Ejder sivri dişli ağzını bir hırlamayla açtı. Gözleri nefret ile parlıyordu. Sinistrad yaratığa sırtını döndü.
"Sana söylüyorum, Sinistrad, bir gün o ejder büyünden kurtulacak ve o zaman hiçbirimiz güvende olmayacağız. Onu yakalaman bir hataydı," dedi büyücülerden biri -yaşlı bir gıze muştası- ejdere yan yan bakarak. <>,• ,>,;/'
"Gücüme inancın bu kadar az mı?" diye sordu Sinistrad, ılımlı bir ses tonuyla.
Gizemustası hiçbir şey söylemedi, ama arkadaşına bir göz attı. tifrtttiSf ^
Aralarındaki bakışmayı gören Sinistrad, kendisi gelmeden önce onu konuşmakta olduklarını tahmin etti ve talımininde haklıydı.
"Ne oldu?" diye sordu. "Birbirimize karşı dürüst olalım. Her zaman bu konuda ısrar etmişimdir, biliyorsunuz." l
"Evet, biliyoaız. Bizi burunlarımıza dek dürüstlüğüne batırdın zaten!" dedi yaşlı adam.
"Hadi, Balthazar, benim ne olduğumu biliyorsun. Beni lider seçtiğinizde benim ne olduğumu biliyordunuz. İnsafsız olduğumu, yolumun üzerine hiçbir şeyin çıkmasına izin vermeyeceğimi biliyordunuz. Bazılarınız o zaman bana kötü dedi. Bana hâlâ kötü diyebilirsiniz ve bu benim reddemeyeceğim bir sıfat olur. Yine de aranızda vizyonu olan tek kişi bendim. Halkımızı kurtarmak için plan yapan yalnızca bendim. Öyle değil mi?"
Gizemustaları önce Sinistrad'a, sonra birbirlerine baktılar, ve bakışlarını kaçırdılar -birisi bakışlarını muhteşem kente çe virdi, diğeriyse civa ejderinin bulutsuz gökte gözden kaybol masını izledi. JT
"Evet, katılıyoaız," dedi biri. j,
"Başka seçeneğimiz yoktu," diye ekledi diğeri.
"Pek de iltifatkâr sözler değil bunlar, ama zaten iltifatsız da yaşayabilirim. İltifat demişken, çıkardığınız iş olağanüstü." Sinistrad kulelere, bulvarlara, ağaçlara eleştirel bir gözle baktı Elini uzatarak, önünde durdukları binanın taşlarına dokundu
"O kadar iyi ki, aslında, bun n da illüzyom n bir parçası olup olmadığını merak ediyorum! içeri girmeye korktum ne edeyse."
Gizemustalarından biri büyücünün küçük esprisine soğuk soğuk gülümsedi. Diğeri -yaşlı adam- kaşlarım çatarak dönüp orayı terk etti. Cüppesini toparlayan Sinistrad, arkadaşlarını takip ederek mermer merdivenlerden çıktı ve Büyücülerin Lonca Salonu'nun parlak, kristal kapılarından içeri girdi.
Salonda, ciddi ve alçak seslerle konuşan, yaklaşık elli büyücü vardı. Kadın ya da erkek, hepsi Sinistrad'ın cüppele ine benzer tasarımda giysiler giymişti, yalnız renkleri oldukça değişkendi. Her renk, giyen büyücünün özel ilgi alanını gösteriyordu -toprak için yeşil, gök için koyu mavi, ateş için (ya da zihinsel büyüler için) kırmızı, su için açık mavi. Sinistrad gibi birkaçı, disiplini -demirden bir disiplini, hiçbir zayıflık tanımayan disiplini- temsil eden siyah rengine bürünmüştü. Sinistrad odaya girdiğinde, birbirleriyle alçak, heyecanlı seslerle konuşmakta olan büyücüler sustular. Her biri eğildi ve bir kenara çekilerek, geçmesi için yer bıraktı.
Çevresine bakman Sinistrad, dostlarını başını sallayarak selamladı, düşmanlarıyla göz göze geldi ve büyük salon boyunca acele etmeden yürüdü. Mermerden yapılmış Lonca Salonu kasvetli, boş ve süssüzdü. Duvarlarını halılar süslemiyor, kapı aralıkları heykellerle zenginleşmiyordu. Güneş ışığını davet eden pencereler, kasveti dağıtan büyüler yoktu. Gizemustala-rının konutları Orta Âlem'de, insan yaratısının en muhteşem varlıkları olarak bilinirdi. İçinden çıkıp geldikleri mekânları hatırlayan büyücüler, Yüksek Âlem'in Lonca Salonu'nun çıplaklığını ve sadeliğini ürpertici buluyorlardı. Cüppelerinin yenlerine soktukları elleriyle duvarlardan olabildiğince uzak duru yor, birbirlerine ve özellikle de liderlerine, yani Sinistrad'a bakmaktan kaçınıyorlardı.
Sinistrad aralarında en genç olanıydı. Oradaki her g' emus-tası onun Lonca Salonu'na ilk gelişini hatırlıyordu -yapılı bir genç, hizmet etmeye can atan ve sızlanmaya eğilimli. Anne babası, bu sürgün yerine tahammül edemeyip oğullarını yetim bırakan ilk büyücülerdendi. Diğerleri genç adam için üzülmüşlerdi, ama fazla da değil. Zaten o sıralarda pek çok yetim vardı. Kendi sorunlarına dalmış olan -ki bunlar son derece önemli sorunlardı- büyücüler, genç büyücüye fazla dikkat etmemişlerdi.
İnsan büyücülerin, kendi tarih versiyonları vardı ve bu, diğer ırkların tarihleri gibi, kendi bakış açılarına göre çarpıtılmıştı. Koparılış'ı takiben Sartanlar ırkları buraya, büyülü kubbe altındaki bu âleme getirmişlerdi -ciflerin iddia ettiği gibi Arista-gon'a değil. İnsanlar, özellikle de büyücüler, bu âlemi yalnızca yaşanabilir değil, aynı zamanda güzel kılmak için son derece sıkı çalışmışlardı. Ama Sartanlar onlara yardım etmek için hiçbir şey yapmamışlardı, her zaman bir yerlerde "önemli" işler peşindeydiler.
* Sananların geri döndüğü nadir zamanlardan birinde, rün büyülerini kullanarak yardım ellerini uzattılar. Böylece o muhteşem binalar yaratıldı ve kubbe güçlendirildi. Mercankaya meyve verdi, su boldu. İnsan büyücüler pek de müteşekkir hissetmediler. Kıskanmışlardı. Rün büyüsüne imreniyorlardı. ,.• Sonra, Sartanların aşağıdaki Orta Âlem'in içinde yaşanacak hale geldiğini ilan ettikleri gün geldi. İnsanlar ve cifler Arista-gon'a taşındılar ve Sartanlar yukarıda, Yüksek Âlem'de kaldılar. Sartanlar bu taşınma işi için, kubbenin altındaki toprakların çok kalabalık hale geldiği mazeretini gösterdiler, insan bü
yücülerse, Sartanların onları, büyücüler rün büyüsü konusunda fazla şey öğrendikleri için attıklarına inandılar.
Zaman geçti, elfler güçlendi ve güçlü büyücülerinin liderliğinde birleştiler. İnsanlar ise barbar korsanlara döndüler. İnsan büyücüler ciflerin yükselmesini dıştan küçümseme, içle-rindense korkuyla izlediler.
41 Kendi kendilerine şöyle dediler. "Elimizde rün büyüsü olsaydı, elfleri yok edebilirdik!"
Bu yüzden, kendi halklarına yardım etmek yerine, Yüksek Âlem'e dönmek üzere bir yol bulmak için kendi büyülerine yoğunlaştılar. Sonunda başardılar ve en güçlü büyücülerden -yani gizemustalarından- büyük bir topluluk, Sartanlara meydan okuyup, hakları olarak gördükleri şeyi almak üzere Yüksek Âlem'e çıktılar.
. İnsanlar buna Yükseliş Savaşı adını verdiler, elbette savaş denebilecek bir şey yoktu ortada. Gizemustaları bir sabah uyandılar ve Sartanların gitmiş olduklarını gördüler. Konutları boş, kentleri terk edilmişti. Büyücüler halklarına muzaffer döndüler, ama Orta Âlem'i kargaşa içinde buldular -savaştan doğan bir kaos içinde. Tek yapabildikleri, hayatta kalmayı başarmak oldu, ama büyülerini kullanarak halklarını Vaat edilen Topraklar'a götüremediler.
Sonunda, yıllar süren acı ve zorlukların sonunda, gizemus-taları Orta Âlem'i terk edip efsanelerinin güzel, bereketli, güvenli ve sağlam olduğunu söylediği topraklara ulaştılar. Sonunda rünlerin sırlarını çözeceklerini umuyorlardı. Her şey harika bir rüya gibi göaınüyordu. Kısa sürede rüya, kâbusa döndü.
Rünler gizemlerini korudular ve gizemustaları, bu toprakların güzelliğinin ve bolluğunun onlara ne kadar bağlı olduğu nü, korku içinde fark ettiler. Ekinler büyüyordu, ama insanlarını besleyecek bollukta değil. Açlık her yeri sardı. Su azdı ve gittikçe de azalıyordu -her aile, su üretmek için korkunç miktarlarda büyü harcamak zorunda kalıyordu. Yüzlerce yıllık içten evlenme sonucunda, büyücüler zaten zayıflamıştı. İçten evlenmelerin sürmesi, büyü ile tedavi edilemeyen korkunç genetik deformasyonlara yol açmıştı. Bu çocuklar öldüler ve gittikçe daha az çocuk doğmaya başladı. Bunlardan daha da korkuncu, gizemustaları kubbenin büyüsünün solmakta olduğunu fark ettiler.
Bu âlemi terk edeceklerdi, ama başarısızlıklarını, zayıflıklarını itiraf etmeden nasıl dönerlerdi? İçlerinden birinin bir fikri vardı. Bir adam, bunu nasıl yapabileceklerini söyledi. Çaresizdiler ve onu dinlediler.
Zaman geçtikçe ve Sinistrad büyü çalışmalarında ilerleyip, güç konusunda en yaşlıları bile geçtikçe, hizmet etme aşkın dan vazgeçti ve becerilerini sergilemeye başladı. Yaşlılar, ismi ni değiştirip Sinistrad ismini aldığında, bundan hoşlanmadılar ve tiksinti duydular, ama o sırada bu konunun üzerinde fazla durmadılar. Orta Âlem'de, kabadayının biri, hak etmediği bir saygı kazanmak için kendine Vahşi ya da Cani gibi, kulağa sert gelen bir isim alabilirdi. Bunun bir anlamı yoktu. >#
Gizemustaları isim değişikliğini gözardı ettiler, tıpkı Sinist-rad'ı gözardı ettikleri gibi. Ah, birkaçı sesini yükseltti -Iridal'in babası da bunlardan biriydi. Birkaçı dostlarının, genç adamın kendinden emin hırsını, insafsız zulmünü, insanları kullanmadaki becerisini görmesi için uğraştılar. Uyarıda bulunanlar önemsenmedi. Iridal'in babası Sınistrad'a karşı önce biricik, sevgili kızını, sonra büyülü bir tutsaklık içinde hayatını kaybetti. Fakat diğer büyücülerden kimse bunu bilmiyordu. Zindan
45f>
o kadar beceriyle hazırlanmıştı ki, kimse bunun farkında olmadı. Yaşlı büyücü topraklarında yürüdü, arkadaşlarını ziyaret etti, görevlerini yerine getirdi. Neşesiz ve üzgün olduğunu fark eden olduysa bile, onlar da kızının evliliği yüzünden acılı olduğunu düşündüler. Kimse yaşlı adamın ruhunun, cam kavanozdaki bir böcek gibi, rehin tutulduğunu bilmiyordu.
Genç büyücü fark edilmeden, sabırla, ağını Yüksek Alem'in hayatta kalan büyücülerinin üzerine ördü. İplikler görülemiyor, dokunulamıyor, pek az hissediliyordu. Herkesin görmesi için devasa bir ağ örmedi, ama ustaca bir kolun çevresine bir iplik sardı, bir ayağı doladı ve bunları o kadar hafifçe tuttu ki, kimse hareket edemediğini anlayana kadar fark etmedi.
Şimdi sıkışıp kalmışlardı, kendi çaresizlikleriyle sarılmışlardı. Sinistrad haklıydı. Başka seçenekleri yoktu. Ona güvenmek zorundaydılar, çünkü geleceği planlayacak ve o güzelim cehennemlerinden kaçmak için hazırlıklar yapacak kadar akıllı -•-olan bir o vardı aralarında.
Sinistrad ön salona ulaştı. Yerden altın bir podyum yükselmesini sağladı ve üzerine çıkarak, arkadaşlarına hitap etmek $ üzere döndü.
ı "Elf gemisi göründü. Oğlum güvertede. Planlarımıza uygun olarak, gidip gemiye rehberlik edeceğim..." r "Kubbeden içeri bir elf gemisi gireceği konusunda anlaştı-" ğımızı hatırlamıyorum," dedi bir kadın gizemustası. "Oğlun ve hödük hizmetkârının kullandığı küçük bir gemi olacağını söylemiştin."
"Planlarda değişiklik yapmak zorunda kaldım," diye yanıtladı Sinistrad, dudakları ince ve nahoş bir gülümsemeyle kıvrılırken. "İlk gemi bir elf saldırısına uğradı ve Drevlin'e düş tü. Oğlum bu elf gemisini ele geçirmeyi başardı. Çocuk kaptanı büyü altında tutuyor. Gemide otuz elften fazlası yok ve yalnızca bir tek büyücü var -çok zayıf bir büyücü elbette. Bu durumla başa çıkabileceğimizi düşünüyorum, ne dersiniz?" -b
"Evet, eski günlerde çıkabilirdik," diye yanıtladı kadın. "İçimizden herhangi biri otuz elfle başa çıkabilirdi. Ama şimdi..." Başını sallarken sesi soldu gitti.
"İşte bu yüzden büyüler yaptık ve illüzyonlar yarattık." Sinistrad Lonca Salonu'nun dışını işaret etti. "Yalnızca görüntü bile gözlerini .korkutacak. Başımıza dert olmayacaklar."
"Neden onlarla gökkubbede karşılaşıp, oğlunu almıyor ve kendi yollarına gitmelerini sağlamıyorsun?" diye sordu Balthazar olarak bilinen yaşlı gizemustası. •• > ".- ."',;ı,ı^ :>,, /
"Çünkü, seni geveze aptal, gemilerine ihtiyacımız var!" diye tısladı Sinistrad, sorgulanmaktan dolayı öfkelendiğini açıkça göstererek. "Bu gemiyle, halkımızdan pek çok insanı Orta Âlem'e taşıyabiliriz. Daha önce, gemi edinene ya da daha fazla ejder büyüleyene kadar beklemek zorundaydık."
"Peki cifleri ne yapacağız?" diye sordu kadın.
Herkes Sinistrad'a baktı. Yanıtı Sinistrad kadar, kendileri de biliyordu; ama onun söylemesini duymak istediler.
Duraksamadan, tereddüt etmeden söyledi. "Onları öldüre ceğiz." ,v,f
Sessizlik büyük ve yankılıydı. Yaşlı gizemustası başını salladı. "Hayır. Böyle bir şeyde yer almayacağım."
"Neden olmasın, Balthazar? Orta Âlem'de yeterince elf öldürmüştün."
"O savaştı. Bu ise cinayet."
"Savaş, 'ya onlar, ya da biz' demek. Bu da savaş. Ya biz, ya da onlar!"
4S9
" Çevresindeki gizemustalan mırıldandılar. Sözlerine katılı yor gibiydiler. Pek çoğu, yaşlı büyücüyle tartışmaya başladı; fikrini değiştirmek için ikna etmeye çalıştılar. "Sinistrad haklı," dediler. "Bu bir savaş! Irklarımız arasında savaştan başka bir
şey olamaz. Zaten, Sinistrad'ın tek yapmaya çalıştığı, bizi evi mize götürmek." "fcîf- • W$ Ww(
, • ,\t^-î¥'"t4>\
"Size acıyorum!" diye hırladı Balthazar. "Hepinize acıyorum! O" -Sinistrad'a işaret etti- "hepinizi güdüyor. Şişman buzağılar gibi, burnunuzdan tutmuş, hepinizi güdüyor. Ve karnı acıktığı zaman, hepinizi katledip, etlerinizle beslenecek. Hah! Beni rahat bırakın! Onu takip etmektense, burada kalıp ölürüm."
Yaşlı büyücü uzun adımlarla kapıya doğaı yürüdü.
"Ve öleceksin de, gri sakal," diye mınldandı Sinistrad alçak sesle. "Bırakın gitsin," dedi herkesin duyabileceği şekilde. "Onunla gitmek isteyen başkaları var mı?"
Gizemustası hızlı, sorgulayıcı bir bakış fırlattı herkese, ağının iplikçiklerini toplayıp, daha sıkı çekerek. Kimse kurtulmayı başaramadı. Bir zamanlar mücadele etmiş olanlar şimdi korkuyla öylesine zayıf düşmüşlerdi ki, her istediğini yapmaya hazır ve hevesliydiler.
"Pekâlâ. Elf gemisini kubbeden geçireceğim. Oğlumu ve yoldaşlarını şatoma getireceğim." Sinistrad oğlunun yoldaşlarından birinin becerikli bir kiralık katil olduğunu da söyleyebilirdi -ciflerin kanlarını kendi elleriyle dökecek ve gizemustalarımn ellerini kirletmelerini önleyecek birisi. Ama Sinistrad insanlarının katılaşmasını istiyordu. Her istediğini yapacak hale gelene kadar, gittikçe alçalmalarını istiyordu. "Elf gemisini uçurmayı öğrenmek üzere gönüllü olanlar, ne yapacağınızı biliyorsunuz. Geri kalanınız, kentin üzerindeki
büyüyü korumak için çalışmalısınız. Zamanı geldiğinde, size işaret vereceğim ve eyleme geçeceğiz."
Hepsine ayrı ayrı baktı, her solgun, sert yüzü teker teker inceledikten sonra tatmin oldu. "Planlarımız iyi ilerliyor. Aslına bakarsanız, beklediğimizden de iyi. Oğlumla yolculuk eden, bize öngörmediğimiz biçimlerde yardımı dokunabilecek kişiler var. Aşağı Alem'den bir cüce var. Elfier yüzyıllardır cüceleri sömürüyor. Kendilerine verdikleri isimle, Gegleri savaşa çekmemiz olası. Aşağı Alem'den daha aşağıdaki bir yerden -hiçbirimizin varlığından haberi olmadığı bir yerden geldiğini iddia eden bir insan var. Bu haber hepimiz için son derece değerli olabilir."
Onay ve kabul mırıltıları duyuldu. -••• •< - ' - • "*••'
"Oğlum insan krallıkları ve elf devrimi hakkında bilgi getiriyor. Bunların hepsi, fetih işine giriştiğimiz zaman değerli olabilir. Ve en önemlisi, Sananların Aşağı Âlem'de yaptılan büyük makineyi gördü. Sonunda, sözde Yıksı-diksi'nin gizemini çözebileceğiz ve kendi çıkarlarımız için kullanabileceğiz."
Sinistrad ellerini kutsarcasına kaldırdı. "Şimdi gidin, halkımın insanları. Gidin ve giderken bilin ki, dünyaya adım atıyorsunuz, çünkü Aristagon kısa süre sonra bizim olacak!"
Toplantı hararetli bir tezahüratla dağıldı. Sinistrad podyumdan indi ve podyum yok oldu -büyü dikkatle harcanmalı, yalnızca önemli durumlarda kullanılmalıydı. Birçoğu durup Sinistrad'ı kutladı veya sorular sorarak eylem planı hakkında küçük ayrıntıları açıklığa kavuşturdu. Bir çoğu nazikçe sağlığını sordu, ama kimse karısını sormadı. Iridal on devirdir konsey toplantılarına katılmıyordu, lonca Sinistrad'ın planını oylayarak kabul ettiğinden beri -çocuğunu alıp, insan prensi ile değiştirme planını onayladığından beri. Lonca üyeleri
41,1
K f. "ı j "•* ,.', "f "j?ıVj|M "'ı/.vl t
Iridal'in toplantılara katılmamasından memnundular. Bunca zaman sonra bile gözlerine bakamıyorlardı çünkü.
Yolculuğuna başlaması gerektiğini bilen Sinıstrad, çevresinde toplananlardan kurtuldu ve Lonca Salonu'ndan çıktı. Zihinsel bir komut civa ejderini merdivenlerin dibine getirdi Büyücüye kötü kötü bakan ejder, gizemustasının sırtına binmesine ve ne yapacağını söylemesine tahammül etti. Ejderin Sinistrad'a itaat etmekten başka seçeneği yoktu; büyü altındaydı. Bu konuda, Lonca Salonu'nun gölgeli kapısında duran büyücülerden farklıydı ama. Onlar kendilerini Sinistrad'a, kendi özgür iradeleriyle vermişlerdi.
KERKALTINCI BOLÜM
GÖKKUBBE
Elf ejder gemisi ince, soğuk havada hareketsiz asılı duruyordu. Gökkubbe olarak bilinen, havada yüzen buz kütlelerine gelince, kimse daha ileri gitmeye cesaret edemediğinden durmak zorunda kalmıştı. Gemiden on kat büyük kütleler, üstlerinde hayalet gibi geziniyordu. Daha küçük parçalar, büyüklerin çevresinde dolanıyordu; hava küçük buz damlalarıyla pırıldıyordu. Buzdağlanndan yansıyan güneş göz kamaştırıyordu; kimse onlara doğrudan bakamıyordu. Gökkubbenin kalınlığını, enginliğini kimse talimin edemiyordu. Gizemustaları ve Sartanlar dışında lıiç kimse, bu kadar yükseğe uçup, yolculuğunu anlatmak üzere geri dönmemişti. Çizilen haritalar, tahminlere dayalıydı ve gemideki herkes bunların gerçeği yansıtmadığını biliyordu. Kimse, âlemlerini kurmak üzere gizemus-talarının gökkubbenin içinden geçtiğini düşünmüyordu.
"Doğal savunma bariyeri," dedi Hugh, kısık gözlerle lomboz deliğinin dışındaki muhteşem güzelliğe bakarak "Bunca yıldır zenginliklerini rahatsız edilmeden koruyabilmiş olmalarına şaşmamak lazım."
"Nasıl geçeceğiz?" diye sordu Bane Çocuk, görebilmek için parmakuçlarında duruyordu.
"Geçmeyeceğiz." , •", '),,.•> > > ,<-,
"Ama geçmek zorundayız!" diye ciyakladı çocuk. "Babama gitmek zorundayım!"
"Velet, o buz parçalarından biri -hatta küçücük bir tanesi-bile bize çarparsa, bedenlerimiz gündüz göklerinde parıldayan yıldızların arasına katılır. Belki de babacığına gelip seni almasını söylemelisin."
Bane'in yüzü sakinleşti, öfkeden kızaran yüzü normal rengine döndü. "Önerin için teşekkür ederim, Sir Hugh." Eli tüyü kavradı. "Ben de bunu yapacağım. Ve benim için yaptıklarınızın hepsini ona söylemeyi de unutmayacağım. Hepinizin." Bakışları Alfred'den, karşısındaki güzellik karşısında sersemlemiş Limbeck'e, hatta Haplo'nun köpeğine kadar herkesi taradı. "Eminim hepinizi... hak ettiğiniz şekilde ödüllendirecek."
Güvertede hoplayıp zıplayarak ambann bir köşesine çöktü ve gözlerini kapatıp babasıyla iletişim kurdu.
"'Hepiniz' ile 'hak ettiğiniz' arasında verdiği o minik aradan hoşlanmadım," dedi Haplo. "Büyücüyü, çocuğu kapıp, bizi alevlere boğmaktan alıkoyan şey ne olacak?"
"Hiçbir şey, sanırım," diye yanıtladı Hugh, "yalnız bir şey istiyor gibi ve bu da yalnızca çocuk değil. Aksi halde, niye bunca zahmete girsin?"
"Pardon, anlamadım."
"Alfred, gel buraya. Bak, bu Sinistrad'm gece şatoya geldiğini, bebekleri değiştirdiğini ve gittiğini söylemiştin. Çevrede muhafızlar varken bunu nasıl başarabilir?"
"Gizemustalarının, kendilerini transfer etme yetileri vardır. Trian Majesteleri Kral'a şöyle açıklamıştı: büyünün yapılabilmesi için, bedenden önce zihnin gönderilebilmesi gerekiyor. Zihin belirli bir mekânda iyice yerleştiği zaman, bedeni kendi sine katılması için çağırabiliyor. Bu büyü için tek gereken, büyücünün daha önce o mekânı görmüş olması, böylece zihninde gideceği yerin doğru bir görünümünü yaratabiliyor. Gize-mustalan, neredeyse dünya kadar yaşlı olan, Uylandia'daki kraliyet sarayını sık sık ziyaret etmişlerdi."
"Ama kendisini, mesela Aşağı Âlem'e veya Aristagon'daki elf sarayına taşıyamaz, öyle mi?"
"Hayır, efendim, taşıyamaz. En azından zihinsel olarak yapamaz bunu. Hiçbiri yapamaz. Elfler gizemustalanndan hep nefret ettiler ve korktular, asla krallıklarına girmelerine izin vermediler. Büyücüler aynı yöntemle Aşağı Âlem'e de gidemezler, çünkü orada da hiç bulunmadılar. Başka ulaşım yöntemleri kullanmak zorundalar... Alı, ne demek istediğinizi anlıyorum, efendim!"
"Aha. Sinistrad önce gemimi almaya çalıştı. Başarısız oldu ve şimdi elinde bir tane daha var. Eğer o..."
"Şşşt, ziyaretçimiz var," diye mırıldandı Haplo.
Bölmenin kapısı açıldı ve arkasında mürettebattan iki kişi ile, Kaptan Bothar'el göründü. "Sen" -Hugh'yu işaret etti- "benimle gel."
Omuzlarını silken Usta, kendisine denileni yaptı. Yukarıda neler olup bittiğini görecek olmaktan dolayı üzüldüğü söylenemezdi. Kapı arkalarından çarpılarak kapandı, muhafız kapıyı kilitledi ve Hugh elfi merdivenlerde takip ederek üst güverteye çıktı. Köprüye vardığında, Haplo'nun köpeğinin de kendisini takip etmekte olduğunu gördü.
"Bu da nereden çıktı?" Kaptan hayvana kötü kötü baktı. Köpek başını kaldırarak, dili dışarıda, kuyruğu sallanarak, parlak kahverengi gözleriyle kaptana baktı.
"Bilmiyorum Beni takip etti herhalde."
"Öğrenci, o şeyi köprüden çıkar. Sahibine götür ve ona gözkulak olmasını söyle, yoksa onu aşağıya atarım."
"Başüstüne, efendim."
Öğrenci köpeği almak için eğildi. Hayvanın tavrı hemen değişti. Kulakları arkaya yattı, kuyruğu neşeyle sallanmaktan vazgeçti, yavaş yavaş, kötücül bir şekilde bir o yana bir bu yana sallanmaya başladı. Köpeğin ağzı aralandı ve göğsünden gelen alçak bir gürlemeyle, hırlamaya başladı.
"Parmaklarını seviyorsan," diyor gibiydi hayvan, "onları kendine saklasan iyi olur."
Öğrenci köpeğin öğüdünü tuttu. Ellerini arkasına saklayarak kaptanına soru ve korku dolu gözlerle baktı.
"Köpek..." dedi Hugh denercesine. Hayvan kulaklarını azıcık kaldırdı. Hugh'ya bir göz attı. Bir gözünü öğrenciden ayırmadı, ama Hugh'ya, kendisini dost saydığını belli etmeyi de ihmal etmedi.
"Buraya, köpek," diye komut verdi Hugh, parmaklannı beceriksizce şıklatarak.
Köpek, bundan emin olup olmadığını sorarcasına başını eğdi.
Hugh parmaklannı yine şıklattı ve köpek, talihsiz elfe bir ayrılış hırlamasıyla hırlayarak Hugh'ya doğru yürüdü. Hugh köpeği beceriksizce okşadı. Köpek Hugh'nun ayaklarının di bine oturdu. ~*
"Sorun çıkarmaz. Ben ona göz kulak olurum."
"Kaptan, ejder yaklaşıyor," diye rapor verdi gözetçi.
"Ejder mi?" Hugh elfe baktı.
Yanıt olarak, Kaptan Bothar'el işaret etti.
Hugh geminin lomboz deliklerinden birine yürüyüp dışarı baktı. Gökkubbenin içinden geçen bir ejder zar zor göıiilebi liyordu. Sanki buzdağlarımn arasından bir gümüş nehri -iki alev alev gözü olan bir gümüş nehri akıyordu.
"Türünü biliyor musun, insan?"
"Bir civa ejderi." Hugh, elfçe sözcüğü hatırlamak için duraksamak zorunda kaldı. "Silindistani."
"Onu geçemeyiz," dedi Kaptan Bothar'el. "Hızına bak! İsmi pek yerinde. Savaşmak zorunda kalacağız."
"Sanmıyoaım," dedi Hugh. "Bana göre, çocuğun babasıyla tanışmak üzereyiz."
Elfler ejderlerden hiç hoşlanmaz ve asla güvenmezler. Elf büyücülerin büyüleri ejderleri kontrol edemez ve insanların bu konudaki bilgisi elf ağızlarında sızlayan bir diş gibidir daima. Gemideki cifler, yakınlarındaki civa ejderinin varlığı karşısında endişeli ve rahatsızdılar. Ejder uzun, parlak bedeniyle geminin çevresinde dönüyor, kıvranıyor, bükülüyordu. Elfler ejderi gözleriyle takip ediyor, ya da iki saniye önce olmadığı bir yerde göründüğünde irkiliyorlardı. Bu endişeli tepkilerin, güvertede durmakta olan gizemustasım eğlendirdiği belli oluyordu. Büyücü bir zarafet timsali olsa da, Hugh kirpiksiz gözlerdeki pırıltıyı, ince, kansız dudaklarda arada bir beliren küçük gülümsemeyi farkedebiliyordu.
"Şahsınıza karşı ebediyen borçlu kalacağım, Kaptan Bothar'el," dedi Sinistrad. "Çocuğum benim için, Yüksek Âlem'in tüm hazinelerinden daha kıymetlidir." Başını eğerek, eline yapışmış, kendisini gerçek bir hayranlıkla izlemekte olan çocuğa baktı ve gülümsemesi yayıldı.
"Hizmet edebildiysem ne mutlu. Çocuğun anlattığı gibi, şimdi halkımızca kanun kaçağı olarak görtılüyoaız. Asi güçleri bulup, onlara katılmalıyız. Bize ödül vaat etmişti..."
4f,7
"Ah, sizi temin ederim ki, bolca alacaksınız zaten. Büyüleyici âlemimizi görmeli, halkımızla tanışmaksınız. O kadar az misafirimiz oluyor ki! Birbirimizin yüzünü görmekten yoruluyoruz. Misafir istediğimizden değil aslında," diye ekledi Sinistrad nazikçe. "Ama bu özel bir durum."
Hugh, Sinistrad'ın gelişi sebebiyle güverteye getirilen diğer "misafirlerle" beraber gelen Haplo'ya baktı. Katil, Haplo'nun bütün bunlar hakkında ne düs/ündüğünu gösterecek bir şey görmeyi çok isterdi. Elbette konuşamazlardı, ama kalkmış bir kaş veya acele bir göz kırpış, Hugh'ya Haplo'nun da bu baldan tatlı meyveyi yutmadığını anlatabilirdi. Ama Haplo Sinist-rad'a öyle dikkatli bakıyordu ki, büyücünün burnundaki gözenekleri sayıyor sanılabilirdi.
"Gemimi o şeyin içinden uçurmayı göze alamam." Kaptan Bothar'el, bir baş hareketiyle gökkubbeyi gösterdi. "Bize eli-nizdekileri verin" -elfin bakışları gizemustasının parmaklarını süsleyen zarif mücevherlere gitti- "biz de âlemimize dönelim."
Dostları ilə paylaş: |