu nedenle sorumluluk açısından da daha geniş yetkili olan kuvvet komutanları İbrahim Fırtına, Aytaç Yalman, Özden Örnek bilindiği üzere önce 5 Aralık 2009 günü aynı soruşturmaya istinaden sorgulanmış ve mahkemeye dahi sevk edilmeden serbest bırakılmış daha sonra bir başka darbe teşebbüsü soruşturması çerçevesinde kaçmadıkları göz önünde bulundurularak mahkemeye dahi sevk edilmeden gene serbest bırakılmışlardır. Bununla beraber gene müvekkilin de belirttiği gibi sayın mahkemenizce kabul edilerek ve birleştirilerek bu davaya konu olan hem 2009/188 hem de 2009/565 nolu iddianamenin müvekkille de ilgili birçok yerinde Cumhuriyetçi çalışma gurubu yada Cumhuriyet çalışma gurubu adında sözde bir yapılanmadan bahsedilmektedir. Bu yapılanma bu davanın özü olarak ifade edilen darbe çalışmalarının hazırlandığı yer olarak da iddianamede geçmektedir. Ancak iddianamenin birçok yerinde yukarıda andığımız kuvvet komutanları bilgisi dahilinde ve emrinde hareket ettiği söylenen bu gurupta kuvvet komutanlarının hiçbirini tutuklama tedbiri uygulanmadığı gibi söz konusu iddianame kapsamında sözde Cumhuriyetçi çalışma gurubunun faaliyetleri açısından müvekkilden daha yetkili olarak lanse edilen Cihandar Hasanhanoğlu savcılık sorgusunun ardından mahkemeye dahi sevk edilmeden serbest bırakılmış bununla beraber iddianamede gene Cihandar Hasanhanoğlu ile adeta ikiz gibi gösterilen aynı klasörlerde yer alan Mustafa Koç da savunma sırası dahi beklenmeden haklılığı heyetinizce görülerek ve oy birliğiyle tahliye edilmiştir. Bu durumdan sanıklar gibi bizde çok büyük mutluluk duyduk ve düşünüyoruz ki artık Cumhuriyetçi çalışma gurubu diye bir gurubun varlığına olan şüpheleriniz kaybolmuştur. Doğru olanda budur. Hakkında hiçbir belge olmayan Türk silahlı kuvvetleri içinde hiçbir iz bırakmadan sözde kurulmuş bir çalışma gurubu olamaz. Bunu burada emekli ve muvazzaf birçok asker askeri kurallar çerçevesinde açıklamıştır. Peki, tüm bu şüpheler ortadayken müvekkilim halen bu sözde gurup çerçevesinde yaptığı eylemler olduğu ileri sürülerek nasıl tutuklu yargılanmaktadır. Biz hiçbir şekilde tutuklu yargılanmadan yana değiliz. Bunu her fırsatta herkes için dile getiriyoruz doğru olan sayın kuvvet komutanlarına ve Sayın Mustafa Koç’a uygulanandır. Ancak ben bu durumu müvekkilime açıklamakta zorluk çekmekteyim. Ortada sözde Cumhuriyet çalışma gurubuyla ilgili hemen herkes serbestken söz konusu sözde darbe planlarında değil imzası adı bile geçmeyen müvekkillim neden tutukludur? Ben bu soruyu hukuki mantığımla değil davanın siyasi bir davaya dönüşmesi korkusuyla çünkü Levent Ersöz ve Şener Eruygur savunma veremeyecek durumdadır bu durumda da davanın darbe davası olması sebebiyle duruşma salonunda onların yerine biri bulunmalıdır. Bu da sizsiniz diyerek cevaplayabiliyorum. Ancak bu halde de sayın müvekkilim sanki kendisi avukatmış gibi haklı olarak bana peki suçta ve cezada şahsilik ilkesi nerede kaldı diyor. Şimdi ben müvekkilime ne cevap verebilirim lütfen bize bir çıkar yolu gösterin. Bilindiği üzere müvekkilin işlediği iddia olunan suçların o dönemki görev aldığı hiyerarşideki en üst makam olan jandarma genel komutanı Mehmet Şener Eruygur şu an ifade veremeyecek kadar hasta haldedir. Bununla beraber aynı dönemde bir üs komutanı olan sayın Levent Ersöz’ün de avukatının belirttiği gibi genel sağlık durumu her geçen gün daha da kötüye gitmektedir. Bu durumda müvekkilin o dönemki hiyerarşik üstlerinin ifade verememesi ve kendilerini savunamaması gibi bir ihtimali düşünürsek tüm suçlamalar müvekkil Hasan Atilla Uğur’un üzerine mi kalacaktır. Hiyerarşik üstlerine isnat edilen suçlamalardan müvekkilimizin sorumlu tutulması mümkün olabilir mi? O halde az önce belirttiğim suçta ve cezada şahsilik ilkesi gibi sinkua non yani olmazsa olmaz vazgeçilmez bir ceza muhakemesi ilkesinin çiğnenmesi ileride hukuk öğrencilerine nasıl açıklanacaktır. Müvekkil pek tabi ki savunmasında o dönem ile ilgili birçok soruya bunlar benim yetkimi aşan konular cevabını vermiştir. Bu soruların muhatabı doğal olarak o dönemki hiyerarşik üstleridir. Bundan doğal ne olabilir ki, müvekkil o dönem jandarma genel komutanlığına bağlı mali ve teknik daire başkanı olarak görev yapmıştır dolayısıyla görevi istihbarat başkanlığınca verilen istihbarat başkanlığına da jandarma genel komutanlığınca verilen emirleri yerine getirmektir. Jandarma genel yönergesi 202/16 mali ve teknik daire başkanlığı görev yetki ve sorumlulukları yönergesinin mali ve teknik daire başkanının görev ve sorumlulukları bölümünün son maddesi de aynen istihbarat başkanının vereceği görevleri yapmak demektedir. Müvekkil Hasan Atilla Uğur 2003-2004 yıllarında muvazzaf bir subaydır. Biraz önce numarasını arz ettiğim yönerge esaslarına göre komutanı olan istihbarat başkanının vereceği görevleri yapmak yetkisinde ve sorumluluğundadır. Ayrıca gene belirtmek gerekir ki, o dönem muvazzaf bir asker olarak 211 sayılı TSK iç hizmet kanunu hükümlerine harfiyen uymak durumundadır. Yani bunu da tekrar belirtmek gerekirse TSK iç hizmet kanununun 14. maddesi ast amirlerini mutlak suretle itaatle mecburdur. Ast aldığı emri vaktinde yapar ve değiştiremez. İcradan doğacak mesuliyetler emri verene aittir. İtaat hissini tehdit eden her türlü tezahürler cezai müeyyidelerle men olunur. Ve gene TSK iç hizmet yönetmeliğinin 10. maddesi astın aldığı bir emirden dolayı amirine mütalaada bulunması katiyen yasaktır. Alınan emir hiçbir kayıt ve şarta bağlanmaksızın yapılacaktır. Bir emri alırken veya aldıktan sonra mırıldanmak doğru bulunmadığını sezdirecek hal ve harekette bulunmak cezai müstelzemdir, hükümlerine haizdir. Dolayısıyla asker kişilerin sivil devlet memurları gibi emri yineletmek yazılı emir istemek yada yapmamak gibi bir hakkı söz konusu değildir. Asker kişiler için bu konudaki tek istisna şudur askeri ceza kanununun 41. maddesindeki hizmete müteallik hususlarda verilen emir bir suç teşkil ederse bu suçun işlenmesinden emir veren mesuldür. Aşağıdaki hallerde madına da faili müşterek cezası verilir kendisine verilen emir hudutları aşmış ise amirin emrinin adli ve askeri bir suç maksadını ihtiva eden bir fiille müteallik olduğu kendisince de malum ise. Eğer ki, yüce heyetinizin zihninde istihbarat başkanının makamında yapılan görüşmelere müvekkilimin katılımı şüphe uyandırıyorsa sizlerinde bildiği gibi müvekkil bu görüşmelerden sadece bazılarına o da emirle katılmış ve yine verilen emir gereği not tutmuştur. Askeri ceza kanununun madde 41’e göre belirttiğimiz üzere sadece suç ihtiva edilen emirlere uyulmaz denilmektedir ancak bilinmelidir ki, 2003-2004 tarihlerinde 765 sayılı TCK yürürlüktedir ve bu kanuna göre böyle bir suç o dönem mevcut değildir. Yani gene ceza muhakemesinin bir sinkua non ilkesi karşımıza çıkmaktadır. Kanunsuz suç ve ceza olmaz. Müvekkilim de savunmasında açıkça belirttiği gibi bu görüşme ve kayıtlar emirle icra edilmiş ve içeriklerinde asla suç bulunmayan görüşmelerdir. İstihbarat başkanı görevi gereği herkesle görüşebilir. Kaldı ki bunu savunmak yukarıda da belirttiğimiz gibi müvekkilin veya bizim görevimiz değildir. Dolayısıyla bu bilgiler ve bilgisizlikler altında aynı davada sanık Mehmet Şener Eruygur ve Levent Ersöz’ün akıbetleriyle ilgili bir ara karara varılması müvekkilin durumu açısından elzem olmuştur. Bilindiği gibi şu an bu duruşmanın görüldüğü mahkeme eskiden Devlet Güvenlik Mahkemesi