Mahkeme Heyeti Başkan Köksal Şengün ile Üye Hâkimler Hasan Hüseyin Özese ve Sedat Sami Haşıloğlu’dan oluşan mahkeme heyeti tarafından 02 Haziran 2010 tarihli oturum açıldı



Yüklə 419,67 Kb.
səhifə1/6
tarix12.01.2019
ölçüsü419,67 Kb.
#95321
  1   2   3   4   5   6



T.C.

İSTANBUL

13.AĞIR CEZA MAHKEMESİ

( CMK 250 MADDESİ İLE YETKİLİ ) DURUŞMA TUTANAĞI
ESAS NO :2009/191

CELSE NO :68

CELSE TARİHİ :02.06.2010
BAŞKAN :KÖKSAL ŞENGÜN 20909

ÜYE :HASAN HÜSEYİN ÖZESE 28298

ÜYE :SEDAT SAMİ HAŞILOĞLU 37266

C. SAVCISI :MEHMET ALİ PEKGÜZEL 33954

C. SAVCISI :NİHAT TAŞKIN 36924

KATİP :MEHMET ALİ ALTUNKAYNAK 128002
Mahkeme Heyeti Başkan Köksal Şengün ile Üye Hâkimler Hasan Hüseyin Özese ve Sedat Sami Haşıloğlu’dan oluşan mahkeme heyeti tarafından 02 Haziran 2010 tarihli oturum açıldı.

Tutuklu sanıklardan Mustafa Özbek, İbrahim Özcan, Durmuş Ali Özoğlu, Yaşar Oğuz Şahin, Murat Çavdar, Cengiz Köylü, Mustafa Dönmez, Oğuzhan Sağıroğlu, Muzaffer Öztürk, Mustafa Ali Balbay, Fatih Hilmioğlu ve Mehmet Haberal dışındaki tutuklu sanıkların cezaevinden getirildi.

Bağsız olarak huzurdaki yerlerine alındı.

Tutuksuz sanıklardan Ahmet Hurşit Tolon, Emin Şirin ile sanıklar müdafilerinden sanıklar Hasan Atilla Uğur, Ahmet Tuncay Özkan, Birol Başaran, Adil Serdar Saçan, İlyas Çınar, Hüseyin Vural Vural ve Emin Şirin Müdafii Av. Celal Ülgen, sanıklar Hasan Atilla Uğur, Ahmet Tuncay Özkan, Birol Başaran, Adil Serdar Saçan, İlyas Çınar, Hüseyin Vural Vural ve Emin Şirin Müdafii Av. Hüseyin Ersöz, sanıklar Tuncay Özkan, Mesut Özcan ve Hüseyin Nazlıkul müdafii Av. Gizem Öcalan, sanıklar Ahmet Hurşit Tolon ve Mehmet Haberal müdafii Av. Yasemin Antakyalıoğlu, sanık Ahmet Hurşit Tolon müdafii Av. İlkay Sezer, sanıklar İbrahim Şahin, Yaşar Oğuz Şahin, Hatice Bahtiyar, Erol Mütercimler ve Levent Ersöz müdafii Av. Cavit Subaşı’nın geldikleri görülmekle, huzurdaki yerlerine alındı.

Açık yargılamaya devam olundu.

Bugünkü oturumda sağlık durumu nedeniyle Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde tedavisi devam etmekte olan sanık Levent Ersöz’ün buradan müdafileri ve tedavisini yapan sağlık ekibinin kontrolünde sorgu ve savunmasının alınmasına karar verildi.

Bu işlemin video konferans yoluyla yapılması bununla ilgili tüm alt yapı sisteminin kurulmuş olduğu anlaşılmakla video konferans sistemiyle kurulduğu anlaşılan bu yapı doğrultusunda mahkemece ses ve görüntülü olarak Cerrahpaşa tıp fakültesine bağlanıldı.

Anılan yerde sanık Levent Ersöz ile müdafi Av. Filiz Esen ile ve de bulunan ortamın durumu şartlara uygun olup olmadığı yönünde Naip Hakim olarak görevlendirilen mahkememiz Hakimi Hüsnü Çalmuk’un da hazır oldukları görüldü.

Naip Hakim Hüsnü Çalmuk:”Hazırız başkanım şu anda herhangi bir problem yok.”

Sanık Levent Ersöz huzura alındı.

Mahkeme Başkanı:" Efendim duyuyor musunuz?”

Sanık Levent Ersöz:”Duyuyorum Efendim. Duyuyorum Sayın Başkanım.”

Sanığın kimlik tespitine geçildi.

Mahkeme Başkanı:" Baba adınız?”

Sanık Levent Ersöz:”Mehmet.”

Mahkeme Başkanı:"Annenizin?”

Sanık Levent Ersöz:”Yadigar.”

Mahkeme Başkanı:"Doğum tarihi?”

Sanık Levent Ersöz:”1954”

Mahkeme Başkanı:"19.04.1954 doğru mu?”

Sanık Levent Ersöz:”Doğrudur Başkanım. Doğrudur.”

Mahkeme Başkanı:"Nüfusa kayıtlı olduğunuz yer?”

Sanık Levent Ersöz:”Isparta merkez Kepeciler mahallesi.”

Mahkeme Başkanı:"İkamet ettiğiniz adres?”

Sanık Levent Ersöz:”113. cadde 1101. sokak no:6 Çayyolu Ankara.”

Mahkeme Başkanı:"Başka bir ikamet yeriniz var mı?”

Sanık Levent Ersöz:”Yok efendim.”

Mahkeme Başkanı:"Bu ev bu ikametiniz size mi ait?”

Sanık Levent Ersöz:”Doğrudur.”

Mahkeme Başkanı:"Evli bekar?”

Sanık Levent Ersöz:”Evliyim.”

Mahkeme Başkanı:"Çocuk?”

Sanık Levent Ersöz:”İki çocuğum.”

Mahkeme Başkanı:"Efendim tahsil?”

Sanık Levent Ersöz:”Yüksekokul.”

Mahkeme Başkanı:"Ne iş yapıyorsunuz?”

Sanık Levent Ersöz:”Emekli subayım.”

Mahkeme Başkanı:"Ne kadar emekli maaşınız?”

Sanık Levent Ersöz:”4100 lira.”

Mahkeme Başkanı:"Emekli sandığına tabisiniz?”

Sanık Levent Ersöz:”Doğrudur efendim.”

Mahkeme Başkanı:"Başka bir geliriniz var mı?”

Sanık Levent Ersöz:”Yok.”

Mahkeme Başkanı:"Kullandığınız telefon numarası?”

Sanık Levent Ersöz:”Şu an yok efendim.”

Mahkeme Başkanı:"Daha önce kullandıklarınızı hatırlıyor musunuz?”

Sanık Levent Ersöz:”Şu anda hatırlayamıyorum onu.”

Mahkeme Başkanı:"Hakkınızda düzenlenen iddianame ve ona birleşin iddianameyi aldınız CD ortamında ve yazılı basılı vaziyette aldınız tetkik ettiniz değil mi? Tebliğ edildi size?”

Sanık Levent Ersöz:”Evet efendim, evet efendim.”

Mahkeme Başkanı:"Suçlandığınız konuları biliyorsunuz?”

Sanık Levent Ersöz:”Biliyorum.”

Mahkeme Başkanı:"Size iddianameden kısa bir özet okuyacağım sizinle ilgili bölümü okuyacağım. Lütfen dinleyin.”



Sanık Levent Ersöz:”Evet.”

Mahkeme Başkanı:"Şüpheli Levent Ersöz’ün Bursa da istihbarat elemanı olarak kullanıldığı şüpheli Yüksel Dilsiz’e yaptırdığı illegal işler sebebiyle jandarma istihbarat daire başkanlığına atandığı. Mehmet Şener Eruygur ile önceden tanıştıkları Ankara da Ergenekon silahlı terör örgütünün talimatları doğrultusunda yürütme organını devirmeye yönelik olarak faaliyete geçen Cumhuriyet çalışma grubu adı altındaki oluşumu kurdukları. Bu oluşumda alınan kararların uygulanması için emrinde görevli Hasan Atilla Uğur, Mustafa Koç, Cihandar Hasan Hanoğlu ve diğer görevlilerle birlikte koordineli olarak çalıştıkları anlaşılmıştır. Şüphelinin jandarma genel komutanlığını Mehmet Şener Eruygur çağırıyor diye birçok medya yöneticisi ve gazeteciyi komutanlığa çağırıp Hasan Atilla Uğur ile birlikte görüştükleri. Yaptıkları bütün görüşmeleri gizli kameraya kaydedip daha sonra gizli evrak gibi dökümlerini yapıp Cumhuriyet çalışma grubu devre raporlarında anlattıkları. Yapılan çekimlerin illegal olması sebebiyle resmi kayıtlara aktarılmayıp Cumhuriyet çalışma grubu özel istihbarat adı altında Ergenekon silahlı terör örgütünün arşivine aktardıkları. Şüphelinin emekliliği döneminde de örgütsel içerikli gizli toplantılara katıldığı. Ayrıca Kent otelde yapılan toplantılara sürekli olarak iştirak ettiği tespit edilmiştir. Mustafa Ali Balbay ile de bir kere görüştüğünü beyan etmiş ise de kendi bilgisayar notlarında hemen hemen haftada darbe çalışmalarına yönelik toplantılar yaptıkları. Toplantılarda haftalık gelişmeleri ve yapılması gereken işleri Mustafa Ali Balbay’a aktardıkları. Buna rağmen aralarındaki örgütsel ilişkiyi gizlemek amacıyla görüşmelerini ifadeden kaçındığı. Mustafa Ali Balbay’ın da aracılık yapmak suretiyle şüphelilerden aldığı bilgileri İlhan Selçuk ve örgütün diğer üst düzey sorumlularına ilettiği. Yapılan faaliyetlerin Cumhuriyet çalışma grubu gizli toplantılarında kararlaştırılıp uygulamaya geçirildiği anlaşılmıştır. Şüphelinin emekli olduktan sonra da örgütsel irtibatlarını devam ettirerek yapılan örgütsel içerikli gizli toplantılara katıldığı. Nitekim emeklilikte de devam eden bu irtibatın İlhan Selçuk’un yakalanmasından sonra şüphelinin kızı tarafından örgütün yöneticilerinden olan şüpheli Mehmet Şener Eruygur’a telefona da telefonda babamı rahat bırakın kalpten gidecek şeklindeki ifadesinden de açıkça anlaşılmaktadır. Şüphelinin 1 Temmuz 2008 tarihinde yapılan eş zamanlı operasyondan bir şekilde haberdar olup bir gün önce yurtdışına kaçtığı. Uzun süre yurtdışında kalmasına rağmen ameliyat olmak için Türkiye’ye İvan adına tanzim edilmiş sahte bir pasaportla Zonguldak’tan deniz yoluyla giriş yaptığı. Özel bir hastaneye ameliyat olmaya gittiğinde damadıyla birlikte Mehmet Orhan G. adına tanzim edilmiş sahte kimlikle yakalandığı. Şüphelinin üst aramalarında şifreli çaldırma ve görüşme notlarıyla çok sayıda sim kartı çıktığı. Şüphelinin istihbaratçı olması nedeniyle kendini teknik takipten kurtarabilmek amacıyla şifreli görüşmeler yaptığı. Ergün Poyraz, İsmail Yıldız, Hakan Şanlı, Mehmet Şener Eruygur, Hayrullah Mahmut Özgür ile doğrudan irtibatlarının bulunduğu anlaşılmaktadır. Yürütme organını devirmeye teşebbüs eylemine fiilen iştirak ettiği ayrıca yüzlerce kişinin siyasi felsefi veya dini görüşlerine ırkı kökenlerine hukuka aykırı olarak ahlaki eğilimlerine cinsel yaşamlarına veya sendikal bağlantılarına ilişkin bilgiler kişisel veri olarak kaydetmek suçunu da işlediği anlaşılmakla silahlı örgütün ara yöneticisi olmak suçunu işlediğinden eylemine uyan Türk Ceza Kanununun 314/1 maddesi. Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevlerini kısmen veya tamamen yapılmasını engellemeye teşebbüs ettiğinden eylemine uyan TCK’nun Türk Ceza Kanununun 311/1 maddesi. Cebir ve şiddet kullanarak yürütme organını ortadan kaldırmaya teşebbüs ettiğinden eylemine uyan Türk Ceza Kanununun 312/1 maddesi. Halkı Türkiye Cumhuriyeti hükümetine karşı silahlı bir isyana tahrik ettiğinden eylemine uyan Türk Ceza Kanununun 313/1 maddesi. Kişilerin siyasi felsefi veya dini görüşlerine ırki kökenlerine hukuka aykırı olarak ahlaki eğilimlerine, cinsel yaşamlarına veya sendikal bağlantılarına ilişkin bilgileri kişisel veri olarak kaydetmek suçundan eylemine uyan Türk Ceza Kanununun 135/2, 43, 137/1-a maddesi sahte evrak kullanmak suçundan eylemine uyan Türk Ceza kanunun 204/1 maddesi. 3710 sayılı kanunun 5. Türk Ceza Kanununun 53, 58/9, 63. maddeleri gereğince cezalandırılmaları cezalandırılmanız talep edilmektedir. Dinlediniz değil mi?”

Sanık Levent Ersöz:”Dinledim efendim, evet.”

Sanığa CMK’nun 147 ve 191. maddesindeki yasal hakları ayrı ayrı izah edildi.

Mahkeme Başkanı:"Bu suçlamalara karşı susma hakkına her zaman sahipsiniz. Lehinize olan tüm delilleri toplatma hakkına sahipsiniz. Avukatınızda yanınızda ayrıca mahkeme huzurunda da ikinci bir avukatınız bizleri dinliyor izliyor.”

Sanık Levent Ersöz:” Evet efendim.”

Mahkeme Başkanı:"Bu şartlarda suçlandığınız konuyu da bildiğinizi söylediniz. Biz de açıkladık. Savunma yapmaya hazır mısınız?”

Sanık Levent Ersöz:”Hazırım efendim.”
SANIK LEVENT ERSÖZ SORGU VE SAVUNMASINDA:

Mahkeme Başkanı:" Buyurun. Sizi dinliyoruz.”



Sanık Levent Ersöz:”Sayın Başkan, sorguma başlarken önce heyete bir hususu ifade etmek istiyorum. Yaşadığımız bu haksızlıklar karşısında korkan, susan, suskun kalan herkesi şiddetle kınıyorum. Emperyalist güçler karşısında boyun eğmeyen Türkiye’nin bağımsız, çağdaş, laik, ulus devlet ve üniter yapısıyla Atatürk ilke ve devrimlerine yürekten inanmış ve yıllarını bu uğurda mücadele ederek geçiren, şu anda beni görme imkanı olan sevgili silah arkadaşlarımı ülkemizin karanlıktan aydınlığa çıkmasını hedef ve ilke edinmiş beni tanıyan ve tanımayan yazar, basın mensubu, güvenlik görevlisi, yargı mensubu ve aydınları saygıyla selamlıyorum. Tanımasam da bu dava sürecinde hayatlarını yitiren Kuddusi Okkır ve Türkan Saylan hocamızı saygıyla anıyorum. Sağlıklarını yitiren aydınlara da acil şifalar diliyorum. Bu geçici ve sıkıntılı dönemde Silivri toplama kampında arkadaşlarımla olmayı arzu ederdim. Ancak rahatsızlıklarım buna imkan vermedi. Hakkımda belli medyanın tüm karalamalarına karşı gerçek olan dürüst Türk hekimlerinin koyduğu tanı ve tedavileridir. Hakkımdaki her türlü karalama yalan ve iftiralarla yapılan yargısız infazlara boyun eğmeden başım dimdik olarak hasta yatağında geçirdiğim ağır ameliyatların ağrılarına dayanarak sorulan her soruya samimiyetle ve dürüstçe ettiğim yemine sağdık kalarak vakur bir asker olarak onurumla cevap vereceğim. Başta Türk toplumunu terörize etmek üzere kurgulanan sözde darbe planları ve o süreçte yaşananlar ile üzerimize yıkılmak istenen suçlamalarla ilgili tüm hususlara savunmamda iddianamede yer aldığı sıraya göre tek tek cevap vereceğim. Yüce bağımsız ve tarafsız Türk adaletinin gerçeği ortaya çıkaracağına olan inancımı ifade ederek savunmama başlıyorum. Sayın Başkan, değerli bir yazarımızın kitabında yer alan ve adalet camiasınca bilinen ama kamuoyunun pek bilmediği bir anektodu hatırlatarak savunmama başlamak istiyorum. Malumlarınız Atatürk tarafından hukuk reformunu yapmakla görevlendirilen dönemin adalet bakanı Mahmut Esat Bozkurt savcılar için Cumhuriyet savcısı unvanının isim babasıdır. Atatürk’ün huzurunda yapılan bir tartışma sırasında bir soru ortaya atılır. Cumhuriyet başbakanı, Cumhuriyet bakanı, Cumhuriyet müsteşarı, Cumhuriyet valisi, Cumhuriyet büyükelçisi olmuyor da neden Cumhuriyet savcısı. Savcılara neden bu imtiyaz veriliyor. Atatürk Bozkurt’a ne diyorsun diye sorar. Bozkurt’un cevabı çok net olur. Çünkü öyle zaman olur ki, Cumhuriyeti korumak için başbakandan, bakandan, müsteşardan, validen, büyükelçiden hesap sormak gerekebilir işte o Cumhuriyet savcısıdır. Atatürk gülümseyerek hoşnut kaldığını belli eder ve devam et Bozkurt der. Sayın Başkanım, savcılık makamının yanı sıra Cumhuriyeti koruma görev yasayla kendisine tevdi edilen tek kuruluş Türk Silahlı Kuvvetleridir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin ayrılmaz bir parçası olan jandarma genel komutanlığı bünyesinde otuz yılını ülkesinin bölünmez bütünlüğünü milletinin birlik ve beraberliğini esenliğini ve anayasayla belirlenmiş olan Cumhuriyetin temel niteliklerini korumak için yeminine sağdık kalarak kanun nizam ve emirlere itaati şiar edinip, hizmet aşkıyla görev yapan bir jandarma subayının meslek yaşamında aynı saflarda görev yaptığımız savcılık makamının hazırladığı talihsiz bir iddianame ile terörist nitelemesiyle karşınızda bulunmanın derin üzüntüsü içindeyim. Bu iddianameyi talihsiz olarak nitelendirdiğim için Sayın savcılar kusura bakmasınlar. Eğitim bilimci Mahiye Morgül’ün özetle bu iddianame aracılığıyla toplumsal tarihsel birliğimizi dağıtma ve zihin çökertme tehlikesiyle karşı karşıya bulunmaktayız yorumunda bulunduğu bu iddianamenin bir hukuk adamının hazırladığı doküman olmadığı kanaatindeyim. Kendileri devletin birçok üst düzey bürokratının yaptığı gibi hazırlanmış dokümana sadece imza koymuşlardır. Adil Serdar Saçan da huzurunuzda bu dokümanın kendisinin emrinde çalışan polislerin yazdığını söylemiştir. Bu nedenle savunmamda iddianameyi hazırlayanlar ifadesini çok sık duyacaksınız. Sayın Başkan, mesleğinde yıllarını seve seve harcayan çocuklarının büyüdüğünü bile göremeyen çekilen tüm sıkıntıları ailesine bizden sonra gelecekler yaşamasın yeter ki diyerek açıklayan biri olarak bu nitelendirmeyi asla kabul etmiyorum. Jandarma teşkilatında göreve başladığım teğmen rütbesinden emekli olduğum general rütbesine kadar birçok kritik göreve layık görülen amirlerince taktir ve taltif edilen tek bir cezası bile bulunmayan, ülkesini milletini ve Cumhuriyetin niteliklerini korumak için gözünü kırpmadan ölüme koşan bir asker olarak bu nitelendirmeyi asla ve asla kabul etmiyorum. Terör örgütleri ve şer odaklarının hedefi durumuna gelmiş bir vatansever olarak bu nitelemeyi asla, asla ve asla kabul etmiyorum. Şanlı Türk bayrağı üzerine el koyarak barışta ve savaşta karada denizde ve havada her zaman ve her yerde milletimi ve Cumhuriyetimi doğruluk ve muhabbetle hizmet ve kanunlara ve nizamlara ve amirlerime itaat edeceğime ve askerliğin namusunu Türk sancağının şanını canımdan aziz bilip icabında vatan Cumhuriyet ve vazife uğrunda seve seve hayatımı feda edeceğime namusum üzerine ant içerim diyerek yemin etmiş ve yeminine ömrünce sadık kalmış ve sivil yaşamında da bu değerleri birer ışık ve hedef olarak torunlarına miras bırakmak isteyen sade bir vatandaş olarak da bu nitelendirmeyi asla ve asla kabul etmiyorum. Bazı kesimlerin söylemlerinin aksine kanunların önünde herkesin eşit olduğuna ve yargılanabileceğine, Atatürk ilke ve devrimlerini yürekten bağlı demokratik parlamenter rejime inanan ve gereklerini yerine getiren bir yurttaş olarak da asla ve asla kabul etmiyorum. Sayın Başkan, 1 Temmuz 2008 tarihinden bugüne kadar kendime hep şu soruyu sordum ve hala soruyorum. Bu soruşturma başlayıncaya kadar adını duymadığım. Varlığından haberdar olmadığım sözde bir örgütün üyeliğine niçin yakıştırıldım ve niçin buradayım. Şimdi izninizle bu sorunun cevabını huzurunuzda yüksek sesle düşünürcesine bulmaya çalışacağım. 1975 yılında kara harp okulundan jandarma teğmen olarak mezun oldum. Sınıf okulu eğitimlerinden sonra daha bu rütbedeysen TKPML DHKPC gibi sol örgüt üyelerinin bulunduğu Toptaşı gibi tarihi eserden bozma bir cezaevinde, cezaevinden sorumlu bir Cumhuriyet savcısıyla birlikte devleti temsil etmenin hem onurunu hem zorluğunu yaşadım. Her gün devletin otoritesini yıkmak için yapılan her türlü eyleme karşı koyarak devleti temsil etmenin ve gücünü göstermenin mükafatı faşist damgası yiyerek o yıllarda bu örgütlerin hedef listesine girmemin neticesi miydi? Karadeniz’in şirin bir ilçesinde halkı tahrik ederek devlet yöneticilerinin yakasına yapışmasını sağlayan, ilçe merkezinde polis otosunu tarayan, bombalayan TİKKO mensuplarını aylarca süren yoğun çabalar sonunda adalete teslim etmenin ve halkla iç içe olmanın neticesi miydi? Bölücü terörün en yoğun döneminde terör örgütünün Şırnak ilimize sızarak ele geçirip kurtarılmış bölge ilan etmek istediği ve terörle mücadelede tarihi bir dönüm noktası olan bir dönemde bölge halkını, yöneticilerini ve kamu görevlilerini bağrına basarak onları kurtaran verilen mücadele nedeniyle devlet büyüklerince ödüllendirilen ekibin içinde olmak mı? O dönemlerde yapılan yurtiçi ve sınır ötesi operasyonların hem planlanmasında hem icrasında bizzat görev almanın bir sonucumudur? İkinci kez görevlendirildiğim Şırnak da bölücü örgüte ve yandaşlarına yönelik çalışmalarımızı bölge halkını sindirmeye yönelik olarak gösterip tarihi direniş ve mücadeleyi veren ekipten olduğumu deşifre ederek Şırnak da Cumhuriyet ilan ettiğimi öne süren bölücü örgütün propagandası sonucu mu? Kaçakçılık ve yolsuzlukla mücadele ederek devlete zarara uğratılmasının sonucu mu? Örgüte müzahir bir siyasi partinin il yöneticilerinin toplantıdan dönüşte silahlarıyla yakalanarak adalet önüne çıkarılmasının sonucu mu? Aynı partinin yöneticilerinden iki kişinin kaybolmasında karakoldan çıkışları belgeyle sabit olması mı? Ve hakkımda verilen takipsizlik kararının uzun itirazlar sonucu mahkemece onanıp kesinleşmesine rağmen parti yöneticileri örgüt yandaş basın ve kalemleri tarafından hedef gösterilmemin sonucu mu? Bölücü örgüte terör örgütü diyemeyen ve onun uzantısı gibi hareket eden bir siyasi partinin bazı milletvekilleri tarafından Yüce meclis çatısı altında ve çıktıkları televizyon kanallarında beni bölge halkına zulmetmiş biri olarak gösterme gayretlerinin sonucu mu? Hizbullah terör örgütünün silah deposunun ortaya çıkarılmasının sonucu mu? Daha sonra görev aldığım Diyarbakır da jandarmanın halka yardım görevleri çerçevesinde bir devlet politikası olan aile planlamasını doğum makinesi haline getirilmiş bakabileceğinden fazla çocuğu olan ailelere uzattığımız yardım elini örgüt ve yandaşlarınca medyada soykırım olarak yansıtılmasının sonucu mu? Örgüt mensuplarınca yakılan köyleri devlet yaktı şeklindeki sahte ifadelerle devleti Avrupa insan hakları mahkemesine şikayet eden ve bunu para kazanma yolu haline getiren örgüte müzahir kişi ve kamu görevlilerinin adalet önüne çıkararak devletin çıkarlarının korunmasının sonucu mu? Sorumluluk sahasında bölge halkının güvenliği ve esenliği için gece gündüz sıcak soğuk demeden terinin son damlasına kadar bölücü örgütle mücadele etmenin sonucu mu? Daha sonra görev aldığım Bursa da terörist başının muhafazasında görevlendirilmenin sonucu mu? Avrupa işkenceyi önleme komitesi üyelerine terörist başının muhafazasıyla ilgili yalın gerçekleri anlatmanın sonucu mu? Bağlı birliklerimin çevre koruma unsurlarıyla yaptığı mücadeleden menfaati aleyhinde olan bazı çevrelerin rahatsızlıkları sonucu mu? Kaçak yapılaşmanın önüne geçmek için verilen mücadeleye destek olmanın sonucu mu? Dağ köylerinde maddi imkanı olmayan ailelerin çocuklarını üniversite sınavlarına hazırlamamızın ve kazanmalarında katkıda bulunmamızın sonucu mu? Jandarmanın halka yardım kapsamında vatandaşı bilgilendirmeye yönelik çalışmasının milli güvenlik kurulunda şikayet edilmesinin sonucu mu? Daha sonra görev yaptığım istihbarat başkanlığında jandarma istihbaratının branşlaşması personelin eğitimi ve teknik malzeme yönünden geliştirilmesi ve etkinliğin artırılması için yapılan çalışmaların bazı çevreleri rahatsız etmesinin bir sonucu mu? Sayın Başkan, kendime sorduğum bu soruların cevapları nedeniyle buradayım. Terör örgütleriyle yolsuzluklarla mücadele etmenin, kanun, nizam ve emirlere mutlak itaatle devlete hizmet aşkıyla ömrünü vermenin sonucu buradayım. Bölücü terör örgütü mensuplarınca kurulan iki pusudan Allah’ın yardımıyla kurtuldum. Bölge dışına çıktığım andan itibaren infaz edilmem için örgütçe görevlendirme yapıldığının erkenden öğrenilmesi ve alınan güvenlik önlemleri neticesinde girişimleri başarıya ulaşamadı. Gerek görev safahatım gerekse aldığım tehditler nedeniyle özel koruma kararım mevcuttur. Güneydoğu Anadolu bölgesindeki illerde terörün en yoğun olduğu dönemlerde adı geçici ama kendisi uzun görevlendirmeler hariç otuz yılda gördüğüm atamalar ve görev yerlerini gösterir safahatım ve az önce ifade ettiğim çalışmaların bir bölümünü ihtiva eden hususlar nedeniyle koruma altına alınmam yönündeki komutan mütalaasını dosyada EK-C olarak sunuyorum. Sayın Başkan, ülkede kaos ortamı yaratarak darbeye zemin hazırlamak isteyen cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hükümetin görevini yapmasına engel olmayı ve ortadan kaldırmayı hedeflediği iddia edilen sözde bir örgütün üyeleri olmak suçlamasıyla karşınızda bulunuyoruz. Esasen böyle bir örgütün var olup olmadığına sizler karar vereceksiniz. Ancak Ümraniye de el bombalarının ele geçirilerek soruşturmanın başladığı tarihten hatta onun ondan öncesinden başlayarak hem soruşturma hem kovuşturma evrelerinde her gün sizlerin yargı erkine yargılamaya olumlu olumsuz etki edebilecek çok çeşitli idari siyasi mülahazalar ortaya atılmış yetkili yetkisiz birçok kişi, kuruluş ve örgütün söylemleri ile dava siyasi bir dava niteliği kazanmış en azından kazandırılmaya çalışmış ve kurgulanmıştır. Hatta süreç o hale getirilmiştir ki, dış egemen güçlerin söylem ve yönlendirmeleriyle uluslar arası boyuta bile ulaşmıştır. Bu konuda Sayın mahkemeyi tenzih ederim. Demokratik ve tam bağımsız ülkelerde hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı anayasal ilkelerin başında gelir. Eğer hukuk iç ve dış politika unsur ve gelişmelerin etkisine girmeye başlarsa ne yargı bağımsızlığından ne de ulusal bağımsızlıktan söz etmek mümkün olur. Bu da ülkenin başta politik gücü olmak üzere topyekün milli güç unsurları üzerinde bazı iç ve dış mihraklarca yaratılan zafiyetin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Yüce Atatürk bir ülke için en büyük zafiyetin iç cephede ortaya çıkan zafiyet olduğuna, olduğuna işaret etmiştir. Bu hususu iç ve görünürdeki cephe asıl olan iç cephedir. Bu cephe bütün memleketin bütün milletin meydana getirdiği bir cephedir. Görünürdeki cephe doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki silahlı cephesidir. Bu cephe sarsılabilir, değişebilir, yenilebilir fakat bu durum hiçbir zaman bir memleketi bir milleti yok edemez. Önemli olan memleketi temelinden yıkan milleti esir ettiren iç cephenin çöküşüdür. Bu gerçeği bizden daha iyi bilen düşmanlar bu cephemizi yıkmak için yüzyıllarca çalışmışlar ve çalışmaktadırlar. Bugüne kadar başarı da sağlamışlardır. Gerçekten kaleyi içerden almak dışardan zorlamaktan çok kolaydır. Bu maksadı gerçekleştirmek için içinize kadar sokulabilen bozguncu mikropların ve ajanların varlığını iddia etmek yerindedir sözleriyle ifade etmiştir. Yakın tarihimizde Yüce Atatürk’ün işaret ettiği bozguncu mikroplar ve ajanların ülkelerinin ve uluslar arası çıkarlarının gereği olarak toplumumuzda yarattıkları etkiler ve sonucunda yaşanan olağanüstü dönemler ve ara rejimlerin ortaya çıkışı sonuçları ve hukukun siyasallaşması sonucu tertip olarak planlanıp açılan siyasi nitelikteki davalar maalesef günümüzde yaşadıklarımızla büyük paralellik ve benzerlik göstermektedir. Bu müdahale ve davalar Yüce Atatürk’ün işaret ettiği iç cephenin zaman zaman zafiyetine ve emperyalist güç odakların hedeflerine ulaşmasına katkı sağlamıştır. Sayın Başkan, bakmakta olduğunuz dava kanımca Türk adalet tarihinin en büyük siyasal davalarından birisidir. Çünkü 12 Mart döneminde yaşanan davalardan sonra bugüne kadarki süreçte yaşanmayan 12 Eylül ara rejiminde bile görülmeyen tarzda, Türk Silahlı Kuvvetlerinin komuta kademesinde görev almış yüksek rütbeli emekli muvazzaf subaylar, parti genel başkanları, rektörler, öğretim üyeleri, yazarlar, aydınlar, eski milletvekilleri ve vatanseverlerin ülkenin gidişatından endişe ederek görüşlerini açıklayan herkesin yargı alet edilerek susturulması etkisiz hale getirilmesi ve davanın iç politika malzemesi yapılarak siyasi bir rant elde edilmek istenmesi ve hedeflenen yeni yönetim anlayışının oturtulmaya çalışmak istendiği başka bir dava daha Türk adalet tarihinde yoktur. Müdahaleler soruşturmada sanıktan delile gitme yöntemi kanunsuz delil etme delil elde etmeler her şeyin sözde ihbar müessesesine dayandırılması olmayan hususların var gibi gösterilmeye çalışılması, gizli tanık yalanları ve bu tanıkların bir çoğunun bölücü terör örgütü itirafçılarından seçilmesi gibi faktörler dikkate alındığında maalesef dava tam bir hukuk garabetine dönüşmüştür. Bu davayı bu şekliyle önünüze getirenler getirmeye çalışanlar ve savunanlar bazı güçlerin sözcülüğünü yapmayı kendi çıkarları açısından uygun bulmuş olabilirler. Ancak unutulmamalıdır ki işbirlikçilerin yönlendirmeleriyle yargıyı kendi çıkar ve ihtirasları için kullanmak isteyenler gerçek suçlulardır. Türkiye’nin jeopolitik ve jeostratejik konumu ve bağlı olduğu uluslar arası kuruluşlarla ilişkileri dikkate alınmaksızın olaylara ve davaya yalnızca bir iç sorun gibi bakılması büyük bir yanılgıya ve yanlışlara düşülmesine yol açmaktadır. Yaşadığımız süreçte önemli iç politika olayları dış etkileri gözardı ederek değerlendirmek mümkün değildir. Yüce Atatürk döneminde titizlikle korunan ve ödünsüz uygulanan tam bağımsızlık ilkesinden özellikle ikinci dünya savaşından itibaren yakın geçmişimizde de imzalanan her ikili anlaşmayla taviz verilerek uzaklaşıldığı bir gerçektir. Anlaşmaların içeriğine bağlı olarak yardım ve işbirliği perdesi arkasında milli güç unsurları bağlamında dışa bağımlılık artmış belirli dönemlerde de dış güçlerin dayatmalarına maalesef boyun eğmek zorunda kalınmıştır. Amaçlarına ulaşmak için çok uluslu şirketler kullanılarak yeni pazarların ele geçirildiği el atılan ülkelerin doğal kaynaklarının sömürüldüğü üs ve tesis imkanlarının sağlandığı dönemlerde politik güç unsuru yönlendirilerek modellemelere biçilen rollere ve görevlendirmelere boyun eğilmiştir. Maalesef ülkenin birçok döneminde bu yaşanmıştır. 1949 yılında ABD başkanı Thruman karşılıklı savunma yardımı kanunu gerçek gerekçesinde yabancı devletlere yapılacak yardımlar onların iktisadi ve siyasi güvenliklerini sağlamakla beraber aslında Amerika’nın güvenliği uğruna yapılmış yatırımlar olarak düşünülmektedir. Amerika’nın güvenliğinin artırılması için yabancı devletlerin askeri güçlerini artırma yönünde çaba göstermelerini istememiz gereklidir demiştir. O dönemin amerikan kara kuvvetleri komutanı da savaş alanının asıl sahibi muhtemelen yapılacak bir saldırıya karşı koyması için bizim kendisine askeri yardım yaptığımız dost bir ulus olacaktır demiştir. Bill Clinton Mayıs 1997 de yeni bir yüzyıl için ulusal güvenlik stratejisi adlı belgeyi imzalamıştır. Belgenin esası ABD çıkarlarına dayanan ekonomik milliyetçiliğin gerekirse silah gücüyle dünyaya egemen kılınmasıdır. Belge de 200 milyon varillik rezerviyle Hazar denizi bölgesi dünyanın artan enerji talebini karşılama da önemli bir rol oynamaya adaydır. Kendi petrol kaynaklarımız tükeneceğinden bu bölgedeki kaynaklara ulaşmak ABD’nin yaşamsal çıkarlarından biridir denilmektedir. 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra da başkan Bush terörizmle savaşma kampanyası kapsamında Büyük Ortadoğu Projesini önermiştir. Buna göre Türkiye dahil olmak üzere bölgedeki 22 ülkenin sınırların değişmesi gerektiği ve bunun ilk adımlarının da Afganistan ve ırak işgalleriyle atıldığı dile getirilmiştir. Asıl hedef kendilerine göre var olan ve İslami terör diye adlandırdıkları sözde terörü önlemek maskesiyle bölge kaynaklarını kontrol etmek rakiplerini bu bölgeden uzak tutmak ve kendisine bağlı yeni ülkeler yaratmak ve yönetimleri iş başına getirmek ve yönetimde kalmalarını sağlamaktır. Bu örneklerde görüldüğü üzere dış egemen güçler bağımlı kıldıkları ülkelerin içişlerine karışmayı ve bu ülkelerin yönetimlerinin kendi işbirlikçileri olmalarını sağlamakta rejimlerin niteliklerine bakılmaksızın çıkarları sürdüğü sürece bu yönetimleri yaşatmayı ilke olarak sürdürmeyi hedeflemektedirler. Bu hususu da çok önemli iki yapıyla yürütmektedirler. Çok uluslu şirketler yani uluslar arası sermaye ve çok güçlü istihbarat teşkilleri. Bu unsurlar çeşitli yöntemlerle girdikleri ülkelerin uydu ve işbirlikçi yönetimlerinin kendilerine bağlı kuruluşlar ve örgütleriyle yakın ilişkiye girmekte, yöneticileri eğitmekte, çeşitli fonlardan aktardığı paralarla yeni örgütlenmelere giderek kendi çıkarlarını korumaktadırlar. Girdikleri ülkede sosyal uyanış ulusal devlet yapısı, üniter devlet yapısı gibi kendileri için sakınca gördükleri her fikir, gelişme ve uyanış karşısında o ülkede etnik psikiyatriyi de kullanarak ulusal bilinci, tarihini, benliğini, önderlerini sorgulatarak bu değerlerini ve reflekslerini yok edip gerektiğinde de kaos ortamı yaratarak kendi çıkarları için çizdikleri senaryoyu uygulamaktan kaçınmamaktadırlar. Türk milleti 1950’lı yıllardan günümüze dek bunların çeşitli örneklerini ve acılarını yaşamıştır. Amerika’nın Türkiye ile yakından ilgilenmesinin nedenlerinden biri de güçlü Türk Silahlı Kuvvetlerinin Amerika’nın Ortadoğu politikasındaki ve Türkiye jeopolitiğindeki yeri ve durumudur. 1 Mart teskeresine kadarki süreçte Türkiye ile ilişkilerine yön vermede pentagon Türk Silahlı Kuvvetleri bağlantısı ön plandayken teskerenin çıkarılamamasının sorumlusu olarak Türk Silahlı Kuvvetlerini gösterme gayretlerinin sonucu iki ülke arasındaki ilişkiler siyasi raya oturtulmuştur. Normalde olması gereken budur. Ancak gözden kaçırılmaması gereken husus bu değişikliğin ağırlıklı olarak amerikan ulusal çıkarlarının korunması için yapılması ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin sözde hizaya sokulmak istenmesidir. Diğer bir ifadeyle başka stratejik ortak veya ortaklar vasıtasıyla Türkiye’yi kontrol etmek ve biçtiği modeli ve düzeni dikte etmektir. Çünkü sadece teskere olayı değil Türk Silahlı Kuvvetleri ve Türk toplumundaki bazı gelişmeler ABD’yi rahatsız etmiştir. Harp akademilerinde 7 Mart 2002 de Türkiye’nin etrafında barış kuşağı nasıl oluşturulur konulu sempozyumda halen bu soruşturmada yargılanan bazı akademisyen ve askerlerin AB ve ABD ile Türkiye’nin milli menfaatleri için iç ve dış politikada takip etmesi gereken milli meselelerle ilgili görüşlerini açıklamaları milli konulara bakış açılarında artan hassasiyet ve toplumda giderek yükseler amerikan karşıtlı yine 2002 başlarında Rusya Genelkurmay başkanının Türkiye’yi ziyaretinde askeri işbirliği anlaşması imzalanması ve ABD’yi ziyaret etmeyen ilk ve tek Genelkurmay başkanı olan ve bu nedenle 14 Ocak 2009 tarihli taraf gazetesinde makalesi yayınlanan bir Amerikalı yarbayın münzevi olarak nitelendirdiği orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun Rusya’yı ziyaretleri ABD’nin Irak’ı işgaline karşı olan orgeneral Kıvrıkoğlu’nun 28 Şubat bin yıl sürecek demecine karşı ABD’nin Temmuz 2002 de milenyum chellange 2002 isimli başlattığı tatbikatta Türkiye’nin işgali üzerine oturttuğu senaryoya göre bir deprem sonrası çıkan kaos ortamı nedeniyle ordu yönetime el koyuyor ABD de bunun üzerine güneydeki bir adayı yani Kıbrıs’ı kuşatıyor ardından da hedef ülkeyi 96 saat içinde işgal ediyordu. Bütün bunlar Amerika’nın bölgedeki menfaatleri açısından ne kadar rahatsız olduğunu ve yeni dostlar arayışına girdiğini gösteriyordu. Birkaç örgüt mensubunun yalanlarıyla PKK’yı Türk Silahlı Kuvvetleri ve onun komuta kademesiyle özdeşleştiren terörle mücadele şubesinin ek klasör 248’deki raporuyla ilgili konuyu ilerleyen bölümde değerlendirildiğinde aslında bu örgütün temel özelliği gerçekte arkasında kim olduğunu Atatürk’ün bir özdeyişinin tahrip edilerek Türk milletinin kandırılmaya çalışıldığını ortaya koyarak o raporu yazanların Türklüğünden şüphe ettiğimi ve yargılanmaları gerektiğini vurgulayacağım. O tarihten itibaren Amerika, Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında Türkiye’ye ılımlı İslam modelini dayatmak istemiş Irak’tan Afganistan’a kadarki bölgede çıkarları için Türkiye’nin siyasi ve askeri gücünü yönlendirmeye çalışmış milletin ayrıştırılmasına destek vermiş laikliği dini özgürlüklerin Kemalizm’i demokrasinin gelişimini kısıtlayan faktörler olarak görülmesine katkı vermiştir. Sayın Başkan, açıklamaya çalıştığım üzere yakın tarihimizden bugüne kadarki süreçte ülkemizde yaşanan olaylarda Latin Amerika ülkelerinde İspanya da Portekiz de komşumuz Yunanistan da Irak da Ukrayna da yaşanan birçok olayda hep uluslar arası sermaye ve yabancı istihbarat örgütlerinin halka rağmen yerli işbirlikçileri vasıtasıyla istediklerini yaptırdıkları bunu gerçekleştirmek için terör örgütlenmesine terör eylemlerine ve halkı isyana teşvike kalkıştıkları bilinmektedir. Bu hareketlerin karşısında duranlar da çeşitli gerekçeler ve suçlamalarla sindirilmeye çalışılmıştır. Bu davada da bizler üzerinden topluma korku salıp bireylerin toplumun sivil toplum kuruluşlarının Atatürkçü ulusalcı anti emperyalist Cumhuriyetin temel ilke ve değerleriyle Türkiye Cumhuriyetinin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğüne sahip çıkan görüş düşünce ve söylemleriyle uluslar arası sermaye ve yerli işbirlikçilerini rahatsız eden emekli askerlerin, akademisyenlerin, siyasi parti başkanlarının, aydınların, gazetecilerin, sendika liderlerinin ve iş adamlarının diğer bir ifade ile vatanseverlerin sindirilmesi ve baskı altına alınması, uluslararası sermayenin hedefine giden yol üzerindeki tüm engellerin kaldırılması, ulus devlet anlayışı ve üniter devlet yapısının bertaraf edilerek, sözde liberal uygulamalara geçilmesinin sağlanması hedeflenmiştir. Bu amacı sağlayabilmek için ulusalcı güçlerin, sosyal yapının çözülmesi, milletin etnik kimliklerine göre ayrıştırılması, kamplaştırılması, kurumsal yapılar ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin ve onun içindeki istihbarat birimlerinin etkisiz hale getirilmesi gerekir. 30 Nisan 2001 tarihinde, Ergenekon belgesini yayınlayan ve soruşturmaya kadar bu konuda çeşitli yayınlar yapan Aksiyon Dergisi 7 Mayıs 2007 tarihinde daha Ergenekon operasyonu başlamadan önce mıntıka temizliği olarak nitelendirdiği operasyonun ilk işaretini vermiştir. Bu amacı gerçekleştirmek için tüm hazırlıkların ve planlamaların yurtdışı ağırlıklı olarak tezgâhlanıp uygulamaya konulduğu açıktır. Düşünün ki bir gazeteci, bu araştırma kapsamında tutuklanacak 80 kişilik bir listenin Amerika tarafından verildiğini yazabiliyor. Çok önceden planlanmış bu operasyonlarda gözaltına alınacak ve tutuklanacak kişilerin hepsi konjonktürel değişiklikler hariç daha bombalar bulunmadan önce belirlenmiştir. Bu kişilerin kimler olduğunu görmek için Aksiyon Dergilerine bakmak yeterlidir. Yine Lobi belgesinin Amerikan Ordusu tarafından hazırlanıp Rızgari örgütü internet sitesinde yayınlandığı iddia ediliyor, gözaltına alınanlara sen MİT ajanı mısın, JİT ajanı mısın diye soruluyor, emniyet sorgularında askerler hakkında ifade ver, bırakalım deniyor. Gizli olan soruşturmadaki birçok bilgi bazı basın organlarına servis edilerek yargısız infaz yapılabiliyor, daha da ilginci, internette yayınlanan ve aleniyet kazanan, herkesin okuyup bildiği, bazı sözde belgeler, iddianameye alınarak, iddianamenin temelini oluşturduğu söylem ve yaygın kanaatleri kamuoyu tarafından kabul görüyor. Son dönemlerde kamuoyunu Türk Silahlı Kuvvetlerini kaldırıp yeni bir ordu kurulması gerektiğine inandırmak isteyenlere şunu hatırlatmak istiyorum: Atatürk 1923’de muhafazakâr paşalara Ya Ordu, Ya siyaset seçeneği sunup Orduyu Osmanlı geleneğinden temizlemiş ve Türk Ordusunu gündelik basit siyasetlerden arındırmıştır. Ancak 1950’de o dönemin iktidarı Kurtuluş Savaşından kalan 14 Generali de emekli ederek kadro temizliğine ve kadrolaşmaya başlamıştır. İlerleyen dönemlerde Siyasal iktidarların her türlü kadrolaşma gayretlerine karşı durularak, Atatürk’ün düşünce ve hedefi korunmuştur. Türk Silahlı Kuvvetlerinin varlığının tehlikeye girmesi, aynı zamanda Türk Vatanı ve Türk Devletinin de tehlikeye girmesi demektir. Bunu herkesin iyi anlaması gerekir. Yakın gelecekte bir sınır komşusu ülkeye muhtemel bir müdahale ve saldırıya karşı durabilmenin sadece politik güç unsuru ile sağlanamayacağı güçlü bir askeri güce de ihtiyaç duyulacağı unutulmamalıdır. Atatürk hayatı boyunca özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir ifadesini ilke edinmiştir. Osmanlı Ordusunda Alman egemenliğine hep isyan etmiştir. Ordunun ulusun kaderi olduğunu en iyi o biliyor, bu kaderi yabancıların eline bırakmayı, asla kabul etmiyordu ve hayatı boyunca sadece ulusa ve ulusun kaynaklarına da inanıyordu. Türk Silahlı Kuvvetleri de milletin bağrından çıkmıştır. Bu asla değişmez ve değiştirilemeyecektir. 12 Eylül 1980’de bizim çocuklar başardı diyen ABD’liler özellikle 1995’den sonra Türk Generalleri hizadan çıktı demeye başladılar. Çekiç güçle PKK’ya her türlü desteği vermeye başladılar. Bunun en yakın şahitlerinden biri de benim. 1 Mart 2003 teskeresine gelindiğinde, Türkiye kötü ile kötünün kötüsü arasında tercih yapmak zorundaydı zihniyetine ve kendisine karşı olan 2003 dönemi komuta kademesine yönelik bu tür operasyonlarla Türk Silahlı Kuvvetleri bir dönemin hesaplaşmasına maruz bırakılmıştır. Bütün bunlar bu senaryonun, dış destekli olarak, herkesin, hatta eski bir başbakanın kardeş teşkilat içindeki varlığından söz ettiği F tipi yapılanmanın bürokrasiye ve yargıya da sızmaya çalışarak ve kontrol altına aldığı bir kısım medya üzerinden yürüttüğü psikolojik harekâtla icra edildiğini göstermektedir. Buna paralel olarak, bazı çevrelerce de birbirleri ile organik bağı olmayan, birbirini tanımayan, telefon görüşmesi bile olmayan kişiler, aynı yapı içinde örgüt mensubu olarak kamuoyuna sunulmaktadır. Bu benzer işlem ülkemizde demokrasinin kesintiye uğradığı ara rejimlerde yapılan bir araya getirmeler ve tutuklamalarda çok yaşandı. Savunmak için söylemiyorum ama en azından o dönemler olağanüstü dönemlerdi. İlgisi olmayanların dışında görüşleri nedeniyle bir araya gelmiş insanlarla ilgili bir yargı kararını dikkatinize sunmak istiyorum. Yıl 1972, İstanbul Sıkıyönetim komutanlığı 3 numaralı Sıkıyönetim Mahkemesinin Türkiye Komünist Partisi davasında verdiği kararla ilgili olarak Gizli örgüt ve cemiyet konusunda Askeri Yargıtay 3. dairesinin 25 Şubat 1972 gün ve 972/1 Esas, 972/58 Karar sayılı ilamında dava sanıklarının organize bir teşekkülden ziyade, yek diğeri ile irtibatları ileri sürülen bazı gruplardan oluştuğu kabul edildikten sonra, Türkiye’de 1961-1971 döneminde sol tandanslı kişilerin birbirlerini tanımaları, bazılarının zaman zaman mektuplaşma bir tarafa, hatta çeşitli vesilelerle bir araya gelmelerini olağan bulmamak mümkün değildir yargısına varılmıştır. Bu yargı olağanüstü bir dönemde ve askeri yargı tarafından verilmiş bir karardır. Bu kararda belirtilen hususlarla, bakmakta olduğunuz dava arasındaki fark mektuplaşmaların yerini, bugün telefon ve elektronik haberleşmenin almış olmasıdır. Bu dava o dönemde olsaydı herhalde bunca insan bugünleri yaşamazdı. O günkü komünizm tehdidi, bugün yerini uluslararası sermaye ve işbirlikçilerinin tehditlerine bırakmış durumdadır. Sayın Başkan,, ilk anayasacımız Mithat Paşa, Abdülhamit zulmüne alet olan mahkeme önünde savunma hakkı vardır ya da yoktur, şahit dinlenmeyecek, vesika tetkik edilmeyecek ve kanunlar ayak altına alınacak olduktan sonra bu davaya ne lüzum var? Sizin şahsınızda ben bahtsız, vatanın Tanzimat’tan önceye gittiğini görmekle yeis duyuyorum demiştir. Bugün, uygulamalar neticesinde toplum üzerinde amaçlanan korku ve baskı sağlanmış, birçok çevre, düşünür susturulmuş, etkisiz hale getirilmiştir. Kamuoyunun büyük bölümünün vicdanında da, bu davanın artık siyasi bir dava niteliği kabul görmüştür. Türkiye Cumhuriyetinde irtica ve bölücülük tehlikesinden bahsetmek, bazı kurum, kişi ve grupları demokratik kurallar içinde eleştirmek alternatif siyasi çalışmalarda bulunmak, siyasi parti kurmak, terörle mücadelenin devam etmesini istemek, AB ve ABD’nin Türkiye aleyhine yaptığı faaliyetleri vurgulamak, ulus devleti ve üniter yapıyı savunmak, daha vahimi Atatürk İlke ve Devrimlerine sahip çıkmak suç haline gelmiştir. Eğer bunlar suç olmasaydı bugün bu toplama kampı olur muydu? Bütün bu ifadelerden sonra demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletinden söz etmek ve Anayasal hakların özgürce kullanıldığından ve teminat altında olduğundan bahsetmek mümkün müdür? Bu konuyu Profesör Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun Rejimlerimiz ve Hâkimlerimiz isimli eserindeki Bir kez daha tekrar ediyorum, özgürlükçü demokratik rejimimiz, yargıçlarımızın sağlam ve sarsılmaz tutumuna bağlıdır sözleriyle bitirerek savunmama devam etmek istiyorum. Bir ara verirsek.”

Naip Hakim Hüsnü Çalmuk:”Başkanım bir on dakika ara verebilirsek.”


Yüklə 419,67 Kb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4   5   6




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin