Mahkeme Başkanı Köksal Şengün ile Üye Hakimler Hasan Hüseyin Özese ve Hüsnü Çalmuk’tan oluşan mahkeme heyeti tarafından 16 Ağustos 2010 tarihli oturum açıldı



Yüklə 0,63 Mb.
səhifə6/8
tarix25.01.2019
ölçüsü0,63 Mb.
#101853
1   2   3   4   5   6   7   8
Duruşmaya kısa bir ara verildi.

Duruşmaya kaldığı yerden devam olundu.

Bu ara bir kısım sanıklar müdafileri Av. Yusuf Kuvvet, Av. Cavit Subaşı, Av. Şule Gökyay Ağazade, Av. Köksal Bayraktar, Av. Hasan Hüseyin Altaş, Av. Bülent Vural, Av. Ahmet Çörtoğlu, Av. Seçil Özdikmenli, Av. Serdar Özersin, Av. Hasan Gürbüz, Av. Dilek Helvacı ve Av. Ceylan Türkoğlu’nun geldikleri görülmekle, huzurdaki yerlerine alındı.



Sanık Mustafa Levent Göktaş söz istedi verildi:" Sayın Başkanım, Sayın Mahkeme Üyeleri, Sayın Cumhuriyet Savcıları; müsaadenizle 20 dakika süreyle 51 numaralı DVD’nin polis tarafından yollanan kopyasının bilirkişi raporuyla ilgili açıklamalarda bulunmak istiyorum. ( Ek:1’i açar mısınız) Sayın Başkanım, 13 Kasım 2009 tarihinde Sayın 13. Ağır Ceza Mahkemesi İstanbul Terörle mücadele şube müdürlüğüne 51 numaralı orijinal DVD’nin kopyasının olup olmadığını sormuştur. 11 Aralık 2009 tarihinde İstanbul terörle mücadele şube müdürlüğü 51 numaralı DVD’nin bir kopyası yazımız ekinde gönderilmiştir cevabını vermiştir. 28 Aralık 2009 tarihinde Sayın 13. Ağır Ceza Mahkemesi İstanbul emniyet müdürlüğüne 51 nolu DVD’nin imajının mahallinde alınıp alınmadığını, mahallinde alınmadıysa nerede ve ne zaman alındığını bu işlem esnasında orijinal DVD veya imajının hesaplanıp hesaplanmadığını, hesaplanan hash değerlerinin de ve DVD’nin bir kopyasının Sanık yada müdafiine verilip verilmediğini sormuştur. 12 Ocak 2010 tarihinde şemada görüldüğü gibi ( biraz aşağı alabilir misiniz) 12 Ocak 2010 tarihinde Sayın 13. Ağır Ceza Mahkemesi bilirkişi görevlendirme tutanağıyla TUBİTAK bilirkişi listesinden Doktor Hayrettin Başyiğit terörle mücadele şube müdürlüğünden gönderilen kopya DVD incelemekle görevlendirilmiştir. 23 Ocak 2010 tarihinde Sayın 13. Ağır Ceza Mahkemesi usulüne uygun olarak muhafaza edilememesi sebebiyle emanet torbasından çıkartıldığında kırık olduğu anlaşılan 51 nolu DVD’nin zarar görmesine neden olan ilgililer hakkında Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur. Sayın 13. Ağır Ceza Mahkemesi bu kararı vermekle sübuta etki edecek orijinal delile dışarıdan fiili müdahale edildiğini ve delilin orijinalliğini, delil olma niteliğini kaybettiğini kabul etmiştir. 3 Şubat 2010 tarihinde terörle mücadele şube müdürlüğü Sayın 13. Ağır Ceza Mahkemesine imajla ilgili verdiği cevabi yazıda 51 nolu DVD’nin ne mahallinde nede sonrası tarihlerde imajının alınmadığı, imajı alınmayan DVD’nin bir kopyasının da şüpheliye verilmediğini belirtmiştir. İstanbul terörle mücadele şube müdürlüğü bu şekilde cevap yazmakla avukatlık büromuzda yaptığı arama ve el koyma faaliyetinde ceza muhakemesi kanunun 134. maddesini adli ve önleme aramalar yönetmeliğinin 17. maddesini İstanbul Cumhuriyet başsavcılığının arama el koyma faaliyetinde CMK 134. maddeyi tatbik ediniz talimatına uymadığını, uygulamadığını kendi beyanıyla ve resmi yazıyla itiraf etmiştir. 17 Mayıs 2010 tarihinde TUBİTAK bilirkişisi Doktor Hayrettin Başyiğit Sayın 13. Ağır Ceza Mahkemesine verdiği genişletirmiş ek bilirkişi raporunda, incelenen kopya DVD’nin 31 Aralık 2008 tarihinde saat 17:40’da oluşturulduğunu ve Nero Burning Room adı verilen bir program ile yazıldığını. Yapılan inceleme sonucunda DVD’nin hangi bilgisayarda oluşturulmuş olduğu konusunda herhangi bir bulguya rastlanmadığını bildirmiştir. Avukatlık büromuzdaki arama ve el koyma faaliyeti 7 Ocak 2009 tarihinde yapılmış ve 51 numaralı suç konusu orijinal DVD’ye bu arama esnasında yani 7 Ocak 2009 tarihinde el konulduğu belirtilmiştir. Orijinaline benim gözaltına alındığım 7 Ocak 2009 tarihinde el konulduğu iddia edilen bir DVD’nin polis tarafından gönderilen kopya olduğu iddia edilen ancak kopyalanırken CMK 134. maddeye uyulmayan ve nasıl nerede kopyalandığı ne savcılık nede Sayın mahkeme tarafından bilinmeyen kopyasının ben gözaltına alınmadan bir hafta önce yani 31 Aralık 2008 saat 17:40’ta oluşturulmuş olmasının iki mantıklı açıklaması olabilir. Bunlardan bir tanesi, ben 31 Aralık 2008 tarihinde Ankara’dan uçağa binip İstanbul’a gelip Vatan caddesine gelip terörle mücadele şube müdürlüğüne giderek siz 7 Ocak 2009 tarihinde bir soruşturma yapacaksınız, bu soruşturma esnasında avukatlık büromuza geleceksiniz, burada bir DVD bulacaksınız. Bu DVD’yi bulduktan sonra bu DVD ileriki zamanlarda kırılacak, orijinalliği yok olacak. Onun için siz ne olur ne olmaz bunun bir örneğini alın, kopyasını alın demiş olmalıyım kendilerine veya bu DVD, 31 Aralık 2008 tarihinde İstanbul terörle mücadele şube müdürlüğünde oluşturulmuş ve ceza muhakemesi kanunlarımızda olmayan ancak yeni bir yöntem olarak ilk kez İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından uygulamaya konan sanıktan delile gitme yöntemiyle avukatlık büromuza konmuştur. Bu bilirkişi raporu DVD’nin gerçek sahibinin ben olmadığıma ve gerek soruşturma gerekse kovuşturma safhalarında suça konu 51 nolu DVD’yle ilgili sunduğum tüm beyanlarımın doğru olduğuna delalet etmektedir. Buna ilave olarak avukatlık büromuzda el konulan bana ve avukat meslektaşlarıma ait 5 adet bilgisayarda bu DVD’ye ait. DVD’de de bilgisayarlarımıza ait herhangi bir dijital ize dijital ize rastlanmaması DVD’nin bana ait olma olasılığının olmadığını göstermektedir. Zira Sayın Başkanım, bir DVD bir bilgisayarda açtığınız takdirde mutlaka o bilgisayarda mutlaka o DVD’de bir dijital iz çıkmaktadır. Bilgisayarda yada DVD’de mutlaka dijital iz bulunur. Bunlarda bulunmadığına göre, bu konuda takdir Sayın mahkemenizindir. Şimdi müsaadenizle Sayın 12. Ağır Ceza Mahkemesinde 2010/34’e esasla birleştirilmiş Poyrazköy Kafes adı altında görülen dava dosyasına; TUBİTAK Enstitü müdür yardımcı Alparslan Babaoğlu imzalı olarak gönderilen, burada bulunan tüm sanıkları ilgilendiren EK-2’de gördüğünüz şu raporda Sayın Başkanım 31. sayfasında. Sayın mahkemenize de bir nüshasını sunduğum 9.7.2010 tarihli Levent Bektaş’a ait CD, DVD bilirkişi raporunun 31. sayfasındaki paragrafı okumak istiyorum. 22.4.2009 tarihli işyeri arama ve el koyma tutanağı başlıklı tutanak içerisinde, 2 adet DVD ve 1 Adet CD’nin 1’den 3’e kadar numaralandığı ve üzerinin taraflarca paraflandığı ifade edilmektedir. CD, DVD ortamlarının üzerlerinin paraf atılması ilgili CD, DVD içeriğinde sonradan yapılacak müdahalelerin taraflarca anlaşılmasını garanti edecek nitelikte bir yöntem değildir. İlgili tutanak içerisinde el konulan CD ve DVD ortamlarına ait imajlara yada içerlerindeki dosyaların özlük değerlerine yani hash değerlerine rastlanmamıştır. Bizimkinde olduğu gibi. Bu sebeple söz konusu 1 nolu CD’ye ve 3 nolu DVD’ye arama el koyma sonrasında ekleme ve müdahale yapılıp yapılmadığı konusunda teknik bir sonucu varılması mümkün değildir. Devletin en önemli bir teknik bilirkişisi sıfatına haiz TUBİTAK bu bilirkişi raporunu yazmakla soruşturma makamlarına daha anlaşılır ve hukuki bir ifadeyle dijital medyalarla ilgili bir arama el koyma faaliyeti icra ediyor ve şüpheye mahal vermek istemiyorsan CMK 134 ve adli önleme ve arama yönetmeliğinin 17. maddesini uygulayarak. Arama mahallinde dijital medyaların imajını almalısın. İmaj alırken medyanın hash değerlerini hesaplamalısın ve orijinalinin aynısı olduğundan emin olduğun bir kopyayı da şüpheliye vermelisin demektedir. Sayın mahkemece malum olduğu üzere avukatlık büromuzun aranmasında ve sonrasında 51 nolu DVD’yle ilgili kanun ve yönetmenliğin emrettiği hiçbir husus yerine getirilmediği gibi savcılık ifade alma esnasında muttali olduğumuz bu DVD’nin kolluktan bir kez olsun getirtilmesi ve savcılık makamında açılarak sadece içeriğine bakılması taleplerimizde Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz tarafından işine gelmediği için kabul edilmemiştir. İlerleyen tarihlerde Sayın Cumhuriyet savcıları sürekli olarak kolluğun bu DVD’de bu dokümanlar var sözünü kendilerine düstur edinerek DVD’de olduğu iddia edilen şahısların benden şikayetçi olmaları için ki bu kişilerin arasında eşimde vardır. Her yere, her makama bıkmadan usanmadan yazılar yazmış ama her nedense ve maalesef hiçbir Cumhuriyet savcısının aklına ya şu orijinal DVD’yi açalım da bir kaz olsun içeriğine bakalım, gerçekten bu dokümanlar var mı inceleyelim sorusu gelmemiştir. Dolayısıyla iddianamede ne yazık ki kolluğun DVD’de bu dokümanlar var sözüne, mantığına ve isteğine uygun olarak çıkmıştır. Zaten bilahare orijinal DVD bu DVD’nin açılmasından ve içeriğinde olan dokümanların ortaya çıkmasından korkan kötü niyetli kişi yada kişilerle kişiler tarafından çatlatılmış açılamaz hale getirilmiştir. Biz korkmuyoruz açılsaydı keşke her şey ortaya çıksaydı. ( 3. şeyi açar mısınız) Sayın Başkanım, 51 nolu DVD’nin bana ait olmadığını, olamayacağını ile ilgili içeriğinden bir kaç örnek vermek istiyorum müsaadenizle. Ek-3’te görüldüğü gibi Sayın Başkanım DVD’de olduğu iddia edilen Yargıtay fişleme dokumanı içinde benimde ilk kez gördüğüm bilirkişi raporunun 97. sayfasında 25 yıllık eşim hakim Nesrin Göktaş’ın da ismi ve kendisine ait fişleme bilgileri bulunmaktadır. Buyurun bakın 97. sayfa DVD’nin içerisinden çıkmış yani ben eşimi fişlemişim. Benim eşim olduğunu bilmeden eşimi bu listeye dahil edenler, fişleyenler DVD’nin esas hazırlayıcı ve sahipleridir Sayın Başkanım. Yoksa bir insan eşini fişler mi? eşinin dolayısıyla kendinin de arkadaşı olan savcı ve hakimlere ait bilgilerin olduğu bir DVD’nin sahibi olabilir mi? Takdir Sayın mahkemenindir. Yine DVD içeriğinde ( onu geçelim şimdi) yine DVD içeriğinde özel kuvvetlerde görev yapan subay ve astsubaylarla ilgili oluşturulma tarihi 2001 ve 2002 olan, bununda bilirkişi raporunda yazıyor Sayın Başkanım 2001 ve 2001 olduğu fişleme bilgileri olduğu iddia edilmiştir. Bunun ne kadar saçma ve imkansız olduğunu çok kısa örneklerle hamaset yapmadan sakın yanlış anlaşılmasın Sayın Başkanım, küçük örneklerle açıklamak istiyorum çok kısa. Kuzey Irak’ta girdiğimiz bir çatışma sonrası Link dağında Link dağında, taşlardan yaptığımız bir mevzide emniyetimizi almış etrafı gözetlerken kanas keskin nişancı tüfeğinden çıkan tek bir mermi patlamasa sesi duyduk. Bu patlama sesi bir ağacın ortadan yarılma sesi gibidir aynı, öyle çat diye ses çıkar Sayın Başkanım. Bu sesi duyduğunuz zaman zaten irkilirsiniz, mutlaka birisi gitti diye çünkü Sniperlar atar bu atışları Snıperlar yapar. Tim komutanım piyade üsteğmen Fazlı yere yığıldı. Kafasının arkası kan içindeydi. İlk tedavisi yapıldı ve Helikopterle hastaneye kaldırıldı. Sayın Başkanım hayatı kurtuldu, şimdi kör emekli olmak zorunda kaldı. Tek başına dışarıda dolaşamıyor. Kara harp okulu mezunu ve 26 yaşındaydı. Büyük emeklerle ve ihtimamla yetiştirdiğimiz bu gazi tim komutanımı şimdi kötü niyetli kişiler tarafından kırılmış bu DVD’de fişlediğim iddia ediliyor. Çok acı. Kuzey Irak’ta yine Çiya Parasiya dağında PKK tarafından mayınlanmış bir bölgede patikada ilerliyoruz. Önde detektör arkasında ben arkamda şu anda şehit kahraman bir astsubay, arkasında şu an kahraman diğer bir astsubay, arkasında astsubay Kerim Boyan. Emir verdim benim bastığım yerlere parmak uçlarınızla basın ve hareket edin koparsa ayak uçlarınız kopsun diye. Çünkü ayak ucunuz koparsa normal hale dönebiliyorsunuz. Ama topuğunuz koparsa bir daha o ayak mutlaka diz altından kesilmek zorunda, o yüzden biz ayak uçlarımızla basarak mayınlarda yürürüz. 10-15 dakika sonra bir patlama sesi geldi ve önüme parçalanmış bir ayak ile bot düştü. Kerim astsubay sesini dahi çıkarmadı. Sağlıkçı astsubay yaralı bacağı oksijen ve betadin ile temizledi. Bende ayağından kopan parçaları toplayıp botla beraber toprağa gömdüm. Teröristler görüp sevinmesinler diye. Kerim astsubayı helikopter çağırıp hastaneye gönderdim. 30 yaşında ve astsubay okulu mezunuydu, şimdi bir ayağı diz altından yok ve protezle yürümeye çalışıyor. Emekli olmak zorunda kaldı. Büyük emeklerle ve ihtimamla yetiştirdiğim bu gazi tim astsubayımı şimdi kötü niyetli kişiler tarafından kırılmış bu DVD’de fişlediğim iddia ediliyor. ( bir kelime anlaşılamadı) kapısı adı verilen tepelik alandan Cudi dağı, Nuh Peygamber tepeye doğru çıkıyoruz. PKK’nın ani ateş ve saldırısına maruz kaldık. Piyade üsteğmen Yavuz Uçar kafasından yaralandı, temas sonrası hastaneye kaldırıldı. Kafatasının zarara uğrayan bölümü alınıp yerine yeni metal takıldı. Şimdi hayatta günde en az 3-4 kez nerede ve ne zaman geleceği belli olmayan epilepsi nöbetleri geçiriyor ve konuşma zorluğu çekiyor. Bir gün Kızılay’da dolaşmaya çıktığında aniden epilepsi nöbeti geçiriyor ve yere yığılıyor. Korkudan kimse yanına yaklaşamıyor, bilmiyorlar bu çocuk 26 yaşında kara harp okulu mezunu bir üsteğmen. Emekli zorunda kaldı büyük emeklerle ve ihtimamla yetiştirdiğimiz bu gazi tim komutanım şimdi, bu kötü niyetli kişiler tarafından kasten kırılan DVD fişlediğim iddia ediliyor. Kuzey Irak Amediye bölgesinde PKK’nın sürekli saldırdığı bir köyde yerleşik durumda evin bahçesinde kendi yaptığımız mevzilerdeyiz. PKK’nın havan ve 14 buçukluk doçka saldırısı başladı. Yan mevziimize düşen havan mermisine 4 şehit verdik. Bütün köylüler evlerini kapı ve kepenklerini kapattı, biz 12 kişilik bir tim teröristler 50 kişiydi. 