Onu izlemekte olan Sinistrad başını hafifçe salladı. Iridal Hugh'ya döndü ve yanında oturduğundan beri ilk kez doğrudan gözlerine baktı. Gülümsemeye çalıştı. "Umarım söylediğim şeyleri gözardı edersiniz. Rahatsızlığım... saçma şeyler söylememe sebep oluyor."
"Söylediğiniz şeyler saçma değildi," diye yanıtladı Hugh. "Her sözcüğü bilerek sarf ettiniz. Ve hasta değildiniz. Korkunç şekilde korkmuştunuz."
Iridal içeri girdiğinde yanaklannda renk vardı. Ama Hugh ona bakarken yüzündeki tüm renk uçtu gitti. Kocasına bir göz atan Iridal yutkundu. Eli şarap kadehine uzandı.
"Söylediklerimi unutmaksınız! Yaşamınıza değer veriyorsa nız, bir daha bundan söz etmeyin!" •""Şu anda yaşamımın pek az önemi var." Hugh'nun eli, Iridal'in elini masanın altında yakalayıp sıkıca tuttu. "Size hizmet etmek için kullanılmadığı takdirde, Iridal."
"Ekmeğin tadına bak," dedi Haplo, Hugh'ya bir parça ekmek uzatarak "Tadı nefis. Sinistrad özellikle tavsiye ediyor." Gerçekten de gizemustası onları dikkatle izliyordu. İstek sizce Iridal'in elini bırakan Hugh, ekmeği aldı ve tadına bakmadan tabağına bıraktı. Iridal tabağındaki yiyeceklerle oynadı ve yiyor gibi yaptı.
"O zaman, benim hatırım için sözlerimi unutun, özellikle de söylediklerimi yapmayacaksanız."
"Sizi tehlike içinde bıraktığımı bilerek gidemem."
"Seni aptal!" Iridal dikleşti. Yüzüne ateş basmıştı. "Senin gibi yetiden yoksun bir insan, bizim gibilere karşı ne yapabilir? Ben senden on kez daha güçlüyüm, gerekirse kendimi korumak için on kez daha ellilim! Unutma bunu!"
"Beni affedin o zaman." Hugh'nun kara yüzü kızardı. "Tehlike içindesiniz gibi görünmüştü..."
"İçinde bulunduğum tehlike beni ilgilendirir, sizi değil, beyefendi."
•''" "Sizi artık rahatsız etmeyeceğim, hanımefendi, bundan emin olabilirsiniz!"
Iridal yanıt vermedi, tabağındaki yemeğe baktı. Hugh duygusuzca yemeye başladı ve sesini çıkarmadı. '"' Masanın bu ucunda her şey sessizdi şimdi, bu yüzden Haplo dikkatini diğer tarafa çevirdi.
Bane'in sandalyesinin dibinde yatmakta olan köpek kulaklarını dikip hevesle, sanki bir parça yiyecek bekliyor gibi, herkesin yüzüne teker teker baktı.
"Ama Limbeck, siz Orta Âlem'de pek az şey gördünüz," diyordu Sinistrad.
"Yeterince gördüm." Limbeck kalın gözlüklerinin ardından baykuş gibi gözlerini kırpıştırdı. Geg son birkaç hafta içinde gözle görülür bir biçimde değişmişti. Tanık olduğu görüntüler, kafasından geçen düşünceler, çekiç ve keski gibi, düşsel idealizmini yontmuştu Bunca yüzyıldır halkından esirgenen ha
yatı, kendilerinin sağladığı, fakat paylaşmalarına izin verilmeyen hayatı görmüştü. Çekicin ilk darbeleri onu incitmişti. Sonra öfke yükselmişti.
"Yeterince gördüm," diye tekrarladı Limbeck. Büyü, güzellik ve kendi duygulanma etkisi altında, söyleyecek başka bir
şey bulamıyordu.
"Evet, öyle olmalı," diye yanıtladı büyücü. "Halkınız için gerçekten çok üzüldüm; Yüksek Âlem'de hepimiz üzüntünüzü ve pek yerinde olan öfkenizi paylaşıyoruz. Bizim de suçumuz olduğunu düşünüyoruz. Sizi sömürdüğümüzden değil. Ama yine de, bir açıdan suçlu hissediyoruz." Özenle şarabını yudumladı. "Savaştan, insanların acı çekip öldüğünü görmekten ve bunların hepsinin sebebinin hırs ve nefret olduğunu görmekten tiksindik ve dünyayı terk ettik. Bunlara karşı çıktık ve durdurabilmek için elimizden geleni yaptık, ama sayımız çok azdı, çok az."
Adamın sesinde gözyaşları vardı. Haplo harika bir performansı boşa harcadığını söyleyebilirdi, en azından masanın kendi ucunda. Iridal uzun zamandır yemek yeme numarası yapmayı bırakmıştı. Sessizce otuaıyor, tabağına bakıyordu, ta ki kocasının tüm dikkatinin Geg'le sohbeti üzerinde yoğunlaştığı açık olana kadar. Sonra gözlerini kaldırdı, ama bakışları kocasına ya da yanında oturanlara gitmedi. Oğluna bakıyordu, belki de geldiğinden beri Bane'i ilk kez görüyordu. Gözleri, yaşlarla doldu. Yavaşça başını eğdi. Bir tutam saçı yüzünden çekmek bahanesiyle elini kaldırdı ve aceleyle yanağındaki damlayı sildi.
Hugh'nun, masanın üstünde yanında duran eli, acı ve öfke içinde kasıldı.
Aşkın yaldız kenarlı hançeri nasıl olmuştu da, onunki gibi
S04
katı bir yüreğe işlemeyi başarmıştı? Haplo bilmiyor ve umur-samıyordu. Tek bildiği, hiç de zamanı olmadığıydı. Patryn'in bir eylem adamına ihtiyacı vardı, çünkü kendisinin eyleme geçmesi yasaklanmıştı. Hugh'nun kendisini aptalca, şövalyece öldürtmesi hiç işine gelmeyecekti.
Haplo sağ elini kaşımaya başladı, sargıların altına ulaşarak hafifçe yana kaydırdı onları. Rünler ortaya çıktığında ilgisizce ekmek almak için uzandı ve aynı hareketle elinin arkasını sıkıca şarap sürahisine bastırmayı başardı. Ekmeği sağ eliyle tutarak tabağına aldı ve sol eliyle sağ elindeki sargılan düzelteit
, rek rünleri yine gözlerden gizledi.
"Iridal," diye başladı Hugh. "Acı çektiğini görmeye dayanamıyorum..."
"Neden beni umursuyorsun ki?"
"Bir bilebilsem!" Hugh kadına doğaı eğildi. "Sen veya oğlun! Ben..."
"Biraz daha şarap?" Haplo sürahiyi kaldırdı.
Hugh sinirlenerek dik dik baktı ve arkadaşını duymazlıktan gelmeye karar verdi.
Haplo bir kadehi doldurup Hugh'ya doğaı itti. Kadehin tabanı adamın parmaklarına çarptı ve şarap -gerçek şarap- eline ve gömleğinin koluna döküldü.
"Ne halt ediyorsun?" Hugh Patryn'e öfkeyle döndü.
Haplo bir kaşını kaldırdı ve başını belirsizce masanın diğer yanma doğaı salladı. Gürültü, Sinistrad dahil herkesin dikkatini çekmişti, herkes onlara bakıyordu. Iridal dimdik otuaıyor-du, yüzü mermer duvarlar kadar solgun ve soğuktu. Hugh kadehini kavrayıp büyük bir yudum aldı. Yüzündeki karanlık ifadeye bakılırsa, büyücünün kendi kanı da olabilirdi içtiği.
Haplo gülümsedi; erken davrandığı söylenemezdi. Sinist
rad'a doğru bir parça ekmek salladı. "Afedersiniz. Ne diyordunuz?"
Kaşlarını çatan gizemustası devam etti. "Diyordum ki, Aşağı Âlem'de halkınızın çektiklerini bilmeli ve yardımınıza gelmeliydik. Ama başınızın dertte olduğunu bilmiyorduk. Sar-tanlann arkalarında bıraktıklan hikâyelere inanıyorduk. O zaman, yalan söylemiş olduklarının farkında değildik."
