"Ama bu bir şey kanıtlamaz ki," diye düşündü Limbeck. "Yalnızca Yemleyenler'in hakkımdan geldiğini düşünürler ve bunun de ülkümüze yardımı olmaz. Buldum! Bir not yazıp yardım-eliyle yukarı yollayacağım, ben gitmeyeceğim. Çevrede bağkuşu tüyleri var. Onları kalem olarak kullanabilirim." Ayağa fırladı. "Ve mürekkep olarak da çamur. 'Burada kalmayı ve belki de burada ölmeyi seçerek' -evet, bu kulağa iyi geliyor- 'size Welfler hakkında söylediklerimin gerçek olduğunu kanıtlamayı umuyorum. Bana inanmayanlann, bana inancını yitirmiş olanların önderliğini sürdüremem.' Evet, bu oldukça iyi."
Limbeck neşeli görünmeye çalışıyordu, fakat söylevinden aldığı keyfin hızla zayıflamakta olduğunu fark etti. Açtı, üşüyordu, ıslaktı ve korkuyordu. Fırtına onu tüketmeye başlamıştı ve korkunç bir sessizlik Limbeck'in üzerine çöküyordu. Dinginlik ona büyük sessizliği hatırlattı, Sonsuz İşitmemezliği ve Sonsuz İşitmemezlik ile karşı karşıya olduğunu, bu kadar kolayca bahsettiği ölümün o kadar da hoş bir şey olmayacağını fark etti.
Sonra, ölüm sanki yeterince kötü değilmiş gibi, Jarre'nin notunu aldığını, okurken dudaklarını birbirine bastırdığını ve hoşnutsuz olduğu zamanlarda burnunun üzerinde beliren o kırışığın belirdiğini hayal etti. Geri göndereceği notu okumak için gözlüklerine ihtiyacı olmayacaktı. Sesi kulaklarında yankılanmaya başlamıştı bile.
"'Limbeck, bu saçmalığı bırak ve hemen buraya gel!' Ah, Jarre!" diye mırıldandı üzüntüyle, "hiç olmazsa sen bana inan-saydın. Başkalarının önemi yoktu..."
İnsanın kemiklerini zangırdatan, dişlerini takırdatan, yeryü
IM
İ
zünü sarsan bir gümbürtü Limbeck'i çaresizliğinden sıyırdı ve yere yıktı.
Sersemlemiş bir biçimde sırtüstü yatan ve çukurun tepesine bakan Limbeck düşündü: Kazı-pençeleri mi geldi acaba? Bu kadar çabuk mu? Daha notumu bile yazmadım!
Heyecanlanan Limbeck ayağa kalkmaya çabaladı ve yukarıdaki griliğe doğru baktı. Fırtına dinmişti. Şimdi yağmur çiseliyordu ve sis çökmüştü, ama şimşekler, dolu ve gökgürültü-leri geçmişti. Pençelerin indiğini göremiyordu, gerçi yüzünün birkaç santim ötesindeki elini de göremiyordu. Gözlüklerini bulup taktı ve göğe doğaı baktı.
Gözlerini kıstığında, bulutlardan çıkan bir sürü belirsiz le ke görebildiğini düşündü. Ama bunlar kazı-pençeleri idiyse, daha çok yukarıdaydılar ve eğer biri zamansız olarak yere düşmüş değilse -ki bu olanaksız görünüyordu, çünkü Yıksıdiksi bu tür kazaların olmasına nadiren izin verirdi- o muaz zam gümbürtünün sebebi kazı-pençeleri olamazdı. O zaman neydi? < - î "/
Limbeck aceleyle çukurun duvarına tırmanmaya başladı.
Morali yerine gelmeye başlamıştı. Araştırabileceği bir "ne" ve bir "neden"i vardı artık!
Çukurun kenarına ulaştığında, dikkatle çevreye bakındı. Başta hiçbir şey görmedi, ama bunun sebebi, yalnızca yanlış yöne bakıyor olmasıydı. Başını çevirdi ve gördüğü mucize nefesini kesti.
Gri ve metalik dünyasında yaşarken, var olduğuna asla inanmayacağı renklerle pırıldayan bir ışık, on metre ötesindeki devasa bir delikten dışarı sızıyordu. Işığın zararlı olup olmadığını veya o koca gümbürtüyü yaratan her neyse, tehlikeli olup olmadığını veya kazı-pençelennin yavaşça inmekte olup
olmadığını düşünmek için bir an bile duraksamayan Limbeck, çukurun kenarından tırmandı ve kısa, kalın bacakları tombul bedenini ne kadar hızla taşıyabiliyorsa, o kadar hızla ışığa doğru koştu. -/ < ti"
Yolunun üzerinde pek çok engel vardı; küçük adanın yü zeyi kazı-pençelerinin açmış olduğu deliklerle doluydu. Bun lardan ve kazı-pençelerinin cevheri yukarı taşırken düşürmüş olduğu kırık mercankaya tümseklerinden kaçınması gereki yordu. Engellerin üstünden ve çevresinden geçmek bir miktar zaman ve epeyce de enerji gerektiriyordu. Sonunda ışığa eriş tiğinde Limbeck, hem heyecandan, hem de bu kadar çaba har camaya alışkın olmadığından, nefes nefese kalmıştı. Yaklaştık ça, ışığın belirli desenler ve şekiller oluşturduğunu görmüştü.
Işıkta gördüğü muhteşem resimlere ulaşmaya kararlı olan
Limbeck, kayalıklı zemin üzerinde körmüşçesine tökezledi.
Onu tepeüstü bir çukura düşmekten kurtaran tek şey, çuku run önündeki bir taş parçasına takılması ve tam çukurun ke narında yüzüstü yere kapaklanması oldu. Sarsılmış bir şekilde, cebindeki gözlüklerin sağlam olup olmadığını kontrol etti.
Orada değildiler. Korkunç bir panik anından sonra, gözlükle rin burnunun üstünde olduğunu hatırladı. Öne doğru süründü ve hayret içinde baktı.
Bir an için tek görebildiği, parlak, devamlı değişmekte olan, çok renkli bir ışık demeti oldu. Sonra şekiller birleşti. Işıktaki resimler gerçekten büyüleyiciydi. Limbeck onlara hayranlık içinde baktı. O devamlı kayan ve değişen görüntüleri izlerken, zihninin, önemli ve olağanüstü düşünceleri kesip "O duvara çarpma!", "Bu tava sıcak!" ve "Biz çıkmadan neden gitmedin?" gibi sıradan sorunlarla uğraşan kısmı telaşla şöyle dedi: "Kazı-pençeleri geliyor!"
\(,7
Resimlere yoğunlaşan Limbeck bu sesi gözardı etti. Bir dünya görmekte olduğunu fark etti. Kendi dünyası değil, başka birinin dünyası. İnanılmayacak kadar güzel bir yerdi bu. Welflerin kitaplarında gördüğü resimleri hatırlatıyordu, ama tam olarak öyle de değildi. Gök parlak maviydi -gri değil- açık ve genişti, yalnızca birkaç beyaz küme geziniyordu üzerinde. Yalnızca mutfaktaki saksı değil, her yer gür bitkilerle doluydu. Enfes tasarımlara sahip görkemli binalar gördü, geniş sokaklar, bulvarlar gördü, Geg de olabilecek, fakat daha uzun kol ve bacakları olan zarif yaratıklar gördü...
Ya da, gördü mü acaba? Limbeck gözlerini kırpıştırdı ve ışığa baktı. Parçalanıp bölünmeye başlamıştı! Görüntüler çarpılmıştı. Yaratıkların geri gelmesini isterdi. Kuşkusuz ışığın kırpıştığı, karardığı ve aydınlanıp yeni bir görüntüye geçtiği o bir saniye içinde gördüğünü düşündüğü şeylere benzeyen hiçbir şeyi görmemişti, Welfler bile benzemiyordu onlara.
Artık gözlerini acıtıp ağrıtmaya başlayan resimlerden bir anlam çıkarmaya çalışan Limbeck, çukura iyice eğildi ve ışığın kaynağını gördü. Çukurun dibindeki nesneden çıkıyordu.
"Gümbürtüyü çıkaran buydu," dedi Limbeck, elleriyle gözünü koruyarak nesneyi dikkatle inceledi. "Benim gibi gökten düştü. Acaba Yıksı-diksi'nin bir parçası mı? Öyleyse neden düştü? Neden bana bu resimleri gösteriyor?"
Neden, neden, neden? Limbeck bilmemeye dayanamıyordu. Tehlike ihtimalini hiç aklına getirmeyerek çukurun kenarından süründü ve aşağı indi. Nesneye ne kadar yaklaşırsa, o kadar iyi görüyordu. Nesneden çıkan ışık, yukarı doğru yayılıyordu ve bu açıdan yaklaşılınca daha az parlak, daha az kör edici geliyordu.
Geg başlangıçta hayal kırıklığına uğradı. "Ama bu yalnızca
kırık bir mercankaya parçası," dedi, kırılan parçaları dürterek. "Kuşkusuz, şimdiye kadar görmüş olduğum en büyük mercankaya parçası -evim kadar büyük- ve tabii, mercankayaların gökten düştüğünü hiç bilmezdim." t#>, "t^,
Daha yakına sürünen ve küçük parçalarının teker meker kraterin kenarından aşağı yuvarlanmasına sebep olan Limbeck nefesini tuttu. Sevinç ve huşu içinde seyrederken, onu devamlı "Kazı-pençeleri! Kazı pençeleri!" diye uyaran iç sesini hemen bastırdı. Mercankaya yalnızca bir kabuktu, bir dış kaplama idi. Kaplama kırılarak, muhtemelen düşüş esnasında açılmıştı ve Limbeck içini görebiliyordu.
Başta Yıksı-diksi'nin bir parçası olduğunu düşündü, sonra olmaması gerektiğini. Yıksı-diksi gibi metalden yapılmıştı -ama Yıksı-diksi'nin metal yüzeyi düzgün ve kusursuzdu. Bu metalin yüzeyi ise garip ve biçimsiz şekillerle doluydu, metaldeki çatlaklardan parlak bir ışık sızıyordu. Ve Limbeck'in, resimlerin tamamını görmesini engelleyen de -diye düşündü Limbeck- bu çatlaklardı.
"Çatlakları genişletirsem, belki daha fazlasını görebilirim. Bu gerçekten heyecan verici!" Kraterin dibine ulaşan Limbeck aceleyle metal nesneye gitti. Kendi boyunun yaklaşık dört katı kadar yüksek ve -daha önce fark etmiş olduğu gibi- bir ev kadar büyüktü. Dikkatle uzandı ve parmaklarının ucuyla metale hafifçe dokundu. Sıcak değildi -dışarı dökülen parlak ışıktan dolayı sıcak olmasından korkmuştu. Metal serindi, elini üzerinde tutabiliyor, hatta parmaklarıyla üzerine oyulmuş olan izleri takip edebiliyordu.
Yukarısından, garip ve uğursuz bir gıcırtı sesi geldi. Beyninin bir kısmını sinirlendirmekte olan ses kendisine kazı-pen-çelerinin inmekte olduğuna dair bırşeyler haykırıyordu, ama
Limbeck ona sesini kesip, kendisini rahatsız etmekten vazgeçmesini emretti. Elini çatlaklardan birine koyduğunda, çatlakların işaretlerin çevresini dolaştığını, fakat hiçbiriyle kesişmediğini fark etti. Limbeck çatlağı çekiştirerek genişletip genişlete-meyeceğine baktı.
Eli, görevini yapmak konusunda isteksiz görünüyordu ve Limbeck sebebini biliyordu. Aniden ve pek de hoş olmayan bir biçimde ona, düşmüş Welf gemisini hatırlamıştı. •?' "'O." 5 ••""> "Çürüyen cesetler. Ama beni gerçeğe götürdü."
Düşünce kafasından, kalp atışı kadar hızlı geçti ve kendisine daha fazla düşünme hakkı tanımayarak metali iyice çekti. Çatlak genişledi, tüm metal yapı titreyip sarsılmaya başladı. Limbeck elini hemen çekti ve geriye sıçradı. Ama anlaşılan, bu hareketle nesne kratere iyice yerleşmişti, çünkü hareket durdu. Limbeck dikkatle yine yaklaştı ve bu sefer bir ses duydu.
Bir inleme gibiydi. Kulağını çatlağa dayadı, öfkeyle, gökten inmekte olan kazı-pençelerinin seslerini kesmelerini ve duymasına izin vermelerini diledi. Dikkatle dinlediğinde yine, bu sefer daha belirgin duydu. Metal kabuğun içinde canlı bir şey bulunduğundan ve yaralı olduğundan kuşkusu yoktu.
Geglerin, hatta zayıf Geglerin kollarında ve üst bedenlerinde inanılmaz bir kuvvet vardır. Limbeck ellerini çatlağın her iki yanına koydu ve tüm gücüyle itti. Etini acıtsa da, metal yanlar iyice açıldı ve kısa bir mücadeleden sonra, Geg sıkışarak içeri ginneyi başardı.
Dışarıda ışık parlaktı. İçeride ise kör ediciydi ve Limbeck başta herhangi bir şey göremeyeceğinden korktu. Sonra ışığın kaynağını buldu. Geçmiş çağrışımlardan dolayı bir gemi olarak düşündüğü şeyin tam ortasından çevreye yayılıyordu. İn leme sesi sağında biryerlerden geliyordu ve Limbeck, elini siper olarak kullanarak, ışığın çoğunu engelleyip, acı çekenin ne olduğunu aramaya başladı. H; A>!"*',>/;• f '
Limbeck'in yüreği yerinden oynadı. "Bir Welf!" dedi önce. "Hem de canlı bir Welf!" Şeklin yanında yere çömelen Geg, başının altında epeyce kan gördü, ama bedende kan yoktu. Ve hayal kınklığıyla, canlının bir Welf olmadığını gördü. Limbeck daha önce bir kere insan görmüştü ve bu da Welflerin kitaplarındaki resimlerdeydi. Bu yaratık bir şekilde insana benziyordu, ama tam olarak değil. Kesin olan bir şey vardı. Bu yaratık, uzunluğu ve ince, kaslı bedeniyle, kesinlikle sözde-tanrılardan biriydi. "..." >>>•. •' " '"* •>^O anda Limbeck'in kafasında haykıran uyarılar o kadar ısrarcı oldu ki, istemeyerek de olsa, onlara kulak vermek zorunda kaldı.
Geminin gövdesindeki çatlaktan dışarı baktı ve kendini bir kazı-pençesinin sonuna kadar açılmış ve hızla alçalmakta olan ağzına bakarken buldu. Acele ederse, pençe gemiyi ısırmadan kaçabilirdi.
Ama tanrı-olmayan-tanrı yine inledi. " >• ' •>•
"Seni buradan çıkarmam lazım!" dedi Limbeck ona. ' -''•"•
Gegler yumuşak kalpli bir ırktır ve kuşkusuz Limbeck ken di hayatını riske atarak tanrıyı kurtarmaya karar verdiğinde bencil olmayan sebeplerle hareket ediyordu. Ama itiraf etmek gerekirdi ki, geriye bir tanrıyla dönerse, Jarre'nin hikâyesine bu sefer inanacağını düşünmek de hoşuna gidiyordu! >
Tanrıyı bileklerinden yakalayan Limbeck, onu geminin döküntülerle kaplı zemini boyunca çekmeye başlamıştı ki, tanrının ellerinin onu yakaladığını fark etti. Irkılen Limbeck, tanrıya baktı. Bir kan örtüsüyle neredeyse tamamen kaplanmış
olan gözleri, sonuna kadar açılmış, kendisine bakıyordu. Dudakları oynadı.
"Ne?" Pençelerin gıcırtısından duyamıyordu Limbeck. "Zamanımız yok!" Başıyla yukarıyı işaret etti.
Tanrının gözleri yukarıya döndü. Yüzü acıyla buruştu. Tanrının bilincini kaybetmemek için büyük bir çaba gösterdiği açıktı. Tehlikeyi fark etmiş görünüyordu, fakat bu onu daha da telaşlandırdı. Limbeck'in bileklerini sertçe sıktı; Geg haftalarca morartılarla dolaşmak zorunda kalacaktı.
"Köpeğim!..."
Limbeck tanrıya bakakaldı. Doğru mu işitmişti acaba? Geg aceleyle çevresine bakındı ve o anda, tanrının ayaklarının dibinde, bükülmüş bir metalin altında kalmış hayvanı gördü. Gözlerini kırpıştıran Limbeck, neden onu daha önce göremediğini merak etti. Köpek soluyor, kıvranıyordu. Kendini kurta-ramıyordu, ama yaralı görünmüyordu ve açıktı ki tüm çabası, sahibine ulaşmak içindi, çünkü Limbeck'e hiç ilgi göstermemişti.
Geg başını yukarı kaldırdı. Pençe, Limbeck'in, geçen sefer ne kadar yavaş hareket ettikleri düşünülürse, oldukça rahatsız edici bulduğu bir hızla aşağı iniyordu. Pençeden tanrıya, tanrıdan köpeğe çevirdi bakışlarını.
"Üzgünüm," dedi çaresizce. "Ama zamanımız yok!"
Gözlerini köpekten ayırmayan tanrı, ellerini Geg'in ellerinden kurtarmaya çalıştı. Ama çabası tanrının kalan gücünü yok etmiş görünüyordu, çünkü kollan birden cansızlaştı ve kafası arkaya düştü. Sahibine bakan köpek inledi ve kıvranışı şiddetlendi.
"Üzgünüm," diye köpeğe doğru tekrarladı Limbeck, ama köpek ona ilgi göstermedi. Pençenin gittikçe yaklaşan sesini
duyunca dişlerini sıkan Geg, bedeni, döküntülerle dolu zemin boyunca çekti. Köpek şimdi çılgınca serbest kalmaya çabalıyordu, inlemeleri havlamalara dönmüştü, ama -Limbeck'in anladığı kadanyla- bunun tek sebebi sahibinin götürüldüğünü görmesi, fakat kendisinin takip edememesiydi.
Tuzağa düşmüş hayvan için duyduğu üzüntüden ve kendisi için duyduğu korkudan dolayı boğazı düğümlenen Limbeck çekti, sürükledi, debelendi ve sonunda çatlağa ulaştı. Büyük bir çabayla tanrıyı çatlaktan geçirdi. Gevşek bedeni kraterin zeminine uzatarak, pençeler metal gemiyi parçalarken kendisi de tanrının yanına uzandı.
Korkunç bir patlama oldu. Sarsıntı Limbeck'i yerden kaldırdı ve nefesini keserek tekrar yere çaldı. Küçük mercankaya parçalan yağmur gibi kafasından aşağı yağıyor, keskin kenar-lan derisini yakıyordu. Bittiğinde, her şey sessizleşti.
Sersemlemiş bir biçimde, yavaşça başını kaldırdı. Kazı-pen-çesi hareketsiz kalmıştı, muhtemelen patlamadan dolayı hasar görmüştü. Geg çevresine bakınarak gemiye ne olduğunu anlamaya çalıştı. Çarpılmış enkazlardan bir yığın görmeyi umuyordu.
Bunun yerine, tek görebildiği, hiçbir şey oldu. Patlama gemiyi harap etmişti. Hayır, bu pek de doğru değildi. Çevrede metal parçalan yoktu; gemiden hiçbir iz yoktu. Yalnızca harap olmamış, sanki hiç var olmamışçasına yok olmuştu!
Ama Limbeck'in aklını kaybetmediğini kanıtlayacak bir tanrı vardı ortada. Tann kımıldadı ve gözlerini açtı. Acıyla nefesi kesilerek başını çevirdi ve çevresine bakındı.
"Köpek," diye seslendi, zayıf bir sesle "Köpek1 Buraya, oğlum!"
Patlamada paramparça olan mercankayaya bakan Limbeck,
lf başını salladı. Kendini son derece suçlu hissediyordu, ama hem kendilerini, hem de köpeği kurtarmasının mümkün olma dığını biliyordu. >"" ;v(*i"ı V" ı su'' ı f s, <•"•''•! M*4
,;c "Köpek!" diye seslendi tanrı. Sesinde, Limbeck'in yüreğini burkan, dehşet dolu bir tını vardı. Elini uzatarak, tanrıyı tesel li etmeye çalıştı. Kendisine daha fazla zarar vermesinden kor kuyordu. > • •' ..U>, î\>> .. , -ı
"Ah, köpek," dedi tanrı, derin, rahatlamış bir iç çekişle. Gözleri geminin biraz öncesine kadar durduğu yerdeydi. "İşte buradasın! Buraya gel. Buraya gel. Ne yolculuktu ama, değil mi oğlum?"
"ı Limbeck bakakaldı. Köpek oradaydı! Kırık kayaların arasın dan sürünerek çıktı, hopladı ve üç patisi üzerinde zıplayarak sahibine geldi. Gözleri parlıyordu. Ağzı, Limbeck'in sevinçli bir sırıtış olduğuna yemin edeceği bir ifadeyle aralıktı. Köpek sahibinin elini yaladı. Tann-olmayan-tanrı tekrar bayıldı, içini çeken köpek, kıvrılarak sahibinin yanına uzandı, başını pati-lerinin üzerine koydu ve zekâ dolu gözlerini Limbeck'e dikti.
ONSEKİZCİ BÖLÜM
TERREL FEN BASAMAKLARI AŞ AĞI ÂLEM
"Buraya kadar geldim. Şimdi ne yapacağım?" ümbeck ter içindeki alnını eliyle sildi ve devamlı burnundan kaymakta olan gözlüklerinin tel çerçevesini parmağıyla ovaladı. Tanrı oldukça kötü bir durumdaydı, ya da tanrılann fiziksel özellikleri konusunda pek bilgisi olmayan Limbeck öyle düşünüyordu. Kafasındaki derin yara bir Geg için tehlikeli olurdu ve Limbeck'in bir tanrı için de tehlikeli olacağını varsaymaktan başka çaresi yoktu.
Yardım-eli!
Limbeck ayağa fırladı ve, yarı baygın tanrıyla olağanüstü köpeğine doğru bir bakış fırlatarak, kraterin yan duvarından tırmandı. Kenara ulaştığında, tüm kazı-pençelerinin çalışmakta olduğunu gördü. Gürültü kulakları sağır edici nitelikteydi -kazıyan, sıyıran, gıcırdayan ve ciyaklayan sesler- hepsi Geg'e çok rahatlatıcı geliyordu. Başını hızla kaldıran Limbeck, aşağı inen kazı-pençesi olmadığından emin olduktan sonra kraterden dışarı süründü ve kendi çukuruna koştu.
Kazı-pençesinde L işaretini bulan GGIBIT'li Gegin yardım-elini, aynı noktaya veya en yakın yere göndermesi mantıklı olurdu. Elbette, L işaretini kimsenin görmemiş olması da kuv
1*9
i vetle muhtemeldi veya belki de yardım-elini zamanında hazır-layamamışlardı, ya da başka bir sürü engelleyici olay olmuş olabilirdi. Kırık mercankaya yığınları boyunca koşan, tökezleyen ve sendeleyen Limbeck, yardım-elinin gelmemesinden doğacak hayal kırıklığına kendisini hazırlamaya çalıştı.
Ama gelmişti.
Tam çukurunun kenarında duran yardım-elini görünce Limbeck'i kaplayan rahatlama dalgası, onu neredeyse boğacaktı. Dizleri titredi; başı döndü ve bir an yere oturup kendine gelmeyi beklemek zorunda kaldı.
İlk düşüncesi, acele etmesi gerektiği oldu, çünkü kazı-pen-çeleri tekrar yükselmek üzereydi. Ayağa kalkan Geg, koşarak kratere döndü. Bacaklan, bu alışılmamış çaba karşısında isyan etmek üzere olduklarını, son derece kesin bir biçimde aktardılar ona. Bir an dinlenmek için duran Limbeck, aslında koşmasına gerek olmadığını düşündü. Kuşkusuz, kendisinin bindiğinden emin olmadan yardım-elini çekmeyeceklerdi. "|- w^,,
Bacaklanndaki acı diner gibi oldu, ama bununla beraber tüm gücü de tükenmişti. Bacaklan normalden altı kat daha ağır geliyordu, buna ek olarak, bacaklarının kendisini taşıması yerine, kendisinin onları sürüklemekte olduğu izlenimine kapıldı Limbeck. Bitkin haldeki Geg, sendeleyip düşerek, yavaş yavaş kratere ulaştı. Neredeyse isteksiz bir biçimde kenardan aşağı kaydı. Yokluğu esnasında tanrının ölmüş olduğundan neredeyse emindi.
Fakat tanrı hâlâ nefes alıyordu. Sahibinin bedenine olabildiğince yakın bir biçimde kıvnlmış olan köpek, başını tanrının göğsüne koymuş, solgun, kanlı yüzünü izliyordu.
Tanrının ağır bedenini kraterden dışarı, çatlak ve çukurlarla dolu zemin boyunca sürükleme fikri, Lımbeck'in yüreğini
daralttı ve moralini de, bacakları kadar çökertti.'
"Yapamam," diye mırıldandı, tanrının yanına çöküp, başını göğsüne çektiği dizlerinin üzerine koyarak. "Kendimi... bile taşıyabileceğimi... sanmıyorum!"
Gözlükleri, bedeninden çıkan korkunç ısıdan dolayı buğu-lanmıştı. Teri kururken ürpermesine yol açıyordu. Zaten uyuşuk haldeki beden ve zihnine bir darbe de, kopmaya hazırlanan fırtınadan geldi. Limbeck aldırmıyordu. Ayaklarını yine sürümek zorunda kalmadığı sürece fark etmezdi.
"Ama bu tann-olmayan-tanrı haklı olduğunu kanıtlayacak!" diye başının etini yemeye başladı o sinir bozucu ses. "Sonunda Gegleri kandırılmış olduklarına, köle olarak kullanıldıklan-na ikna edecek gücün olacak. Bu, halkımız için yeni bir günün şafağı olabilir! Bu devrimi başlatabilir!"
Devrim! Limbeck başını kaldırdı. Gözlüklerinde oluşan buğudan dolayı hiçbir şey göremiyordu, ama bunun bir önemi yoktu. Zaten çevresindeki şeylere bakmıyordu. O şimdi Drev-lin'deydi, Gegler onu alkışlıyordu. Daha da güzel tarafı, onun söylediklerini yapıyorlardı.
"Neden?" diye soruyorlardı. .""ifc-*
* Limbeck sonraları o sinir bozucu süreyi hiç hatırlayamadı.
Gömleğini yırtıp tannnın kafasına bağlayarak kaba bir sargı yaptığını hatırlıyordu. Sahibini yerinden oynatınca ne yapaca
ğından emin olmadığı için, izin alırcasına köpeğe baktığını ha tırlıyordu. Köpeğin elini yaladığını, ona parlak gözlerle baktı
ğını ve kenara çekilip, Limbeck tanrının gevşek bedenini kra terden dışarı çekerken izlediğini hatırlıyordu O andan sonra, ağrıyan kaslarından, nefes alamadığı için ağladığından, kendi ni ve bedeni biraz sürükleyip yere yıkıldığından, öne sürün düğünden ve yine yıkıldığından, sonra tekrar çabalamaya baş
ladığından başka bir şey hatırlamıyordu.
Kazı-pençeleri yine göğe yükseldi, ama Geg hiç fark etme di. Fırtına kopunca korkusu arttı, çünkü fırtınanın öfkesine bu rada, açıktayken dayanamayacaklarını biliyordu. Gözlüklerini çıkarmak zorunda kaldı ve miyopluğu, kör eden yağmur ve kararan hava yüzünden, Limbeck yardım-elini gözden yitirdi.
Tek yapabildiği, tahminen o yönde hareket etmeye devam et mek olmuştu. ,",,,, ,,",l+ f *"ift h'tfı'',** HBir iki kez tanrının öldüğünü düşündü, çünkü yağmur bedenini soğutuyor, dudaklarını maviye, derisini beyaza döndürüyordu. Sonra yağmur yüzündeki kanı temizledi ve Geg başındaki derin, çirkin yarayı görebildi. Yaradan ince ince kan sızıyordu. Ama tann nefes almaya devam ediyordu.
Belki de gerçekten ölümsüzdür, diye düşündü Limbeck sersemlemiş bir halde.
Kaybolduğunu biliyordu. En azından adanın yarısını aştığını biliyordu. Yardım-elini fark etmeden geçmişlerdi. Belki de, beklemekten sıkılan yardım-eli geri dönmüştü. Fırtına gittikçe kötüleşiyordu. Çevrelerinde yıldırımlar parıldıyor, mercanka-yada delikler açıyor, Limbeck'i, sarsıcı gümbürdemeleriyle sa-ğırlaştınyordu. Rüzgâr onu yere yapıştırıyordu -Geg'in ayakta duracak hali yoktu zaten. Neredeyse bir çukura sürünecek, fırtınadan kaçacaktı (veya şanslıysa ölecekti) ki sulanmış gözka-paklarmın arasından, yanında durduğu çukurun kendi çukuaı olduğunu gördü! işte kanatların kırık tahtaları buradaydı! işte yardım-eli de oradaydı1
Umut Geg'e güç verdi. Ayağa kalkmayı başardı. Rüzgâr tarafından örselenerek, tanrıyı son bir iki metre boyunca sürüklemeyi başardı. Tanrı'yı yere bırakarak, cam kabarcığın kapısını açtı ve merakla içeriye baktı.
Yardım-eli, gerekirse Geglerin kazı-pençelerinin yardımına gelebilmesi için tasarlanmıştı. Zaman zaman bir pençe mer-cankayaya takılı kalırdı veya bozulur, kırılırdı. Bunlardan biri olduğunda bir Geg yardım-eline girer ve tamirat yapmak üzere adalardan birine indirilirdi.
Yardım-eli, tam da ismi gibi görünüyordu -bilekten kesik, metalden dev bir el gibi. Bileğe bağlı bir kablo elin yukarıdan yönetilerek indirilip kaldırılmasını sağlıyordu. Elin parmaklan hafifçe bükülmüştü; başparmak ile diğer parmaklar bir araya gelmişti ve avcımda, tamirci Geglerin içinde yolculuk yaptığı büyük bir koruyucu kabarcık tutuyordu. Menteşeli bir kapı, giriş çıkışı sağlıyordu ve kablo boyunca uzanan boruya bağlı pirinç bir boynuz, Geglerin yukandakilerle iletişim kurmasını sağlıyordu.
Cam kabarcığın içine iki şişman Geg rahatlıkla sığardı. Geg'den oldukça uzun olan tanrı sorun yaratacakmış gibi görünüyordu. Limbeck tanrıyı kabarcığa doğaı sürükleyip onu içeri tıktı. Tanrının bacakları kenardan taştı. Sonunda Geg tanrının bacaklarını katlayıp çenesine dayadı, kollarını göğsünün üzerine doğru büktü ve onu içeri sığdırmayı başardı. Limbeck dikkatle içeri tırmandı ve ardından köpek atladı. Üçünün birden içerde yolculuk yapması biraz sıkışıklık yaratacaktı, ama Limbeck'in köpeği geride bırakmaya niyeti yoktu -bir kez daha yapamazdı bunu. Tekrar yoktan varolmasını izlemenin şokuna dayanabileceğini sanmıyordu.
Köpek sahibinin bedeninin yanında kıvrılıp yattı. Tanrının gevşek bedeninin üzerinden uzanan Limbeck, kükreyen rüzgâra rağmen kapıyı kapatmak için boş yere çabaladı. Rüzgâr dönüp başka bir açıdan saldırdı ve kapıyı aniden çarpıp kapatarak Limbeck'i kabarcığın kenarına fırlattı Limbeck
.t EJDER. KAnADi/n.,.j,"ı"!W
uzun süre düştüğü yerde, nefes nefese ve inleyerek kaldı.
Elin fırtınada sarsılıp sallandığını hissedebiliyordu Limbeck. Kafasından kablonun koptuğu, kabarcığın kırıldığı görüntüler geçmeye başladı ve bir an için Geg'in tek istediği, bu kaya parçasından uzaklaşmak oldu. Hareket etmesi için korkunç bir çaba gerekti, ama Limbeck uzanıp boynuzu kavramayı başardı.
Dostları ilə paylaş: |