5 astsubayım yaralandı, 1 astsubayım astsubay İsmail yanımda boynundan 14 buçukluk doçka ile yaralandı. Tüm vücudu kan içindeydi, acil helikopter istedim 45 dakika sonra geldi. Teröristler helikopteri yoğun ateş altına tutarak inmesine müsaade etmiyordu. Ama bizim kahraman özel hava gurubunun pilotları ne yaptılar ne ettiler bu evi helikoptere mevzi edinerek bir evi bir dakika süreliğine indiler. Yaralıları helikoptere yatırdık, helikopter gittikten 5 dakika sonra ev yoğun ateşe dayanamayarak çöktü İsmail astsubay, astsubay okulu mezunu ve 30 yaşındaydı iki yıl sürekli tedavi gördü. Halen konuşma güçlüğü çekiyor, büyük emeklerle ve ihtimamla yetiştirdiğim bu gazi tim astsubayımı şimdi yine bu kötü niyetli kişiler tarafından kırılmış DVD’de fişlediğim iddia ediliyor. Son Sayın Başkanım, Çukurca’da Han tepe bölgesinde mayınlı bir bölgede temastayız. 1.90 boyundaki üsteğmen Zafer büyük bir patlamayla yere yıkıldı. Ayağı diz üstünden kopmuş parçalanmıştı, hastaneye kaldırıldı. Bacağına iki adet protez takıldı, emekli olmak zorunda kaldı. Bu gün protezlerle yürümeye çalışıyor 26 yaşında kara harp okulu mezunu üsteğmendi. Büyük emeklerle ve ihtimamla yetiştirdiğimiz bu gazi tim komutanımı yine söylediğim gibi bu kötü niyetli kişiler tarafından kırılan DVD’de fişlediğim iddia ediliyor. Size bu DVD’de fişlediği iddia edilen kişilerle ilgili böyle yüzlerce örnek anlatabilirim. Sayın Başkanım, bu kırık DVD’de fişlediğim subay ve astsubayların büyük bir bölümü şehit yada gazidir. Çok kısa anlatmaya çalıştığım çatışma şartlarını birlikte yaşayan, birbirlerine sonsuz güvenen, seven, saygı duyan ve sahip çıkan özel kuvvetlerdeki silah arkadaşlarının birbirlerini fişleyip bu fişleme bilgilerini de bir DVD’ye kayıt edip edemeyeceğinin takdiri siz Sayın mahkemenindir. Hakkımda iletişimin tespit ve dinlenmesi mahkeme kararı olmaksızın, kanuna aykırı olarak dinlenen ve kayda alınan 5 telefon tapesi mevcuttur. Bunlardan 3 tanesi iddianameye girmiş olup 3’ü de günlük rutin hiçbir suç unsuru içermeyen 2 gazeteci ve 1 emekli albayla yapılan görüşmelerdir. Şimdi Ek-4’te yer alan 6 Temmuz 2009 tarihinde TEM şube müdürü Mutlu Ekizoğlu imzasıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderiler yazıyı kısaca okumak istiyorum. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2007/1536 sayılı soruşturması kapsamında gözaltına alınan şahısların birbirleriyle irtibatlarının tespit edilmesi amacıyla ile ilgili mahkeme gereği mahkeme kararı gereği Mustafa Levent Göktaş’ın kullanmış olduğu 505 367 59 50 nolu numarayla dosya kapsamındaki diğer şahıslarla yapmış olduğu toplam görüşme adetleri aşağıya çıkartılmıştır. Şahsın kullanmış olduğu ki eşime ait 505 367 59 50 nolu telefon hattından diğer kullanmış hattı olan 533’lü sabit numarasıyla 30 kez görüştüğü tespit edilmiştir denilmektedir. Yani yazıdan anlaşılacağı üzere gözaltına alınan şahısların birbirleriyle irtibatları tespiti böyle yapılmıştır. 505 367 59 50 numaralı telefon eşime ait olup Yargıtay tarafından hakim savcılar için alınan toplu hatlardandır. Hat sorgulaması yaptığınızda hemen isim olarak karşınıza çıkmaktadır. Bu hattan yapılan görüşmelerin tümü dökümünden de anlaşılacağı gibi büyük kızım, küçük kızım ve benimledir. Bu konuda dosya kapsamı ve TİB kayıtları da sabittir. Terörle mücadele şubesi benim gözaltına alınan diğer şüphelilerle birlikte herhangi bir iletişimimi bulamadığı için illaki bir kayıt olsun diye eşimin telefonu dinlemiş ve benim telefonumla toplam 30 kez görüştüğümü tespit etmiştir. Benim ve eşim için bu konu hiç önemli değil. toplu ine başı kadar bir şey bulamazlar. Zaten davayla ilgili bir şey çıkmış değil ama devlet olmak devlet gibi devlet olmak kanunlara uygun hareketle gerçekleşir. Yargıtay kanunun 46, hakimler ve savcılar kanunun 98. maddesi birlikte değerlendirildiğinde 1. sınıf hakimlerle soruşturma izin Adalet Bakanlığı tarafından verilmekte Adalet Bakanı verdiği izni bir Yargıtay 1. Başkanlar Kuruluna göndermekte. Yargıtay 1. Başkanlar Kurulu bir ceza dairesi başkanını bu işte görevlendirmekte, Ceza Dairesi Başkanı eğer o hakim veya savcı için gerçekten telefonun iletişimin dinlenmesi kararı verilmesi gerekiyorsa araştırdıktan sonra inceledikten sonra bu kararı almaktadır. Yani savcı canı istedi, kolluğun canı istedi şu kadar hakimi savcıyı dinleyelim dinletelim, mahkemeden karar alın diye bir hukuki süreç yoktur. Yani önüne gelen ben mahkemeye gittim savcıyı alayım hakim hakkında savcı hakkında dinleyeyim öyle bir şey yok. Bu kararı veren mahkemelerinde talep edenden de yaptığı tüm eylemler ve işlemler hukuka aykırıdır. Avukatlık büromuzda yapılan arama neticesi el konulan dijital medyaların inceleme raporlar çıkmış olup tümü için soruşturma kapsamında bir belgeye rastlanmamıştır raporu verilmiştir. Bilahare İstanbul emniyet müdürlüğü Sayın mahkemenize şifreli olması nedeniyle açılamayan dosyalar konusunda 127-21 sayı ile bir yazı yazarak avukatlık büromuzda birlikte çalıştığım avukat Fatma Kara, Av. Demet Reçber’e ait bilgisayarlarda bir kısım dosyaların şifreli olması nedeniyle açılamadığı bilgisini vermiştir. Bugün Sayın mahkemenize bu konuda Ankara 9. sulh mahkemesinden taleple şifreli denilen dosyalarla ilgili aldığım bilirkişi raporunu sundum. Bu konuda çok kısa bir bilgi vermek istiyorum. Bu şifreli dosyalar Adobe firmasın ait Acrobat Reader 7.0 isimli programın bilgisayarlarımıza kurulumu ve güncellenmesi esnasında firmaca yüklenmiştir. Dosya ve şifreli yazılımı geliştiren Adobe firmasının ürünüdür. Şifre ancak Adobe firmasından temin edilebilir. Konma gerekçesi kendi dosyalarına dışarıdan yapılacak müdahale yani ekleme ve çıkarmaları önlemek içindir. Dosyaların avukatlık büromuzla yada avukatlarımızla hiçbir ilgisi yoktu. Savcılık öyle bir bilirkişi kullanmış ki bu dosyaların ismini internette arama motoruna yazıp bu nedir diye sorsa, bu arama sizi hemen Adobe firmasına yönlendirir ve dosyaların şifreli olduğunu, şifrelerin firmada olduğunu belirtir. Bu konuda verdiğim bilirkişi raporunun kabulünü talep ediyorum Sayın Başkanım. Sayın Başkanım, sonlandırıyorum. İddianamede bana isnat edilen suç bölümü 11 sayfa olup bunun 8 sayfası bu DVD, geri kalan sayfaları da bu DVD bağlı mütalaalardan ibarettir. Örgüt irtibatlım olarak gösterilen merhum ilhan Selçuk’u maalesef tanıma şerefine nail olamadım. TİB kayıtları bu konuda delildir. Sayın Sabih Kanadoğlu’nu da maalesef tanıma şerefine nail olamadım, TİB kayıtları da bu konuda delildir. Ayrıca zaten Sayın Kanadoğlu’nun soruşturma dosyası da bu davadan ayrılarak Ankara’ya gönderilmiştir. Kendi beyanıyla da sabit olduğu üzere Levent Ersöz’ü, Vedat Yenerer’i ve Sinan Aygün’ü tanımıyorum, TİB kayıtları bu konuda delildir. Gazi binbaşı Fikret Emek’in de bu davada müdafisiyim. Bu şartlar altında hiçbir üyesini tanımadığım, iddia edilen sözde örgütte yönetici olamayacağım ve Türk Ceza Kanununu 314/1’in 4 ve 5. bölümünde yer alan ama suçlarının hiçbiriyle suçlanmadığım dikkate alındığında ki malumunuz olduğu üzere Sayın Başkanım ceza kanunu 314/1 bu kısmın 4. ve 5. bölümünde yer alan suçları işlemek amacıyla silahlı örgüt kurana yada yöneten demektedir. İddia makamı beni 4 ve 5. bölümde yer alan ama suçlarla suçlanmıyor ki, yani amaç oluşsun. Amacın oluşması için 4 ve 5. bölümde yer alan suçlarla suçlaması lazım beni. Kanunun öngördüğü amaç oluşmayınca suç nasıl oluşacak, nasıl beni yöneticilikle suçlayabilir iddia makamı anlayamıyorum ben yani. O zaman bana yazsaydı hükümeti devirmek, iskat etmek, Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmak gibi suçlar yazsaydı o zaman tamamdı ama bunlarla beni suçlamıyorsan beni nasıl terör örgütü yöneticisi yapabilirsin? Sayın Başkanım, tüm beyanlarım dikkate alınarak tahliyeme karar verilmesini talep ediyorum.”

Sanık Ahmet Tuncay Özkan söz istedi verildi:" Sayın Başkan, Değerli Yargıçlar, Kıymetli Hazirun; başlamadan önce efendim bu size ait bir karar mıdır bir bakıp bana. Yani mahkemeye ait bir karar mı? Biraz önce Ali Rıza Dizdar.”

Mahkeme Başkanı:" Evet.”

Sanık Ahmet Tuncay Özkan:”Evet alabilirim efendim onunla başlayacağım da.”



Mahkeme Başkanı:" Bizim karar efendim, bizim karar.”

Sanık Ahmet Tuncay Özkan:”Sizin kararınız değil mi efendim, teşekkür ederim. Bu karar gördüğünüz gibi efendim altında sizin imzanız yok, mahkemenizin herhangi bir mührü yok ama standart bir şekilde sizin formatınızla başlamış bir Word dökümü herhalde dosyalardan indirdiniz değil mi Sayın avukat. Dosyadan indirmişler. Biraz öncede size sordum, sizde bize evet bu bizim verdiğimiz karar dediniz. Eğer şu okuyacağım bölümde bir itirazınız olmazsa bunun üzerine başlayıp devam etmek istiyorum. Hal böyleyken efendim bu, şöyle söyleyeyim 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7. sayfanın sondan bir önceki paragrafı. Hal böyleyken silahlı terör örgütü kurmak ve üye olmak gibi ciddi ağırlıktaki suçların işlendiği iddia edilen bir dosyada onaysız fotokopi belgelere dayanılarak delil değerlendirmesi yapılması da en başta Yargıtay 11. Ceza Dairesinin kendi uygulamalarına da aykırıdır. Şimdi Sayın savcı, Levent Ersöz’ün sorgusu sırasında 16 Aralık 2003 diye bir belge üzerine bir fotokopiyi size gösterdi, bir de kapak gösterdi o fotokopinin üzerinden ve Levent beye buradan gösteriyorum. Bu sizin bröveniz değil mi, sizin ambleminiz değil mi, bu size ait değil mi diye sordu. Bende kalktım dedim ki; bunun orijinali nerede. Ses diyorsunuz ses var mı? savcılık makamı yok dedi. Görüntü diyorsunuz var mı, savcılık makamı yok dedi. O zaman ne dedim, o zaman fotokopi dediler bana jpeg dediler bana. ( iddia makamına hitaben; değil mi efendim?) fotoğraf yani bir fotokopi belgesi dediler. Peki ben 2 yıldır bu fotokopiye dayanılarak bütün tanıklar ilk günden beri kendi şahadetim, inkarım, reddim böyle bir görüşmenin olmadığına dair her türlü beyanım daha sanık olmadan önceki açmış olduğum davalar, yaptığım şikayetler böyle bir şey yoktur diye başvurularım, yalanlamalarım ortada dururken; mahkemeniz 2 yıldır beni bu davada tek delil olarak savcılık makamının tek delil olarak gösterdiği bir belge üzerine bir kağıt üzerinden beni 2 yıldır nasıl tutuyor efendim? O zaman bu sizin kararınızsa bu da size aitse, o zaman bana niye çifte standart var, neden? Neden böyle bir şey ben yaşamak zorunda kalıyorum? Ben niçin hayatımın en verimli çağında alnıma sürülen bu kara lekeyle, toplumun önünde bir yandan bununla aklanmaya çalışırken bir yandan üzerime çullanmış siyasi iktidarın bu kara basanıyla uğraşmak zorunda bırakılıyorum, neden? Neden ben sokakta halkla birlikte yapmam gereken şeyleri yapmak eyleminden alı konup burada cezaevinde tutuluyorum. Bu kağıt parçası bu kağıt bu fotokopi nedeniyle, madem mahkemeniz fotokopi üzerinden böyle bir değerlendirmenin yapılamayacağını söylüyor. Bir tanesi 8 sayfa bir tanesi 16 sayfa, bir tanesi 36 sayfa olan bu fotokopi üzerinden ki onların hepsi bir tek fotokopi üzerinden üretilmiş bilgisayar, polis tarafından üretilmiş bilgisayar çıktıları. Ben niçin böyle bir muameleye maruz bırakılıyorum? Bu sizin kararınızsa bu çelişki neden, bu çelişkinin sebebi ne? Eğer üzerinizde siyasi bir baskı yoksa, eğer herhangi bir baskıya maruz değilseniz, eğer siz beni burada tutmak konusunda ön yargı sahibi değilseniz, hukuk arıyorsanız yargıçlar ve hukuk mesleğinin etiğine göre davranıyorsanız, benim burada bulundurulmam bu karardan sonra nasıl mümkün olabilir? İnatçı ve kinci bir tutum ister siyaset olsun ister hukuk olsun, nerede olursa olsun mutlaka döner kendisine zarar verir. O yüzden inatçı ve kinci bir bakış açısıyla bu davanın üstüne çullanmış olan iktidar Türkiye’ye zarar vermektedir. Bu iktidarın bu oyununa gelmeyin. Ben başıma gelenler nedeniyle son dönemdeki gündemdeki tartışmayla yanıt vereyim. Arabesk tutum içine girip batsın bu dünya diyemem. Yaklaşımım bu olamaz, ben böyle eğitilmedim. Benim dedem köy enstitüsü mezunu bir öğretmendi ve benim dedem Kar At’ın boyunu geçtiği hallerde bile en az 4 köy okuluna giderek oradaki çocuklara ders vermediği zaman kendini mutsuz, umutsuz ve çok büyük bir günah işlemiş olarak hissederdi. Dağdaki bütün yılanlarla, çiyanlarla, ağaçlarla konuşmayı başarırdı. Aç ve susuz kaldığını görmedim. Böyle bir genetikten gelicem ve teslim olacağım asla, asla. Ben size sadece şunu söyleyebilirim, bir gider bin geliriz beni susturmak size hiç bir şey kazandırmaz. Beni susturduğunuz zaman siz bir eksilirsiniz, siz bir eksilirsiniz, siz bir eksilirsiniz ve sizler bir eksilirsiniz. Eğer bu ülkenin muhalif unsurlarından bir tanesini susturur oyunun dışına çıkartırsanız, bu günahı kuşaklar boyunca sizi takip edecektir. Eğer ben konuşmazsam siz eksiksiniz. Beğenirsiniz beğenmezsiniz, seversiniz sevmezsiniz, kabul edersiniz etmezsiniz ben diyorum ki benim bir elimde Kur’an bir elimde Nutuk La İlahe İllallah Muhammeden Rasululallah. Böyle konuştuğu için çok kötü konuşuyor dediler. Ama ben Türkiye’de görülmüş en büyük meydan mitinglerini yaptım. Bir tek cam kırılmadın, bir tek cüzden çalınmadan, bir tek kişinin şikayeti olmadan. Seversiniz sevmezsiniz ben bu bağın üzümüyüm, ben bu toprakların çocuğuyum. Beğenirsiniz beğenmezsiniz yaptıklarımı tasvip edersiniz etmezsiniz karşıtlık doğaldır ama beni yok etme isteği neden, beni yok etme arzusu neden, bana karşı önyargı neden? Geçen gün sordum sizden adalet dışında hiç bir şey istemiyorum. Sizden bana acımanızı istemiyorum, sizden bana torpil yapmanızı istemiyorum. Sizden sadece adalet istiyorum, bunun dışında hiçbir talebim yoktur. Savcılık makamına ilk günden itibaren ben Nihat Beyi ilk kez savcılık makamında gördüm, Mehmet Ali Beyi ilk kez ki Mehmet Ali Bey Ankara görmüş, Adalet Bakanlığında çalışmış tetkik hakimliği yapmış, oraların tozunu görmüş yutmuş. Nasıl böyle davranabiliyor hayretler içerisindeyim. Nihat Beyi ilk kez savcılık makamında gördüm Beşiktaş’ta gördüm. Orada gayet iyi sohbet ettik. O günden bugüne yaşadıklarıma inanamıyorum. Bu bizi hiçbir yere götüremez, empati yapmayan, karşısındakiyle kendisini yer değiştiremeyen bir ruh halinin doğru iyi ve güzel bir şey üretmesi mümkün değildir. Mümkün değildir. Hukuk eşitlikçi ve adil olmayacak o zaman hukuk niye var ki? Ali Rıza Dizdar 2 metre boyunda 180 kilo ağırlığında gelip bana bir tane vurdu mu ben bir elle boyunda adamım ben burada ölebilirim. Mahkeme salonunda hukuk buna mani olmayacaksa, mahkeme salonunda hukuk bunu engellemeyecekse o zaman hukuka ne ihtiyaç var. Şimdi bir iktidar sahibi, siyasi propaganda amacıyla kalkıp benim üstüme yürüyecek, televizyonumu kapattıracak, sattıracak bana zorla. Bana her türlü baskıyı yapacak her türlü mali saldırıda bulunacak, her türlü faşist girişimde bulunacak ben buna direnicem direndiğim içinde suçlu olacağım. Savunmak durumunda olduğum Anayasayı ortadan kaldırmakla suçlanacağım. Beslendiğim Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmakla suçlanacağım. E peki beni hukuk korumayacaksa ne koruyacak beni? Bir başbakan bir gazeteci hakkında 1800 dava açar mı? ve ben bu davadan içeri girene kadar bir tek dava kaybetmemiştim. Biliyor musunuz ki bir gün 32. gün programı diye bir programa konuk olarak çağrıldım, o programda tartışma konularından bir tanesi Anayasa Mahkemesi başkanı olduğu, Anayasa mahkemesi başkanını İPTA-C dergisinin yazı kurulunda olup olmadığına dair bir tartışma sırasında o günlerde yayınlanan bir dergiyi göstererek bu derginin böyle bir iddiası var dedim. Aynı savcılıkta 4 mükerrer dosya çıktı hakkımda, 4 tane mükerrer soruşturma dosyası. Böyle bir şey yaşanmış bir şey değil. peki hukuk dalkavukluk yapacaksa, siyaset siyasetin azgınlığı karşısında hukukçular hukuk adalet sistemi teslim olacaksa buna boyun eğecekse, iktidardakilerin yada güç sahiplerinin emrine girecekse, ona hukuk denir mi? Ben 1800 tane dava vardı hakkımda o adliyeden o adliyeye koşturuyordum. Ama sizinle söylüyorum işte burada avukatlarım bir tek kez kaygıya kapılmadım. Ben biliyordum ki hukuk var ama şimdi kaygılıyım, endişeliyim. Sadece sizden dolayı değil, diğer davalardan dolayı da endişeliyim. Böyle bir şey olamaz. Demokrasilerde çok sesliliği ortadan kaldırdığınızda benim gibi adamların ağzına vurup susturduğunuzda konuşma başbakan rahatsız oluyor, başefendi başka bir şey düşünüyor, savcılar ondan talimat alarak iş alıyor noktasına geldiğimizde mahkeme onun baskısından sıyrılamıyor, delil yok ama fotokopi üzerinden ben seni iki yıl içeride yatırırım diyorsa, ben korkmayayım da kim korksun? Bu vatandaş korkmasında kim korksun? İddianamede benimle ilgili sonuç bölümü 2 buçuk sayfa. Kanaatine varılmıştır. Neyin kanaatine vardınız, nerede yazıyor? Soruyorum diyorum ki 25 Eylül’den bu yana şu kanaatine vardığınız şeyin delilinin lütfen göstersenize o da yok. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gidicem lütfen bana bir yanıt verin diyorum e o da yok. E siz beni salmıyorsunuz e o da yok. 16 Aralık’la ilgili olmayan bir şeyi ispat etmek konusunda daha başka ne yapabilirim? Yani daha başka yapabilecek neyim var, size ne sunabilirim başka? Beni bıraksanız 16 Aralık’ta nerede olduğumu saat saat size sunar getiririm. Beni bıraktığınız zaman ben bir yere gidecek halim yok. düşünce özgürlüğünü, ifade özgürlüğünü, düşünme özgürlüğümü elimden alıyorsunuz. Beyefendi ajandalarımı inceliyor o bile dehşetengiz bir korku salarak inceleme yapıyor. Neden ne olmuş, neyi düşünürde yazarsam o ajandaya suç olur. Recep Tayip Erdoğan’a karşı program çıkarmak siyasi parti kurmak siyasi faaliyette bulunmak, miting yapmak hepsini izinli yaptım. Suç mu? Bu beyefendiye karşı çıkılmaz mı, bu beyefendiye karşı söz söylenmez mi? Ben hergün sabah kalkıp bugün Recep Tayyip Erdoğan için ne yaptın söyle bana Tuncay diyip aynada yanıt olarak beyefendinin sorunlarının çözülmesi için ben bugün bunları ürettim deyip kendisine götürüp sunmakla mı mükellefim? Ben bir muhalifim. Onun yerinde gözüm var, onu devirmek istiyorum, onun yerine geçmek istiyorum, ülkeyi daha iyi yöneteceğimi iddia ediyorum. Bu cahilin cüretinden bu ülkeyi kurtarmadıkça bu ülke akıllanmaz, bu ülke ayağa kalkmaz diyorum. Cehaletten beslenen bu siyasi karanlık kovulmadıkça bu ülke düzelmez diyorum. Ekonomiden hızlı trene kadar 1500 kilometrelik demiryolundan üç tane bölgesel liman kentine 10 tane yeni kente, tarım planlamasına, hayvancılığa süte suya her şeye projem var. Hata mı etim hata mı ediyorum? Ne kadar düşünce özgürlüğü o kadar gelişim, ne kadar düşünce özgürlüğü o kadar uygarlık. Bunun başka bir çaresi yoktur. Devlet hukukla yaşar. Hukuku var edin bu devlet yaşasın millette yaşasın. Ben kutsal devlete filan inanmıyorum. Benim kutsalım devlet değil benim kutsalım millet. Milletin capcanlı, dipdiri, dimdik ayakta olması için bu milletin düşüncesindeki kelepçelerin çözülmesi lazım. Eğer benim düşüncem hala kelepçeliyse eğer ben hala düşündüğüm için burada iki yıl yatabiliyorsam, vah geldi bu memleketin başına. Düşünceyi cezalandıran iktidarın tekelci gücü karşısında muhalifleri yok eden bir anlayış yaşayabilir mi? Bakın size Prof. Doktor Ali Fuat Başgil’den 1960 tarihli bir kitabından kısa bir alıntı sunmak istiyorum onunla bitireceğim konuşmamı. Bunu şunun için söylüyorum; Bakın Türkiye 1960’da neyi konuşmuş, 2010’da neyi konuşuyor. Ve biz çocuklarımızın geleceği için faşizme karşı ister devletten gelsin ister kişiden gelsin ister çoğunluktan gelsin. Önlem almadığımız zaman neleri yerinde sayarak konuşabileceğimizi anlatmak için. Kitabını okurken şok geçirdim. 1960 tarihli kitap. İnanamadım. İlmin ışığında günün meseleleri 1960 sayfa 84-85. Çoğunluğun Profesör Doktor Ali Fuat Başgil belki de hocanız olmuştur bilmiyorum yani. Çoğunluğun egemenliği mekanizması sayesindedir ki demokrasilerde bütün kuvvet ve iktidar ekseriyet adı taşıyan anonim bir kitlenin eline geçmekte hala fiiliyatta bu kitle içinde söz sahibi olanların elinde temerküz etmektedir. Neticede demokrasi mantığında halkın sesi halkın sesi yerine ekseriyetin yani çoğunluğun sesi hatta çoğunluk grubunun başlarındaki şeflerin sesi halkın sesinin yerine geçmekte halkın sesinin manası olmaktadırlar. İşte demokrasilerin hak ve hürriyet için sakladığı tehlike de buradadır. Yani bütün iktidar ve salahiyetinin ekseriyet adı taşıyan masallardaki bin bir başlı devleri andıran bu kitlede hatta kitleyi sevk ve idare eden bir politokrat grubun elinde toplanması tahakküm ve esaret rejimi doğmasına yol açar. Daima iktidar ve salahiyetin mahdut birkaç elde toplanmasından bu zararlar doğmuştur. Bu noktada temerküz eden bir kuvvet daima hakkın ve hürriyetin büyük düşmanıdır. Çoğunluğu elinde bulunduran bir kuvvet oluşursa bu hürriyetin büyük düşmanıdır. Bu kaideye demokrasiler bir istisna teşkil etmez. Demokrasilerdeki ekseriyet de rakipsiz ve kontrolsüz bir kuvvet merkezi haline gelince o da tahakküm yoluna sapabilir. Bir diktatörden gelen hak ve hürriyet düşmanlığı ile bir çoğunluktan gelen arasında fark yoktur. Kötülük kimden gelirse gelsin kötülüktür. Kötülüğü yapan ekseriyetin ulusal egemenliğe dayanması yaptığı kötülüğün mahiyetini değiştirmez. Tersine onun fecaatini artırır. Şu halde demokrasi efsanelerdeki kuyruğunu ısıran canavara benzememek için bünyesinde sakladığı bu tehlikeyi önlemek ve tedbir almak vatandaş hak ve hürriyetlerini garantiye bağlamak ve bunun için teminat müesseseleri kurmak zorundadır. Anayasa mahkemesi o yüzden var. Yargı bağımsızlığı o yüzden var. Yargının yasama yürütme dışında bir erk olarak doğması bu yüzden var. O yüzden başbakan koltuğa oturtana kadar 88 yıl boyunca hiçbir başbakan hiçbir çocuğa oturdun koltuğa padişah sensin istediğini yapabilirsin demedi. Bugün diyen bir zihniyetle karşı karşıyayız. Eğer biz bunların bir elde toplanmasına izin verir ve bunları bölüp parçalayıp dağıtmazsak Türkiye’nin başındaki bu felaket dağılmaz. Şimdi ben bunu istiyorum diye Ali Fuat Başgil ile o 1961’de söylemiş ben 2010’da söylüyorum aynı şeyleri söylüyo beni çarmıha gerebilirsiniz. Beni asabilirsiniz. Beni yakabilirsiniz. Bakın Biruni’den Bruno’ya, Thomas More’dan Harazmi’ye kadar. Dünyanın her yerinde aydınlar dünyanın her yerinde bilimi, bilimin namusunu ahlaklı olmayı savunan insanlar bir sürü felaketlere katlandılar. Bende katlanırım. Ama sizden bir tek ricam var. Bruno’ya yaptıkları gibi yapın, Biruni’ye yaptıkları gibi yapın. Bana deyin ki ey Tuncay bir şafak vakti odunlar vurulacak sen oraya asılacaksın ve yakılacaksın. Çünkü sen dünya dönüyor dedin. Çünkü sen Recep Tayyip Erdoğan kötü bir yöneticidir iyi bir başbakan değildir daha iyisi vardır Türkiye daha iyi yönetilebilir dedin. Onun için seni yakma cezasıyla cezalandırdık deyin ben bu cezaya itiraz etmeyeceğim. Ama siz beni alnıma bir kara leke sürer gibi yok suçlamadığınız bir şey iddianame de koymamış ama madde olarak yazmış. Beni darbeyle yok beni yapmadığım görüşmelerle falan suçlarsanız o zaman bu yük bu vebal sizin sırtınızdadır. Ben tekrar soruyorum. Bu karar sizinse ve bir fotokopi üzerinden değerlendirme yapılamaz ise siz sizden bir üst mahkemeye dahi bunu söylemek yürekliliğini gösterebiliyorsanız o zaman ben size soruyorum bana yaptığınız nedir. Beni bu uydurma fotokopi nedeniyle iki yıldır bu zulümle neden yaşatıyorsunuz. Beni, beni sevenleri ve benimle ilgili bütün bu olup bitenleri nasıl açıklayacaksınız. Sizden bir açıklama bekliyorum ben, karar vermenize gerek yok. Beni buradan gönderin odunların içine atsınlar yanmaya razıyım ama bana karşı dürüst olun. Kendinizle çelişmeyin çelişkiye düşmeyin yok olan bir şey ile ilgili olarak size sunacağım bundan başka bir şey yoktur. Benim yapabileceğim bu kadardır teşekkür ederim efendim.”

Yüklə 0,63 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin