"'Ateş yine yön verecek.'"
Şimdi herkes daha yüksek sesle söylüyordu, Alfred'in sesi en güçlü çıkanıydı ve melodide başı çekiyordu. Bane'in sesi kısılmıştı, ama asla yorulmuyordu. Geglerin artık işe karışmayacağından emin olan Haplo, Hugh'la elfe döndü. Aynı pozisyonda, kılıçlarını kaldırmış, birbirlerini dikkatle süzüyorlardı.
"Size zarar vermek istemiyoruz," dedi Hugh elfçe.
Elf zarifçe kaşını kaldırdı ve silahlı mürettebata göz gezdirdi. Yirmiye bir, üstün durumdaydılar.
"Dalga geçiyorsun," diye yanıtladı elf.
-, Ama Usta ciflerin alışkanlıkları hakkında birşeyler biliyor gibiydi, çünkü duraksamadan, dillerini akıcı bir şekilde kullanarak konuşmaya devam etti.
"Burada mahsur kaldık. Kurtulmak istiyoruz. Yüksek Âlem'e gideceğiz..."
Elf dudak büktü. "Yalan söylüyorsun, insan. Yüks k " yasaktır. Büyülü bir engelle çevrilidir."
"Önemli değil. Bizim geçmemize izin verecekler" H
Hugh. "Şu çocuk" -Bane'i işaret etti- "bir gizemustasmm o"' ludur. O..." • • 8"
Limbeck kaldfğı yeri buldu. "Başka bir âlemden gelen se kin ziyaretçiler..."
Dışarıdan bir tangırdama ve demir dövülme sesi geldi
"Düdükler! Düdükleri kullanın, aptallar!"
İki düdük ciyakladı -elf kaptanla kutuyu tutan büyücünün-kiler.
Köpek kulaklarını dikerek hırladı, sırtındaki tüyler dikilmişti. Haplo hayvanı rahatlatırcasına okşadı, ama köpek sakinleş-medi ve acı acı uludu. Tangırdama ve düdük sesi yükseldi. Kapakta beliren gölge güneş ışığını kesiyordu.
Alfred geriye çekilirken Bane'i de beraberinde sürükledi. Limbeck, söylevini okuduğundan kaptanı görmedi. Demir zırhlı bir şekil Gegi kabaca kenara iterek yere devirdi. Elf kapakta durup düdüğünü öttürdü. Miğferini çıkarmıştı. Mürettebatına dikilmiş gözleri, öfkeyle kızarmıştı.
Düdüğünü dudaklarından, ancak vahşi bir şekilde "Emrettiğimi yap, lanet olasıca teğmen!" demeye yetecek kadar çekti. Elinde kutusuyla büyücü de arkasından geldi.
Hugh'nun karşısındaki elf, kendi kendine hareket ediyormuş gibi görünen elini kaldırdı. Gözleri kaptandan Hugh'ya, Hugh'dan kaptana gitti. Mürettebatın kalanı düdüklerini kaldırmış, onlarla oynuyordu. Birkaç çekingen bip sesi geldi.
Hugh neler olup bittiğini anlamıyordu, ama zaferin bir notaya bağlı olduğunu anladı ve boğuk bir sesle şarkıyı söyleme acıyla uludu ve Limbeck dahil herkes, son iki nefesleri yettiğince yüksek söylediler:
Ok ve yay, duygular ve kalptir,
Zincir hayat, dağlar ayrılık. , ^ ,, ,f (,,lft ,. (,
Teğmenin eli kıpırdayarak düdüğü kavradı. Subayının yanındaki elf savaşçısını fark eden Haplo gerildi ve adamın üzerine atlayıp, elindeki silahı almaya hazırlandı. Ama teğmen düdüğü ağzına götürmemişti. Üzerine asılı olduğu sicimi şiddetle çekip, kopardı ve düdüğü yere fırlattı. Elf mürettebat arasında bir tezahürat koptu ve -gemi büyücüsü dahil- çoğu, teğmenin yaptığını tekrarladı.
Kaptanın yüzü, öfkeden kıpkırmızı kesilmişti. Zayıf yanak-lannda beyaz lekeler belirmiş, ağzı köpürmüştü.
"Hainler! Bir korkağın peşinden giden hainler! Weesham, sen tanığımsın. İsyankâr bunlar, pis asiler, geri döndüğümüz zaman..."
"Geri dönmüyoruz, kaptan," dedi teğmen, gri gözleri buz gibi soğuk, dimdik durarak. "Şarkı söylemeyi bırakın!" diye ekledi.
Hugh neler olup bittiğini tam olarak anlamamıştı; görünüşe göre, cifler arasındaki bir tür şahsi ihtilafın ortasına düşmüşlerdi. Ama bunun, durumu kendi çıkarlarına değiştirebileceğini kavramakta gecikmedi ve eliyle bir hareket yaptı. Herkes sustu, Alfred Bane'e sessiz olmasını iki kere emretmek zorunda kaldı ve sonunda eliyle oğlanın ağzını kapadı.
"Size bu adamın korkak olduğunu söylemiştim!" Kaptan mürettebata hitap ediyordu. "Bu hayvanlarla savaşacak cesareti yok! Çıkarın beni bu şeyin içinden!" Elf kaptan demir zırhın
içinde kıpırdayamıyordu. Geiri elini zırhın üstüne koydu ve bir sözcük söyledi. Demir eriyiverdi. Öne sıçrayan elf kaptan, elini yan tarafına götürdü ve kılıcının yok olduğunu gördü. Ama kılıcını bulmakta gecikmedi; Hugh ucunu boğazına dayamıştı.
"Hayır, insan," diye haykırdı teğmen, Hugh'yu engellemek üzere yaklaşarak. "Bu benim kavgam. Kaptan, bana iki kere korkak dedin ve ben onurumu korumalıyım. Artık rütbenin arkasına saklanamazsın!"
"Bunu pek cesurca söylüyorsun, teğmen, senin silahlı, benim silahsız olduğum düşünülürse!"
Teğmen Hugh'ya döndü. "Gördüğün gibi, insan, bu bir onur meselesi. İnsanların bu tür şeyleri anlayabildiğini duymuştum. Kaptanın kılıcını vermeni istiyorum. Bu seni silahsız bırakacak elbette, ama zaten fazla şansın da yok -bizim sayımız sizden çok fazla. Yaşarsam, sana yardım etmeye söz veriyorum. Ölürsem, o zaman şansını denemelisin."
Hugh seçeneklerini değerlendirdi, sonra omuzlarını silke-rek kılıcı kaptana uzattı. İki elf karşı karşıya geldi ve dövüş pozisyonu aldı. Mürettebat, kaptanları ile teğmen arasındaki dövüşü izlemeye başladı. Hugh birinin yanına yanaştı. Haplo, katilin uzun süre silahsız kalmayacağını tahmin ediyordu.
Patryn'in kendi endişeleri vardı. Bir yandan da geminin dışında çıkan isyana göz kulak oluyordu ve GGIBITçilerin aynasızları yendiğini, gözlerini kan bürümüş bir durumda bela aradıklarını gördü. Gegler gemiye binerse, cifler bunun toplu bir saldırı olduğunu düşünecekler, kendi aralarındaki ihtilafları unutup karşılık vereceklerdi. Haplo, Geglerin gemiyi işaret edip hazine hakkında sızlandıklarını duymuştu bile.
Kılıç kılıca çarptı. Kaptan ile teğmen ileri atılıp, geri çekıl di. Elf büyücü hevesle çarpışmayı izliyor, işlemeli kutuyu göğsüne bastırıyordu. Hızla ve beceriyle hareket eden ve mümkün olduğunca az dikkat çekmeye çalışan Haplo, kapağa geri döndü. Köpek de onu takip etti. W'ft
Jarre iskelede duruyor, elindeki kırık tefle, gözlerini Lim-beck'e dikmiş, bakıyordu. Yılmayan Limbeck ayağa kalkıp, gözlüklerini düzeltmiş, kalmış olduğu yeri bulmuş, söylevine devam ediyordu.
"...herkes için daha iyi bir yaşam..." K'r"" * VA fW!"" Jarre'nin arkasında Gegler toplanıyor, birbirlerini gemiye gidip, savaş ganimetlerini almak konusunda teşvik ediyorlardı. Haplo iskeleyi kaldıran mekanizmayı buldu ve nasıl işlediğini anlamak için çabucak inceledi. Tek sorun, dişi Geg'-di.
"Jarre!" diye bağırdı Haplo, elini sallayarak. "İskeleden çekil! Kaldıracağım onu! Artık gitmek zorundayız!"
"Limbeck!" Jarre'nin sesi duyulmuyordu, ama Haplo dudaklarının hareketinden ne söylediğini anlamıştı.
"Ona göz kulak olurum, sana geri getiririm. Söz veriyorum!" Verilmesi kolay bir sözdü bu. Bir kere şekle girince, Limbeck Gegleri yönetmeye ve onları birlik içinde savaşan bir ırk yapmaya hazır olacaktı -hayatlarını Nexus Lordu için ortaya koymaya hazır bir ırk.
Jarre öne doğru bir adım attı. Haplo onu istemiyordu. Ona güvenmiyordu. Bir şey onu değiştirmişti. Onu Alfred değiştirmişti. Alfred'le ortadan kaybolmadan önceki ateşli devrimci değildi artık. O adam, uysal ve zararsız görünen o adam, dikkat edilmesi gereken birisiydi.
Bu sırada, Gegler birbirlerini eyleme geçmeye kışkırtmış, gemiye doğru ilerlemeye başlamışlardı. Haplo arkasında, iki
İ
elfın mücadele etmeye devam ettiğini duyabiliyordu. Mekanizmayı hazırladı ve iskeleyi kaldırmaya hazırlandı. Jarre düşüp, ölecekti. Bir kaza gibi görünecekti. Gegler cifleri suçlayacaktı. Elini mekanizmanın üzerine koydu, çalıştırmaya hazırlanmıştı ki, köpeğin yanından geçip iskeleye fırladığını gördü. "Köpek! Gel buraya!"
Ama hayvan ya ona itaat etmiyor, ya da şarkıların ve çarpışan kılıçların ortasında onu duymuyordu.
Sinirlenen Haplo mekanizmayı bıraktı ve hayvanın ardından iskeleye çıktı. Köpek Jarre'nin gömleğinin kolunu dişlemiş, onu iskeleden, Avuca doğru çekiyordu.
Dikkati dağılan Jarre köpeğe baktı ve o anda, halkının gemiye doğru ilerlediğini gördü.
"Jarre!" diye haykırdı Haplo. "Geri döndür onları! Welfler onları öldürecek! Saldınrsanız hepimizi öldürecekler!"
Jarre arkasını dönüp önce Haplo'ya, sonra Limbeck'e baktı.
"Sana bağlı, Jarre!" diye bağırdı Haplo. "Artık önderleri sensin."
Köpek Jarre'nin kolunu bırakmış, yüzüne bakıyordu. Gözleri parlıyor, kuyruğu sallanıyordu.
"Hoşçakal, Limbeck," diye fısıldadı Jarre. Eğilerek köpeği sıkıca kucakladı. Döndü ve omuzlarını dikleştirerek iskeleden Avuca indi. Gegler'e dönerek ellerini kaldırdı. Gegler durmuştu.
"Daha fazla hazine bırakıyorlar. Hepiniz aşağı inin! Burada bir şey yok."
"Aşağı mı? Aşağı mı bırakıyorlar?"
Gegler aceleyle döndüler ve birbirlerini ittirip kaktırarak merdivenlere atıldılar.
"Buraya gel, köpek1" diye emir verdi Haplo
Hayvan sıçraya sıçraya güverteye döndü. Dili, bas-tıramadığı bir zafer sırıtışıyla sarkıyordu.
"Kendinle pek de gurur duyuyorsun, ha?" dedi Haplo. Me kanizmayı serbest bıraktı ve halatlara asılarak iskeleyi olabildi
ğince çabuk kaldırdı. Jarre'nin sesinin bir emirle yükseldiğini ve Geglerin bağırarak desteklediğini duydu, iskele içeri kaydı.
Kapağı kapatan Haplo, onu sıkıca kilitledi. Artık Gegler ne gö rülebiliyor ne de duyulabiliyordu. , , \ f.\
"Asi it. Derini yüzmeliyim," diye mırıldandı Haplo, köpeğin ipeksi kulaklannı sevgiyle okşayarak.
Çarpışan kılıçların sesini bastırmaya çalışan Limbeck devam ediyordu: "Ve sonuç olarak, şunu söylemek isterim ki..."
42S
,*,*"'l ı f(1 w-'1 EJDER.
&},'
KIRKIKINCI BOLUM
KALDIRAÇLAR, DREVLIN AŞAĞI ÂLEM
Haplo kapaktan arkasına döndüğünde, teğmenin kılıcını elf kaptanın bedenine sapladığını gördü. Teğmen kılıcını geri çektiğinde kaptan güverteye yığıldı. Mürettebat sessizdi; ne bir tezahürat, ne de bir dövünme sesi duyuluyordu. Yüzü soğuk ve kıpırtısız olan teğmen, geri çekilip, büyücünün ölmekte olan eltin yanına diz çökmesi için izin verdi. Haplo, devamlı kaptanın yanında bulunan bu büyücünün bir otacı olduğunu düşünmüştü. Bu yüzden, Patryn büyücünün, ölmekte olana yardımcı olmak için herhangi bir hareket yapmadığını görünce şaşırdı. Büyücü kakmalı kutuyu kaptanın dudaklarına götürdü.
"Sözcükleri söyle!" diye tısladı geir. -"; ,'"
Kaptan bir çabada bulundu, ama ağzından kan boşandı.
Büyücü öfkelenmiş gibiydi, elfin başını kaldırarak, hızla sönmekte olan gözleri kutuya bakmaya zorladı.
"Sözcükleri söyle! Halkına karşı görevin bu!"
Yavaş yavaş ve gözle görülür bir çabayla elf, Haplo'ya an laşılmaz gelen sözcükler söyledi. Kaptan geriye düştü. Ölmüş tü. Büyücü kutuyu kapadı ve kuşkuyla diğer ciflere bakarak, kıskançlıkla korudu. Sanki içine nadir ve kıymetli bir mucev her saklamıştı
"Bana zarar vermeye cesaret edemezsiniz!" diye sızlandı. "Ben bir weeshamım, yasa tarafından korunurum! Kutsal görevimi tamamlamamı engellerseniz, yaşamınız boyunca bir lanet peşinizi bırakmaz!"
"Sana zarar vermeye niyetim yok," dedi teğmen, dudakları küçümsemeyle kıvrılarak. "O sefilin ruhu halkımızın ne işine yarar, yalnızca sen bilebilirsin, ya. Yine de, onuruyla yaşama-sa da, onuruyla öldü. Belki bu da bir şeydir." Eğilerek ölü elf lordun kılıcını aldı. Dönerek, kabzasını Hugh'ya uzattı.
"Teşekkür ederim, insan. Ve sana da." Elf Haplo'ya baktı. "Geglerin yarattığı tehlikeyi gördüm. Belki, bu tür şeyleri tartışacak zamanımız olduğunda, bana Drevlin'de neler olup bittiğini anlatırsın. Şimdi, bir an önce kalkmamız için gerekli hazırlıkları yapmamız gerek." Elf yine Hugh'ya döndü. "Yüksek Âlem hakkında söylediklerin, doğru mu?"
"Evet." Hugh ölü elfin kınını alıp kılıcı içine soktu. "Oğlan" -başparmağı ile, ses çıkarmadan, cesede merakla bakmakta olan çocuğu gösterdi- "Sinistrad diye bilinen bir gizemustası-nın oğlu."
"Böyle bir çocuk nasıl senin sorumluluğun altına girer?" Elf Bane'e düşünceli düşünceli bakıyordu. Solgun suratı neredeyse saydam olan Bane, elfin bakışlarını yakaladı. Gri gözlere bakarak tatlı ve cesur bir ifadeyle gülümsedi ve ciddi, zarif bir havayla eğildi. Teğmen büyülenmişti.
Hugh'nun yüzü karardı. "Boş ver. Bu senin meselen değil. Yüksek Âlem'e çıkmaya çalışırken, gemimiz halkının saldırısına uğradı. Onları yendik, ama gemim zarar gördü ve Maelst-rom'a düştü."
"Gemin mi? İnsanlar ejder gemisi uçuraınaz!"
4 2 I:
"Usta Hugh denen insanlar, canlan neyi çekerse uçurabilir."
Elfler arasında bir mırıltı dolaştı. Düellonun başlamasından sonra çıkardıkları ilk sesti bu. Teğmen başını salladı.
"Anlıyorum Bu yeterli bir açıklama."
ı', Üniformasının cebinden dantel çevrili bir mendil çıkararak, kılıcındaki kanı sildi ve silahı kınına soktu. "Onurlu bir insan olarak biliniyorsun -garip bir tür onur, ama onur işte. Eğer bana izin verirseniz, insanlar, geminin kaptanı öldüğüne göre, yapmam gereken işler var. Öğrenci Ilth size kamaralarınızı gösterecek."
Köleler de efendilerinin huzurundan böyle kovulurdu, diye düşündü Haplo. Elf bizimle aynı tarafta olmayı tercih etti, ama bize karşı ne sevgi, ne de saygı besliyor. Elf öğrenci, takip etmeleri için işaret etti.
Limbeck ölü elfin bedeninin yanına diz çökmüştü.
"Haklıydım," dedi, Haplo'nun elini omzunda hissedince.
"Tanrı değiller."
"Hayır," dedi Haplo. "Değiller. Sana daha önce de söylediğim gibi, bu dünyada tanrı yok."
Limbeck çevresine bakındı, sanki bir şey kaybetmişti de ve aramaya nereden başlayacağını bilmiyordu. "Biliyor musun," dedi biraz sonra, "sanki üzgün gibiyim."
Öğrencinin peşinde köprüyü terkederken, Haplo bir elfin sorduğunu duydu. "Bedeni ne yapıyoruz, teğmen? Aşağı mı atalım?"
"Hayır," dedi teğmen. "O bir subaydı ve cesedi de saygı görmeli. Bedeni ambara koyun. Orta Âlem'de durup onu ve geiri bırakırız. Ve şu andan itibaren, ikinci kaptan, bana kaptan diye hitap edeceksin."
Elf, mürettebatın saygısını kazanmak için hızla hareket ediyordu. Kendi çözdüğü disiplin bağlarını yeniden oluşturması gerektiğini biliyordu. Haplo elfi sessiz bir takdirle övdü ve diğerlerinin peşinden gitti.
Genç elf onları, Hugh'nun bir gemide, zindanlara eş olduğunu söylediği bir yere yerleştirdi. Hapishane çıplak ve tatsızdı. Duvarlarda, geceleyin uyumak için hamaklann aşılabileceği çengeller vardı. Gündüz hamaklar kaldırılarak, hareket etmek için yeterince yer açılıyordu. Küçük lombozlardan dışarısı görülebiliyordu.
Gemi Maelstrom'dan güvenle geçtikten sonra onlara yiyecek ve su getirmeye söz vererek yanlanndan aynlan öğrenci, kapıyı kapattı. Dışanda sürgünün yerine sürüldüğünü işittiler.
"Esir olduk!" diye haykırdı Bane.
Hugh yere çökerek sırtını bölme duvanna yasladı. Ruh hali kötü gibi görünüyordu. Cebinden piposunu çıkartıp dişlerinin arasına sıkıştırdı.
"Gerçek esir görmek istiyorsan, git de güvertenin altında çalışan insanlara bak. Bizi buraya kilitlemelerinin sebebi onlar. Köleleri serbest bırakırsak gemiyi ele geçirebiliriz ve o da bunu biliyor."
"O zaman gemiyi ele geçirelim!" dedi Bane. Yüzü heyecandan kızarmıştı.
Hugh ona ters ters baktı. "Bu gemiyi uçurabileceğini mi düşünüyorsun, Ekselansları? Belki benimkini uçurmak çok hoşuna gitmiştir, ha?"
Bane öfkeden kızardı Eliyle tüyü kavrayarak öfkesini yuttu ve gidip lomboz deliklerinin birinden bakmaya başladı
"Ona güveniyor musun?" diye sordu Alfred endişeyle. "Şu
elfe?"
"Onun bana güvendiğinden daha fazla değil." Hugh canı sıkkın bir halde boş pipoyu çekiştirdi.
, , "Taraf mı değiştirdiler şimdi? Şarkıyı duyunca ne oldu bu ciflere?" diye sordu Haplo.
"Taraf değiştirmek mi?" Hugh başını salladı. "Sanmıyorum. Şarkıdan tamamen etkilenen elfler, çevreleriyle tüm bağlarını koparırlar. Sanki başka bir dünyaya adım atmış gibi olurlar. Bu elf her ne yapıyorsa, kendisi için yapıyor. Yüksek Âlem'in ünlü zenginliğinin cazibesi ve şimdiye kadar hiçbir elfin oraya gitmeye cesaret edememiş olduğu gerçeği, onu çekiyor."
"Bizi fırtınanın ortasına fırlatıp, çocuğu alıkoymanın daha kolay olacağı aklına gelmemiş midir acaba?"
"Evet, belki. Ama ciflerin 'garip' bir onur anlayışı vardır. Bir şekilde -muhtemelen asla nasıl olduğunu bilemeyeceğiz- bu elfe, kaptanını ellerine teslim ederek bir hizmet vermiş olduk. Mürettebatı da buna şahit oldu. Durumu kendisi için kolaylaştırmak amacıyla bizi öldürürse, onların gözünde statüsünü kaybeder."
"Demek elfler için onur önemli."
"Önemli mi?" Hugh homurdandı. "Ruhlarını satarlar onur için, tabii daha önce akbabaların ele geçirmediği ruhları."
İlginç bir bilgi. Haplo bilgiyi bir kenara sakladı. Lordu pazarda ruh arayışındaydı.
"Demek Yüksek Âlem'e bir gemi dolusu elf korsan götürüyoruz." Alfred içini çekti, sonra endişeli bir telaşa kapıldı. "Ekselansları, yoaılmuş olmalısınız. İzin verin şu hamaklardan birini asayım..." Bir tahtaya takılarak yüzüstü yere devrildi.
"Yorulmadım," diye itiraz etti Bane. "Ve elfler hakkında da
endişelenme. Babam onların icabına bakar!"
"Ayağa kalkmaya zahmet etme," diye öneride bulundu Hugh yerdeki kâhyaya. "Maelstrom'a girmek üzereyiz. O zaman kimse ayakta olmayacak zaten. Herkes oturup bir yerlere tütünsün."
İyi bir tavsiye. Haplo ilk fırtına bulutlarının geçip gittiğini görebiliyordu. Şimşekler kör edercesine çaktı; gökgürültüsü gümbürdedi. Gemi sallanıp sarsılmaya başladı. Patryn bir köşede gevşedi. Köpek, burnu kuyruğunda, ayaklarının dibine kıvrılmıştı. Alfred bedbaht bir halde kamburunu çıkarıp bölme duvarına yaslandı ve isyankâr Bane'i pantolonundan çekip oturttu.
Yalnızca Limbeck ayakta kalmış, trans halinde lomboz deliğinden dışarı bakıyordu.
"Limbeck," dedi Haplo. "Otur. Ayakta durmak tehlikeli."
"Buna inanamıyorum," diye mırıldandı Geg, arkasını dönmeden. "Tann yok... ve ben cennete gidiyorum."
KIRKÜÇÜNCÜ BÖLÜM
GÖKLERİN DERİNLİKLERİ ORTA ÂLEM
Şimdi Kaptan Botharel1 olan teğmen Bothar'ın, ejder gemi-sinia güvenle Maelstrom'dan geçirdi. Diğer elf gemileri ile karşı karşıya gelmekten kaçınarak, Aristagon'daki liman kasabası Suthnas'a dümen kırdı -Usta Hugh'nun tavsiye ettiği güvenli bir sığınağa doğru. Burada kısa bir süre durup yiyecek ve su almayı, geirden, kaptanın cesedinden ve geirin küçük kutusundan kurtulmayı hedeflemişti.
Hugh Suthnas'ı iyi bilirdi; gemisinin büyüsünün yenilenmesine veya onanma ihtiyaç duyduğunda oraya demirlerdi. Elf kaptana buranın ismini vermişti, çünkü kendisi gemiyi terk etmeyi planlıyordu.
Katil kararını vermişti. "Kralın habercisi" ile karşılaştığı güne lanet okuyordu. Anlaşmayı kabul ettiği güne lanet okuyordu. Hiçbir şey yolunda gitmemişti; şimdi kendi ejder gemisini kaybetmiş, canını kupayı kurtarmıştı ve kendine duyduğu saygıyı kaybetmesine de ramak kalmıştı Elf gemisini ele geçirme planı işe yaramıştı, ama bu günlerde elinin değdiği her şeyde olduğu gibi, planladığı gibi yürümemişti Kaptan olması gere-1 isimlere eklenen son ekler, rütbeyi gosteıır Bıı kaptanın isminin sonuna "el" eki gelir Bir teğmenin ısınının sonuna "in eki gelir Prens Reesh gibi bir prensin ismi, "alım" ekiyle biter
ken kendisiydi, bu elf değil. Neden o lanet düellonun ortasına düşmüştü ki? Neden ikisini birden öldürmemişti'
Hugh, dövüşmeye kalksaydı, kendisi dahil herkesin şimdi ölmüş olacağını bilecek kadar zekiydi. Ama mantığı reddediyordu Yaşamlarını kurtarmak, Alfred, Limbeck... ve Prens'i korumak için elinden geleni yaptığını kabullenmek istemiyordu.
Hayır! Her şeyi kendim için yaptım. Başka birisi için değil. Hiçkimse umurumda değil ve bunu kanıtlayacağım. Onları bırakıp, Suthnas'da karaya çıkacağım. Bırak bu aptallar Yüksek Âlem'e gidip gizemustasıyla şanslarını denesinler. Unut bunu. Zarar haneme yazar, kartları atar, kalkıp masayı terk ederim.
Suthnas limanı, cüzdanlarına politikadan daha fazla önem veren elflerce işletiliyordu ve su kaçakçıları, asiler, asker kaçakları ile birkaç dönek insan için bir sığınak görevi görüyordu. Mahkûmlar lomboz deliklerinden kasabayı görebiliyorlardı ve çoğu, gördükten sonra, oldukları yerde kalmanın daha iyi olacağı kararma varmıştı.
Kasaba, limanın yanında yapılmış pis hanlardan ve tavernalardan oluşan bir topluluktan başka bir şey değildi; kasaba sakinlerinin evleri, mercankaya uçurumun dibine, bir koyun sürüsü gibi yığılmıştı. Binalar köhne ve haraptı; pişmiş lahana kokusu -ciflerin gözde yiyeceği- havada asılıydı, kuşkusuz bunun sebebi, çöp dolu sokaklarda yığınlar oluşturan çürük lahanalardı Ama mavi göğün altında, güneşte durduğundan, Suthnas Geg'e güzel ve hayran olunacak bir yer gibi görünmüştü.
Limbeck daha önce hiç güneş ışığıyla yıkanmış sokaklar görmemişti Gokkubbe, yukarıda, havaya milyonlarca mücev her asılmış gibi parıldıyordu. İnsanların amaçsızca ortalıklarda gezindiğini hiç görmemişti; kendi halkı Yıksı-diksi ile ilgili işlerin peşinde oraya buraya koştururlardı hep. Yanaklarında hafif bir rüzgârın esintisini, yaşayan, büyüyen şeyleri, hatta çü-rüyüp ölen şeylerin kokusunu bile duymamıştı. Hugh'nun harap kulübeler olduğunu söylediği evler, Geg'e saray gibi görünüyordu. Limbeck bunca ihtişama baktı ve gördüklerinin bedelini kendi halkının teri ve kanıyla ödediği geldi aklına. Geg'in yüzü hüzünlendi; sessizleşip içine kapandı. Haplo onu yüzünde bir gülümsemeyle izliyordu.
Hugh bölmenin içini adımladı, lomboz deliklerinden dışarı baktı ve içi öfkeyle tüterek kıpırdandı. Kaptan Bothar'el, katile isterse çıkabileceğini söylemişti.
"Hepiniz gitmelisiniz," dedi kaptan. "Henüz şansınız varken, gidin."
"Ama biz Yüksek Âlem'e gidiyoruz! Söz vermiştin!" diye haykırdı Bane. "Söz venniştin," diye tekrarladı, elfle yalvaran gözlerle bakarak.
"Evet," dedi elf, çocuğun bakışlarına yanıt vererek. Bir büyüyü bozmaya çalışırcasına başını sallayarak Alfred'e döndü.
,"Ya sen?"
"Ben Prens'imle beraber kalıyoaım."
Elf Limbeck'e baktı, ama Geg anlamayarak Haplo'ya döndü.
"Ben dünyayı göreceğim, bütün dünyayı," dedi Geg kararlılıkla, elfin sözleri tercüme edilince. "Zaten, benim halkım sayesinde varlığını sürdürüyor."
"Ben de onunla gidiyorum," dedi Patryn, gülümseyip, sargılı başparmağıyla Geg'i göstererek."
"Demek," dedi Bothar'el Hugh'ya dönerek, "yalnız sen ka hyorsun."
"Öyle görünüyor."
Ama Hugh gemiyi terk etmedi.
Rıhtımda beklerlerken öğrencilerden biri bölmeye başını uzattı. "Hâlâ burada mısın, insan? Kaptan dönmek üzere. Bir an önce gitsen iyi olur."
Hugh yerinden kıpırdamadı.
"Keşke sen de bizimle gelsen, Sir Hugh," dedi Bane, "Babam seninle tanışmayı çok istiyor ve... teşekkür etmeyi."
Hugh kapana kısıldığını hissediyordu. Çocuk onu istiyordu. Hemen terkedecekti orayı. Hemen... o anda.
"Eee, insan?" diye ısrar etti öğrenci. "Geliyor musun?"
Hugh cebini karıştırdı ve son madeni parasını çıkardı -çocuğu öldürmek için aldığı ücret. Homurdanarak, parayı elfe fırlattı. "Kalıp, servet peşinde koşmaya karar verdim. Git bana biraz tütün al."
Elfler Suthnas'ta fazla oyalanmadı. Geir medeni topraklara ulaşınca isyanı raporlayacak ve donanmadaki tüm gemiler
Carfa'shon'un peşine düşecekti. Göklere açıldıklarında Kap tan Bothar'el insan köleleri, mürettebatı ve kendisini, geminin izlenme riskinden uzak olduğuna inanana dek, tükenene ka dar çalıştırdı. ^ M^
Saatler sonra, Gecenin Lordları pelerinlerini güneşin önüne örttükleri zaman, kaptan "misafirleri" ile konuşma fırsatı buldu
"Demek haberi duydun," oldu kaptanın ilk sözleri, Hugh'ya hitaben. "Bilmeni isterim ki, sizi teslim ederek iyi bir kâr yapabilirdim, ama ödemem gereken bir borcum var sana. En azından bir kısmını ödenmiş sayıyorum."
' "Tütünüm nerede?" diye sordu Hugh. .' '• ' ' ' "Ne haberi?" dedi Alfred
Kaptan bir kaşını kaldırdı. "Bilmiyor musunuz? Gemiyi terk etmemenizin sebebi bu, diye düşünmüştüm." Katile doğru bir kese fırlattı.
Hugh ustaca keseyi kaparak açtı ve kokladı. Piposunu çıkararak doldurmaya başladı.
"Başına ödül konmuş, Usta Hugh." *^*<" •' S"<',M*f •
' Hugh homurdandı. "Yeni bir şey değil bu." î
'' "Toplam iki yüz bin fıçıpara."
Usta bakışlarını kaldırıp ıslık çaldı, "işte bu iyi bir ücret. Bunun çocukla bir -ilgisi var mı?" Bakışları Bane'e kaydı. Çocuk, ciflerden kâğıt kalem istemiş, gemiye çıktığından beri resim çizmekten başka bir şey yapmamıştı. Kimse bu eğlencesine kanşmıyordu. Böğürtlen toplamasından daha güvenliydi en azından.
"Evet. Bu adamla birlikte" -elf Alfred'i işaret etti- "Volka-ran prensini kaçırdığınız söyleniyor. Senin başına da yüz bin fıçıpara ödül konmuş," dedi dehşet içindeki kâhyaya, "ikiyüz-bin Usta Hugh için ve eğer biriniz veya ikiniz canlı getirilirse aynca iyi bir ödül de vaat ediliyor."
Dostları ilə paylaş: |