Sanık Hasan Atilla Uğur söz istedi, verildi:” Sayın başkan, değerli üyeler, malumlarınız olduğu üzere bir eve yüksek voltajda elektrik gelirse bu evin sigortası yok ise evdeki elektrikli aletler yanar ve kullanılmaz hale gelir. Hatta evde yangın bile çıkabilir. Bunun önüne geçmek içinde evlerimizde sigorta bulundururuz işte bu güzel ülkenin sigortaları da Milli İstihbarat Teşkilatı, Jandarma İstihbaratı ve emniyet istihbaratıdır. Ben bunu niçin söylüyorum sayın Balbay’ın savunması bitti, ben yaptığım savunmada ve sayın Balbay da hem çapraz sorguda hem de yaptığı savunma da bir çok gerçeği paralel şekilde ifade ettik. Doğrusu da budur. Doğrusu kesinlikle budur ancak dikkatimi çeken şudur. Bir kayıt alınma meselesi, bir gizli kayıt sanki o zamanki tarihte suçmuş yada bir çete merkeziymiş istihbarat başkanının odası gibi bir algı oluştuğu kanaatindeyim. Onun için bu sözü aldım talebimi de bilahare bunları söyledikten sonra dile getireceğim. Türkiye’nin yıllardır milletine, Cumhuriyetine saldıranlarla kora kor mücadele veren devlet kurumlarından birisi olan Jandarma istihbaratına şahsın üzerinden darbe vurulmak istenildiğini tahmin etmiyorum ama algılamanın o şekilde olduğunu düşündüğüm için bunları açıklamak zorundayım. Dün sayın Genelkurmay başkanımızın Trabzon da yaptığı açıklamada vurguladığı gibi gerçekten Türkiye de şu anda Türk Silahlı Kuvvetleri üzerinde asimetrik bir psikolojik harekat yürütülmektedir. Bunu herkesin aklı başında olan herkesin kabul edeceğini umuyorum. Görüşmeyi yaptığımız yer istihbarat başkanımızın makamıdır. Her ne kadar görüşülecek kişileri seçme, görüşülecek kişilerle konuşulacak konuları belirleme gibi bir konumum olmamasına rağmen sürekli temcit pilavı gibi bu konunun gündeme getirilmesinden kurumun adına görevliler adına rahatsız oldum. Şu çok iyi bilinmelidir ki sayın Mustafa Balbay ile iç hizmet yasası ve verilen emir gereği görüşülmüştür. Sayın Mustafa Balbay istihbarat başkanı makamına zorla yada kendi iradesi dışında getirilmemiştir. Görüşme tapelerinde de açıkça belli olduğu üzere Mustafa Balbay’a bir talimat verilmemiş. Ondan bir talimat alınmamış, darbe, ihtilal vesaire gibi herhangi bir konu konuşulmamıştır. Tapeleri incelediğimiz zaman bu çok açıkça görülmesine rağmen sanki burada yapılan görüşmenin bir darbe teşebbüsü, bir darbe hazırlığı gibi algılanmasının toplumda rahatsızlık yarattığını düşünüyorum onun için bunları size tekrar arz etmek istedim. Şahsım ise görüşmeye tekrar söylüyorum emirle katılmışım, not tutmuşum ve bu görüşmede suç olabilecek herhangi bir şey yok. 765 sayılı Türk ceza yasasına göre yapılan kayıt emirle yapılan kayıt asla suç teşkil etmemektedir. Ve bittikten sonra istihbarat başkanı Levent Ersöz tarafından önce kurmay başkanına bakınız bunu özellikle arz etmek istiyorum, önce kurmay başkanına bilahare Jandarma Genel Komutanına arz edilmiştir. Gösterilmiştir ve bu arada bu dava açılana kadar bu kayıt herhangi bir yerde şantaj, baskı, tehdit gibi bir amaçla asla kullanılmamıştır. Sayın başkan, değerli üyeler şunu özellikle arz etmek istiyorum çok fazla bu konunun üzerine gidildiği için gerçekten çok rahatsız oldum orası beşinci sınıf bir Afrika ülkesinin üçüncü sınıf ordusunun makamı değildir. Her şey emirle ve hiyerarşik sıraya göre yapılmıştır. Bunu savunmamda üstüne basa basa arz ettim sizlere. Görüşmelerin kaydedilmesini emreden makam, makamın gelecekte atılabilecek iftiralarında önüne geçmek düşüncesinde olduğunu yemin ediyorum şu anda anlıyorum. Savunmamda da bunu arz ettim. Demek ki bunları görmüş demek ki, kayda alınmasa idi o tapeler olmasaydı bugün burada belki de bir takım insanlar bize vay Mustafa Balbay size darbe yapalım demiş sizde hadi yapalım şunu da böyle yapalım demişsiniz gibi bir takım iftiraların içine girebilirlerdi ama şimdi giremiyorlar, neden çünkü görüşme içerikleri çok açık ve net. Karşılıklı saygı sevgi ortamında memleket hassasiyetleriyle ilgili yapılmış bir görüşme olduğunu zaten okuduğumuz zaman görüyoruz. Sayın Balbay adımı burada öğrenmedi öğrendiğini söylemiştir doğrudur. Savunmamda da net olarak dile getirmiştim. Sayın başkan, değerli üyeler ben istihbaratın en kritik, en nitelikli yerlerinde görev yaptım Allah bana bunu nasip etti. Bundan da gurur duyuyorum. Ben bebek katilini sorgularken Hasan Atilla Uğur mu olmalıydım? Lütfen düşününüz istihbarat konseptin de müstear isim kullanma diye bir şey vardır. Diğer burada anlatamayacağım çok özel devletin, devlet sırrı niteliğindeki çok önemli görevlerde de elbette ki müstear isim kullandım. Elbette ki kullanacaktım yani sayın Balbay’ın söylediği doğrudur. İsmimi burada öğrenmiştir. Kendisiyle iki kez görüşmüşüzdür ve bana albayım diye hitap etmiştir. Gerçeği on yıl kadar gizlenen kimliğim yapmış olduğum işlemler bu dava neticesinde göz altına alınınca deşifre olmuştur. Ha bunu da size şunu söyleyim ağlamak sızlamak için söylemiyorum ama bakın geçen duruşmada sizlere arz ettim. Çocuklarım ve yakınlarım tehdit alıyorlar dedim bu ciddi bir iştir. Bu ciddi bir iştir. En son nesname adlı bölücü bir sitede çıkan yazıyı aynen size okuyorum. İbret olsun diye okuyorum. Avdilayı sorgulayan, Avdila dedikleri bebek katilinden bahsediyorlar. Avdilayı sorgulayan Kürt halkına soykırım uygulayan albayın kimliği Ergenekon sayesinde ortaya çıktı. Avdila da yani bebek katili de bu kirli savaş uzmanının yani benim kim olduğumun ortaya çıkması gerektiğini yıllardır söylemiştir. Bu hususta Ergenekon’u yürütenlere özgürlük aşığı Kürt halkı olarak şükran borçluyuz buyurunuz, buyurunuz ben daha önce de arz ettim. Benim kanım canım bu güne kadar verdiğimiz şehitlerden gazilerden sizlerden bu ulvi görevi yapan sizlerden daha kıymetli değildir. Bunu şerefim üzerine söylüyorum. Sedat Sami bey Salı günü ve bugün dayanamayarak haklı bir takım tepkiler gösterdi ben de aynı tepkiyi gösteriyorum. Ve dedi ki Sedat Sami bey biz mahkeme olarak peygamber sabrı gösteriyoruz doğrudur. Otuz yıl ben bu işi yaptım bir sürü savcı hakim arkadaşımız oldu. Hepsinin neler çektiğinizi ben çok iyi biliyorum. Ama sizler de bizim sabrımızın burada bulunan bir takım insanlarında sabrının peygamber sabrı olduğunu lütfen anlayın. Hayatım boyunca terör örgütleriyle mücadele edeceğim ve karşınıza terör örgütü üyesi yada işte ara yöneticisi olmak suçlamasıyla getirilicem, reddediyorum böyle bir şey olamaz bu da bir sabırdır. Sedat Sami beyin yaptığı açıklamayı da örnek gösterdim bunun için. Bizim ki de bir peygamber sabrıdır yani benimki de bir peygamber sabırdır. Bir buçuk senedir ben içerideyim, içeride olmam hiç önemli değil. Tekrar söylüyorum sizlerden daha önemli değil kanımız canımız ama Tekirdağ cezaevinde DHKPC’li PKK’lı, Hizbullahçısı üzerime bilmem neler attılar, küfürler ettiler bir sürü tanık var burada. Yani ben devletin çok kritik görevlerinde bulunmuş birisi olarak bunu hak ediyor muyum, etmiyorum. Burada kritik olan şudur benden sonra gelen bizden sonra gelen arkadaşlarımızın şevki kırılmaktadır sayın başkanım. Bunu inanarak söylüyorum. Ha şunu da özellikle ifade edeyim ben sizlere ifade vermekten sizlerin huzurunda olmaktan asla gocunmuyorum çünkü burası büyük Türk milleti adına hizmet veren Türk mahkemesi hepinizde değerli yargıçlarımızsınız, tecrübelisiniz. Ben burada bir İngiliz mahkemesinin yada işgal altında olsak Allah korusun başka bir mahkemenin önünde de olabilirdim. Bundan asla gocunmuyorum ama diyorum ki benim tutuklu bulundurulmam tekrar söylüyorum. Bunu ağlamak, sızlamak için söylemiyorum. Benim tutuklu bulundurulmam başta PKK olmak üzere DHKPC ve Hizbullah terör örgütü mensuplarını mutlu etmektedir. Ben yargılanmaktan kaçmıyorum. Ama lütfen benden sonra gelenlerin şevkini kırmayın ve bu alçakların da sevinmesine engel olun. İki hafta kadar önce malumlarınız olduğu üzere üç eski kuvvet komutanımız Cumhuriyet savcılarına ifade verdiler. Sözde darbe teşebbüsünün mimarı olarak gösterilen bu insanlar mahkemeye çıkarılmadan serbest bırakıldılar. Peki şimdi ben sormak zorundayım. Peki ben neden buradayım? Darbe hazırlığı mı yapmışım, kara deniz hava kuvvetleri olmadan Genelkurmay Başkanlığı olmadan darbe mi yapılacakmış? Buna kargalar bile güler sayın başkanım. Komutanlar serbest ise ki doğrusu budur ben niye burada tutukluyum, yok başka bir suç isnat ediyorlarsa gidip ondan yargılanıyım bırakın. 2003 yılında 211 sayılı iç hizmet kanunu hükümlerine göre vazifesini icra eden bir subay iken yürürlükte olan 765 sayını Türk ceza kanunun 49. maddesinde aynen şunu söylemektedir. Kanunun bir hükmünü veya selahiyattar bir merciden verilip infazı vazifeten zaruri olan bir emri icra suretiyle işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilemez denilmektedir. 2005 yılında yürürlüğe geren 5237 sayılı Türk ceza yasasının 24. maddesinde ise yetkili bir merciden verilip yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan bir emri uygulayan sorumlu olmaz denilmektedir. Kaldı ki komutanlarımdan kanunsuz bir emir almam da söz konusu değildir. Şu hususu da huzurlarınızda açıklamak istiyorum. Bu darbe denilen hadisenin sürekli kaşınmasının altında bir masal yattığını herkes anladı. Bakınız eski Genelkurmay başkanı diyor ki, ifade verdi resmi ifade, duydum ancak inanmadığım için ve şuyu vukuundan beter olacağı için yırttım attım soruşturma başlatmadım meali bu. Sayın başbakan diyor ki, TRT deki canlı yayınlanan programda göreve geldiğim günden beri darbe tehdidi bir şey hissetmedim. Eski kuvvet komutanları savcılıkta ifade veriyorlar, mahkemeye sevk edilmeden serbest bırakılıyorlar. Peki nasıl bir darbe bu, uçaklar mı kalkmış, tanklar mı yürümüş, birisi gözaltına mı alınmış, bir siyasi yada bir kurum ele mi geçirilmiş? Şunu sayın Mustafa Balbay da savunmasında söylemiş idi. Bende söyleme gereği duyuyorum. Çünkü bundan da çok rahatsızlık duydum. Savunmamda söylemiştim Allah nasip ederse ilk seçimde parlamento çatısı altına gireceğim buna inanın bunu tutuklu da olsam sağlayacağım. Ve parlamento çatısı altına girdikten sonra Allah nasip eder de iktidar partisinin bir üyesi olur yetkili makamda olursam eğer Türkiye de bir şey hissedersem gidip de herhangi bir yabancı elçiliğin kapısına kendi ülkemi şikayet etmem. Bunu yaparsam Türkiye Cumhuriyeti anayasası 68. maddesindeki siyasi partilerin Türkiye Cumhuriyetinin bağımsızlığına aykırı hareket edemeyeceği maddesine aykırı hareket etmiş olurum. Bakınız milliyet gazetesinin 30 Kasım 2009 tarihindeki sayısında Washington’a iki kez darbe uyarısında bulunuldu diye yazmaktadır. Bu nedir bu Erik Edılmın denilen şahsın ifadesidir. Doğru söylediğini var sayarsak aynen şöyle diyor AK parti liderliğine yakın isimler birkaç defa darbe olabileceği kaygılarını bana ilettiler. Sayın başkan değerli üyeler, Türkiye’de ki bir sıkıntıyı iletilecek makam yabancı bir ülkenin büyükelçiliği midir? Tabi ki değildir. Sayın başkan ayrıca Türkiye halen kardeşin kardeşe düşürüldüğü insanların birbirine düşman olduğu bir ülke durumuna getirilmeye maalesef başlanılmıştır. Hepiniz televizyonlarınızı açıyorsunuz akşam Türkiye de 12 Eylül öncesi görüntüleri dahi yaşı müsait olanlar bilirler arattıracak görüntülere sahne olmaktadır. Silahlar patlamaya başlamıştır. Kardeş kardeşe düşman olmaya başlamıştır. Bu anlamda yıllarca terör örgütleriyle mücadele etmiş bir kişi olarak halen cezaevinde bulunmamın kimleri sevindireceğini size biraz önce arz ettim. Bu dava nedeniyle yıllarca nitelikli görevlerde bulunmuş ve terör örgütlerine zarar vermiş bir insan olarak tutuklu bulundurmam bu alçaklara psikolojik bir avantaj da sağlamaktadır. Bunu engellemek te bağımsız Türk yargısına yani yüce heyetinize düşmektedir. Sayın başkan burada konuştuklarımız yıllar sonra da okunacak ve bilinecektir bu yüzden gelecek nesillerin bu günü ve bu günün tüm aktörlerini çok iyi değerlendirmeleri için ve de bu hususun kayıtlara geçmesi için heyetinize altını çizerek tekrar hatırlatıyorum. Söylediklerimi lütfen kale alınız ve değerlendiriniz teşekkür ediyorum.”
Sanık Mustafa Ali Balbay söz istedi, verildi;”Sayın başkan ben savunmamı bitirdim gönlüm isterdi ki savunmamı bir gün başlayım kesintisiz olarak üç dört beş kaç gün sürerse tamamlayıp tümünü bir bütün şekilde bitirdikten sonra da son istemde bundayım. Tabi ki şu anda içim çok rahat genel anlamda savunmamı yaptığımı, hakkımdaki bütün sorulara gerçekler ışığında delil hukuku ışığında yanıt verdiğimi düşünüyorum. ancak savunmama başladım üçüncü gün tavan çöktü ve ara vermek durumunda kaldık. Bir tabi ki belli bir süre geçti sonra başladım savunmama tekrar ikinci gün kurban bayramı tatili girdi, o da doğal bir durum üç hafta sonra tekrar savunmamı tamamladım. Böylece 19 Kasım günü başladığım savunmam 14 Aralık günü sona erdi. Bunu anlatmamın nedeni sayın başkan, sayın üyeler, kendi savunmamı önce yazılı olarak verdim ve burada irticalen de size aktardığım savunmamı yaptıktan sonra iddia makamı sorularını yöneltti sorularını ortaya koydu. ardından sayın üyeler sordular sonra ben son değerlendirmemi yaptım. ama bu yaklaşık bir aylık bir zaman dilimine yayıldığı için kopukluklar olduğunu da düşünüyorum. Bu nedenle 15 dakikalık bir zaman dilimi içinde hem bütün savunmamda kimi bir birini bağlamak durumunda hissettiğim o sorumlu hissettiğim bölümleri bağlamak ve ardından talebimi aktarmak istiyorum. İddia makamı bana sorularını yöneltirken ki ben bana ait bölümün 145 sayfalık bölümün onda birini cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile ilgili görüşmelerimin notlarının oluşturduğunu aktardığımda iddia makamı da burada. Sayın Taşkın dedi ki, cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in kendi iddiaları olan böyle bir oluşumun içinde yer almadığını gördük dedi. Eğer yanılıyorsam Taşkın müdahale edebilir. Değerlendirmesi bu şekilde oldu. Keşke bu değerlendirmeyi iddia makamı iddianameyi yazmadan yapmış olsaydı ve iddianameyi bu şekilde oluşturmasaydı. Ancak bana yönelik suçlamalarda delillerin ve hukuki durumun değerlendirilmesi bölümünde sayın başkan daha ilk cümle birinci cümle yani delillerin ve hukuki durumun değerlendirilmesi bölümünde bana yönelik ilk cümle cumhurbaşkanının mesajlarını şüphelilere ilettiği, benim ilk suçum. Ama iddia makamı düşünün sizin değerlendirmenizden önce kendileri cumhurbaşkanının böyle bir durumun olmadığını söylüyorlar. Ben iddia makamının genel anlamda iyi niyetine de güveniyorum kendileri belli bir değerlendirme içindedirler katılırız, katılmayız ayrı ama cumhurbaşkanıyla ilgili yaptıkları bu değerlendirmenin adım kadar eminim süreç içinde benim içinde olacağına ve onlarında vicdanında zaman içinde Balbay da bu kendi yarattıkları durumun dışında olduğuna inanacaklarına daha doğrusu bu gerçeği göreceklerine inanıyorum. Ama tabi şu anda olan olmuş. İddia makamı benim cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile ki bu bir gazetecinin gücüdür çok az gazetecinin başarabildiği bu ilişki düzeyinin bir başarı değil bir suç unsuru haline getirmiş ve bana yönelik suçlamada birinci cümle olarak koymuştur. Ama benim sorgum sırasında da demiştir ki biz cumhurbaşkanını bu sürecin dışında tuttuk demiştir. Bunun değerlendirmesini heyetinize bırakıyorum. Yine iddia makamının bana yönelik sorularında şu durumu gördüm. Sorular genel anlamda şu çerçevedeydi sayın Balbay özellikle dijital veri olarak değerlendirilen bölümden sordular size anlatılan şu, şu, şu konular suç teşkil etmektedir neden size anlatıldı. Burada yine iddia makamı burada direk benim şahsıma yönelik olarak siz ki en ağır suçlama olarak değerlendirdikleri halkı hükümete karşı silahlı isyana teşvik etmek suçunu şu şekilde işlediniz demediler bana. ki en ağır bence suçlamalardan biriydi. Yada sizin şu eyleminiz Türkiye büyük millet meclisinin tümüyle devreden çıkarma yöneliktir demediler. Bu da bence iddia makamının bunca delil zorlamalarına karşın gelebildiği en ileri nokta olarak düşünüyorum, ki bana yönelik yine en ağır suçlamalardan biri işte medyayı örgütlemekten, örgütlemekle suçluyorlar ama ne sorularında ne de ilgili delillerde şu gazeteciyi örgütlemiştir, şu gazeteciyle şöyle bir ilişki kurmuştur gibi hiçbir suçlamanın yer almadığını da dikkatinize sunmak isterim ki bana yönelik bu suçlamaların daha çok benim aldığım bütün soruları dikkatle muhakeme ettim daha sonra benim üzerimden bir delil yaratma girişimi olduğunu gördüm. Ama en tepeden cumhurbaşkanından başlayıp devreden çıkarmaya başlamalarının da çok olumlu bir adım olarak değerlendirdim. Daha sonra sayın heyet üyelerinin soruları gerçekten bu davayı benim açımdan daha aydınlatıcı düzeyde ve yelpazeyi biraz daha genişleten bir çerçeve içindeydi. Sayın Özese, ki o sorularda biraz önce aktardığım gibi araya geniş bir zaman dilimi girdiğinden bütünlük bozuldu, yani bu yanı içimde bir çizgi sayın başkan doğrusunu isterseniz çünkü bir aya yayıldı benim savunmam. İlk gün söylediklerim doğal olarak üç hafta sonra soru olarak gelince ben ilk gün söylediklerimin delillerini burada daha doğrusu belgelerini de burada hazır etmemiştim yani ilk gün her şeyi söyledim diye ama sayın Özese’nin Ankara gazeteciliğini netleştirme soruları önemliydi ben de o an irticalen kendi değerlendir, o an akıl, ezberimde olanlar şeklinde söylemiştim. Özellikle Ankara gazetecileri devletten etkilenir zaman zaman onun gibi düşünmeye başlarsınız değerlendirme size mi ait demişti. Ben bunun kaynağını ilk gün söylemiştim. Sayın Özese’nin sorusunda kaynağını sadece aksiyon dergisi olabileceğini söyledim eki yoktu. İzlinizle bunu sayın Özese’ye iletmek istiyorum. Yada makamınıza başkana iletmek istiyorum. Bu 07.07.2008 tarihli Aksiyon Dergisinin Ankara gazeteciliği sorgulamasıydı ki orada sayın Özese’nin dikkatini çeken değerlendirme şu anda Star gazetesinin Ankara temsilcisi olan Şamil Tayyar arkadaşımıza aitti ve bu değerlendirmesi de yan tarafına bir çarpı işareti koydum. Üçüncü sayfada yer almakta ki gerçekten o sorgulamada sayın başkan Ankara gazetecileri burada uzatmak istemiyorum ama bu işin nasıl yapıldığını devlet kurumlarıyla nasıl ilişkiler kurduklarını, zaman zaman hangi böyle samimiyetlerle iç içe olmak durumunda kaldıklarını özellikle üçüncü sayfadan itibaren ayrıntılarıyla Şamil Tayyar, Murat Yetkin, Yasemin Çongar, ki uzun yıllar Ankara da gazetecilik yapmıştır. Enis Berberoğlu ve zaman gazetecisinin Ankara temsilcisi Mustafa Ünal ile konuşarak ilginç bir dosya yapmış aksiyon dergisi. Yine Özese’nin sorularında dikkatimi çeken siz Ankara da toplantılara katılıyorum dediniz çok en az yirmi demiştim ben. Çok var mıdır sayabilir misiniz demişti. Ben o gün koğuşa gittiğimde şöyle bir sayıyım dedim. İki yüz kadar sayabildim. Tabi burada tek tek sıralamayacağım hepsini sayın başkan ama sayın Özese’ ye de özellikle hani aydınlatıcı bilgi olarak vurgulamak isterim ki Ankara’da hani metre kareye dört toplantı düşüyor desem abartmış olmam. Sadece mülkiyeliler birliğinin dört salonu bu tür toplantılar için ayrılmış durumda. Daha sonra tekrar burada hem Ankara’dan gelenlerle konuşmalarım ışığında her otelde iki üç salon sadece bu tür toplantılar için ayrılan örneğin size de belki belki burada sizlerinde vardır Ankara da 1962 mezunu hukukçular bir grup oluştururlar. İçinde Hasan Fehmi Güneş’in, Ahmet Necdet Sezer’in olduğu bir gruptur o. Örneğin ODTÜ mezunları bu tür gruplarla buluştular, buluştular sonra derneğe çevirdiler. ODTÜ mezunları derneği haline getirdiler. Bu tür toplantılar onlarca demiştim ben ama şu anda yüzlerce diyebilirim. Biraz daha ayrıntısına inmeyeceğim. Yine Özese’nin sorusunda dikkatimi çeken hani bir grup göstermişti bana ben dahil olmadığımı söylemiştim. Tekrar altını çiziyorum yani internette vesaire de ki olunabilirdi, bence çağdaş bir iletişim aracı internet üzerinden gruplara katılmak orada haberleşmek ama bir başa çıkamayacağım için, iki internet dünyasına çok aşina olmadığım için hiçbir internet grubunun üyesi olmadım hiçbirinin ama tekrar altını çizmek istiyorum ki benim yazımın altında bile kendime ait değil. Cumhuriyet gazetesinin Ankara bürosuna ait bir site adresi bulunmaktadır. Sayın Haşıloğlu’nun sorularında da yine yelpaze biraz daha geniş oldu ki ben dijital verilerle ilgili değerlendirmelerimi iddia makamı sorduğunda aktarmıştım. Ne ölçüde delil olabileceğini ve nasıl oluştuğunu da aktarmıştım. Soruları Standard yanıt verdiğim için iddia makamının beni anlayışla karşılamasını diliyorum. Çünkü orada nasıl oluştuğu nasıl yapıldığı uzun aktardım. O yüzden hani biri şöyleydi öteki böyle değildi diyebileceğim bir nokta yoktu. Şimdi sayın Haşıloğlu’nun benim savunmamın bitmesinin sonrasında sayın Başaran’ın sorgusu sırasında vakıflarla ilgili değerlendirmeye ben kendi açımdan ayrıca sevindim. Çünkü aile olarak hani yanılmıyorsam üç yüz yıl demiştiniz üç yüz yılı aşkın bir aile vakfında olduğunu ve kendi üzerine düşen sorumluluğu da olabildiğince zamanı el verdiğince yerine getirdiğini söylemişti ki kendisi de çok iyi bileceğini tahmin ediyorum. Bir vakfın suç işlemesi çok zordur. Vakıflar yasası öyle bir şey ki sayın başkan sürekli denetime tabisiniz, en ufak bir kural dışına çıktığınızda bütün vakıf üyeleri altını çiziyorum ömür boyu bir daha hiçbir yere üye olamayacak bir cezalandırmayla görevden alınırlar. Böylesine katı bir sayın Haşıloğlu sanıyorum içindedir ve bunu böyle değerlendirecektir ki yasalar böyle. Biz Cumhuriyet vakfı da böyle bir vakıf. Ben vakıf senedini getirdim çünkü ayrıca da ilgilenildiği için. Bu bizim için çok kıymetli birinci baskısı, ilk baskısı ve Uğur Mumcu hayattayken, Uğur Mumcu’nun da yönetim kurulu üyesi olduğu bizim için çokta önemli olan vakıf senedinin az sayılmış, az basılmış sayılarından birini ben yine heyete vermek istiyorum Cumhuriyet vakfı. Bu vakıf ki temel amaçları belli gerçekten Türkiye Cumhuriyetinin temelleri üzerine kurulmuş bir vakıf. Ben bu vakfın isim hakkı Cumhuriyet gazetesi bu vakıfta olmak üzere çıkmakta. Böyle bir gazetenin iddianamenin tümünde birinci, ikinci, üçüncü iddianamede bir suç merkezi olarak gösterilmesini kesinlikle kabul etmediğimi edemediğimi ve bunu çok yadırgadığımı Türkiye’nin olağan günler yaşadığı darbe dönemlerinde bile gazetenin zaman zaman kapatıldığını, ama böyle bir suçlamayla hiçbir zaman karşı karşıya kalmadığını, ayrıca vurgulamak istiyorum. Yine sayın Haşıloğlu belgelerle ilgili ayrıca soru yöneltmişti ben savunmamın yazılı bölümünde Genelkurmay Başkanlığının mahkemeye gönderdiği belgelerle ilgili değerlendirmelerini paylaşmıştım. Ve sayın Haşıloğlu da bu belgelerin tümünü yazılarınızda, kitaplarınızda kullandınız mı demişti bende büyük bir bölümünü kullandım demiştim. Daha sonra rakama döktüm iddianamenin yazılı bölümünde de var. 45 Genelkurmay Başkanlığına gönderilen 45 yazılı belgenin, 45 belgenin ki kendilerince gizli belge diye değerlendirdikleri belgenin 43’ünü ben yazılar, kitaplarımda kullandığımı kanıtlayabilecek durumdayım. Yine yazılı savunmamın yazılı bölümünde tek tek sıraladım. Büyük bölümü İran, ardından Irak ve sonra Suriye kitabımda yer almak üzere hepsi orada bulunmakta. Tabi burada şu noktayı bir kez daha vurgulamak istiyorum. Biz bu belgeleri hala görmedik sayın başkan ve sizde görmediniz. Çünkü getirilmemiş dosyalarda yok, eklerinde yok. Ben nereden çıkardım sadece başlıklarından çıkarabildiklerim bunlar. Örneğin Irak coğrafi durum diyor ha diyorum evet ben bunu Irak kitabımda kullandım diye hatırlıyorum. Ama bir çoğu benim öteki belgeleri de görmediğim içinde değerlendirme yapmam gerçekten zor, ama şunu vurgulamak istiyorum belgelerle ilgili bunlar 2006 yılında benim hem gazete de dizi yazı olarak kullandığım, hem kitaplarımda kullandığım belgeler. Ama kişilerle ilgili kişilerin kendi hayatları yada kendi yapılarıyla ilgili bir belge, bir belgem olmadı benim. Bir söz vardır küçük insanlar, insanlarla, sıradan insanlar, olaylarla, büyük insanlar, davalarla uğraşır. Ben büyük insanım demiyorum ama şunu göğsümü gere gere ve açıkça söylüyorum ben küçük insan değilim. Hiçbir zaman ne yazılarımda ne kitaplarımda kişilerle uğraşmadım. Hepsi ortada, kitaplarımın içeriği hep olaylara davalar ana konulara ilişkindir. Bu konuda da hem verilerin delil değeri, hem belgelerle ilgili daha teknik bilgiyi avukatlarım aktaracaklar. Sayın başkan, ben savunmamı yaparken yine iddia makamının sayın Balbay sizden elde ettiğimiz veriler Özden Örnek günlüklerine ve Hilmi Özkök’ün ifadesine benzemektedir. Şu ortak yönler vardır diye başlayan sorusuna verdiğim yanıtta, bu soru bu davanın en kilit sorusudur. Şimdi burada eğer bir darbe yargılanıyorsa o zaman iddia makamının ortaya attığı Özden Örnek günlükleri, Hilmi Özkök ifadeleri bunun ortaya çıkarıcısı Mustafa Balbay’ın notları da tamamlayıcısıysa onlar nerde diye sormuştum. Ve sonrasında belki rastlantı yada belki süreç hızlandı kuvvet komutanları ifade verdiler ve Cumhuriyet savcılığından mahkemeye dahi sevk edilmeden serbest bırakıldılar. Oysa iddia makamının iddiası o ki bu iddialar bu davanın özünü oluşturuyor. Demek ki özüyle ilgili olarak ana kişilere sordular mahkemeye dahi sevk etmeye gerek görmeden serbest bıraktılar. Demek ki bu iddianın yapacak olan tarafı böyle bir durumda iddia makamına göre. Buna muhatap olan tarafı yani hükümetle ilgili durumu da sormuştum. Bir iki cümle o konuyu biraz daha netleştirmek istiyorum. Ben gazeteci olarak olup bitenleri topluma aktarmayı görev sayan ve bu mesleği de kutsal bir meslek olarak gören bir kişi olarak. Gördüğüm kimi rahatsızlıkları kimi olumsuzlukları topluma duyurmuşum ama o dönem bunlara muhatap olan hükümet ne yapmış. Acaba sormak gerekmez mi? Her şey bir yana daha çok delil elde etmek için, çünkü bir kişi bir şeye muhatap olduysa çağırılıp, nasıl oldun, ne hissettin, ne yaptın, nasıl geldiler yada ne yapacaklardı diye sormak gerekmez mi? Bu konuda iddia makamı şunu söyleyebilir ya sanıklar kendilerini kurtarmak yada kendilerini devre dışı bırakmak için bu tür iddiaları ortaya atıyor olabilirler. Hayır ben sadece medyaya yansıyan tarafıyla söylüyorum sayın başkan. bize geldi başbakana ilettim dedi. 2004 yılında geldi dedi. O dönem görevi neydi sayın Arınç’ın meclis başkanı. Mir Dengir Mehmet Fırat bana da geldi başbakana ilettim dedi. O zaman görevi neydi. AKP genel başkan yardımcısıydı. Hayati Yazıcı bana da geldi dedi, başbakana ilettim dedi. Binali Yıldırım bana da geldi başbakana ilettim dedi hatta Hayati Yazıcı dedi ki Mir Dengir Mehmet Fırat ile bana aynı gün mektup gelmiş dedi. Şimdi bir mektup arıyoruz, bu tür iddiaların ne ölçüde gerçekçi olup olmadığını arıyoruz. Acaba o gelen kişilere sormak gerekmez mi? Onlar ne yapmış sormak gerekmez mi? Ben 30 Kasımdan beri ki 14 Aralıkta bu soruyu sormuştum. Burada 30 Kasımda çıkan bu haber hala yalanlanmadı. Amerikanın o dönem Ankara büyükelçisi sayın Erik Edelman diyor ki, Ayışığı, Sarıkız ve Yakamoz darbe planlarının yapıldığı dönemlerde ABD’nin Ankara büyükelçisi olan Edelman AK parti liderliğine yakın isimler iki ayrı dönemde bu kaygılarını bana iletti diyor. Şimdi burada iddia makamı şunu da söyleyebilir biz doğrudan bu işe maruz kalan daha doğrusu bu işi yapacak olanla ilgiliyiz diyebilir. Peki bu durumda çok farklı bir şekilde bi olayın iki tarafını anımsatmak istiyorum. Cumhuriyet gazetesi 6 Mayıs 2006, 9 ve 10 Mayısta el bombası atılmak istendi ve Cumhuriyet gazetesi bu davaya müdahil ne olarak müdahil mağdur olarak. Biz bu olayın ortaya çıkartılmasını istiyoruz. Şu anda ben bu gazetenin yani Ankara temsilcisiyim hem mağdurum saldırıya uğramışım, üstelikte böyle bir örgütün üyesi olmakla suçlanıyorum. Bu kara mizahı bir tarafa bırakıyorum. Ama demek ki iddia makamının ve sizlerde bu müdahilliği kabul ettiniz. En az bunun kadar bence Türkiye’nin iç barışı açısından daha önemli bir durum var. Sayın Ali Balkız, sayın Kazım Genç ki Ali Balkız Ankara’dan tanırım hukukum da vardır, dostluğum da vardır. Kimsenin başına bir şey gelmesini istemem ama onlarla ilgili bir iddia atıldı ortaya, ne yapıldı. İddia makamı gitti böyle böyle bir şey var ne diyorsunuz dedi. Bende o iddiaların ortaya çıkartılmasından yanayım. Ben sürekli yazılarımda da vurguladım. Nereden gelirse gelsin, hedefi ne olursa olsun, terörün her türlüsüne hayır. Bu bağlamda hiçbir haklılığı yada hiçbir anlatılır yanı olamaz. Ama böyle bir iddia varsa da ben Türkiye’nin çimentosu saydığım ve gerçekten bu ülke için hem kültürel çağdaşlaşma yolunda ilerlemesinde, hem bu ülkenin ortak mayasında en önemli unsur olarak saydığım aleviler ile ilgi böyle bir ayrıştırma yada onları tedirgin edici böyle bir durum karşısında bende onlar kadar üzgünüm. Ama sayın Balkız ve sayın Genç ve iddia makamı dedi ki, sizde bu davaya müdahil olun, olayın ortaya çıkartılmasını sağlayın, bunu yapan sayın iddia makamı ki bu iddia iddia makamına göre olayın özü değil. Asıl özüyle ilgili olarak ne yaptı? Onlarla ilgili hiçbir şey yapmazken o dönemi aydınlatmaya çalışan bir gazeteciyle ilgili böylesine ağır bir suçlama reva mıdır? Ki ben o dönem gazeteci olarak uzun uzun anlattım ki bir iki tekrar geri dönmem gerekecek dünkü Genelkurmay başkanının açıklamasından sonra gazetecilik görevinden başka hiçbir şey yapmadığım bence hem iddia makamının hem de heyet üyelerinin sorularıyla da bence ortaya çıktı, ki soruların tümü meslek üzerineydi. Başlık nasıl atılır, haber hangi çerçevede geldi, belgesi var mıydı, bunlar hep gerçekten gazetecilik mesleğinin unsurlarıydı. Şimdi ben burada iddia makamının eğer gerçekten samimiyse gerçekten darbeyi bu iddianın özü olarak ortaya koyuyorsa ben sorumu yineliyorum. Bir yapanlarla ilgili ne yaptı, mağdur olanlarıyla ilgili, hedef olanlarıyla ilgili ne yaptı. Ve hedef olanlar bir suçu birebir gördüğü halde, bildiği halde iletmemek gereğini yapmamak suç değil midir? Bunun bu Mustafa Balbay’ın iddiası değil. Şu anda medyaya yansımış ve yalanlanmamış beş iddia var. Hiçbirine mi kıymet vermiyor iddia makamı? Amerikanın Ankara büyükelçisi, eski meclis başkanı, iki tane bakan ve bir AKP’nin o dönem genel başkan yardımcısı. Acaba sorsalar mektuptan söz ediyorlar bildiklerini anlatsalar. O dönem daha açık daha net ortaya çıkmaz mı? Eğer bunu yapmıyorlarsa ne ölçüde samimidir. Bunu da sizin taktirinize bırakıyorum. Şimdi burada benimle ilgili olarak ortaya atılan iddiaların ve onların delillendirme biçiminin ayrıntılarına girmeyeceğim ama son gün bir iki cümleyle altını çizmek isterdim bu iletişim teknolojilerinin nasıl geliştiği ortada, burada iletişimle ilgili, bilgisayar teknolojisiyle ilgili herkes bu işin nelere bu konuda nelerin yapılabildiğini çok benden çok daha iyi ortaya koyuyorlar. Bütün bunlar bir yana hakkım, benim hakkında delil oluşturabilmek için Cumhuriyet gazetesinin Ankara bürosunun bütün telefonlarının da kullanıldığını bir kez daha anımsatmak isterim. Bütün telefonlar kullanılmış. Ve o telefonların tümü benim hesabıma yazılmış. Ve oralardan suç üretilmeye çalışılmış. Sayın başkan, sayın üyeler, her iki hem sayın Özese’nin, hem sayın Haşıloğlu’nun ortak sorularından biri benim genç subaylar tedirgin haberimle ilgiliydi dün akşam saat 18:30 sıralarında duruşma bitti, koğuşumuza döndük, haberleri açtım. Sesi yükselttim, bütün samimiyetimle söylüyorum bir, bir ses bağırıyor rahatsızız kim rahatsız diye sordum Genelkurmay başkanı rahatsızmış. Gerçekten bunu bir tiyatral olarak anlatmıyorum. Koğuşta birlikte kaldığım kişiler tanığım. Şimdi burada tabi aklımda tabi yıllar geçmiş bugün her şey geçti. Ama tabi haberin ayrıntılarını izledim eminim sizde dün akşam, sabah haberlerde ve bugün bütün gazetelerde manşet, en rekor sabah gazetesinde rahatsızız. Niçin rahatsız, kim rahatsız? Genelkurmay başkanı, neden rahatsız? Türk Silahlı Kuvvetlerine yönelik bir saldırıda, yönelik şu anda asimetrik olarak algılanan değerlendirilen bir dizi saldırıdan rahatsız. Nereden rahatsız yargıdaki kimi uygulamalardan rahatsız bunları Genelkurmay başkanı dün Türkiye Cumhuriyeti tarihinde geçmişte kaç defa olmuştur bilmiyorum bir Genelkurmay başkanı Karadeniz de bir savaş gemisinden bu ülkeyle ilgili değerlendirmeler yapıyor ve rahatsızız diyor. Ve şimdi burada haberin ayrıntılarına girmek istemiyorum ama bu merkezde söylemiş, söylüyor. Ve diyor ki ben bu rahatsızlığımı ilgili makamlara ilettim diyor Genelkurmay başkanı, bir Genelkurmay başkanı ilgili makam olarak nereye iletebilir? Meteoroloji olamaz, tapu kadastro genel müdürlüğü de olamaz, konumu gereği ya cumhurbaşkanına iletti ya başbakana iletti. Peki iddia makamının bana yönelik olarak en ağır suçlamalardan birini yönelttiği genç subaylar tedirgin haberinde Mustafa Balbay ne demiş? Genelkurmay başkanı başbakana rahatsızlıklarını iletti demiş. Bu kadar olur sayın başkan yani hani dilesem ya nasıl anlatabilirim diye düşünsem ancak böyle bir şey olabilirdi. Keşke bugün Türkiye de bütün kurumlar kendi işlevinde, kendi rayında olsaydı ben size bu o dönemki haberciliği anlatmakta güçlük çekseydim deseydim ki sayın başkan bu gün yasama, yargı, yürütme Türkiye’deki parlamenter sistemin üç sacayağı yerine oturmuş durumda her şey tıkır tıkır işliyor ekonomi reklamında olduğu gibi, ama işte geçmişte tıkır tıkır değildi diye anlatmak durumunda kalsam ama bugünkü tablo ortada sayın başkan. Bu Türkiye’nin gerçeği, bugün bütün gazeteciler şu anda bütün gazetelerin birinci sayfasında, rahatsızız sözü. Şimdi onlar iddia makamının değerlendirmesine göre kaos ortamı mı oluşturdular. Onlar şu anda Türkiye de bir ortam mı yaratmaya çalışıyorlar? Hayır bir durumu veriyorlar. Ben görevimi yapıyor olsaydım belki de neler iletildi merak edecektim. Belki de bir şekilde şunlarda iletildi diye haber yapacaktık. Şimdi burada yine o haber öylesine yine iddianamede ve kamuoyuna yansıyan şekilliyle öylesine bir havada sunuldu ki hiçbir şey yok Balbay bir haber üretti ve orada işte genç subaylardan mektuplar gitti, buda onun parçası, Balbay mektupları yazdı hiç ilgisi yok sayın başkan. Haberin, haberin girişi içinin özetidir. Sabrınızı zorlamak istemiyorum ama çok önemli olduğu için ve bugünkü neredeyse tarihleri değiştirsek bu günkü habere de çok benzediği için sadece girişini paylaşmak istiyorum. Genelkurmay başkanı orgeneral Hilmi Özkök uzun bir aradan sonra görüştüğü başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a TSK’nın AKP hükümetinin kimi uygulamalarından duyduğu rahatsızlıkları kapsamlı bir şekilde iletti. Özkök duyulan rahatsızlığın, özellikle genç subaylarımız arasında bir tedirginlik var 19 Mayısa ilişkin açıklamalar ve gerçekten hani 19 Mayıs gençlik bayramı birazda o göndermeyeydi o açıklamalar. AB yasalarının içine konan kimi maddeler rahatsızlık yaratıyor sözleriyle dile getirdi. Orduyu AB karşıtı gibi gösterip yıpratma çalışmaları olduğunu, bazı AKP’lilerin de bunlara cesaretlendirdiğini vurgulayan Özkök, MGK genel sekreteri Kılınç’ın değerlendirmelerinin TSK’nin da paylaştığını söyledi. Ve bu giriş doğrultusunda haber ki size de ilettim ben heyete de verdim bu haberi haber bu şekilde devam ediyor. Burada ne mektup var, ne iddia edilen öteki bağlantılar, en ufak bir ilinti var. Ve maalesef aratan altı yıl geçmiş olmasına rağmen Türkiye bu gerçeklerle yine yüzyüze. Sayın başkan kaderin cilvesine bakın ki o günkü yani 23 Şubat 2003’deki bu haber manşetten girmiş ikinci haberde şu, ikinci haberi okuyorum o günkü ikinci haber. Yargıtay başkanı Eraslan Özkaya bazı hükümler yürürlükten kalkmazsa bunun vebalinin siyasiler üzerinde kalacağını vurguladı yargı bağımsız değil dedi. O günkü haber. Maalesef ben zaten hep bunu söylerim. Gazetecilik, Türkiye de gazetecilik zaman zaman insan emeğinin en çok tekrar edildiği alanlardan biridir çünkü sorunlar birbirine çok benziyor. Dün Genelkurmay başkanının yaptığı bu açıklamanın biraz önce söylediğim gibi keşke ben tekrar bunları burada aktarmak durumunda kalmış olmasaydım, ama bir gerçeği evet Genelkurmay başkanının nasıl yok evet aman şeye.”
Mahkeme Başkanı:” Toparlarsanız da bu çatı yıkılmadan bitirebiliriz.”