"Ya ben?" Bane başını kaldırdı. "Benim için ödül yok mu?"
"Stepnen seni geri istemiyor," diye hırladı Hugh.
Prens bir an bunu düşünüp kıkırdadı. "Evet, sanırım haklısın," dedi ve çizimine döndü.
"Ama bu imkânsız!" diye haykırdı Alfred "Ben. . Ben Ekselanslarının hizmetkârıyım! Onu konımak için yanında geldim..."
"Kesinlikle," dedi Hugh "İşte Stephen'ın tam olarak istemediği de bu."
"Bunların hiçbirini anlamıyorum," dedi Kaptan Bothar'el. "Sizin iyiliğiniz için, Yüksek Âlem konusunda dürüst olduğunuzu umuyorum. Bu gemiyi işletmek ve mürettebatıma ücretlerini ödemek için paraya ihtiyacım var ve büyük bir fırsatı da kaçırdım."
"Elbette doğru!" diye haykırdı Bane, alt dudağını sevimli bir somurtmayla kıvırarak. "Ben gerçekten Sinistrad'ın, Yedin ci evden bir gizemustasmın oğluyum. Babam sana iyi bir ödül verecek!" - ,t( ,T , \ >.ti ' v ı ,,, . ,
"Öyle yapsa iyi olur!" dedi kaptan.
Elf, mahkûmlara sert bir ifadeyle göz gezdirdi, sonra uzun adımlarla bölmeden çıktı. Arkasından bakan Bane, güldü ve çiziktirmeye geri döndü.
"Bir daha asla Volkaran'a dönemeyeceğim!" diye mırıldandı Alfred. "Sürgündeyim artık."
"Bu durumdan kurtulmanın bir yolunu bulamazsak ölü sayılırsın," dedi Hugh, piposunu büyülü kaptan' aldığı bir kömür parçasıyla yakarak. Büyülü kabı, yiyeceklerini ısıtmak ve geceleri ısınmak için kullanıyorlardı.
"Ama Stepnen bizi canlı istiyor."
"Yalnızca bizi elleriyle öldürme zevkini tatmak için."
Başını kaldırıp Hugh'ya bakan Bane, sinsi sinsi gülümsedi. "Kasabaya çıksaydın birisi seni farkedip ele verecekti. Benim yüzümden kaldın, değil mi? Hayatını kurtardım."
Hugh yorum yapmadı, duymazlıktan gelmeyi tercih etmişti. Düşünceli bir sessizliğe gömülmüştü. Piposu söndüğünde, fark etmedi bile.
Bir süre sonra kendine geldiğinde -Alfred hariç- herkesin l Büyülü parlayantaşların içine konduğu demirden bir kap Işık ve ısı kaynağı olarak kullanılır r ,
uykuya daldığını fark etti. Kâhya lombozun yanında durmuş, gecenin kasvetli griliğine bakıyordu. Tutulan bacaklarını hareket ettirmek için kalkan Usta, o tarafa doğru yürüdü.
"Bu Haplo denen adam hakkında ne düşünüyorsun?" diye sordu Hugh. >•"• < w "Neden?" Alfred sıçrayıp, katile korkuyla bakmıştı. "Neden soruyorsun?"
"Hiçbir sebebi yok. Sakin ol. Senin ne düşündüğünü me rak ettim, o kadar." '; * ^ '' !' '• H 'rta'":,•
"Hiçbir şey! Hakkında hiçbir şey düşünmüyorum! Bana izin verirseniz, efendim," diye sözünü kesti Alfred, tam Hugh konuşacakken, "Çok yorgunum. Biraz uyuşanı iyi olur."
Bu da neydi şimdi? Kâhya battaniyesine döndü. Uzandı, ama onu izlemekte olan Hugh, Alfred'in uyumaya pek de niyeti olmadığını gördü. Kaskatı yatıyor, ellerini ovuşturuyor, derisinin üzerinde görünmeyen çizgileri takip ediyordu. Yüzü, Acı ve Dehşet isimli bir oyunda maske olarak kullanılabilirdi. Hugh neredeyse ona acıyacaktı.
Yalnızca neredeyse ama. Hayır, Hugh'nün çevresine ördüğü duvarlar hâlâ yerindeydi, hâlâ güçlü ve sağlamdı. Küçük bir çatlak oluşmuş, içeri bir güneş ışığının girmesine sebep olmuştu belki -karanlığa alışık gözleri için haşin ve acı bir görüntü. Ama onu durdurmuş, üzerini kapatmıştı. Çocuğun üzerindeki etkisi yalnızca büyüydü -katilin kontrolünde olmayan bir şeydi, en azından Yüksek Âlem'e çıkana kadar. Hücresinin bir köşesine çekilen Hugh gevşedi ve uykuya daldı.
Yüksek Âlem'e ulaşmaları, elf ejder gemisinin neredeyse iki haftasını aldı. Kaptan Bothar'el'in hesaplarına göre, olması gerektiğinden çok daha uzun bir süreydi bu Yalnız, mürettebatının ve kölelerin normalden çok daha çabuk yorulacakları nı hesaplamamıştı. Gemi büyücüsünün yaptığı büyüler azalan hava basıncına dayanmalarını sağlıyordu, ama devamlı nefeslerini kesen, havanın azaldığı gerçeğine karşı yapabileceği bir şey yoktu.
Elf mürettebat gittikçe daha endişeli, sessiz ve huzursuz oldu. Engin ve boş gökte uçmak ürkütücüydü. Üstlerinde, gök-kubbe gündüzleri parıldıyor, geceleri solgun bir ışık yayıyordu. Gemideki en saf kişi bile, gökkubbenin gökte yüzen mücevherlerden oluşmadığını görebiliyordu.
"Buz parçalan," dedi Kaptan Bothar'el, dürbünüyle inceleyerek.
"Buz mu?" İkinci kaptan neredeyse rahatlamış göründü. "O zaman daha ileri gidemeyiz, değil mi kaptan? Buzun içinden geçemeyiz. Geri dönsek daha iyi olur."
"Hayır." Bothar'el dürbünü kapattı. Sanki subayının söz lerine cevap vermiyor, içindeki bir itirazı yanıtlıyordu. "Buraya kadar geldik. Yüksek Âlem yukarıda bir yerde. Gidip onu bulacağız." * ""''
"Ya da bulmaya çalışırken öleceğiz," dedi ikinci kaptan, ama yalnızca kendi kendine.
Yükselmeye devam ettiler. Gökte asılı parlak, devasa bir kolye gibi duran gökkubbeye iyice yaklaştılar. Ne herhangi bir yaşam türü, ne de insan büyücülerin en beceriklilerinin üzerinde yaşayabileceği bir kara parçası görebiliyorlardı.
Hava giderek soğuyordu. Ellerinin altındaki her giysi parçasını üzerlerine geçirmek zorunda kaldılar. Mürettebat kendi aralarında, bunun aptallık olduğunu, hepsinin ya soğuktan, ya da geri dönmeye güçleri kalmadığından burada mahsur kalıp, olup gideceklerini homurdanmaya başladılar
Hiçbir yaşam belirtisi görmeden günler geçti. Erzakları
azalıyordu. Soğuk dayanılmaz bir dereceye gelmişti. Kaptan Bothar'el, "misafirlerine" fikrini değiştirdiğini, Orta Âlem'e geri döneceklerini söylemek üzere aşağı indi.
Mahkûmların bulabildikleri bütün battaniyelere sarınıp, büyülü kabın üstüne eğildiklerini gördü. Geg ölümcül derecede hastaydı -ya soğuktan, ya da hava başmandaki değişiklikten ötürü. Kaptan, onu neyin hayatta tuttuğunu bilmiyordu (Alfred biliyordu, ama kimsenin ona sormayı akıl etmemesi için özen gösteriyordu.)
Tam Bothar'el açıklamasını yapacaktı ki, yukarıdan gelen bir ses onu çağırdı.
"Ne var?" Kaptan köprüye koştu. "Adayı bulduk mu?" ,,, "Daha doğrusu, efendim," dedi kekeleyen öğrenci, faltaşı gibi açık gözlerle lombozdan dışarı bakarak, "o bizi buldu." tr'"IJ/"<" it'.' M''"'M'
KIRKDORDUNCU BOLUM
SINISTER1 ŞATOSU YÜKSEK ÂLEM
Iridal pencerede durdu ve kristal camlardan dışan baktı. Önündeki güzellik, kıyas bilmez bir güzellikti. Şatosunun opal duvarları güneş ışığında parlıyor, Yüksek Âlem'in göğünü oluşUıran parlak kubbenin ışıltısına katılıyordu. Duvarların aşağısında, şatonun dikkatle tasarlanan ve bakılan bahçeleri ve ormanları, parlak mücevherler kakılmış, kırık mermerlerden oluşan patikalarla kesiliyordu. Güzellikleri, insanın yüreğini durdurabilirdi. Ama Iridal güzellikleri görmemeye başlayalı çok olmuştu. "Gökkuşağından" anlamına gelen kendi ismi bile, onunla alay ediyordu. Çevresindeki dünya griydi. Kalbine gelince, uzun zaman önce atmayı bırakmış gibiydi.
"Eşim." Ses arkasından gelmişti.
Iridal titredi. Odasında yalnız olduğunu düşünüyordu. Kocasının varlığını bildiren, terlikli ayaklannın sessiz yürüyüşünü ya da ipek giysilerinin hışırtısını duymamıştı. Yıllardır kocası odasına girmemişti ve Iridal adamın varlığının kalbini kavrayıp sıktığını hissetti. Korkuyla arkasına dönünce onunla yüz yüze geldi.
"Ne istiyorsun?" Eliyle sabahlığını bedenine sıkıca sardı, l İngilizce'de uğursuz anlamına gelir (ç n ) ''
K.nn"Di
sanki zayıf kumaş onu kocasına karşı konıyacakmış gibi. "Benim özel daireme neden giriyorsun?"
Sinistrad perdeler ve püsküllü örtüler arasındaki yatağına, lavanta kokulu ipek çarşaflarına baktı. Her sabah yatağına dikkatle lavanta yaprakları serpilir, her gece dikkatle süpüriılürdü. >' "Ne zamandan beri bir kocanın, karısının yatakodasına girmesi yasaklanır oldu?"
"Beni rahat bırak!" Kalbindeki soğukluk dudaklarına dek yayılmış gibiydi. Zorlukla hareket ettiriyordu onları.
"Endişelenme, eşim. On devirdir buraya korktuğun amaç için gelmiyoaım ve bir daha da gelmeyi planlamıyorum. Bu tür şeyler senin için olduğu kadar, benim için de tiksindirici; hepimiz leş kokulu mağaralarda kızışan hayvanlar da olabilirdik. Bana, seninle konuşmak üzere geldiğim konuyu hatırlattı bu. Sonunda oğlumuz geliyor."
"Oğlumuzf" diye haykırdı Irıdal. "Senin oğlun. O benim oğlum değil!"
"Buna sevinelim," dedi Sinistrad solgun, kuru bir gülümsemeyle. "Konuyu bu açıdan değerlendirdiğine sevindim, hayatım. Çocuk geldiğinde sözlerini hatırlayacağını ve işimize karışmayacağını umuyorum." "Elimden ne gelir ki?"
"Umutsuzluk sana yakışmıyor, eşim. Unutma, numaralarını biliyorum. Gözyaşları, surat asma, çocukla, göremeyeceğimi sandığım küçük kucaklaşmalar. Seni uyarıyorum, Irıdal, görüyorum. Gözlerim her yerdedir, hatta kafamın arkasında. Çocuk benim. Sen de kabul ettin. Asla unutma bunu."
"Gözyaşları1 Gözyaşlarımdan korkma, eşim. Uzun zaman önce kııaıdu onlar"
"Korku mu' Ben hiçbir şeyden korkmam, eşim. Hele sen den, hiç," diye yanıtladı Sinistrad, eğlenerek "Ama başımı ağrıtabilir, çocuğun aklını karıştırabilirsin. Seninle uğraşmak için zamanım yok."
"Neden beni bir zindana kapatmıyorsun ki? Burada, adı konulmamış bir zindan hayatı yaşıyorum zaten."
"Bunu da düşündüm, ama çocuk görmesi yasaklanan annesine aşırı bir ilgi duyacak. Hayır, ortalarda görünmen, ona sevimli sevimli gülümsemen ve senin ne kadar zayıf, ne kadar korkak olduğunu görmesine izin vermen daha iyi olur."
"Ona beni küçümsemeyi öğretmemi istiyorsun."
Sinistrad omuzlarını silkti. "O kadarına karışamam, hayatım. Seni hiç düşünmese, planlarım açısından çok daha iyi olur. Ve şansımız varsa, senin uygun bir şekilde davranmanı sağlayacak bir şey de var elimizde. Rehineler. Üç insan ve bir Geg oğluma eşlik ediyor. Ellerinde bu kadar çok hayatı tutmak, Iridal, sana kendini ne kadar önemli hissettiriyordur!"
Kadının yüzü sarardı. Dizleri titredi ve bir sandalyeye çöktü. "Düşmüştün, Sinistrad, ama hiç kimseyi öldürmemiştin! Tehdidine inanmıyorum!"
"O zaman başka bir şekilde ifade edelim, eşim. Hiç kimseyi öldürmediğimi sanıyorsun. Ama zaten, ikimiz de beni hiç tanımadığını itiraf etmeliyiz -nokta. Sana iyi günler, eşim. Bizim oğlumuzu selamlamak üzere odandan çıkman gerektiği zaman haber veririm."
Eğilip, karı koca arasındaki eski geleneklere uygun olarak elini kalbinin üzerine koydu ve bu jesti de bir horgörme ve alay malzemesi yaptı Ardından odayı terk etti.
Kontrol edilemez bir şekilde titreyen kadın, yerinde büzüldü ve pencereden dışarı kuru, alev alev gözlerle baktı...
,'4 "...Babam senin kötü bir adam olduğunu söylüyor."
Genç kız, Iridal, babasının evindeki bir pencereden dışan bakıyordu. Ona neredeyse dokunacak kadar yakın duran, fakat asla dokunmayan adam, genç bir gizemustasıydı. Iridal'in dadısının romantik masallanndaki yakışıklı, kötü kahramandı o -pürüzsüz, solgun bir cildi; her zaman gizemli sırlarla dolu gibi duran duru, kahverengi gözleri, kendisine yeterince yaklaşan herkese bu sırları paylaşmayı vaat eden bir gülümsemesi vardı. Yedinci evden usta bir büyücü -büyücülerin ulaşabildiği en yüksek rütbe- olduğunu gösteren siyah, yaldız kenarlı takkesi, burnun üzerine doğru sivri bir uçla alçalıyordu. Gözlerinin arasından yükselen takke, ona bilge bir görünüm, yüzünün yoksun olduğu bir ifade veriyordu -çünkü kaşları ve kirpikleri yoktu. Tüm bedeni doğuştan tüysüzdü.
"Baban haklı, Iridal," dedi Sinistrad yumuşak bir sesle. Elini uzatarak bir saç tutamıyla oynadı. Gösterdiği tek samimiyet, bu kadardı. "Ben kötüyüm. İnkâr etmiyorum." Sesinde, dokunuşunun etini erittiği gibi, kalbini eriten bir hüzün vardı.
Yüzünü ona dönen Iridal ellerini uzatıp Sinistrad'm ellerini tuttu. Gülümsedi. "Hayır, aşkım! Bütün dünya sana kötü diyebilir, ama onlar seni tanımıyorlar! Benim tanıdığım gibi değil."
"Ama haklılar, Iridal." Sesi nazik ve dürüsttü. "Sana gerçeği şimdi söylüyorum, çünkü daha sonra bana sitem etmeni istemiyorum. Benimle evlenirsen, karanlıkla evlenirsin."
Parmaklan saç tutamını sardı sardı ve Iridal'i gittikçe yakına çekti. Sözcükleri ve ciddi ifadesi, genç kızın kalbinin acıyla burkulmasına sebep oldu, ama acı heyecan verici ve tatlıydı. Üzerinde asılı karanlık -gizemustası toplumunda konuşulan karanlık söylentiler ve karanlık sözcükler- bile heyecanlıydı. Tüm yaşamı, yani on altı yıl sıkıcı ve yavan geçmişti. Annesi nin ölümünün ardından üzerine titreyen babasıyla yaşayan Iridal, ninesi gibi gördüğü bir dadı tarafından yetiştirilmişti. Babası, kızının hassas yanağına yaşamın kaba rüzgârlarının dokunmasına bile dayanamıyor, bu yüzden onu boğucu bir sevgi kozasına sarılmış bir şekilde, malikânesinde kapalı tutuyordu.
Kozadan çıkan kelebek parlak ve ışıltılıydı; zayıf kanatlan onu doğrudan Sinistrad'm ağına götürmüştü.
"Sen kötüysen," dedi genç kız, ellerini koluna sararak, "planlarını dinlemeyi redderek ve her seferinde dehanı köstekleyerek, bu dünyadır seni kötü yapan. Ben senin yanında yürürken, sana gün ışığını getireceğim."
"O zaman, eşim olacak mısın? Babanın dileklerine karşı gelecek misin?"
"Rüştümü ispat ettim. Kendi seçimimi yapabilirim. Ve, aşkım, ben seni seçtim."
Sinistrad hiçbir şey söylemedi, ama o gizemli gülüşüyle gülümseyerek parmağına sıkıca sardığı saç tutamını öptü...
...Iridal doğum sancılarından yorgun düşmüş, yatağında yatıyordu. Dadısı minicik bebeği yıkamış, bir battaniyeye sarmış, annesinin yanına getirmişti. Neşe dolu bir olay olmalıydı, ama Iridal'in dadısı olan yaşlı kadın, bebeği annesinin kollarına bırakırken ağlıyordu.
Yatakodasınm kapısı açıldı. Iridal alçak sesle inledi ve bebeğe öyle sıkı sanldı ki, bebek yüksek sesle ağlamaya başladı. Başını kaldıran dadı, nazik elleriyle kadının terli buklelerini okşadı. Kırışık yüzü, bir meydan okuma ifadesiyle sertleşmişti.
"Bizi yalnız bırak," dedi Sinistrad, gözleri karısı üzerinde sabitlenmiş, dadıyla konuşurken.
/,, "Yavrumu bırakmam!"
,,ft Gizemustasının gözleri dadıya kaydı. Dadı yerinden kıpırdamadı, ama Iridal'in güzel saçlarına dokunan eli titriyordu. Dadısının parmaklarını yakalayan Iridal, onları öptü ve alçak, titreyen bir sesle dadısından dışarı çıkmasını istedi.
"Yapamam, yavrum!" Dadı ağlamaya başladı. "Yapmak istediği çok zalimce! Çok zalimce ve garip!"
"Çık dışarı," diye hırladı Sinistrad, "yoksa durduğun yerde seni kül ederim."
Dadı ona kötü kötü baktı, ama odadan dışarı çıktı. Reddederse kimin acı çekeceğini biliyordu.
"Bu da bittiğine göre, dadın bu evden gitmeli, eşim," dedi Sinistrad, gelip yatağın yanında durarak. "Kendi evimde bana meydan okunmasından hoşlanmam."
"Lütfen, hayır, eşim. Sahip olduğum tek arkadaş o." Iridal'in kollan, bebeği sıkı sıkı sarmıştı. Bir eliyle battaniyeyi sıkıca kavrayarak, yalvarırcasına kocasına baktı. "Ve oğlumuza bakarken yardıma da ihtiyacım olacak! Bak!" Battaniyeyi bir kenara çekerek kırmızı, buruşuk, gözleri sımsıkı kapalı bir yüzü, sıkıca kapanmış yumruklan gösterdi. "Ne kadar güzel, değil mi, eşim?" Çaresizce, kendi eti ve kanından olan bu bebeğin görüntüsünün, kocasının fikrini değiştireceğini umut ediyordu.
"Amacıma uyuyor," dedi Sinistrad, ellerini uzatarak.
"Hayır!" Iridal geriye doğaı çekildi. "Benim yavrum olmaz! Lütfen, yapma!"
"Hamile olduğunu söylediğin gün niyetimi sana bildirmiştim. Seninle yalnızca bunun için evlendiğimi, seninle yalnızca bu sebeple yattığımı söylemiştim. Çocuğu bana ver!"
Iridal bebeğin üzerine büzüldü. Başını eğmişti. Uzun saçları parlak bir perde gibi bebeği örtüyordu Kocasına bakmayı red dediyordu, sanki ona bakmak, kocasını güçlendiriyormuş gibi. Gözlerini kapatarak yok olmasını sağlayabilirmiş gibi Ama işe yaramadı, çünkü gözleri kapalıyken bile, aşka dair parlak hayallerinin tamamen ve geri dönülemez bir şekilde parçalandığı o korkunç günkü haliyle görebiliyordu onu. Iridal'in o harika haberi verdiği, içinde çocuğunu taşıdığını bildirdiği günkü haliyle. O gün, soğuk ve duygusuz bir sesle, bebeği ne için kullanacağını açıklamıştı.
Iridal, birşeyler planlamakta olduğunu bilmeliydi. Aslında biliyordu, ama kendi kendine itiraf edemiyordu. Gerdek gecelerinde, gökkuşağı renkleriyle bezeli hayaller dünyasından, gri bir boşluğa düşmüştü. Kocası işini kısaca, iş görürcesine, ona dikkatle bakıp, Iridal'in anlamadığı bir şeyin gerçekleşmesi için çaba gösterircesine bitirmişti. Gündüzleri karısını nadiren görmüş, onunla nadiren konuşmuştu. Iridal gece ziyaretlerinden korkar olmuştu. Bir seferinde kocasını reddetmeyi göze almış, kendisine sevgiyle davranması için yalvarmıştı. O gece kocası ona öyle bir vahşetle, öyle bir acıyla sahip olmuştu ki, Iridal bir daha onu reddetmeye cesaret edememişti. Belki de çocuk o gece rahme düşmüştü. Bir ay sonra, hamile olduğunu anlamıştı.
Ona söylediği günden itibaren, Sinistrad bir daha odasına gelmemişti.
Çocuk kollarında ağlıyordu. Güçlü eller Iridal'in saçlarını yakaladı ve başını arkaya doğru büktü. Güçlü eller bebeği kollarından çekip aldı. Anne yalvararak yatağından yere süründü ve o kollarında ağlayan bebekle dışarı çıkarken, kocasının arkasından gitmeye çalıştı. Ama çok zayıftı. Kan lekeli çarşaflara dolanarak yere düştü. Bir eliyle kocasının cüppesini yakalayıp çekti.
"Bebeğim1 Bebeğimi alma!"
ı( Adam Iridal'e soğuk gözlerinde tiksintiyle baktı. "Sana karım olmayı teklif ettiğim gün ne olduğumu açıkladım. Sana hiç yalan söylemedim. Bana inanmamayı tercih ettin ve bu senin hatan. Bu işe kendi kendine dolandın." Eğilerek pelerininin kumaşını kavradı ve Iridal'in zayıf parmaklarından kurtardı. Dönüp, odadan çıktı.
O gece geç bir saatte geri döndüğünde yanında bir başka bebek getirdi -Volkaran ile Uylandia'nın kral ve kraliçesinin gerçek çocuğunu. Sinistrad bebeği Iridal'e, yol kenarında bulduğu bir köpek yavrusunu uzatan birinin tavrıyla uzattı. •" "Ben oğlumu istiyorum!" diye haykırdı Iridal. "Bir başka zavallı kadının çocuğunu değil!"
"O zaman, bebekle neyi istiyorsan onu yap," dedi Sinistrad. Planı işe yaramıştı. İyi bir ruh halinde olduğu bile söylenebilirdi. "Emzir. Boğ. Umurumda değil."
Iridal minik bebeğe acımış, ona göstereceği sevginin, çok uzaklarda kendi bebeğine de gösterileceğini umarak, ona şev-katle bakmıştı. Ama bebek birkaç gün içinde öldü. Bebekle beraber Iridal'in içinde birşeyler de ölmüştü.
Bir ay sonra, labaratuvannda çalışan Sinistrad'ın yanına giderek, sakin bir tavırla ve sessizce, onu terk edeceğini ve babasının evine gideceğini söyledi. Gerçekte, Orta Âlem'e gidip oğlunu geri almayı planlıyordu.
"Hayır, hayatım. Pek sanmıyorum," diye yanıtladı Sinistrad, incelediği metinden başını kaldırmadan. "Seninle evlenmem, üzerimdeki kara bulutu kaldırdı. Diğerleri artık bana güveniyor. Bu âlemden kaçma planlarımız başarılı olursa, tüm insanlarımızın yardımına ihtiyacım olacak. Sorgulamadan, istediklerimi yapmalılar. Senden ayrılmamın yaratacağı skandali göze alamam."
EJDEK.
Sonra başını kaldırıp ona bakmıştı ve Iridal kocasının planlarını, yüreğinde gizlediği sırları bildiğini anlamıştı.
"Beni durduramazsın!" diye haykırmıştı Iridal. "Benim örebildiğim gizemler güçlüdür, çünkü büyü konusunda yetenekliyim, senin kadar yetenekliyim, eşim, yaşamını hırslarına adamış olan senin kadar. Kötülüğünü dünyaya açıklayacağım! Seni izlemeyecekler, sana karşı birleşip, seni yok edecekler!"
"Haklısın, hayatım. Seni durduramam. Ama belki de bunu babanla tartışmak istersin."
Kitapta kaldığı yeri parmağıyla işaretleyerek başını kaldırmış, eliyle bir işaret yapmıştı. Masanın üzerinden abanoz bir kutu havalanmış, büyücünün kitabının yanına konmuştu. Bir eliyle kutuyu açan büyücü, içinden siyah kadifeden bir sicime bağlı, gümüş bir madalyon çıkarmıştı, Iridal'e uzatmıştı.
"Nedir bu?" Iridal şüpheyle madalyona bakmıştı.
"Bir hediye, hayatım. Sevgi dolu kocasından, sevgi dolu karısına." Gülümsemesi, kalbine saplanan bir bıçak gibiydi. "Aç onu."
Iridal madalyonu alırken parmakları öyle hissiz, öyle soğuktu ki, neredeyse madalyonu düşürüyordu. İçinde babasının bir portresi vardı.
"Düşürüp kırmamaya dikkat et," dedi Sinistrad önemsemezce, kitabına dönerek.
Iridal dehşet içinde, portrenin kendisine baktığını görmüştü. Tuzağa düşmüş, canlı gözleri acıma dolu, çaresiz...
Penceresinin dışında duyduğu sesler, Iridal'i hüzünlü hayallerinden sıyırdı. Zayıf ve dengesiz bir biçimde sandalyesinden kalkarak, pencereye doğru baktı. Sinistrad'ın ejderi bulutların üzerinde uçuyordu, kuyruğu sisleri uzun şeritler halinde
bölüyor, bunlar da eriyip yok oluyorlardı -hayaller gibi, diye düşündü Iridal. Civa ejderi, Sinistrad'm komutu üzerine gelmiş, şatonun çevresinde çemberler çizerek efendisini bekliyordu. Hayvan devasa boyutlardaydı, parlak gümüşsü derisi, kaslı, zayıf bir bedeni, alev alev, kırmızı gözleri vardı. Kanatları yoktu, ama Orta Âlem'deki kanatlı kuzenlerinden daha hızlı uçabiliyordu.
Civa ejderleri olarak bilinen bu ejderler sinirli ve güvenilmez hayvanlardı ve türlerinin en zekileri idiler. Yalnızca en güçlü büyücüler onları kontrol edebilirdi. Bu durumda bile, ejder büyü altında olduğunu bilir, büyücüye karşı daimi bir zihinsel mücadele verir, büyücüyü daima tetikte olmaya zorlardı. Iridal pencereden ejderi seyretti. Ejder daima hareket halindeydi -bir an devasa bir kangal gibi kıvrılıyor, başını en yüksek kuleden daha yükseğe kaldırıyor, bir sonrakinde şimşek hızıyla çözülerek uzun bedenini şatonun sislere gömülmüş duvarlarının çevresine doluyordu. Bir zamanlar Iridal ejderden korkuyordu. Büyülü gemlerinden kurtulduğu anda, hepsini öldürebilirdi. Ama artık umaında değildi.
Sinistrad ortaya çıkınca Iridal isteksizce pencereden geri çekildi. Yukarı doğru bakacak olursa, kendisini görmesini istemiyordu. Fakat Sinistrad Iridal'in odasına başını kaldırmadı, daha önemli işlerle meşguldü kafası. Elf gemisi görülmüştü; oğlu gemideydi. O ve Konsey'deki diğerlerinin, son planlarını ve hazırlıklarını yapmak üzere toplanmaları gerekiyordu. Ejderi yanına almasının sebebi buydu.
Yedinci evden bir gizemustası olan Sinistrad, kendisini zihinsel olarak lonca salonuna aktarabilir, zihni hedefe vardığı zaman bedenini çözerek, orada tekrar oluşturabilirdi. Orta Âlem'e de böyle gitmişti. Fakat böyle bir başarının bir bedeli
vardı ve yalnızca büyücünün yoktan var olduğunu izleyen birileri varsa zahmete değerdi. Elfler, devasa bir ejderin görüntüsünden, zihinsel büyünün rafine ve ince tekniklerinden daha çok etkilenirlerdi.
Sinistrad, Gorgon ismini verdiği ejdere bindi. Ejder havala narak Iridal'in gözleri önünde kayboldu. Kocası bir kere bile arkasına bakmamıştı. Neden baksındı ki? Iridal'in kaçmasından korkmuyordu. Artık değil. Şatonun çevresinde bekleyen muhafızlar yoktu. Onu izlemekle ve yaptıklarını efendilerine raporlamakla görevlendirilmiş hizmetkârlar yoktu. Hizmetkâr bulabilseler bile, onlara ihtiyacı yoktu Sinistrad'm. Iridal kendi kendisinin gardiyanıydı, utancıyla bağlanmış, korkusuyla esir edilmişti. 'nMStj"t
Eli madalyonun üzerine kapandı. İçindeki portre artık canlı değildi. Babası birkaç yıl önce ölmüştü. Ruhu Sinistrad tarafından tuzağa düşürüldükten sonra, bedeni solup gitmişti. Ama Iridal babasının resmine baktığı her seferinde, gözlerindeki acıma duygusunu hissedebiliyordu.
Şato sessiz ve boştu. Neredeyse kalbi kadar sessiz ve boş. Giyinmeliyim, dedi kendi kendine hüzünle ve üzerinden artık hiç çıkarmadığı geceliğini çıkararak; uykudan başka kaçış yolu kalmamıştı.
Pencereden ayrılıp dönünce karşısındaki aynada kendisini gördü. Yirmi altı devir -yüz devirdir yaşıyormuş gibi görünüyordu. Bir zamanlar altın bala batırılmış çilek renginde olan saçları, şimdi penceresinin önünden geçen bulutlar kadar beyazdı. Bir fırça alarak, halsizce, dolaşık bukleleri açmak için çaba gösterdi.
Oğlu geliyordu. İyi bir izlenim vermeliydi. Yoksa Sinistrad sinirlenirdi.
4Sr
ıkfj ./î!
KIRKBEŞİNCİ BÖLÜM
".-, ". YENİ UMUT YÜKSEK ÂLEM
İsmi gib' hızlı olan civa ejderi, Sinistrad'ı Yeni Umut'a, Yüksek Âlem'in başkentine taşıdı. Gizemustası, kendi halkını etkilemek için ejder kullanmaya bayılırdı. Başka hiçbir büyücü, bu son derece zeki ve tehlikeli ejder türü üzerinde etkili olmayı başaramamıştı. Bu kritik zamanda, bir kez daha diğerlerine, neden onu liderleri olarak seçtiklerini anımsatmanın bir zararı dokunmazdı.
Sinistrad Yeni Umut'a geldiğinde, büyünün çoktan yapılmış olduğunu gördü. Parlayan kristal kuleler, kenarında ağaçlar dizili yollar -geldiği yeri neredeyse tanıyamayacaktı. İki tanıdık gizemustası, Konsey Salonu'nun önünde, kendileriyle gurur duyarak ve son derece yorgun bir halde duruyorlardı.
Gökte alçalan Sinistrad, onlara bineğini hayranlıkla seyretmeleri için zaman verdi. Sonra emirlerini beklemesi komutunu vererek yaratığı serbest bıraktı.
Dostları ilə paylaş: |