Sanık Mustafa Ali Balbay:” Şimdi sayın başkan savunmamın çatısını söylüyorum gerçekten bütün bunların dışında sabrı da zorlamak istemiyorum. Burada bütün arkadaşların herkesin sorumluluğunu da hissediyor insan. Onların zamanını çalıyoruz duygusu hepimizde etkin ama öyle bir iddianame ki suçsuz olduğun kanıtla gibi bir durum. Ve yine iddianamenin öyle bir ruhu var ki suçladığı konuları sorguda sormuyor. Balbay sen hükümeti yıkacak hükümeti sen bu halkı hükümete karşı silahlı isyana teşvik edecektin, işte belgesi demiyor. Bu bir anlamda iddia makamının bu yapısı dört yüz yıl önce Galile’yi tutukladıklarında ilk söyledikleri şu oluyor Galile’nin yüzüne seni tutukluyoruz. Yargılayıp yargılamayacağımıza sonra karar vereceğiz diyorlar. Bu gün de seni tutukluyoruz suçların hepsini sıraladık ama bunların hangisinin soracağımızı sonra söyleyeceğiz diyorlar. O bağlamda en azından kimi kamuoyuna da mal olmuş bu dava medyada da devam ediyor. Yanlarının en azından açığa çıkarabildiğimiz kadarını vurgulamadan geçemiyor insan. Ve ben dün akşamdan beri gerçekten sevinsem mi, üzülsem mi bilemiyorum. Genelkurmay başkanı ki benim o bu haberi yaptığım dönemde samimiyetle söylüyorum sayın başkan bugünkü kadar gergin değildi ben öyle hissediyorum. Yada bilmiyorum bazı şeyleri yada o gün bu kadarını biliyordum. Bir Genelkurmay başkanı savaş gemisine biniyor ve ülkesine ilişkin görüşler ortaya koyuyor. Ve yani bunun ayrıntılarına girmek istemiyorum ama tabloyu lütfen gözlerininiz önüne getirmenizi diliyorum. Bir gazeteci de böyle buna benzer bir durum geçmişte yaşandığı için tutuklanıyor ve on aydır hala tutuklu. Haberin özette aktardığım gibi. Şimdi burada sayın başkan, yine bana yönelik sorularda dikkatimi çeken 23 kitabım var. 5000 makalem var, 2000 radyo televizyon konuşmam var, 500 kadar konferansım var. Beni aylarca izlemişler belli yani birebir izlendiğim dönem ayrı ondan önce ne kadar hukuki olduğunu bilmediğim şekilde izlendiğim dönem ayrı. Bunu yeni şafak gazetesinin hakkımda mahkeme kararıyla dinleme kararı alındıktan önceki kimi telefon görüşmelerini yayınladıkları için bunu söylüyorum. Ama şunu dikkatinize çekmek istiyorum bir yazımda, bir kitabımda sen terörü şöyle övmüşsün diyemediklerini de ayrıca zaten bu konuda kendimden eminim ama böyle bir şeyinde gündeme getirilmediğinin de altını çizmek istiyorum. Şimdi sayın başkan bu dava bir yanıyla da medyada devam ediyor. Medya da çok ağır suçlamalarla karşı karşıya kaldım. Bana ait olduğu iddia edilen notların içinde tümü bana ait olduğu farz edilse bile benim sözüm yüzde biri geçmiyor. Ama bunları günlük diye sundular. Halbuki sözlük anlamında günlük bir kişinin kendi yaptıklarıdır. Kendi kendinin düzenli olarak tuttuğudur. Ama bunların hiç ayrıntılarını da girmeyeceğim ama öyle ağır suçlamalarda bulundular ki Balbay, başıymış, şuyuymuş vesaire o günlerde bile sayın başkan cezaevinden gönderdiğim yazılarımda ve huzurunuzda 26 Ağustos günü ikinci duruşmada yine ağır yazıların devam ettiği dönemde şunu söyledim. Sansür yada benzerini çağrıştıracak hiçbir talebim yoktur olamaz. Atatürk’ün söylediği gibi basın özgürlüğünden kaynaklanan sorunların çözümü basın özgürlüğüdür. Buna yürekten inanıyorum ve bu tür sorunlar hiçbir şeklide basın özgürlüğünü zedelememeli ama medya mahkemesi kurulurken de insanları yargısız infaz diyoruz, yargıya da gerek kalmadan medya yoluyla infaz da yapılmamalı diye sadece bu yönde sitemlerimi iletmiştim. Şunu paylaşmak istiyorum sayın başkan, sayın üyeler, bugün benim gibi düşünmeyen yüzde yüz farklı baktığımız kimi konulara gazeteci meslektaşlarımın bile Balbay’ın tutukluluğu bu noktada artık uzadı yada artık Balbay neden tutuklu diye sorduklarını görüyorum. Sadece paylaşmak için söylüyorum ki ben en aleyhimde yazdıkları dönemde bile ben medya aleyhine konuşmadım, konuşmayı da ilke olarak kabul etmiyorum çünkü gerçekten basın özgürlüğünden kaynaklanan bir sorun varsa bunun çözümü basın özgürlüğüdür. Ama bugün onlarında böyle bir noktaya geldiğini paylaşmak istiyorum. Sayın başkan, burada savunmamı bitirdiğim son gün gerçekten belki de biraz duygusal oldu ama bir terör örgütü üyesi olarak yargılanmanın bende yarattığı duyguları paylaştım. Gerçekten ben Uğur Mumcu’nun yerini doldurma iddiasında değilim doldurulamaz. Herkes ayrı kendisidir ama o köşenin boş kalmaması çabasında olan bir kişiyim. Uğur Mumcu bir terör saldırısı sonucu öldürülmüş bir kişi, Ahmet Taner Kışlalı benim oda komşumdu her Perşembe çay içerdik çok kendisinden hem öğrendim hem yararlandım gerçekten Türkiye çok değerli bir aydınını kaybetti o terör saldırısı sonucunda. Ama bütün bunların ardından benim bir terör örgütü üyesi olarak suçlanmam hem çok ağır, hem de gerçekten mesleğime yapılmış bir saldırı olarak değerlendiriyorum. Bunun böyle bir saldırının ardından yargılanmamın tutuklu devam etmesi gerçekten bunu katmerleyen bir durum. Ben şu anda düşündüm acaba silahlı çünkü iddia makamı terör örgütü demekle kalmıyor silahlı terör örgütü diyor. Yani pekiştiriyor yani terör örgütü zaten silahlıdır ama yumurtayla yapılan omlet, etle yapılan tas kebap der gibi yani silahlı terör örgütü diye bastırarak da söylüyor. En son elime ne zaman silah aldım diye anımsamaya çalıştım hafızamı zorladım 1982 yılında askerliğimi yaparken aldım. Onun dışında bazıları sevebilir, yani silahlar, silahlı insan ilişkisi belli bir şey avı sevebilir vesaire ama ben hiç sevmedim de. hiç ilişkim de olmadı. Ve benim gezi kitaplarımdan birinin adı da ülkelere değil savaşa düşmanımdır. Atatürk’ün o bir ulusun kurtuluşu için değilse savaş cinayettir sözünü gerçekten sonuna kadar benimseyen değil bu ülke sınırları içinde bu ülkenin sınırları dışında dahi düşmanımın olmadığını hissettiğim bir kişiyim ben ki kitaplarımın 23 kitabımın 8’i de gezi kitabı dünya ülkelerinden gezi notları ve incelemeleri içeriyor. Bu bağlamda gerçekten silahlı terör örgütü üyesi sıfatıyla yapılan bu yargılamanın şu şeklide tarif edeceğim sayın başkan, bir insan ben hayatım boyunca hiç suç işlemeyeceğim diye bir söz verebilir, verebilir bu sözü ama bir insan ben hayatım boyunca hiç yargılanmayacağım diye bir söz veremez. Çünkü o istemi dışında gerçekleşebilir. Yani bambaşka bir şeyin konusu olabilir. Yada bizim içinde bulunduğumuz durum gibi bambaşka bir planlamanın parçası olabilir. O yüzden her insan yargıyla karşı karşıya gelebilir. Bu bağlamda benim de geçmişte zaman zaman yazdığım yazılar nedeniyle yargıyla karşı karşıya geldiğim zamanlar oldu ya daha doğrusu yargılandığım zamanlar oldu. Tümünde ne zaman çağırdılarsa gittim. Ankara da basın savcısı vardı sayın Türkaslan telefon ettiğinde hatta bir dönem kimi yazılarda hakaret unsuru bulurlardı ki büyük çoğunluğundan da beraat ettim. Ama sayın Türkaslan sayın Balbay bir çay içer misiniz derdi anlardım ki bir ifade vereceğimiz bir durum var tamam derdim, ne gün, pazartesi on giderdim verirdik yargıyla hiçbir yani güven sorunu olmadı. Ama bu yargılamada benim iddia makamının ortaya attığı iddialar vesaireler ayrı konu ama yargılanmadan kaçtığım yönünde hiçbir durum söz konusu olmadı. Geçmişte bunu yaşayarak da gördünüz hem heyetiniz hem de Haşıloğlu da birebir yaşayarak ki ilk yargılanmam sırasında Haşıloğlu nöbetçi hakimdi. Şimdi gelinen noktada sayın başkan, ben bir gazeteciyim ve sadece bu ülkemizin yasaları değil, hem Avrupa insan hakları mahkemesinin hem uluslar arası kurumların gazeteciye yüklediği sorumluluklar değil, görevler var. Araştırmak gazetecinin görevidir diyor. Bir belgeye ulaşmak gazetecinin görevidir diyor. Ben bunları sorumluluğum bir yana görevim olarak yapmak durumunda olduğum şeylerdi tümü. Ve burada benim mesleğimle ilgili ben kendimce en azından hiçbir soru işareti kalmadığını hissediyorum. Bu yoğunluk içinde özel hayatım da evliyim ve iki çocuğum var. Eşim de gazeteci, eşim bence benden daha büyük bir özveride bulundu. Çocuğumuz olduğunda ilk çocuğumuz olduğunda dedi ki görev bölümü yapalım ben çocuğun eğitimini, bakımını ve evi üstleneyim sen gazeteciliğe devam et dedi. Ben mesleğe devam ettim o gazeteciliği bıraktı. İkinci çocuğumuzun olmasıyla zaten artık onun mesleğe dönmesi çok zordu. Şu anda kızım ilk okul üçüncü sınıfta, ona öğretmeye çalıştığım tek şey öğrenmeyi öğrenmesiydi gerisini kendisi halleder diyorum. Birde sanat dallarından birisiyle ilgilenmesini istiyorum ve resmi çok seviyor ve çok güzel resimlerde yapıyor, sergilere katıldı. Ama şu süreçte resimlerini göndermesini istedim hepsi siyah beyazdı canım sıkıldı sordum neden dedim. Baba artık renk kullanmak istemiyorum dedi. Renk kullanmak istemiyorum dedi. İkinci çocuğum tutuklandığımda emekliyordu, yürüyüşünü cam bölmenin arkasından gördüm. Onunla ilk oyunumuz camda birbirimize vurup dokunamama oyunu oldu. Ben kişisel aile hayatı olarak da ne bir terör örgütünün üyeliği nede böyle bir yapının bir yerinde olabilecek bir kişiyim. Ankara da oturdukları için sürekli buraya gelip gitmeleri artık birinde çocuk gelsin, çocuklar gelsin gelmesin bu şekilde görmeye çalışıyorum. Meslek hayatım ortada, bütün yaptıklarım ortada, aile hayatım ortada ve yargıya karşı sorumluluğum da ortada. İlk gözaltına alındıktan sonra yargıç karşısına çıktım dediler ki yurt dışına çıkış yasağı konularak serbest bırakılmasına. çıktım mesleğime devam ettim. Sonra dediler ki 2009 Ocak ayında tekrar çağırabiliriz dediler Nihat Taşkın ek savunma tamam dedik ne zaman çağırırlarsa gideriz. Martta çağırdılar geldim, yani yargıya karşı sorumluluğum da yaşanarak görülmüş bir durum. Yargılanmaktan da hiçbir gocunmam yok. Sadece ortaya atılan iddialar karşısında bir sayın Haşıloğlu’nun vurguladığı gibi bizim de bir peygamber sabrında olmamız gerekiyor, bu da yaşanan Türkiye’nin bu döneminin gerçeği olarak değerlendiriyorum. Bütün bunların ışığında yargılanmamın tutuksuz devam etmesini diliyorum saygılar sunuyorum.”
Sanık Fahri Kepek söz istedi, verildi:” Sayın başkanım benim iki tane talebim olacak, bir tanesi adli tıp kurumuna soru sorulması hakkında, biri de açılım istiyorum. Açılım olarak Türkiye Büyük Millet Meclisine müzakere yazılmasını talep ediyorum. Sayın başkanım, değerli üyeler birinci talebim olarak ben Kasım 2008’de Kayseri Cumhuriyet başsavcılığına can güvenliğim yok tehdit ediliyorum diye bir dilekçe vermiştim. Cumhuriyet başsavcılığına dilekçe verdikten bir müddet sonra tehdit edilmez oldum. Benim icrada bir senedim vardı. Kasım 2008 tarihinde ailemin yaşadığı eve icra memurları geldi ve evden herhangi bir şeyi götürmediler. Çünkü evde icra konusu bir şey yoktu. Ben 2008 birinci ayın 16’sı tarihinde eşimden ayrıldım. Fakat üç tane çocuğumuz olduğu için yeniden bir arada yaşamamız kararı aldık. Ben ailemin yanına yasal hakkın olan haftada bir defa geliyordum. Ben farklı adreste yaşıyordum. Ancak eşim ile aynı işyerinde Kayseri Nilsa ambalaj işyerinde çalışıyordum. Eşimin evine sürekli polisler gelip beni soruyorlarmış. Ama çalıştığım Nilsa ambalaj işyerine hiç gelen arayan ve soran olmadı. Cep telefonumdan da arayıp ve soran olmadı. Ben tutuklanmadan bir, bir buçuk aydır takip ediliyordum. Beni takip edenler kim, niçin takip ediyor bilmiyordum. Ben Fatma Cengiz’i tanıdığım için buradayım ve sayın savcılar beni silahlı terör örgütüne üye olmakla suçluyorlar. Ben bu suçlamayı kabul etmiyorum. Ben bildiklerimi Kayseri terörle mücadele de ve İstanbul vatan caddesindeki terörle mücadelede anlattım. Sayın başkanım bir terör örgütü varsa o da vatan caddesindeki polis teşkilatında F tipi örgüttür. Bunlar suçsuz insanlara yaklaşırlar, bunlar suçsuz insanlara kalleşçe, haince ve sinsice yaklaşırlar. Başka güçler plan yapar ve F tipi örgüte uygulatırlar. Doğu Anadolu ve güneydoğu Anadolu bölgelerinde GDO’lu PKK’lılar Türk Silahlı Kuvvetleriyle operasyonda mertçe ve erkekçe çarpışıyor. F tipi örgüt PKK’dan daha tehlikelidir. Bana Türk müsün ve mezhebin nedir diye sorular soruldu. Benim Türk olduğumdan şüpheleri varmış bende Türk olduğumu sonuna kadar kanıtladım. Bu konuda detaylı bilgi emniyette verdiğim ifademde mevcuttur. Sözde İbrahim Şahin’in evinde bulunan krokide Talat Ertan denen kişinin kod ismi olarak benim adımı ve soyadımı yazmışlar. Ben Talat Ertan’ı tanımıyorum. Bilmem, hiç konuşmuşluğum yoktur. Bu krokiyi hazırlayanların, hazırlayanın sütü bozuk olup anası belli babası belli olmayan bir kişi veya kişilerdir. Sayın başkanım, değerli üyeler benim damarlardaki asil kanın rengi kırmızı olup içinde asıl Türk kanı vardır. Bende GDO ve hiçbir katkı maddesi asla yoktur. Ben Anadolu evladıyım. Ben kendilerine o an Türk olup olmadıklarını soramadım. Ben Türk olduğum için gurur duyuyorum. Başım doğru, şerefli ve onurlu yaşıyorum. Ben vatanıma bağlı Atatürk milliyetçisi bir Türk’üm. Bana böyle sorular soran polisin asil kanı ve sütü farklı olabilir ve bunların Türk olup olmadıklarının adli tıp kurumuna sorulmasını saygılarımla arz ve talep ederim. İkinci dilekçem Türkiye Büyük Millet Meclisine müzekkere yazılması hakkında. Sayın başkanım, değerli üyeler, 2009 10. ayın 17’si tarihinde kuzey Irak ve Mahmur kampından gelen GDO’lu PKK’lılar, Habur sınır kapısında kurulan seyyar mahkemede, seçilmiş hakimler tarafından 34 tane PKK’lılar domuz gribi olduğundan derhal serbest bıraktılar. Bende H1 ve N1 virüsü yoktur. Kuvvetli suç şüphesiyle tutuklu bulunuyorum. İddia edilen kuvvetli suç şüphesinin ne olduğunu dahi bilmiyorum. Bende GDO olmadığından beni tutuklamanızı doğal olarak karışılıyorum. Bu konuda beni tutuklayanları tebrik ediyorum. Mesleğinde başarılar diliyorum. Ve görevlerini süper yapıyorlar. Bendenizi tahliye etmeniz için genetiği değiştirilmiş organizma olmayı kesinlikle istemiyorum. Benim genetiğimi bir Allah’ın kulu değiştiremez. Domuz gribi de olmadım. Bir senedir tutukluyum Allah’a şükür ve hamdolsun. Haziran 2007’de Demokrat Parti ile Anavatan Partisinin domuz gribinden birleşme yapamadıklarını düşünüyorum. Hızlı mahkemeler hemen veya beş altı ayda sonuçlanıyor. Örneği Habur sınır kapısındaki kurulan seyyar mahkemede yaşandı. İddia edilen Ergenekon terör örgütünde GDO’suzlar yargılandığından en az dokuz ay sonra hakim karşısına çıkabiliyoruz. Ucu açık yargılama devam ediyor. Anlaşılan Silivri kampüsünde de GDO’lu yapmaya çalışılıyor. Bende GDO yoktur. Fakat GDO’lu ürün kullandığım için tutuklu bulunuyorum. Kullandığım bu ürünün GDO’lu olduğunu araştırıp öğrenince derhal serbest bıraktım. Ben suçsuzum, kimseye bir şey yapmadım. Ben kimseye H1N1 aşısı yapmadım. Fakat sadece kuduz olanlara tetanos aşısı yaparım ve yaptım. Beni paşa yaptılar, bende bu günden sonra iddia edilen Ergenekon, Ergenekon un bir numarası olmaya adaylığımı koymuş bulunmaktayım. Ergenekon ile sayısızca kitap yazıldı ve yazılmaya devam ediyorlar. Bende iddia edilen silahlı Ergenekon terör örgütünün mizah kitabını yazıyorum. Bu konuda görüş ve fikirlerini paylaşmak isteyenlerin bana yazılı olarak notlarını iletebilirler. Sayın mahkemenin desteklerini bekliyorum. Sayın savcıların desteğine gerek yoktur. Onlar zaten komik durumdalar. Sayın başkanım, değerli üyeler, ben tahliye istemiyorum. Şu ana kadar istediğim tahliyeleri söz gelişi yeşillik olsun diye istedim. Zaten sayın savcılar sayesinde benim aile hayatım bitti. Yuvam dağıldı. Ve asla geri dönüşü yoktur. Bunun hesabını hukuk ile soracağım. Yağmurlar değil gök gürültüleridir zambakları büyüten. Bu günün yarını da vardır dünya küçüktür Ergenekon büyüktür. Çünkü Ergenekon Türk milletidir. Bende bu milletin gururlu ve onurlu bir üyesiyim. Beni tahliye etseniz bile kışın değil, yazın gönderiniz ki siz büyüklerimi çok özlerim, hasretinize dayanamam, yalnızlıktan kahrolurum, geceleri üşürüm ve koşarak tekrar buraya gelirim. Sözde devlet baba aş ve ekmek veriyor, hasta olunca da bakıyor. Cezaevi tam bana göreymiş. Niye daha önceleri akıl edemediğimden dolayı kendime çok kızıyorum. Dışarıda bu hayatı arasam da bulamam ki, çünkü ben ve ailem olarak bildiklerim fakirdir. Gemiciklerimiz yoktur. Sayın başkanım değerli üyeler, sizlerden devletin mahkumları cüzi bir maaşa bağlaması için cüzi bir maaşa bağlaması için Türkiye Büyük Millet Meclisine müzekkere yazılmasını talep ediyorum. Eli kanlı PKK GDO’lulara devlet beş bin dolar verecekmiş. Artı prim, devlet dairesinde garantili iş verecekmiş. Bu konuda medyada ve günlük gazetelerde haberler yayınlanıyor. Ben bu haberleri okudum. Sizlerin de okuduğunu düşünüyorum. PKK’ya var da bize yok mudur? Bende tutuklu ve mahkumlara açılım istiyorum. Ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı değil miyim? Ben neden ve niçin tutukluyum açıklar mısınız? Devlet ceza alan ve tutuklulara aylık yirmi otuz TL çerez parası verse çok mudur? Lütfen hor görmeyiniz. Ben tutuklu olarak GDO tutuklu olarak genetiği değiştirilmiş organizmalılar ve H1N1 virüsü olanlar gibi beş bin dolar istemiyorum. Ve bu para onlara az diye Türkiye Büyük Millet Meclisinde kesinlikle konuşamıyorum. Çok takım elbise gördüm içinde insan yoktur, insanları tanımak çok zor içinde kayboluyorlar. Ben sayın mahkemeye geldiğimde ve geri cezaevine dönünce geceleri saat 04-05’e kadar uyuyamıyorum. Acaba sizler evinize gidince uyuyabiliyor musunuz? Yoksa odalarda kararsızım şarkısıyla dolaşıyor musunuz? Saygılarımla arz ve talep ederim.”
Sanık Süleyman Solmaz söz istedi, verildi:” Sayın başkan, değerli üyeler ben 15 aydır tutukluyum. Herhangi bir suç unsurum, herhangi bir suçum yoktur. 15 aydır tutuklu olmayan bir suçun savunmasını yapmak için 15 aydır tutuklu bulunuyorum. Benimle beraber tutuklanan dört arkadaşım daha vardı. o arkadaşlarım benimle telefonda konuştuğu ve bana selam verdiği için benimle beraber tutuklanarak Kandıra F tipi cezaevinde 9 ay yattıktan sonra patron denilerek serbest bırakıldılar. Benim burada bulunma sebebim ise gerçek kimliğini emniyette öğrendiğim Mehmet Ali Çelebi ile yapmış olduğum birkaç telefon görüşmesidir. Bu telefon görüşmelerinde ise hiçbir şekilde suç teşkil edecek bir konuşma yoktur. Muvazzaf subay Mehmet Ali Çelebi ile aramda geçen diyalogu ayrıntılarıyla sizlere aktarmak istiyorum. Sayın başkan, değerli üyeler, emniyette ve savcılıkta verdiğim ifadeleri doğruluyorum, doğrudur. Uzaktan yakından ilgim olmayan konularla ve iddia makamının üzerime attığı iftiralarla suçlanmaktayım. Henüz varlığı dahi ispatlanamayan bir örgüte üye olmakla suçlanıyorum. Nedeni ise gerçek kimliğini emniyette öğrendiğim muvazzaf subay teğmen Mehmet Ali Çelebi ile yapmış olduğum birkaç telefon görüşmesidir. Sayın başkan 9. ayın 18’i 2008 tarihinde gözaltına alındım bu tarihten yaklaşık üç ay önce bir arkadaşımın ticari taksisinde şoför olarak çalışıyordum. Takside çalıştığım bir dönem Ankara Kızılay mevkiinde müşteri beklerken Mehmet Ali Çelebi taksime müşteri olarak binmiştir. Kendisini Kızılay’dan alıp Mamak Boğaziçi mevkiine bıraktım. Tahminen yirmi dakikalık bir süre birlikte yoluculuğumuz oldu. Kendisiyle bu yolculuk sırasında inançlı birisi olarak dini konularda sohbet ettik. Ben dini konular üzerinde konuşunca kendisi İslam’a ilgisinin olduğunu dini konularda araştırma yaptığını söyledi. Bende Allah için kendisine yardımcı olmak için dini konularda okuduğum kitapları bildirdim. Benden okumak için kitap istedi ve daha sonra görüşüp almak üzere bana telefon numarasını verdi. Bende samimiyetine güvenerek kendi numaramı kendisine verdim. Yolculuk esnasında Mehmet Ali Çelebi kendisini şu an anımsayamayacağım bir isimle kendisini bana tanıttı. Gerçek mesleğini saklayarak bana muhasebe elemanı olarak çalıştığını söyledi. Gözaltına alındıktan sonra benimle yolculuk esnasında yaptığı konuşmaları arabamdan indikten sonra not almış olduğunu öğrendim. Ne için ve kimin için not tuttuğunu bilmiyorum. Emniyetteki sorgumun büyük bölümü de Mehmet Ali Çelebi’nin aldığı not konusunda olmuştur sayın başkanım. Mehmet Ali Çelebi aradan 15 gün geçtikten sonra beni arayarak kitapları istedi bende kitapları kendisine vermek için arkadaşım Rıza Demir’in iş adresini verdim. Hem arkadaşımı ziyarete gitmek hemde kitapları Mehmet Ali Çelebi’ye vermek için Ulus kiler çarşısında Türkcell telefon bayiinde randevu verdim. Ben olmaz isem kitapları oradan arkadaşım Rıza Demir’den alabileceğini söyledim. Ben arkadaşım Rıza Demir ile bir müddet sohbet ettikten sonra Mehmet Ali Çelebi gelerek benden kitapları aldı. İki dakika kadar yanımda kaldıktan sonra gitti. Mehmet Ali Çelebi benden kitapları aldıktan sonra yaklaşık üç ay kadar sonra tutuklandım. Kitapları aldıktan sonra üç ay sonra tutuklandım. Bu üç aylık zaman içerisinde ara ara telefonlaşıp mesajlaştık. Mehmet Ali Çelebi’nin yüzünü iki kez gördüm sayın başkanım, iki kez. Birinde aracıma müşteri olarak binmişti, ikincisinde ise kitapları almaya gelmişti. Bir daha kendisini hiç görmedim. Mehmet Ali Çelebi ile aramızda geçen diyalog bundan ibarettir. Fakat iddia makamı telefon mesajlarımızdaki sözleri cımbızla çekerek ve montajlayarak örgüt tarafından kullanılan evlere gidip geldiğimizi ve buradan aldığımız bilgileri Neriman Aydın’a ilettiğimizi iddia etmekte. Ben Neriman Aydın burada kendisi, kendisini hiç tanımam. İsmini dahi duymadım. Bunu nereden böyle bir iddiaya varabiliyor iddia makamı aklım almıyor. 15 aydır düşünüyorum acaba 15 aydır hakkındaki iddiaları çevirip, çevirip okuyorum iddianameyi nereden bu iddiaya varabiliyorlar, neye dayanarak böyle bir suçlama üzerime atabiliyorlar anlamış değilim. Ben kendi halimde ve kendi dünyamda inancını ve dinini yaşamaya çalışan geçindirmekle yükümlü olduğum eşim ve bir çocuğumun rızkını kazanmaya çalışan bir babayım. Bu yaşıma kadar hiçbir dernek yada siyasi parti ile ilgili üyeliğim olmamıştır. Bundan sonra da olması mümkün değildir sayın başkanım. Hakkımda açılan davada savcılık tarafından el konulan belgelerin her hangi bir suç unsuru içermediği yada dosya kapsamında delil niteliği taşımadığı anlaşılmıştır. Bu husus iddianamenin 1902 sayfasında bizzat savcılar tarafından yazılmıştır. Ailem ve ben bu olaydan dolayı hem maddi, hem de manevi olarak aşırı bir şekilde zarar gördük. Hala da görmeye devam ediyoruz. Eşim çocuğu annem ve bir kardeşim yalnız kalmıştır. Ailemin tek gelir sahibi üyesi benim sayın başkanım. Ailem bugün açlıkla karşı karşıya kalmıştır. Evimize haciz üzerine haciz gelmiştir ve gelmeye devam etmektedir. Ailemin daha fazla dayanacak takati kalmamıştır. Hiçbir suçum yoktur ben bu örgütün neresindeyim bilen yoktur. İçeride yattığım ulaştığı süre tutuklamanın sadece bir tedbir oluşu benim tutuklu kalmam için bir nedenin bulunmayışı ve hakkımda başka türlü önleyici tedbirlerinde uygulanabilir bulunuşu nedeniyle tahliyeme karar verilmesini saygılarımla arz ediyorum.”
Sanık Ali Özoğlu söz istedi, verildi:” Sayın başkan sözüme Atilla albayımın yaptığı konuşmayla başlamak istiyorum. Onun belirttiği çok önemli bir konu var. Dedi ki PKK’nın yayın organları savcılara teşekkür ediyor, doğrudur. Hem de haddinden fazla mutlular aynı zamanda bunlar. Ben Amerikalıların Irak’ı işgal etmezden önce incirlikten mühimmat yada malzeme sevk ediyoruz diye konteynırlar içerisinde nasıl personel taşıdıklarını görüntüledim ve yayınladım. Daha sonra Zaman gazetesi benimle ilgili haberler yaptı. Yaptığı haberlerde beni bir Kürt düşmanı olarak gösterdi. Akabinde Roj tv yada Cihan haber ajansının elemanları benim bir binadan fotoğraflarımı çekmişler. Ve bu fotoğrafımda Roj tv de günlerce yayın yaptı. Üst başlığında da yazıyor. Kürt halkının kanlı katili. Suikast silahları sürekli yanında diye. Fotoğrafım aynen şu, sırt çantam var ve Sirkeci’den otoparka gidiyorum, aracıma gidiyorum. Sırt çantamı sürekli yanımda taşırım ben. Çünkü sırt çantamda makinem var. Ama fotoğraf makinesi. Ben fotoğrafçıyım. Aynı zamanda fotoğrafçıyım. Yayın evim var yazarım. Karıncanın kanadını da çekerim, Amerikalının gözünü de çekerim. Böyle bir yeteneğim var ve merakım var. Şimdi bunun üzerine aradan çok fazla zaman geçmedi Sirkeci de silahlı saldırıya uğradım ben. Hem de akşam vakti. Oradan ilk kaçan polislerdi oradaki polislerdi. Bunun ardından çok fazla da geçmedi, zaten burada yargılanmaya başladım. 18 aydır da cezaevindeyim şimdi buradaki profile bakıyorum hakikatten PKK’nın yapamayacağı şeyi yapıldı. Yani terörle mücadele eden çok önemli ve değerli insanlar burada yargılanıyorlar. Çok ilginç bir durum bu. PKK’nın sevmediklerini Fethullahçılarda sevmiyor. Çok enteresandır, Roj tv sürekli yayınlarını canlı yayınları dahil Cihan haber ajansı gibi Fethullahçı yayın organlarından alıyor. Mesela Şemdinli olayı yani orada Roj tv nin canlı yayın aracı mı vardı? geldiğimiz noktayı belirlemek için bu noktaları belirtiyorum. Tutuklandıktan sonra şimdi yayınevim kapandı. Hükümetin asla yapamadığı bir şeyi yaptı bu mahkeme bana yani vergi dairesi müdürü defalarca kapatın bu yayın evini dedi. Benim yayın evimin iddianamede savcıların yazdığı gibi pardon altına imza attıkları gibi o iddianamede yayınevim örgüt yayınevi ve örgüt elemanlarının kitaplarını yayınlar. Ayrıca ele geçen belgelerde Mustafa Kemal isimli şahsın yazdığı nutuk kitabı. İddianamelerde ve belgelerde bu efendim. Benim yayınevimin yazarları muvazzaf ve emekli subaylardır. Bu türde bir yayın yapar. Şimdi 18 ayın sonunda maliyenin defalarca bana inanılmaz usulsüz kestiği cezalara rağmen kapanmayan yayınevim kapandı. Şimdi burayı kapatıp şuna geçmek istiyorum devlet memuru vatandaşına devlet daha doğrusu devlet vatandaşına tuzak kurmaz. Ama bugün bakıyoruz ki devletin memurları vatandaşı bırakın devletin memuruna bile tuzak kuruyor. Yav bu nasıl bir şeydir. Şimdi delilleri görüntüleri izliyorum. Zir vadisinden çıkan sis bombaları 16 tane diyor kayıtlarda diyor bunu. Ama orada görüntüde sayıyorlar 15 tane aynı numaralı bomba bu defa gölbaşından çıkıyor. Yani olmadı buraya koyduk ama farkında değiliz biz 16 tane yazalım. Peki fazlalığını nereye eriteceksiniz bunun. Ayrıca kafes planında ortaya çıkan toplanan ve gömüldüğü söylenen silahların bir kısmında Konya adliyesinin adli emanetinin damgası var. Ama bunlar başka bir yerden çıktı. Yani biri adli emanetten aldı. Getirdi. Öbür tarafa koydu. Yani bulunan mühimmatlar aslında emniyet içinde ve adliye içinde örgütlenmiş olan bir çete tarafından sürekli yer değiştiriliyor. Çok doğaldır, mesela o adli emanete verildi, verildi ama orada durup durmadığını kimse bilmiyor bunun. Buradan çıkan silahları götürüyorlar Sultanahmet adliyesine mi bıraktılar. Yarın İzmir’den çıkabiliyor bu. Şimdi daha önce taleplerde de bulundum ben. Behçet Oktay konusunda, Behçet Oktay bir cinayete kurban gitti dedim, bunun araştırılmasını istedim ama kabul edilmedi davaya yeni bir şey katmayacağından diye. Bende dedim ki hele bir isteyin dosyayı da dava nasıl katkı sağlıyor davaya görelim. Kabul edilmedi. On gün sonra cinayete kurban gittiği ortaya çıktı ve çok daha vahimi Behçet Oktay sorgulanarak öldürüldü. Bu ortaya çıktı. Kim sorgular Behçet Oktay’ı herhalde bizim emniyetteki arkadaşlar yapmamıştır. Bunu da milletvekili Recai Birgül’e sormak gerekiyor. Bu konuda da tekrar talepte bulundum ben. Kafes planını okuyorum yeni çıkacak silahların yerini şimdi ben burada söyleyeceğim lütfen hep birlikte takip edelim. Yeni çıkacak silahların yeri yani bırakacakları yer İstanbul Adalar. Lütfen bunu unutmayın Adalar’dan çıkacak efendim bu. Islak belgeyi kafes planıyla örttük, kafes planında böyle götürüyoruz olmadı 33 ere geldik. Şimdi 7 Aralıkta Reşadiye de bir hain saldırı oldu. 7 askerimizi şehit verdik. Namussuzlar, ahlaksızlar bunun Türk Silahlı Kuvvetlerinin yapmış olabileceğini ima ettiler. Bangır bangır yayın yaptılar. Bu ülkenin siyasi iktidarı bunları önlemesi gerekirken AKP genel başkan yardımcısı çıktı televizyona bu olayın ardı karanlık bu bir tezgah kokuyor dedi. Bir genel başkan yardımcısı bunu söyleyemez. Bakanlar da buna dahil oldular. Bakanlar da dedi ki bu işin ardında başka şey var. Şu başka şeyin adını bir türlü telaffuz edemediler. Ama TRT onu telaffuz etti. Dedi ki Reşadiye olayı farklı bir şey kokuyor, albay Dursun Çiçek de oralı bu iş Ergenekon un işi olabilir. Yani Ergenekon terör örgütü yaptı bunu devletin televizyonu bunu aleni olarak söyledi açık açık. Ergenekon terör örgütü kim, bizim iddianameyi yazanlara ve altına imza atanlara göre Ergenekon eşittir Türk Silahlı Kuvvetleri. PKK bu olayı üstlendi ve hemen akabinde yine AKP genel başkan yardımcısı Hüseyin Çelik kameraların karşısına geçti DTP’lilerin bile yapmaya cesaret edemeyeceği bir açıklama yaptı. Aynen şunu söyledi. PKK bu güne kadar bu tür saldırıları hemen üstlenirdi bu üstlenmede soru işaretleri var dedi. Bu bana Habur’daki çadır mahkemesini andırdı. Orada da ne diyordu, neden geldiniz sayın Öcalan emretti. Örgütten ayrıldınız ve kendi isteğinizle geldiniz yani, hayır biz PKK’lıyız önderimizin emriyle geldik. Ve sorular böyle devam ediyor. Sonunda karar örgüt üyesi olmadıklarına etkin pişman olduklarına adresleri belli olduğundan kaçma şüphesi bulunmadığından salıverilmelerine. Ve geldiğimiz nokta da Türk Silahlı Kuvvetleri siyasal iktidara karşı kendini savunma durumuna geçmiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri bir millettir. Paralı asker değildir Türk Silahlı Kuvvetleri. Ve bu milletin çocuklarından teşkildir yani bu millet kendini siyasal iktidara karşı savunmaya geçmiştir. Kısacası Türk Silahlı Kuvvetleri dağda terörle mücadele ederken dün Genelkurmay başkanımızın belirttiği gibi psikolojik harp uygulayıcıları da içeride boş durmayıp Türk Silahlı Kuvvetlerini sırtından vurmaya çalışıyorlar. Dün başbakanlıkta güvenlik zirvesi vardı. Güvenlik zirvesinde MİT müsteşarı şöyle diyor. Eylem PKK’nındır ama telsiz konuşmaları onların değil. Telsiz konuşmalarını Türk Silahlı Kuvvetleri yayınladı bu olay PKK’nındır dedi, bunun üzerine dün başbakanın katıldığı güvenlik toplantısında Emre Taner aynen bunları söyledi. Telsiz konuşmaları onların değil. Bu psikolojik harbin daniskasıdır. Kim yapıyor MİT müsteşarı, kime yapıyor Türk Silahlı Kuvvetlerine yapıyor. Oysa ki Emre Taner hukuksuzca tutuklanan iki tane personelinin nasıl tutuklandığını açıklamalıydı. Haberi bile yok tutuklandığından. MİT elemanlarının nasıl tutuklanacağı yasaya bağlanmış. Ne başbakanın haberi var. Ne müsteşarın haberi var bundan onu da geçtik MİT müsteşarı Emre Taner şu vazgeçilemeyen insan öncelikle bundan beş altı ay öncesinde sanıyorum MİT müsteşarlığının girişinde kapıya belki elli veya da yüz metre ötesinde duvarın dibinde el bombaları bulundu poşetle önce onları kimin bıraktığını bulmalı. Ve daha önemlisi Reşadiye’deki olayı eğer önceden haber alamadıysa bir istihbarat başkanı mutlaka istifa eder. Kalkıp da bu telsiz konuşmaları PKK’ya ait değil demez. Derse bunun altında o zaman çok iyi niyetler aramamak lazım. Psikolojik harp bununla bitmiyor. Yandaş gazeteler ve televizyonları açıp bakarsak her gün ağız dolusu Ergenekon üzerinden Türk Silahlı Kuvvetlerine ve Türk milletine ağız dolusu hakaretler yapılıyor. Bunu kimse durduramıyor. Ama bir gün mutlaka durduracaklardır. Bu adalet sistemi gerçekten bağımsız olduğunda bunları durduracak. Bunun dışında 33 asker konusunda, 33 askerde can simidi olamayacak bu siyasal iktidara ve Ergenekon savcılarına çünkü savcılara destek veren Ahmet Altan şöyle diyor. Bir kadın memesine vatanı satarım. Eyvallah. Peki bu milleti bu kadar hafızası zayıf mı zannediyorlar. 33 er şehit edildiğinde Çiller başbakandı. Ahmet Altan’ın yazdığı şu diyor ki, o dönemde de Türkiye bir atağa kalkmıştı yeni bir döneme girecektik o Özal’ın sayesinde 33 eri şehit ettiler. 33 er şehit edildiğinde Özal zaten ölmüştü. Yaşamıyordu ki, kim yapacaktı o zaman bunu. 33 erin öldürülmesi kimin işine yaradı burada. Burada 33 erin eğer şehit edilmesini gerçekten aydınlatmak istiyorsak, savcılar Tansu Çiller’i çağıracaklar. Ona soracaklar, siz iktidardayken Amerikalılar gelip de terör örgütüyle ateşkes sağlayın dediler mi? Bunu soracaklar. Terör örgütüyle ateşkes sağlayan tek ülkeyiz sanıyorum. Bir garabet. Aynı şeyi bugün aynı sonuç açılım ve sonuç Reşadiye’de 7 şehit. Diğerlerini güneydoğu da kaybettiklerimizi saymıyorum. Hepsi nur içinde yatsın. Ve bugün o ağız dolusu küfredilen askerler burada hem bizim can güvenliğimizi sağlıyor hem sizin kürsü güvenliğinizi sağlıyor. Kim yapıyor bunu? Ve polis MİT ile birlikte genç teğmenlere tuzaklar kurup onları avucunun içine alıp bilgi alıyorlar sonra oturup onunla ihbar mektupları yazıyorlar uyduruk. Böyle bir ihbar mektubu yok. Eğer ihbar mektupları olsaydı gerçekten savcılığa gönderilen o CD’ler belgeler filan o MİT onun nereden geldiğini bulacak kimin yolladığını bulacaktı. Bugüne kadar bakıyoruz ihbar mektubunu yollayan bir tane adam yok, ama sorarsanız vatanını çok seven subaylar buna işte razı olmamış gönlü onun için yazmış. Yazılarda aslı bir subay jargonu değil. Amirim demez bir subay. Subay amirim diye başlamaz savcıya niye amirim desin. Bu ellerine yada ağlarına düşürdükleri teğmenlerin kim olduklarını elbette biliyorum. Tolunay gemisinde muhabere teğmenini siz alacaksınız arkadaşları komutanları hakkında gammazlık yaptıracaksınız. Herkesin zihni ve beyni yada yüreği çok sert değildir. Çok dayanıklı değildir. Benim dayandığım strese siz dayanamayabilirsiniz, sizin dayandığınıza diğeri dayanamayabilir onun içinde mesleğinden olmama korkusuyla Ergenekon dan tutuklanmama korkusuyla bu genç teğmenleri alıp kullanacaksınız. Devlet böyle aşağılık tuzaklar kurmaz. O zaman devlet olmaz bu. Eğer devletsek bunları ortaya çıkaracağız bu Ergenekon davasında. sizden rica ediyorum bulunduğum bu güne kadar bulunduğum talepleri lütfen kabul edin. Koç müzesinde patlayıcılar bulundu, Rahmi Koç aynı zamanda Bursa da yapılan Cumhuriyet mitinginin finansörü nereden biliyorum bizim iddianamede yazıyor. Ama o burada yok. Mustafa Özbek burada. Mustafa Özbek de patlayıcı mı çıktı? Finansör aynı zamanda onun sahibi olduğu yerde bombalar bulundu denilen yerde ama Rahmi Koç burada adı anılmıyor. Rahmi Koç buraya gelmemek için nasıl bir bedel ödedi acaba. Ve diğerleri başkaları diğer iş adamları belki bilmediğimiz. Onun için Beşiktaş adliyesinde bazı görevlilerin ve İstanbul Emniyet Müdürlüğündeki bazı görevlilerin telefon kayıtlarını nereden sinyal verdiklerini getittirelim dedim. Bu kendim için değil. Bu memleket için. Eminim sayın başkanım. Sizde bu memleket için çalışıyorsunuz. Canınızı koyarsınız ortaya ama lütfen bunları ortaya çıkartalım. Daha önce belirtmiştim tekrar tespitte bulunmak istiyorum. Burada yaşadığımız olay tamamen askeri casusluk olayıdır. Ve aşama aşama gelişmektedir. Yani önce Ergenekon dalgaları denilerek toplum sindirildi. Ve alakasız hakikatten alakasız insanlar tutuklandı içeri kondu. Bunların arasında toplumu yönlendirecek inisiyatif sahibi olanları da koydular her kesimden. Toplum sindi, ardından ikinci perde geldi bu defa yani ikinci aşamaya geçildi. İhbar mektupları uydurularak askeri bölgelere karargahlara girildi, bilgisayarları alındı, içindekiler kopyalandı, telefon konuşmaları alındı ve bunları sayfa sayfa internette yayınladılar. Türk Silahlı Kuvvetleri yeniden öyle sanıyorum ki herhalde yeniden bir strateji belirlemek durumunda kaldı. Bütün bilgilerini kriptolarını her şeyini değiştirmek durumunda kaldı. Bunu kim yapabilir. Normal şartlarda ancak düşman devlet saldırırsa olur bu işler. Peki Türkiye de düşman devlet nasıl saldırdı. Yani PKK’nın ve Fethullaçıların hoşuna gitmeyen adamlar burada yargılanıyor. Düşman devletin istediği bilgiler bu dava yoluyla ulu orta seriliyor ortaya. Ben burada adalet bekliyorum. Bir önceki celsede sayın Özese demişti ki sayın başkanım mahkememiz tarafsız bağımsız olduğu yönünde kendilerine sonuna kadar güvenmemizi söyledi. Sayın Özese’nin söylediklerine inanmak istiyorum. Eğer benim tutuklanmama ve tutukluluğumun devam etmesine başka yerde karar verilmiyorsa ben bugün evime gitmek istiyorum artık. Teşekkür ediyorum.”
Sanık İbrahim Özcan söz istedi, verildi:” Ergenekon denen bu düzmece davada devam ettiği süre içerisinde bir takım siyasi sözde siyasi akademisyenler, sözde aydınlar ve bunların tv ve basın organlarında bu dava üzerinden PKK’yı aklama gayret ve çabası Türk milletinin dikkatinden kaçmamaktadır. Büyük bir çukur açılmıştır. Ve bu çukura ABD, AB karşıtları, tarikat karşıtları, Atatürkçü, ulusalcı kişiler bir takım tertipler ve komplolarla bu çukurun içine askerler, polisler, sendikacılar, profesörler, avukatlar, MİT’çiler en son gelinen aşamada savcılar, hakimler kısacası toplumda AKP ve PKK karşıtları bu çukura atılmaktadır. Burada bunlara cevap verme imkanımız ancak bu mahkemede kayıtlara geçsin diye söylemekten ibaret ve bunu yapıyoruz. Ama Türk milletinin evlatlarını bu çukura atanlar şunu iyi bilsinler. Türk milleti bu çukurdan evlatlarını çıkartır. Ve bu tertipçileri vatan, millet ve asker düşmanlarını bu çukura koyacaktır. Bundan hiç şüphem yoktur. Bu zulme reva görenler ve buna sessiz kalanlar ve kayıtsız kalanlar er geç bu sanık sandalyelerine işledikleri suçlardan dolayı oturacaklar ve hak ettikleri cezayı bulacaklar. Biz adalet arayanlar siz adalet dağıtanlar adalet herkese lazım. Adalet herkese lazım. Hindistan’ın kurucusu Mahatma Ghandi’nin güzel bir sözü var. yasalara dayanan adli yargılamalardan daha büyük bir yargılama vardır ki buda her kişinin kendi vicdanıdır. Bunu İngiliz mahkemelerinde söylüyor. Bağımsızlık mücadelesi döneminde. Bizler Mustafa Kemal’in askerleriyiz. İşbirlikçilerin ve Atatürk düşmanlarının tüm çabalarına rağmen 1919’dan beri milletimizin vicdanında ve yüreğinde en müstesna şekilde yerimizi korumaktayız. Bir gün bugün pardon bugün herkes bulunduğu konumu ve yaptığı işi gözden geçirmek zorundadır. Yarın çok geç olabilir. Teşekkür ederim.”
Dostları ilə paylaş: |