Keskin bir çıngırdama sesi hepsini irkiltti. Alfred kaşığını tabağının üzerine düşürmüştü.
"Ne demek istiyorsunuz? Ne hikâyeleri?" diye soruyordu Limbeck hevesle.
"Sananlara göre kopanlıştan sonra -insanlardan ve ciflerden daha kısa boylu olduklanndan- halkınız kendi güvenlikleri için Aşağı Âlem'e götürülmüşler. Aslında, şimdi anlaşılıyor ki Sananların asıl istediği ucuz iş gücüymüş."
"Bu doğru değil!" Ses Alfred'indi. Tüm yemek boyunca tek bir kelime bile konuşmamıştı. Iridal dahil herkes, ona şaşkınlık içinde baktı.
İnce dudakları nazik bir gülümsemeyle gerilen Sinistrad, ona döndü. "Siz gerçeğin ne olduğunu biliyor musunuz?"
Kırmızılık Alfred'in ensesinden kel kafasına doğnı yayıldı. "Ben... Gegler hakkında bir çalışma yapmıştım da..." Heyecanlanıp şaşkınlaşarak, masa örtüsünün ucunu çekiştirip büktü. "Her neyse, ben... bence Sananların yapmaya çalıştığı... koruma hakkında söylediklerinizdi. Cüc... Geglerin daha kısa olması yüzünden uzun boylu ırklar karşısında korumasız kaldığından değildi. Onların -Geglerin- sayısı azdı... yani Koparı-lış'tan sonra. Hem, cüc... Gegler'in kafası mekanik konulara yatkındı Ve Sananların makineleri için onlara ihtiyaçları vardı Ama asla onları istismar etmeyi kastetm .. Yani asıl kastettikle
Hugh'nun başı öne doğru eğildi ve masaya bir gümlemeyle düştü. Sandalyesinden fırlayan Iridal, korkuyla haykırdı. Hap-lo ayaktaydı ve hareket halindeydi.
"Önemli değil," dedi, Hugh'nun yanına ulaşarak.
Katilin gevşek kolunu boynuna dolayıp, ağır bedeni sandalyesinden kaldırdı. Hugh'nun eli masa örtüsü üzerinde sürüklendi, kadehleri devirdi ve bir tabağı yere düşürdü.
"İyi bir adam, ama şarabı kaldıramıyor. Onu odasına götü-reyim. Sizin rahatsız olmanıza gerek yok."
"İyi olduğundan emin misin?" Iridal endişeyle tepelerinde dikiliyordu. "Belki ben de gelsem iyi..."
"Masanda sarhoş biri kendinden geçti, hayatım. Endişelenmen için gerek yok," dedi Sinistrad. "Lütfen, götürün onu."
"Köpek benimle kalabilir mi?" diye sordu Bane, hayvanı okşayarak. Sahibinin gitmeye hazırlandığını gören köpek ayağa fırlamıştı.
"Elbette," dedi Haplo rahatça. "Köpek, bekle."
Köpek mutlulukla Bane'in yanında oturdu.
Haplo Hugh'yu ayağa kaldırdı. Sarhoş bir şekilde sallanan adam, kapıya doğnı sendeleyerek yürümeyi ancak başarıyor-du. Diğerleri yerlerine oturdular. Alfred'in sözleri unutulmuştu. Sinistrad yine Limbeck'e döndü.
"Bu sizin Yıksı-diksi beni büyülüyor. Şimdi elimde bir gemi olduğuna göre, âleminize yolculuk yapıp, makineye bir göz atabileceğimi düşünüyorum. Elbette, halkınızın savaşa hazırlanması konusunda elimden gelen bütün yardımı da yapmaktan büyük memnunluk duyacağım..."
"Savaş mı?" Sözcük salonda yankılandı. Omzunun üzerinden arkaya bakan Haplo, Limbeck'in yüzünün tedirgin ve sol
S06
gün olduğunu gördü. ~" >U< 'A.'
"Sevgili Gegim, sizi dehşete düşürmek istemedim." Sinist-rad ona nazikçe gülümsedi. "Bir sonraki adımın savaş olması, en mantıklısı. Buraya gelmenizin tek amacının bu olduğunu düşünmüştüm -desteğimi istemek. Sizi temin ederim ki, Geg-ler halkımın işbirliğinden tamamen faydalanacaklardır."
Sinistrad'ın sözcükleri köpeğin kulakları aracılığıyla, sendeleyen Hugh'yu karanlık ve soğuk koridorda taşımakta olan Haplo'ya kadar geldi. Tam misafir odalarının ne tarafta olduğunu merak etmeye başlamıştı ki, bir koridor önünde madde-leşti. Pek çok kapı davetkâr bir biçimde açıktı.
"Umarım kimse uykusunda yürümüyordur," diye mırıldandı Haplo, sarhoş arkadaşına.
O sırada yemek odasında, Iridal'in ipek elbisesinin hışırdadığını ve sandalyesinin taş zemin üzerinde sunulduğunu duyabiliyordu. Konuştuğu zaman sesi, kontrol altında tuttuğu bir öfkeyle gergindi. "Müsaade ederseniz, artık odama çekileceğim."
"Pek iyi hissetmiyorsun galiba, hayatım." "Teşekkür ederim, oldukça iyiyim." Durdu ve ekledi. "Geç oldu. Çocuk artık yatmalı."
"Evet, eşim. Ben ilgilenirim. Senin endişelenmene gerek yok. Bane, annene iyi geceler dile."
Pekâlâ, ilginç bir akşam olmuştu. Sahte yiyecek. Sahte sözcükler. Haplo Hugh'yu yatağa yatırdı ve üstünü bir battaniyeyle örttü. Katil ertesi güne kadar büyüden kurtulamayacaktı.
Haplo kendi odasına çekildi. İçeri girip kapıyı kapattı ve sürgüyü çekti. Rahatsız edilmeden dinlenmek ve düşünmek, bugün duyduğu her şeyi özümsemek için zamana ihtiyacı var di.
Köpek aracılığıyla sesleri duymaya devam ediyordu. Sözcükler önemsizdi; herkes yatak odalarına çekiliyordu. Yatağına uzanan Patryn, hayvana sessiz bir komut yolladı ve düşüncelerini düzenlemeye başladı.
Yıksı-diksi. Yemleyen heykelinin elindeki gözde pırıldayan görüntülerden işlevini çıkarmıştı -kendi güçleriyle alay eden, muhteşem planlarını gumrla ilan eden Sartanlar. Haplo görüntüleri zihninde görebiliyordu. Dünyaya ilişkin çizimleri görebiliyordu -Gök Âlemi. Düzensizlik içinde dağılmış olan adalan ve kıtaları görüyordu. Hem ölüm, hem yaşam veren fırtına. Düzen aşığı Sartanlan böylesine tiksindiren, rastgele hareket eden nesneler.
\ Hatalannı ne zaman fark etmişlerdi acaba? Kopanlış'tan sonra halkların yaşaması için yarattıkları dünyanın kusurlu olduğunu ne zaman görmüşlerdi? Herkes bu dünyaya taşındıktan sonra mı? O gökte yüzen güzelim adalann kuru ve ıssız olduğunu, kendilerine emanet edilen yaşamları bes-leyemeyeceğini o zaman mı fark etmişlerdi?
Ama Sartanlar bunu halledebilirdi. Başka her şeyi halletmişlerdi, hükmetmeye hakkı olmayanların hükmetmesine izin vermektense, dünyayı koparıp ayırmayı tercih etmişlerdi. Sartanlar öyle bir makine yapacaklardı ki, büyüleriyle birleşince adalan ve kıtaları alt alta dizecekti. Gözlerini kapatan Haplo, resimleri açıkça gördü: Yıksı-diksi'den fışkıran muazzam bir güç kıtaları ve adaları yakalar, göklerde sürükler ve her biri diğerinin üstünde, sıraya sokar. Daimi fırtınadan elde edilen bir su gayzeri devamlı yukarı doğru fışkırır ve herkesin bu yaşam veren sıvıdan faydalanmasını sağlar
Haplo bulmacayı çözmüştü Bane'ın de çözmüş olmasına
şaşırmıştı. Şimdi Sinistrad da biliyordu ve büyük bir düşüncelilikle planlarını oğluna açıklamıştı -ve elbette dinlemekte olan köpeğe.
Yıksı-diksi'nin düğmelerinin bir çevirilişiyle, gizemustası tekrar düzene girmiş bir dünyanın hükümdarı olacaktı.
Köpek yatağa atlayıp Haplo'nun yanına yerleşti. Uyumak üzere olan Patryn, tembel tembel kolunu uzattı ve köpeği okşadı. Tatmin olmuş bir şekilde içini çeken hayvan, başını Haplo'nun göğsüne koyup gözlerini kapattı.
Aptallık derecesinde bir suç bu, diye düşündü Haplo, köpeğin yumuşak kulaklarını okşayarak. Bu kadar güçlü bir şeyi yapıp, sonra yürüyüp gitmek ve hırslı bir mensch'in' eline düşmesine sebep olmak. Haplo bunu neden yaptıklarını hayal edemiyordu. Tüm hatalarına rağmen, Sananlar aptal değillerdi. Projelerini tamamlamadan başlarına bir şey gelmiş olmalıydı. Keşke ne olduğunu bilebilseydi. Bu, Sananların artık dünyada olmadığını kanıtlayan en açık işaretti Haplo'ya göre. ı* Hugh'nun sarhoşluğu esnasında Alfred'in söylediği bazı sözlerin yankısı kulağına geldi, muhtemelen köpek tarafından duyulan ve sahibine aktarılan sözcükler.
"Tanrı olduklarına inandılar. İyi olanı yapmaya çalıştılar. Ama bir şekilde her şey kötüye gitti." l Patıyn'leı ve Saıtanlaı tarafından, kendileünden dalıa az gücü olanlaıı ifade etmek için kvıllanılan biı sözcük Elfleı, insnnlaı ve cuceleı ıçm kullanılır sıo
ELLİBİRİNCİ BOLUM
SEVISTER ŞATOSU YÜKSEK ÂLEM
i <":- •• u -''i., "> '
"Baba, ben de seninle Drevlin'e geleceğim..."
"Hayır ve benimle tartışma, Bane! Orta Âlem'e dönmeli ve tahta oturmalısın."
"Ama geri dönemem! Stephen beni öldürmek istiyor!"
"Aptal olma, çocuğum. Bunun için zamanım yok. Senin tahta oturabilmen için, Stephen ile kraliçenin ölmesi gerekiyor. Bunun icabına bakılacak. Aslında, Orta Âlem'i gerçekte yöneten ben olacağım. Ama aynı anda iki yerde olamam. Ben Aşağı Âlem'de, makineyi hazırlıyor olacağım. Sızlanma! Buna katlanamam."
Yatağında kaskatı bir biçimde sırtüstü yatan çocuk, üzerindeki yumuşak battaniyeyi kavradı. Ağlamıyordu. Gözyaşlan, yetişkinlere karşı kullandığı kıymetli bir silahtı; Stephen ve An-ne'e karşı faydasını görmüştü. Karanlıkta yalnızken gözyaşı akıtmak, zayıflıktı. Babası böyle düşünürdü.
Ama babasının düşüncelerine neden aldırsındı ki?
Bane battaniyeyi sıkıca kavradı. Gözyaşları akmak üzereydi. Evet, aldırıyordu. O kadar aldırıyordu ki, içi acıyordu.
Bane, anne babası olarak bildiği insanların kendisine tapındığını, fakat kendisini sevmediklerini anladığı günü hatırlayasıı
E|T>ER.
biliyordu. Alfred'den kaçmış, mutfakta dolanıyor, aşçıya birkaç lokma tatlı hamur vermesi için takılıyordu. O sırada ahır uşaklarından biri koşarak içeri girmişti. Ejderlerden birinin pençe-siyle yaptığı çizik yüzünden ağlıyordu. Aşçının oğluydu bu. Bane'den oldukça büyük olan ve babasıyla -ejder bakıcılarından biriyle- çalışması için görevlendirilmiş bir çocuktu. Yara önemli değildi. Aşçı yarayı temizleyip, bir parça kumaşla sarmış, sonra çocuğu kollarına alarak sevgiyle öpüp sarılmıştı ve işinin başına geri yollamıştı. Çocuk parlayan bir yüzle, koşarak uzaklaşmış, yaranın acısı unutulmuştu.
Bane bütün bunları bir köşeden izliyordu. Bir önceki gün, köşesi kmk bir kadehle elini kesmişti. Bir heyecan dalgası kopmuştu. Trian çağrılmıştı. Yanında alevden geçirilmiş, gümüş bir bıçak, iyileştirici bitkiler ve kanamayı durdurmak için örümcek ağı getirmişti. Suçlu kadeh paramparça edilmişti. Alf-red'in sepetlenmesine ramak kalmıştı: Kral Stepnen tam yirmi dakika boyunca zavallı kâhyaya bağırıp çağırmıştı. Kraliçe Anne görüntü üzerine bayılacak gibi olmuş, odayı terk etmek zorunda kalmıştı. "Annesi" Bane'i öpmemişti. Onu kollarına alıp, acıyı unutması için güldürmemişti.
Bane ahır uşağını dövmekten özel bir zevk almıştı -aldığı zevk, çocuğun Prens'le dövüştüğü için şiddetle cezalandırıldığı gerçeğiyle ikiye katlanmıştı. O gece Bane tüy tılsımındaki sese, geceleri onunla konuşan yumuşak, fısıldayan sese, neden anne babasının kendisini sevmediğini sormuştu.
Ses ona gerçeği söylemişti. Stephen ile Anne onun gerçek anne babası değildi. Bane onları bir süreliğine kullanıyordu yalnızca. Gerçek babası güçlü bir gizemustasıydı. Gerçek babası olağanüstü bir âlemde, muhteşem bir şatoda oturuyordu. Gerçek babası oğluyla gurur duyuyordu ve bir gün gelecek,
oğlunu eve çağıracaktı ondan sonra hep birlikte yaşayacaklardı.
Son cümleyi Bane eklemişti, Orta Âlem'i asıl yöneten ben olacağım, diye bir şey yoktu.
Battaniyeyi bırakan çocuk, boynunda asılı tüy tılsımı yakaladı ve deri sicimi sıkıca çekti. Kopmuyordu. Öfkeyle, ahır uşağından öğrendiği sözcükleri kullanarak yine, daha şiddetle çekti ve tek başarabildiği kendi canını acıtmak oldu. Sonunda gözleri yaşlarla doldu, acı ve hayal kırıklığından doğan yaşlar. Yatağında doğrulup oturarak, çekiştirip durdu ve sonunda, sicimin saçlarına dolanmasına sebep olup kendisine daha çok acı vererek, tılsımı başının üzerinden çıkarmayı başardı.
Alfred bu kafa karıştırıcı, ürkütücü yerde, kendi yatak odasını arayarak koridorda yürüyordu.
"Limbeck gizemustasının etkisi altına giriyor. Gegleri içine çektiği kanlı savaşı görebiliyomm! Binlercesi ölecek, hem de ne uğruna -kötü bir adamın dünyanın kontrolünü ele geçirmesi için! Durdurmalıyım, ama nasıl? Yalnız başıma ne yapabilirim ki? Veya belki de durdurmamalıyım. Zaten üstümüze çöken trajedinin sebebi, kendi haline bırakılması gerekeni kontrol etmeye çalışmamızdı. Bir de Haplo var. Kim olduğunu kesin olarak biliyorum, ama ne yapabilirim ki? Bir şey yapmalı mıyım? Bilmiyorum! Bilmiyorum! Neden yalnız başıma bırakıldım? Bir hata mıydı, yoksa bir şey yapmam mı gerekiyor? Öyleyse, ne?"
Amaçsızca dolanırken, kâhya kendisini Bane'in kapısında buldu. İçindeki karmaşa, karanlık ve gölgeli koridorun gözlerinin önünde yüzmesine sebep oldu. Görüşünün berraklaşması için bekleyip düşüncelerinin de aynısını yapmasını çaresiz
SI2
ce dilerken, yatak örtülerinin hışırdadığım, bir çocuğun ağlayıp küfrettiğini duydu. Görülmediğinden emin olmak için koridorun her iki yanına göz atarak, sağ elinin iki parmağını \ kaldırdı ve kapıya bir rün çizdi. Komutu üzerine ahşap kapı görünmez oldu ve Alfred, kapı hiç yokmuşçasına içeriyi izledi.
Bane tılsımı odanın bir köşesine fırlattı. "Hiçkimse beni sevmiyor ve bundan çok memnunum! Hiçbirini sevmiyorum. Hepsinden nefret ediyorum, hepsinden!"
Çocuk kendisini yatağa atarak başını yastığına gömdü. Alfred derin, titrek bir nefes aldı. Sonunda! Sonunda olmuştu işte, tam da yüreği ümitsizlik içinde boğulurken.
Şimdi, çocuğu Sinistrad'ın çukurunun kıyısından çekmek lazımdı. Alfred kapıyı unutarak bir adım attı. Neredeyse kafasını çarpacaktı, çünkü yaptığı büyü kapıyı yok etmemiş, yalnızca içerisini görmesini sağlamıştı.
Kâhya kendisine hakim oldu ve aynı anda düşündü: Hayır, ben yapamam. Neyim ben? Bir hizmetkâr, o kadar. Annesi. Evet, annesi.
Bane odasının içinde bir ses duyunca hemen gözlerini kapatarak yerinde dondu. Battaniyesi başının üzerine çekiliydi. Aceleyle gözyaşlarını sildi.
Sinistrad mıydı gelen, fikrini değiştirdiğini söyleyecekti?
"Bane?" Ses yumuşak ve nazikti. Annesinin sesi.
Çocuk uyuyor gibi yaptı. Ne istiyor, diye merak etti. Onunla konuşmak istiyor muyum? Evet, diye karar verdi Bane, babasının sözleri tekrar kulaklanna gelince, sanınm annemle konuşmak istıyoaım. Tüm yaşamım boyunca, insanlar istediklerini elde etmek için beni kullandılar. Şimdi ben onları kullan maya başlıyorum. '
Uykulu uykulu gözlerini kırpıştırarak, battaniyelerin arasından başını kaldırdı. Iridal odanın içinde maddeleşmiş, yatağının ayakucunda duruyordu. Bedeni yavaş yavaş aydınlanmaya, içinden ışımaya, çocuğun üzerine sıcak ve harika bir ışık saçmaya başladı. Odanın kalanı hâlâ karanlıktı. Annesine baktığında, yüzündeki acı ifadeden, annesinin ağladığını gördüğünü anladı. Bu iyiydi. Silahını yine çekti.
"Alı, yavrum!" Annesi yanına geldi. Yatağa oturarak, kolunu oğluna sardı. Yanına çekerek, elleriyle onu teselli etti. "l Büyük bir sıcaklık duygusu çocuğu sarmıştı. O rahat kucağa sokularak, kendi kendine düşündü: Babama istediğini verdim. Şimdi annemin sırası. O benden ne istiyor, acaba? <•'• Görünüşe göre annesi hiçbir şey istemiyordu. Iridal oğluna sarılarak ağladı ve anlaşılmaz mırıltılarla onu ne kadar özlediğini, yanında olmasını ne kadar arzu ettiğini anlattı. Bu çocuğa bir fikir verdi.
"Anne," dedi, mavi gözleri yaşlarla dolu, bakarak. "Seninle birlikte kalmak istiyorum! Ama babam beni göndereceğini söylüyor!"
"Seni göndermek mi? Nereye? Neden?"
"Orta Âlem'e, beni sevmeyen insanların yanına!" Annesinin elini yakalayıp sıkıca tuttu. "Ben seninle kalmak istiyorum! Seninle ve babamla!"
"Evet," diye mırıldandı Iridal. Bane'i iyice yanına çekerek, alnını öptü. "Evet... bir aile gibi. Hep düşlediğim gibi. Belki bir şansımız vardır. Belki onu kurtaramam, ama kendi yavrumu kurtarabilirim. Kuşkusuz böylesine masum bir sevgi ve güvene ihanet edemez. Bu el..." -çocuğun elini gözyaşlarıyla yıkayarak öptü- "bu el onu yürüdüğü karanlık yoldan ıızak
laştırabilir.'1 ' " ' • - -- •
Bane anlamıyordu. Onun için tüm yollar birdi, karanlık ya da aydınlık ve hepsi de aynı amaca varıyordu -onun istediğini yapan insanlar.
1 "Babamla konuşacaksın," dedi, annesinin kollarından sıyrılarak. Bütün bu öpücükler ve kucaklaşmalar can sıkıcı olabiliyordu.
"Evet, onunla yarın konuşacağım."
"Teşekkür ederim, anne." Bane esnedi.
"Uyuman gerek," dedi itidal, ayağa kalkarken. "İyi geceler, oğlum." Nazikçe battaniyeyi örttü ve eğilip yanağını öptü. "İyi geceler."
Büyülü aydınlık yüzünde solmaya başladı. Ellerini kaldırıp, gözlerini kapattı ve yoğunlaşarak çocuğun odasında yok oldu.
Bane karanlığa doğru sırıttı. Annesinin nasıl bir etkisinin olabileceğini bilmiyordu; yalnızca Kraliçe Anne'in, Stepnen' dan istediği her şeyi aldığını biliyordu.
Ama bu işe yaramazsa, başka planı vardı. O planın işe yaraması için, paha biçilmez olduğunu düşündüğü bir şeyi bedava vermesi gerekecekti. Dikkatli olması gerekecekti, tabii, babası akıllıydı. Sinistrad talimin edebilir ve onu elindekinden mahrum bırakabilirdi. Yine de, hiçbir şey harcamazsan, hiçbir
şey kazanamazsın
Büyük olasılıkla, onu feda etmesi gerekmeyecekti. Henüz değil Uzaklara gönderilmeyecekti. Annesi bunu sağlayacaktı.
Bane neşeyle bunaltıcı örtüleri tekmeledi.
**' ,",# ,.
ELLÜKİNCİ BÖLÜM
SINISTER ŞATOSU YÜKSEK ÂLEM
Ertesi sabah, Iridal kocasının çalışma odasına girdiğinde oğlunu orada, Sinistrad'la birlikte buldu. İkisi kocasının çalışma masasının başında oturmuş, Bane'in yaptığı çizimleri inceliyorlardı. Oğlunun ayakları dibinde uzanan köpek, Iridal'i görünce başını • kaldırıp kuyruğunu salladı.
Iridal bir an kapıda duraksadı. Tüm düşleri gerçekleşmişti. Sevgi dolu baba, hayranlık dolu oğlu; Sinistrad sabırla Bane'e zaman ayırıyor, çocuğun yaptığı her ne ise, sevimli bir ciddiyetle inceliyor. O anda, oğlunun çocuksu projesi sandığı çalışmasının heyecanına kapılmış, takkeli başı san saçlı başa doğru eğilmiş görüp -bir genç, bir yaşlı- mırıltılarını duyunca, Iridal Sinistrad'ın tüm yaptıklarını affetti. Yıllar süren korku ve acıyı memnunlukla silebilir, anılarından uzaklaştırabilirdi, bir tek bu anı ona verseydi.
Utangaçça öne adım atarak -kocasının odasına girmeyeli yıllar olmuştu- konuşmaya çalıştı, ama sesi çıkmadı. Boğuk ses yine de hem oğlunun, hem de babasının dikkatini çekti. Biri kendisine parlak, sevimli bir gülümsemeyle baktı. Diğeri rahatsız olmuş göründü
"Evet, eşim, ne istiyorsun'"
S l fi
Iridal'in hayalleri dalgalandı, soğuk ses ve kirpiksiz gözlerin buz gibi bakışı, o parlak sisleri parçaladı.
"Günaydın, anne," dedi Bane. "Çizimlerimi görmek ister inisin? Kendim yaptım."
"Eğer rahatsız etmiyorsam..." Tereddütle Sinistrad'a baktı.
"Madem geldin, içeri gir," dedi Sinistrad kabaca.
"Bane, bunlar harika." Iridal birkaç sayfayı alarak güneş ışı
ğına doğru çevirdi. "*"*", ,"",""., " ^
"Büyümü kullandım. Babamın öğrettiği gibi. Ne çizmek istediğimi düşündüm ve ellerim istediğimi yaptı. Büyüyü çok çabuk öğreniyoaım," dedi çocuk, annesine gözlerini iri in açıp bakarak. "Sen ve babam boş zamanlarınızda bana öğretebilirsiniz. Soam yaratmam."
Dostları ilə paylaş: |