olarak anılmaktaydı ve o zaman asker bir mahkeme üyesi de heyet içerisinde yer almaktaydı. Biz tabi ki size o çağ dışı uygulamaları savunmayacağız. Ama bu davanın öznelinde keşke şu an sizlerinde duruma vakıf olmanızı sağlayabilmek amacıyla bir askere danışma şansı olabilseydi. Bu yüzden de söz konusu hiyerarşik yapıyı siz sayın heyete anlatabilecek konuya hakim bir yada birden fazla emekli veya muvazzaf Türk silahlı kuvvetleri mensubunun tarafınızdan seçilerek bilirkişi incelemesi yapmasını ve TSK içinde emir komuta zincirinin nasıl işlediğini anlatmasını ve mahkemenize bir rapor olarak sunması oldukça faydalı olacaktır kanaatindeyiz. Bu yolla müvekkilimizin isnat edilen suçlamalar karşısında konumu ve suçsuzluğu daha net görülebilecektir. Ancak askerlik görevini ifa etmiş olan siz sayın heyetinde olayı kavrayabilecek ve yorumlayabilecek bir pratiği bizzat yaşadığınızı ve müvekkilimizin sadece astlık üstlük ilişkisinden dolayı bu isnatlarla karşı karşıya kalmasının askeri teamüller yanında hayatın doğal akışına aykırı olduğunu kolaylıkla anlayabileceğinizi düşünmekteyiz. Müvekkil 2003-2004 yılında tekrar belirtmek gerekirse jandarma genel komutanlığının emrinde askeri birliği dahi bulunmayan mali ve teknik daire başkanlığı görevinde bulunduğu süre içerisinde hiyerarşi dahilinde çalıştığı diğer sanıkların kendisine verdikleri emirleri yerine getirmiştir. Hiç kimse müvekkile kendisi tarafından suç maksadını ihtiva ettiğini bildiği bir emir vermemiştir. Müvekkilimiz de adli ve askeri bir suç teşkil eden herhangi bir eylemde bulunmamıştır. Böyle bir oluşum içinde de yer almamıştır. Keza müvekkil yarbay rütbesinde bir subay olarak amirlerinin sözde örgüt yöneticisi yada üyesi olduklarını aklına getirebilecek bir durumda da değildir. Bu da gene hele ki TSK gibi bir kurumda böyle bir şeyi düşünmek hayatın olağan koşullarına aykırıdır. Nitekim dönemin cumhurbaşkanı, başbakanı, MGK genel sekreteri, MİT, emniyet genel müdürlüğü ve Genelkurmay başkanlığı gibi birimleri de böyle bir örgütün varlığını doğrulamamışlardır. Müvekkilimizin varlığından haberdar olmadığı gerçekte de var olduğu halen kanıtlanmamış bir örgüte üye olması bahis konusu dahi yapılamaz. Örgüt sözlüklerde yer alan tanımıyla teşkilat, organizasyon, belirli bir amaç yada amaç gurubuna yönelik birbiriyle bağlantılı eylemlerin gerçekleştirilmesi için bireylerin önceden belirlenmiş davranış kalıpları, görevler ve sorumluluklar çerçevesinde hiyerarşik yapıda bir araya gelmesiyle oluşan tamamlayıcı ve süreklilik gösteren toplumsal yapılanmadır. Şimdi bu tanımdan yola çıkarsak her şeyden önce müvekkilin eğer ki böyle bir örgüt var ise bu örgüte kendi iradesiyle üye olması ve eylemlerini bu yönde bir emir komuta zinciriyle yürütmesi gerekmektedir. Ancak bu şartla demin bahsettiğim Türk ceza kanununun 21. maddesinde yer bulan kast unsuru mevcut olabilecektir. Bunun dışındaki her ihtimal suç unsuru olsa bile örgüt içerisine sokulamaz aksine müvekkil askeri görevini yerine getirmekte olduğunu sandığından bu davanın sanığı değil mağduru durumunda kabul edilmesi gerekir. Yargıtay 8. ceza dairesi 03.07.1986 tarihli kararında örgüt suçunun yasal unsurlarını sürekli olması, düzenli ve planlı ortaklık bulunması, yönetim ve hiyerarşik bir yapının bulunması, eylemsellik, önceden anlaşma, üyeler arasında iş bölümü tesis etmek, belirlenmiş sayıda suç işleme amacı etrafında birleşme, üyeler arasında dayanışma bulunması ve disiplin içinde hareket etme olarak tanımlamıştır. Bu çerçevede müvekkilimiz açısından bir değerlendirmeye gidildiğinde öncelikle örgüt üyesi olma isnadıyla karşı karşıya olan bir kişinin bu örgütün amacını bilerek hareket etmesi ve süreklilik arz eden eylemsellik içinde bulunması gerekmektedir. Oysa ki hiçbir kurumun dahi varlığından haberdar olmadığı bir örgütün üyesi olmak isnadıyla karşı karşıya bırakılan müvekkilimizin yukarıdaki Yargıtay kararında sayılan hangi şartları taşıdığını söylemek mümkün olabilecektir. Dosyanız kapsamında halen tutuklu bulunan müvekkilimizin hangi iş bölümü çerçevesinde nasıl bir disiplin içinde ve nasıl bir dayanışma ile düzenli ve planlı bir eylemselliği benimsediğini söylemek mümkündür. Kuşkusuz bu şartların bulunmaması müvekkilimizin masumiyetine de hukuken en büyük kanıtı oluşturmaktadır. Müvekkilimizin belirli bir amaçla önceden belirlenmiş davranış kalıpları görevler ve sorumluluklar çerçevesinde hiyerarşik bir yapıda yani Yargıtay’ın az önce saydığım kriterleri çerçevesinde bir arada bulunduğu tek bir kurum vardır ki o da Türk silahlı kuvvetleridir. Mehmetçiğin Türk silahlı kuvvetleri bünyesinde çeyrek asırdır mücadele verdiği PKK’nın barış örgütü olarak takdim edildiği şu günlerde hayatının neredeyse tamamının terör örgütleriyle mücadeleye adamış müvekkilimizin iddia edilen bir terör örgütünün ara yöneticisi olmak isnadıyla karşı karşıya bırakılması aslında pekte yadsınamayacak bir durum oluşturmaktadır. Ancak gerçeklerin ve müvekkilimizin terörle mücadele alanındaki başarılarının hayali bir takım senaryolarla üstünün örtülmeye çalışılması mümkün olmayacaktır. Müvekkil TSK mensubu olmaktan her zaman onur duymuş ve bunu özümsemiştir. Kendisi pek tabi en az kendi masumiyeti kadar kurumunun masumiyetinden de emindir. Ancak o dönem beraber çalıştığı hiyerarşik üstlerine ve TSK’ya yönelik suçlamalara göğüs germek ve savunmak başlı başına ne müvekkilimizin görevidir ne de haddi. Bu çerçevede müvekkilimizin yargılanması gereken onun asker kimliği değil şahsi davranışları olmalıdır. Oysaki müvekkilimizin isnatlara konu tek bir eylemi ve savcılığında bu eylemleri kanıtlayacak tek bir delili bulunmamaktadır. Müvekkilin ev ve işyeri aramasında ele geçtiği iddia edilen sözde delillerin hemen hepsi savunmasında da ortaya koyduğu gibi arama ve el koyma konusundaki yönetmeliklere ve ceza muhakemesinin ilgili hükümlerine aykırı toplanmış delillerdir. Dolayısıyla hukuki olarak delil niteliğinde haiz değildir. Kaldı ki, sözde darbe planları içeren birçok belge zaten müvekkil daha tutuklanmadan evvel birçok başka sanıkta bulunmuş medyada çarşaf çarşaf yer almış dolayısıyla hukuki anlamda delil niteliğini kaybetmiştir. Buna rağmen belirtmek isteriz ki, müvekkilin el konulan bilgisayar ve CD’lerinin hiçbirinin imajı alınmamış ve bir kopyası müvekkile verilmemiş olduğundan CMK 134 gereği de hukuken delil niteliğine haiz değildir. Kaldı ki her şeyden evvel müvekkilin de içinde bulunduğu 29.06.2008 tarihli İstanbul 10 Ağır ceza mahkemesinin verdiği arama el koyma kararı müvekkilin Ankara ve Antalya da bulunan ev ve işyerlerini aramak için hukuken yeterli değildir. Burada çok açık şekilde bir yargı çevresi sorunu vardır. Gerektiğinde ileride ayrıntılarıyla tarafınıza sunabileceğimiz bu duruma göre müvekkilin biri baldızının eşine ait olmak üzere diğerleri kendisinin ve eşinin üzerine kayıtlı bir şirketin ve evlerinde yapılan tüm aramalar hukuka aykırıdır. Bu şartlar ortadayken müvekkili halen tutuklu yargılamak için hiçbir sebep bulunmamaktadır. Yukarıda saydığımız nedenlerle ve değerli heyetinizce dikkate alınacak sair nedenlerle anayasa, Avrupa insan hakları sözleşmesi ve ceza muhakemesi hükümlerine göre şartları sağlanmadan verilen tutukluluk halinin devamı kararının kaldırılarak müvekkilimizin tahliyesine karar verilmesini saygılarımızla arz ederiz.”


Yüklə 0,59 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin