Sanık Mustafa Levent Göktaş söz istedi, verildi:” Sayın başkanım, sayın mahkeme üyeleri, sabah vermiş olduğum iki dilekçeyle ilgili beyanlarımı, taleplerimi tekrar ediyorum. Bunun dışında sayın Birol Başaran’ın kendisi ve avukatları dijital medya inceleme raporları hakkında bizi aydınlatıcı bilgiler verdiler ancak ben kendimle ilgili bir hususu belirtmek istiyorum. Yarın bir sorun çıkmasın diye. Sayın savcılar CMK 63’den faydalanmak suretiyle dijital medyaların hepsini inceletme yapmışlar ve bu incelemelerden bir sonuç çıkartıp bunları ek dosyalara koymuşlar. Benim dijital medya inceleme raporumda şöyle bir konu var 1. delilde onu açıklamak istiyorum. Avukat Fatma Kara’nın odasında el konulan bilgisayarda yapılan incelemede beş adet PDF uzantılı belgenin şifreli olduğu şifre çözme işlemi bittiğinde ayrıca bilgi verilecektir denmektedir. Şimdi malumunuz CD’ler DVD’ler bilgisayarlar kesinlikle kopyaları çıkartılmadan kopyalarından Hash’leri alınmadan ve müdafiine ve şüpheliye bir örneği verilmeden alıp polis tarafından alıkonuldu. Tabi biz yarın bir gün bir sorun çıkmasın ben şifreyi açtım içinden başka bir şey çıktı denmemesi için mutlaka tabi kötü bir şey yapacaklarına inanmıyorum ama sehven de yapmış olabilirler bir şey çıkartabilirler. Bu nedenle bilgisayarları alır almaz biz sulh hukuk mahkemesinden bilgisayarların incelenmesini ve PDF açılmayan PDF’lerin ne olduğunun ortaya çıkartılmasını istedik. Normal bir bilgisayar kullanıcısı sayın başkanım normal bir bilgisayar kullanıcısı bu beş tane PDF belgeye baktığında bu beş PDF belgenin adobe firması tarafından kendi ürününü şifrelemek için yaptığını anlar zaten. yani iyi bir bilgisayarcı uzman bir bilgisayarcı kullanılan bilirkişi olarak kullanılan bir bilgisayarcının buna baktığı zaman ha bunlar hakikatten şey belgesi adobenin belgesi bunlar şifreli. Bunlar adobenin kendi şifresi ben bunu zaten açamam bu zaten ürünü korumak için yapılmış ürünü koruma maksatlı bir şifre olduğunu bilir. Yani o kadar kötü bir uzman kullanılmış ki yada bilmeyen bir uzman kullanılmış ki bunu dahi anlayamıyor. Biz tabi bunun raporunu aldık müsaade ederseniz hemen bir cümledir. Beş dakika sürecek zaten. Okumak istiyorum. Birçok antivirüs programı adobe reader 6 yada acrobat 6 ile yüklenen şifrelenmiş bazı PDF dosyalarını potansiyel tehdit olarak algılamaktadır. Bu dosyalar aşağıdakiler gibidir deyip benim o bilgisayarda çıkan beş adet belgenin PDF belgenin isimleri burada yazılı. Antivirüs programının bu dosyaları tehdit olarak algılamasının nedeni bu dosyaların şifreli olması ve bu nedenle antivirüs programı tarafından taranamamasıdır. Bu dosyalar acrobat ve reader ürünlerinin dahili parçalarıdır. Bu dosyalar ve şifrelerin yazılımı geliştiren şirket tarafından oluşturulmuştur yani bizimle bir ilgisi yok. Bilgisayarın içerisindeki bu PDF dosyalarının tamamı acrobat firmasıyla ilgilidir. Ben bunu söyleyim kayıtlara girsin istedim çünkü malumunuz Türk Silahlı Kuvvetlerini karalamak maksadıyla efendim Levent Bektaş’ın CD’sinden 8 ay sonra Kafes planı çıktı, yok efendim Poyrazköy çıktı deyip bir takım şeyler çıkartmasınlar içinden. Bunu söylemek zorunda kendimi hissettim. Müsaade ederseniz sayın mahkemenizde uygun görürse sayın başkanım Bekir Peker, İsa Akyüz, Mustafa Katırcı, Hüseyin Akdoğan isimli uzman olarak kullanılan bu bilgisayarcı olarak uzman olarak kullanılan bilirkişilerin emniyet müdürlüğünde çalışan polis yada memur olup olmadıklarının Cumhuriyet savcılığından sorulmasına karar verilmesini talep ediyorum. Neden talep ediyorum şunun için malumunuz Yargıtay da kararlarında bilirkişinin tarafsız olmasının, tarafsız olmasının önemini vurgulayarak müdahil idareye bağlı kişilerce düzenlenen raporlara dayanarak hüküm kurulmasının hukuka aykırı olduğunu belirtmiştir. 11. Ceza dairesinin bu konuda kararı mevcuttur bunları sayın mahkemenize sunacağım sayın başkanım. Bu birinci talebim müsaade ederseniz ikinci bir konuya daha çok kısa değineceğim. Biz TİB’den kayıtları aldık sayın başkanım sayın mahkemenizin sayesinde TİB’den kayıtlar geldi. TİB kayıtlarını inceledik. İddianamede yazılan mevcut telefon kayıtlarının hepsi yanlış, yani rakamların hepsi yanlış abartılmış şişirilmiş. Örneğin 581. sayfasında Levent Bektaş ile olan görüşme sayımı toplam 304 yazmışlar TİB’den geldi rakamlar 120 mesela çok yakın arkadaşım benim ben yakın arkadaşım olmadığını söylemiyorum ama 304 yazılmış abartılarak 120 tane, örneğin Koçero Soliçi ile görüşme 14 kez yazılmış 5 kez görüşülmüş ve 5 görüşmenin toplamı 4,5 dakika. Örneğin 581 ve 585. sayfada Sinan Aygün’e ait telefonlar ile Mustafa Levent Göktaş’a ait 0533 ve 505 367 59 50 bunu özellikle söylüyorum şimdi arz edeceğim, nolu telefonlarla 15 kez mesajlaşma tespit edilmiştir denmiş böyle bir mesaj tespiti yok TİB’den gelen kayıtta da böyle bir mesaj olmadığı, mesajlaşma olmadığı yazılı. Şimdi 505’li telefona gelmek istiyorum, müsaade ederseniz çok kısa sayın başkanım 505’li telefonun ben kime ait olduğunu sordum bu telefon benim değil. Bu telefon benim eşimin telefonu bunu özellikle yazmışlar oraya yazma sebepleri de eşim hakim olduğu için birinci derece 28 bin sicilli hakim. 28168 sicili yani 26 yıllık hakim. Birinci sınıf hakimlerin telefonlarının nasıl dinleneceği, nasıl kayda alınacağı, nasıl kayıtlarının çıkartılacağı kanunlarla bellidir. Bunu benim üzerime yazmak suretiyle eşimin telefon kayıtlarına da ulaşmışlar. Önemli değil sehven yapıldığını düşünüyorum ben Cumhuriyet savcısının bir hakim hakkında böyle bir şey yapacağını kesinlikle düşünmüyorum kesinlikle düşünmüyorum sehven yapıldığını düşünüyorum. Müsaade ederseniz sayın mahkemeniz bu telefon kaydının, bu telefonun bir kaydı yok. Herhangi bir şey de yapılmış değil ama bu telefonun iddianameden sizin tarafınızdan dikkate alınmamasını talep ediyorum. 0 505 367 59 50 TİB’deki kayıt elimde sayın başkanım. Burada Nesrin Göktaş’a ait olduğu yani eşime ait olduğu Yargıtay hakimi olduğu yazılı zaten kendisinin. Saygılarımla arz ederim.”
Sanık Mustafa Koç söz istedi, verildi:”Sayın başkanım, sayın üye hakimler, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum çok zamanınızı almadan bir 10-12 dakika içerisinde ifade etmek istediğim hususları arz ediyorum. Bir düşünür hukukçu ve yazar Elivisen, adaletsizliği engelleyecek gücünüzün olmadığı zamanlar olabilir. Fakat itiraz etmeyi beceremediğiniz bir zaman asla olmamalı diyor. Maalesef aylardır adaletsizliği engelleyecek gücümün olmadığı zamanları yaşıyorum. Çünkü maalesef aylardır soruşturma makamları adaleti tesis ve tecelli ettirmek için kendilerini veren yargısal gücü başka maksatlarla veya özensiz kullanmaktadırlar. Savunmaların başladığı günden beri savunmasını yapan her üç sanıkta zatıalinize sahte imzalardan, sahte belgelerden söz ediyorlar bunları burada size gösteriyorlar. CMK’nun tümüyle uyulmayan hükümlerinden bahsediyorlar. Kes yapıştır yöntemiyle özensizce birleştirilmiş, kopyalanmış, yazılmış belgelerden bahsediyorlar. Kırılan CD’lerden bahsediyorlar. Düşününüz bir sanık delil karartmasın diye tutuklanıyor fakat o delil delili muhafaza etmekle sorumlu makamlarca kırılıyor. İnsan neye güveneceğini şaşırıyor sayın başkanım. Her şeye rağmen yüce heyetinizin hakim sağ duyusuna inanarak ve güvenerek adalet arayışımı ve itiraz etme becerimi göstermeye devam etmeyi düşünüyorum. Dava başladıktan aylar sonra mahkemeye gönderilen bir yazıdan anlıyoruz ki aylardır maruz kaldığım bütün bu zulüm bir polis müdürünün haddini aşarak kendini savcılarımızın hatta hakimlerimizin yerine koyarak ileri sürdüğü bir istihbarat dedikodusuna dayanıyor. Zira bu polis müdürü hiçbir somut delile dayanmaksızın sözde Cumhuriyet çalışma grubunun Aralık 2003’te Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı Plan Koordinasyon Ve Güvenlik Daire Başkanlığı bünyesindeki istihbarat yönetim şubesinde kurulduğunu ve bunun Türkiye genelindeki sorumlusunun tutuksuz sanık olarak yargılanan o dönemdeki daire başkanı albay Cihandar Hasanhanoğlu olduğunu ileri sürmektedir. Polis müdürünün bu iddiasını hiçbir somut delile dayanmıyor. Bu nedenle ithamın da ötesinde iftiradır bu. Keza iddianamenin bir yerinde bu sözde Cumhuriyet çalışma grubunun 23 Mayıs 2003’de Cumhuriyet gazetesine genç subaylar tedirgin manşeti attırdığı söyleniyor. Sayın Balbay bundan sorgulandı burada. 23 Mayıs 2003’de ne ben genel komutanlık karargahındayım, nede istihbarat yönetim şubesi diye bir şube var ben doğrudan Genelkurmay Başkanlığına bağlı olarak harp akademileri ikinci sınıfında öğrenci subayım Mayıs 2003’de. Yani aynı iddianamede Mayıs 2003’den önce Cumhuriyet çalışma grubunun mevcut olduğu söyleniyor. Sonra da deniyor ki Aralık 2003’de jandarmada kuruldu deniyor. Yine sayın Balbay’a çapraz sorgusunda soruldu bu Cumhuriyet çalışma grubunun Genelkurmay harekat Başkanlığına bağlı olarak kurulduğu soruluyor. Yani bu menem bir çalışma grubudur. Bütün bunların bu bilgi kirliliğinin yüce heyetinizin vicdanında bir anlamı olmalıdır. Çünkü soruşturma makamlarının görevi adeta zatıalinize yüce heyetinize talimat verir gibi bu sözde çalışma grubu şu tarihte şurada kurulmuş demek midir? Yoksa yüce heyetinizin kuşkuya yer bırakmayacak bir şekilde doğrudan ve dolaysız olarak bu yargıya götürecek delilleri ortaya koymak mıdır? Delil dediğimiz şey nihayetinde bir suç fiiline doğrudan dolaysız götüren suç fiilinin sanık tarafından işlendiğini kuşkuya yer bırakmayacak şekilde gösteren şeyler değil midir? Bütün hukuk kitapları bunu böyle yazıyor. Bu CD’lerde örneğin sözde Cumhuriyet çalışma grubunun başka bir şubede kurulduğu söylenseydi veya bu polis müdürü böyle bir iddiada bulunsaydı o şube müdürü mü burada tutuklu olacaktı? Veya bu CD’lerde biri de başka bir CD yapsa dese ki bu İstanbul Emniyet Müdürlüğünün istihbarat şubesinde kurulmuştur o zaman ne yapılacak. Türk yargısının 2009 yılında ulaştığı delil kavramı ispat mükellefiyeti, iddia anlayışı olamaz olmamalıdır. Bu soruşturma kapsamında başından beri akla zarar tutarsızlıklar, çelişkiler, hukuksuzluklar yaşıyoruz. Bunları eminim ömrünü adalete adamış yirmi yıllık kırk yıllık hakim olarak zatıaliniz ve yüce heyet üyeleri fark ediyordur. Fakat bu tutarsızlıklara çelişkilere zorlamalara vereceğiniz cevapları ertelemeyiniz. Çünkü siz erteledikçe bu zulüm devam etmekte ve etkileri derinleşmektedir. Başından beri kimseye hard diskinin kopyası verilmemiş. Burada bakın bir sürü sanık var sorunuz. Kimseye CD’sinin kopyası verilmemiş. Bu iyi niyetle izah edilebilir mi? İşte anlatıyor insanlar bilgisayarcı bende burada öğreniyorum. Halbuki adamın hard diskinin kopyası alınsa orijinali şurada saklansa bir suretini polis jandarma efendim savcılık soruşturmasında kullansa bir sureti de şahsın elinde dursa kim itiraz edebilir sayın başkan. Yani bu soruşturmayı yapanlar devletten bunun için efendim maaş alanlar makam alanlar bunu bilmemeleri mümkün mü? O zaman bir takım zanlılar sükun ediyor yani yargı bu hataları bilmediğinden yapamaz kimseye cehalet isnat edemem ben. Ama keşke öyle olsa dedittirecek de zanlar var. Şimdi bütün bunlar bir kenarda duruyor. Zatıalinizin ileride vereceği kararı ben gün gibi biliyorum. Ama sürekli erteliyorsunuz tabi yargılama belki öyle gerektiriyor diye fakat bir tarafta bir polis müdürünün mesnetsiz bir istihbarat dedikodusuna dayalı yazısı var lafı var. Öbür tarafta Genelkurmay Başkanlığı diyor ki bunlar askeri belge değildir. Kayıtlarımızda rastlanmamıştır diyor. Bunlar askeri bilgisayarların özelliği değiştirerek yapılmıştır diyor. Askeri yazışma teknikleri taklit edilerek yapılmış bunu Genelkurmay Başkanlığı söylüyor sayın başkanım. Dönemin Genelkurmay Başkanı diyor ki ben Cumhuriyet çalışma grubu diye bir şey duymadım diyor. Jandarma Genel Komutanlığı diyor ki bizim bünyemizde böyle bir çalışma grubu tesis edilmemiştir diyor. Kuvvet komutanlarının ifadeleri alındı, basına da yansıdı burada avukatlarıyla da görüştüm onlar da aynı şeyi söylüyorlar. Bu davanın tüm sanıkları birbiriyle görüşmeden tanışmadan etmeden hepsi aynı şeyi söylüyorlar. Bir tane çatlak ses yok çünkü olamaz. Bir çatlak ses çıkarsa o Ümit Sayın sesi olur bundan sonra, ben başka türlü bir şeyi kimse bana kabul ettiremez. Çünkü sizi bakın temin ederim başkanım kimse bana böyle bir rezilliği yaptıramaz. Yapmam. Ya ben aklımı peynir ekmekle mi yedim. Ben bu teşkilata kırk yılımı vermişim. 21 senedir birinci sırada bir subayım ben niye böyle aptalca bir şey yapayım. Bana biri bunu yaptırırsa zorla emirle bilmem neyle onu koruyacakta değilim şimdi arz edeceğim size. Böyle rezillik olmaz ki senin istikbalini mahvederim komutanlarını satmazsan çizgisine geliyor. Böyle bir şey olmaz ki başkanım delil lazım, hukuk lazım. Çok kısa olarak dikkatinize sunmak istediğim bir başka husus daha var. Ekim 2003’den Ağustos 2004 tarihine kadar devam eden 9 aylık bir emir komuta ilişkim var. Benim Şener Eruygur paşamla onun altındaki Hakkı Kılıç korgeneralimle, onun altındaki Levent Ersöz tuğgeneralimle ve onun altındaki Cihandar Hasanhanoğlu albayımla, benim bu ilişkim nasıl başlamış 2003’de devlet beni bu kadroya tayin etmiş. Gitmem deme şansım yok. Ve Ağustos 2004’de de yine bir tayinle bu ilişki bitmiş. Ondan sonrası yok bu ilişkinin. Bunun ne anlama geldiğini arz etmeye çalışacağım. Bu ilişki örgütsel irtibat olarak nitelendirilebilir mi bir subayı alacaksın bir kadroya tayin edeceksin komutanlarının emrine sonra da diyeceksin ki gel sen onlarla aynı örgüttesin. Ağustos 2004’ten sonra ne var iki defa Levent Ersöz ile iki defa Atilla Uğur ile beş yılda sayın başkanım 60 ay 1825 gün eder. Beş yılda iki defa Levent Ersöz ile iki defa Atilla Uğur ile görüşmüşüm. Savcılıkta bana sorulan bu. Benim temadi eden suçum buymuş. Hiç hatırlamıyorum sonra geldi deliller baktık falan Levent Ersöz paşamla 2005 yılında hiç görüşmemişim. Bakın o Ağustos 2004’de Bilecik tugayına tayin olmuş ben aynı görevde devam ediyorum. 2004’de hiç görüşmemişim. 2005 yılında hiç görüşmemişim, 2006 yılında hiç görüşmemişim, 2007 yılında hiç görüşmemişim, 2008 yılında iki tane görüşmem var. Biri 23 Mayısta, biri de 15 Haziranda. 16 Mayıs 2008’de rahmetli babacığım ağır bir hastalıkla GATA’ya kaldırıldı, 15 Haziranda da vefat etti. Yoğun bakımda kaldı şu oldu bu oldu falan 16 Mayısta babam hastaneye kaldırıldıktan sonra bir emekli general olan Levent Ersöz paşam bunu herhalde 23 Mayısta öğrenmiş olacak ki geçmiş olsun ne var ne yok diye beni aradı. 15’inde de babamın öldüğünü duymuş aradı. Bu şimdi benim Levent Ersöz ile örgütsel irtibatım oluyor. Ve kendi kendime de şaşırdım. Yani beş yılda bir eski komutanı iki kere aramakla hata etmişim diyorum. Hasan Atilla Uğur ile 2004 de görüşmem yok, 2005 de görüşmem yok, 2006’nın ramazan bayramına tekabül ediyor 8 saniye süren bir görüşme, öteki de bir personel Tunceli’deyim ben o zaman, Tunceli’ye eskiden Atilla albay ile çalışmış bir personel geçici görevli gelmiş sözü edilmiş 20 küsur saniyelik bir görüşme de o. Ondan sonra 2007 yılında Atilla Uğur ile yine bir görüşmem yok, 2008 de yine bir görüşmem yok. Şimdi bu Atilla Uğur albayım ve Levent Ersöz paşam ne bileyim hani bir millete düşmanlık olarak zikretmiyorum ama ermeni ordusunun, yunan ordusunun subayları mı ki benim bunlarla görüşmem örgütsel irtibat olsun. Görüşmemek vefasızlık bence. Bu iddianamenin mantığına göre bir subayın geçmişte çalıştığı komutanları ve beraber çalıştığı üstleriyle birkaç defa görüşmesi üstelik haklarında hiçbir soruşturmanın yapılmadığı bir dönemde görüşmesi örgüt üyeliği için yetiyor. Şimdi zatıalinizin karşısında hukuka aykırılıkları ortaya koymaya gerçekten ar ediyorum. Yani tereciye tere satmak gibi oluyor. Hakimlerimiz de yıllarını bu işe vermiş. Savcılarımız öyle burada tecrübeli avukatlarımız var. Ama hukuku kanunu bir kenara bırakalım mevzuat tam aksisini söylüyor. Haddim olmayarak anımsatmak zorundayım. Türk hukukunda diyor iştirakin varlığı için bir suçun icrasına başlanması, suçun bütün şerikler için aynı olması, iştirak iradesi ve hareketlerinin illi değer taşıması aranırken aynı unsurların örgüte üye olmak yada terör eylemlerine iştirakte de aranması gerekmektedir diyor. Terör örgütü basit bir birleşme ile meydana gelmemektedir diyor. Terörle mücadele kanununun 7. maddesinde bir örgütün hangi şartlar altında terör örgütü olacağı açıklanıyor ama oraya girmeyim zaman kazanmak için. Kanundaki bu tanıma ek olarak Yargıtay’ımızın da ilke değerinde önemli bir kararında örgütün ana unsurları sıralanıyor. Arz etmek durumundayım. Diyor ki, iki yada daha çok kişi olacak, tamam. Bu kişiler birden fazla suçu işlemek için anlaşacak ve birleşecek. Bu anlaşma ve birleşme ilişkisi sürekli olacak, üyeler arasında hiyerarşik bir ilişki olacak ve üyeler arasında örgütlenme ve işbölümü bulunacaktır diyor. Yazılı olarak da vereceğim. Hangi Yargıtay kararı numarası olduğu altında yazılı. Aynı şekilde basit bir teşvik Türk hukukunda suç olarak düzenlenmemiştir. Şimdi bu açıklamalar ışığında bu Yargıtay kararı ve terörle mücadele kanununun 7. maddesi ışığında hakkımdaki iddiaları bir değerlendirelim. Her iki iddianame ve ekleri incelendiğinde birlikte yargılandığım sanıklardan herhangi biriyle suç işlemek için anlaştığım yada birleştiğim anlamına gelebilecek tek bir delil beyan hatta iddia bile yok. Yani benim işte Cihandar albayla, Atilla albayla, Levent Ersöz paşamla bir suç işlemek için birleştiğimi filan iddia eden de yok. Diğerine gelelim. Bir atama emriyle başlayan ve ondan sonraki atama emriyle sona eren ve hepi topu 9 ay kadar süreyle emrinde çalıştığım komutanlarımla olan askeri emir komuta ilişkisi yada bu askeri emir komuta ilişkisinin sona ermesinden sonra bu beş yılda yapılmış dört tane telefon görüşmesi mevcut olmayan anlaşma ve birleşme ilişkisinin sürekliliği olarak nitelendirilebilir mi? Bir ordunun mensupları arasında askeri mevzuatın ön gördüğü ast üst ve amir mahiyet ilişkisi bir yasa dışı örgütün üyeleri arasındaki hiyerarşi olarak nitelendirilebilir mi? O zaman Ergenekon örgütü sözde filan demesinler Türk Silahlı Kuvvetleri örgütü desinler ben hiç inkar etmem. Çünkü bir üyesiyim emirlerine itaat etmek zorunda olduğum komutanlarım var benim emirlerime itaat etmek zorunda olan astlarım var. Jandarma genel komutanlığı karargahındaki askeri teşkilat yapısı ve çalışma esasları iddia edilen terör örgütünün örgütlenmesi ve işbölümü olarak da nitelendirilemez. Dolayısıyla bu Yargıtay kararında arz ettiğim o beş fıkradan sadece iki yada daha çok kişi olacak kısmı hariç diğer dördü yoksa bende bana örgüt üyesi denilmemesi lazım evet polis böyle iddia edebilir savcı böyle iddia edebilir ama zatıaliniz yüce heyetiniz benim hakkımda sizin önünüze konulan iddianameyi ve onun eklerini bu mantıkla bir incelemesi gerekmez mi efendim? Sonuç olarak yüce heyetinizden 11 ayı aşkın bir süredir devam eden bu zulmün devamına karar vermeden önce şu ek klasörlerin benim ve Cihandar albayımla ilgili olan 36,37,38 nolu klasörlerin bir bakmanızı istirham ediyorum, yani şu talebimi reddetmeden önce bundan öncekileri ettiğiniz gibi bunlara lütfen bir bakınız burada bana ve sözde Cumhuriyet çalışma grubuna atfedilen bir tek slaytta bırakın imzamı adımı dahi bulamazsınız. Bir takım slaytlar var ne adım var, ne imzam var, ne benim yapımdan benim tarafımdan yapıldığını gösterebilecek bir şey var. Biri diyor ki bunları Cumhuriyet çalışma grubu yapmış Cumhuriyet çalışma grubu da senin başında olduğun şubedeymiş e bunları sen yapmışsın. Ben bunları yapmadığımı nasıl ispatlayabilirim başkanım. Lütfen bir bakın eğer adım varsa ıslak imza, kuru imza filan da demiyorum o slaytlarda bir yerde benden bahsediliyorsa kabul edeyim ya. Bütün endişem şu, bu kadar insan ve evrak kalabalığı içinde kaybolup gidiyoruz. Şimdi bir karargah evleri soruşturması var mesela ben Cengiz albayımla aynı koğuşta kalıyorum 11 aydır. Geçen duruşmada size anlattı şimdi de bir şeyler anlatacak. Yani akla zarar şeyler. Her şeyin kurmaca olduğu saçma sapan MİT’in kendisinin dahi arkasında durmadığı bu bir ham duyumdur askeri personel olduğu için önemlidir diye kurumunu uyarmak maksadıyla yazdık mahkeme dosyasında var. 11 aydır tutuklu. Yani çok özür dilerim kafası çalışan adamlarız 44 yaşındayım hayatımın 24 yılı eğitimle geçmiş tam 24 yıl eğitim aldım ben ilkokuldan yüksek lisansı bitirdim, yurtdışındaki eğitimim dahil yani biz aptal adamlar değiliz. O iddia ortada o iddianın dayandırıldığı ek klasörler ortada bakıyoruz işte bir sürü belge istedi şimdi size bir şeyler daha arz edecek. Ben şimdi şu teğmen arkadaşlarımıza bakıyorum işte iki polisle üç asker arkadaşımızı bıraktınız Allah sizden razı olsun teşekkür ediyoruz adalet yerini buldu fakat bunların birbirinden bir farkı yok. Şimdi denizciler geliyor ha bire tutuklanıyor, tutuklanıyor, tutuklanıyor. Bir memory stick den çıkan şeylerden bahsediliyor bir de daha önce tutuklanmış bir emekli binbaşının evinden alındığı iddia edilen mezuniyet töreninin kayıtlı olduğu CD’nin arkasına gizlenmiş bir şeyden bahsediliyor. Böyle bir şey varsa yani onları mahvetmek lazım. Fakat niye yok. Çünkü bu binbaşının CD’sini alırken bunun kopyası niye verilmedi sayın hakim. Verilseydi bir imajı alınıp verilseydi bu çocuk bunu inkar da edemezdi kimsenin kimseye diyecek bir şeyi de kalmazdı. Birde memory stick var teğmenlerin evininden alınmış güya onun kopyası da teğmenlere verilmemiş. E bu davanın ikinci üçüncü yılı artık bundan sonra bari buna dikkat edelim. Ve bir öğretmen denizci öğretmen yarbay tutuklandı geldi 15 gün önce buna demişler ki senin amcanın oğlu DHKPC’miş bilmem neymiş şu kadar yatmış şu kadar çıkmış bilmem ne bırakın amcasının ismi filanda belli. Amcasının oğlu filanca diyor o ihbar mektubunda neyse, adamın amcası yok bırakın amcasının oğlu olmasını. Yani bunları görüyoruz sayın başkanım. Yine bunlar diyor ki bu denizci yarbaya Ankara da görevliyken şunu şunu yapmıştır. Adam yarbay olmuş muhtemelen 16. 17. yılındadır mesleğin hiç Ankara da görev yapmamış. Yav bunların gözden kaçmaması lazım. Kalabalık içinde insan ve belge kalabalığı içinde harcandığımızı düşünüyorum o yüzden bunları zatıalinize arz ediyorum. Aynı klasörlere suçlamasına rağmen burada Birol Başaran örnekler arz etti. Yani filancanın durumu şu benim durumum şu o tutuksuz ben niye tutukluyum. Bir sürü örnek var. Şimdi bir örnekte ben vereceğim size bu polis müdürü Cumhuriyet çalışma grubunun Türkiye genelindeki sorumlusu dediği daire başkanı benimle beraber gözaltına aldırıyor. Onu mahkemeye bile sevk etmeden serbest bırakılıyor ben tutuklanıyorum bu ne perhiz bu ne lahana turşusu. Benim üstüm amirim ben bunu yapmışsam o emri verdiği için yapmışımdır. Ondan sonra komutanlarımızın ifadeleri alındı yani bana yapmadığım şeyleri yaptırdıkları iddia edilen komutanlarım tutuksuz yargılanıyorlar ben tutuklu yargılanıyorum. Şunu özellikle arz etmek istiyorum. İcabında vatan Cumhuriyet ve vazife uğrunda seve seve hayatıma feda eyleyeceğime ant içerim diye yemin ederiz biz. Yani vatan, Cumhuriyet ve vazife uğrunda vazife ne komutanın emrettiği şey. Yani ben bir komutanın emriyle ölürüm. Atatürk Çanakkale de ben size taarruz etmeyi değil ölmeyi emrediyorum demiştir de o İngiliz Çanakkale geçilmezi onun için öğrenmiştir. Ben bir komutanım için ölürüm. Benim aslarımda benim için ölür. Ama ben bir komutanım için bir gün bile hapis yatmam asla yatmam. Çünkü ben Atatürk’ün zaferleri ve mazisi insanlık tarihiyle başlayan her zaman zaferle birlikte medeniyet nurları taşıyan kahraman Türk ordusu dediği ordunun mensubuyum. Ben hiçbir komutanımın fedaisi değilim. Komutanın emriyle ölmekle komutan için bir gün bile hapis yatmamak arasındaki çizgi budur. Dolayısıyla yani komutanlarını korumak için gerçekleri gizleyecek filan durumda değilim ben böyle bir rezillik yok. Mevzuatın biraz önce arz ettiğim iştirak ve örgüt üyeliğine ilişkin hükümleri bu kadar açık ve iddianamelerle üzerime atılan suçlamaların bu denli soyut ve mesnetsiz ithamlardan ibaret olduğu ayan beyan ortada iken örgüt üyeliği ve darbe teşebbüsü gibi ithamlarla bir subayın hayatını karartmak iyi niyetle hakkaniyetle ve adalet duygusuyla bağdaşmayacağı gibi akıl ve vicdan ölçütlerine de aykırıdır. Şuradaki manzaraya bir bakın Atilla Uğur tutuklu bilmem 17-18 aydır, Mustafa Koç albay tutuklu darbe teşebbüsünden. Biz ikimiz mi yapacaktık. Yani bunu yapmamak lazım başkanım. Bu kadar açık seçik şeksiz ve şüphesiz her şey ortadayken hukukla alay eder gibi tüm bunları bir kenara bırakıp bu polis müdürlerinin hadlerini aşarak size dayattıkları bu örgüt sizin bildiğiniz örgütlere benzemez martavalına itibar etmeyiniz. Bu örgüt bilinen örgütlerden farklıysa bu devletin, polisi, sayın savcısı bu örgütün özelliklerini ortaya çıkarmak zorunda delillerini bulmak zorunda. Bu sizin bildiğiniz örgütlere benzemez diyorlar size. Hakikatten benim bildiğim örgütlere de benzemiyor 20 senedir jandarma subayıyım bir sürü PKK’sıyla bilmem DHKPC’siyle Hizbullahıyla, İBDA-C’siyle uğraşmışım. Ben böyle bir örgüt görmedim. Ya şu örgütün üyeliğinden yargılanmaktan, örgüt üyeliğinin cezası belli birde bana iki müebbet isteniyor. İki müebbetten yargılanmaktan zerre kadar ar ediyorsam namussuzum ama örgüt üyeliği benim gücüme gidiyor bunu bana yapmayın. Hiçbir zaman yasadışı bir oluşumun içinde yer almadım, yasadışı bir iş yapmadım. Kimse de bana yaptıramaz. Komutanımda emrettim yaptım filan yok. Kimse bana yasa dışı bir şey yaptıramaz. Şimdi dedikodu kanıt değildir diyor. Kim diyor bunu sayın Sami Selçuk diyor. Sayın Hasan Gerçeker de diyor ki, bende bunun altına imza atalım diyor. Yargıtay yargı yılı açılış töreninde söyledi bunu. Dedikodu kanıt değildir diyor. E şimdi Cumhuriyet çalışma grubu jandarmada şu tarihte kurulmuş demek bir istihbarat dedikodusundan başka nedir sayın başkanım. Tüm bunlar ortadayken 11 aydan beri yatıyor, biraz daha yatsın bakalım savunmasına kadar yatsın bakalım veyahut da işte tutuklulukta makul süre sizin kafanızda nedir bilmiyorum o zamana kadar yatsın bakalım demeyiniz. Çünkü divan şairimiz Fuzuli diyor ki şebi eldai en bilir müneccim ve muaccid, müptelayı gama sor ki geceleri kaç saat. Şebi eldai en uzun gece demek 21 Aralık gecesi, en uzun geceyi zamancı ve müneccim bilmez diyor. Derdi olana sor gecelerin kaç saat olduğunu diyor. Tutukluluğu kimse çocuk oyuncağı zannetmesin bir gün bir saat daha yatmam ben, yatmamam lazım. Bunu önce benim vicdanıma ikna etmeli şu haltı karıştırmışsın şu işe karışmışsın onun için yatıyorsun demem lazım benim kendi kendime. Ortada fol yok yumurta yokken sırf kendimi ifade edemediğim için bana savunma sırasının ne zaman geleceğini bilmediğim için ki ondan sonrasından da şüpheliyim. Ondan sonrasından da şüpheliyim. Yani Kartalkaya’ya yağan kar kadar bembeyaz bir adamım ben ama her şeyden şüphe eder hale geldim ondan sonra da bırakacağınızı zannetmiyorum çünkü bir insan yapmadığı bir şeyi yapmadığını nasıl ispat eder başkanım. Yaptığımı ispat etsinler, adım sanım yok, izim emarem yok, benim bilgisayarımdan çıkmamış, benden ele geçirilmemiş, üzerimde hiçbir şeyim yok bunları sen yapmışsın deniliyor böyle bir şey olmaz ki sayın başkanım. Şu gösteriyor ki şu yapmıştır olması lazımdır. Hastanede ve hapishanede zaman başka türlü geçiyor. Onu derdi olan biliyor. Adil bir yargılama neticesinde ben sizin sağduyunuza heyetle birlikte hukukçu kimliğinize güveniyorum. Buna rağmen adil bir yargılama çerçevesinde bana bir ceza hükmederseniz ben o zaman o cezayı çekerim onda hiç şüphe yok. Ama bu şartlar altında tutukluluğun mütemadiyen uzatılması hukukun temel ilkelerine kanunun çizdiği çerçeveye tutukluluk kavramına aykırı. Soruşturma tamamlanmış makul süre aşılmış dava başlamış yargılama devam ediyor. Bu tutukluluk hukukun kanunun aksine aylardır fiilen cezaya dönüşmüş, infaza dönüşmüş. Bu ayan beyan ortada artık. Şimdi benim tutuklu olmamdan beklenen murat ne bana darbe planlamalarını işte Cumhuriyet çalışma grubu slaytlarını yaptırdığı iddia edilen komutanlarım tutuksuz yargılanıyorlar, kaçmıyorlar, göçmüyorlar. Düşün şimdi onlar kaçmayacak benim daire başkanım benimle beraber alındı 11 aydır o tutuksuz bir yere kaçmamış görevine devam ediyor. Ve bana diyorlar ki sen kaçarsın. Veyahut da sen delil karartırsın. Şimdi bir delili bir delili bir kuvvet komutanı mı kolay karartır bir benim daha üst durumdaki daire başkanım başkanım mı kolay karartır, yoksa çok af edersiniz zurnanın son deliği bir binbaşı mı karartır. Benden ele geçmiş bir şey yok ki. Ben neyi karartacağım. Yüce heyetiniz bilmelidir ki çok özür dileyerek ifade ediyorum. Tutukluluğumun devamına ilişkin kararlarınız hukuki dayanaktan yoksun ve haksızdır. Bu haksızlığın sürdürülmesi korkarım ünlü düşünür Toro’nun söylediği gibi haklıların mahkum edildiği bir ülkede bütün doğruların yeri cezaevidir gerçeğine götürecek bizi. Tüm bu açıklama ve hatırlatmalarım ışığından tutukluluk zulmüne bir son verilmesini tahliyeme karar verilmesini saygılarımla arz ediyorum, sabır gösterdiğiniz için teşekkür ederim başkanım.”