Masal gözler
Ya da masal prensin arayışı
Annette Bethmann
‘Hayata yükleme derdini, düşünüyorsan değersiz olduğunu,
masal gözlerin var ise, gösterecektir sana dünyanın mucizelerle dolu olduğunu.’
(Victor Blüthgen Almanca sözlerinden alıntı olarak çeviri yapılmıştır)
Hayatlarına henüz başlayan
dört harikulade kızım için.
Sevgilerimle,
Anneniz
…ve tabii ki, hayal dünyamı coşturan onca kişiye teşekkürlerimle!
Bu kitap bu ülkenin hükümdarına ithaf edilmiştir, onun yüceliğini her zaman hatırlatabilmesi umuduyla..
..ve tüm özgürlüğünü yitirmiş insanlara; İnançlarını kayıp etmemeleri,
gökyüzünde onları da koruyan bir şans yıldızının var olduğuna inanmaları için!
Almanca’dan Türkçe’ye çeviren: Serpil Duygulu
İçindekiler:
-
Kayıp
-
Ben
-
Karşılaşma
-
Boşluk
-
Masal prensi
-
Değişim
-
İyi geceler hikayeleri
-
Bilgiler
-
Kaos
-
E-mail
-
Bir el sallayışla posta
-
Hareket
-
Göz
-
Varış
-
O
-
Din
-
Uçuş
-
İstanbul
-
Büyülü mekânlar
-
Kız kulesi
-
Hayal kırıklığı ve keşif
-
Macera
-
Kılıç
-
Martılar ve gemiler
-
Hikâyeler
-
Son akşam
-
Teşekkürler
-
Şekerlemeler
-
Hatıralar
Onlara ne oldu..
-
Kayıp
Ve işte gitmişti. Öylesine. Bir sütlü kahve ve bir kruvazen sonrası. Ambulans gelmişti, onu almıştı, aslında rutin bir muayene için. Hasta haneye götürüp, akciğerlerine müdahale etmek için. Ciğerlerinde sürekli su toplandığı için, sürekli ve sanki – eski mutfağımdaki musluğumdan durmaksızın damlayan su sesini duyar gibi.
El salladı demişti ve bu ilk defa oluyordu, benim babamın el sallayıp ona gülümsemesi.
İki saat sonra bizi aramıştı, her şeyin bittiğini haber vermek için. O da arkasından gitmişti zaten hasta haneye, içini kötü bir his kapladığı için.
Soğuk ve solgundu ancak oda aydınlık ve ferahtı. Kardeşlerim çaresizce öylesine duruyorlardı ama annem öylesine yatağının yanında sandalyede oturup, elini tutuyordu, sanki onu bırakmak istemezcesine, bu kadar hızlı ve kolay olarak değil.
Peki ben – ben onu öylesine bırakmak için hazır mıydım?
Kalbimin acısını his ediyordum ve kendimi gereksiz his ediyordum. Sonsuz kederimin içinde gereksiz! Ben öylesine duruyordum ve gözyaşlarıma bile artık hâkim olamıyordum.
Arada bir hemşirelerden birisi girip, her şeyin yolunda olup olmadığına bakıyordu. Tüm çocuklarının orada olup olmadığını soruyordu, vedalaşmak için. Onlar ailemize bir müddet bu zorlu yolda eşlik etmişlerdi. Bir zaman sonra ikiye ayrılıp, bizi geride bırakıp onu ayrı bir yöne götüren bu yolda. İnanamıyordum. Daha teşhisin konulduğu gün inanamıyordum.
Oysa hep metanetimi korumaya çalışıyordum ve bundan bir kaya parçasına dayanır gibi güç almayı umuyordum eğer ki olaylar – benim düşlediğim gibi farklı gelişseydi.
Zaten ben bunu dört çocuğun en büyüğü olarak, cesaret ve güç ile her şeyin üstesinden gelinebileceğini herkese göstermeyi öğrenmiştim.
Ve şimdi tüm metanet ve son dokuz ayın kuvveti içine göçmüştü. Gitmişti, iskambil kâğıdından yapılmış bir ev gibi, çökmüştü ve kayıp olmuştu – onunla birlikte.
Şimdi engelsiz ve karmaşasız bir şekilde hayatımızın yine işlemeye devam etmesi gerekiyordu, duygularımızın bunları karıştırmasına izin vermeden. Zaten bu imkânsızdı, duygularımıza gereğinden fazla kulak vermemiz. Gözyaşlarımızın dışında daha fazlasını açığa çıkarmak gibi.
Öfke ve pişmanlık ve korku gibi duygular.
Nereden başlayıp, nereden devam ettirmeli gibi duygulara yer yoktu. Belki de doğru olanı buydu.
Ve iç temizlik. Kafamdaki tüm çekmeceler dışarı sökülmüş ve daha beterinin olması imkânsızmış gibi bir karmaşıklık başlamıştı. Sanki çaresizce bir şeyler aranmış ve bulunamamış gibi. Kötü bir polisiye filminde ki gibi, neredeyse bir soygun sonrası gibi – işte burası o şekilde görünüyordu.
Sonrasında da zaman kalmamıştı. O gitmişti.
Serin bir hasta hane havası bizi sarıyordu.
Annem ise, öyle olduğuna inanıyorum en azından, bir güç gösterisinde bulunmuştu. Tüm evi toparlayıp, eşyaları düzenleyip birilerine vermişti.
Onun çekmeceleri dışarıdan düzenlenmiş gibi görünüyordu. Ancak benimkiler düzenlenmiyordu. Ona hayranlık duyuyordum, anneme. Ağlıyordu ama her şeyin elinden tutuyordu. Sonrası ben ağlayamaz oldum. Benim çekmecelerim arka sıralara taşınıp unutulmuştu.
Yapılacak çok fazla başka işler vardı.
Ve taşındık. Onun gidişine kadar bunu yapamamıştım, her seferinde denemiştim, herkese de bildirmiştim, kocama bile. Mümkün değildi bu. Babamı bu son yolculuğunda yalnız bırakamazdım. Böylece son ana kadar bekledik, her şeyin bittiği son ana kadar. Yanlış bir karar olacağına dair hiç tereddüttüm olmadı. Bu şekilde taşınma işini her şey son bulana kadar ertelemiştik. Bir yandan kederimizi bu yöne vermek iyi olmuştu. Benim yönüm ise çalışmak oldu. Ve bu taşınma işi beni zorlamıştı. Beni o denli zorlamıştı ki, akşamları yatağa düşerken, bana yakınlaşan düşüncelere bir an bile yer vermiyordum.
Kolileri hazırlayıp, eşyaları yerleştiriyor, her şeyi organize edip, çocuklarla ilgileniyordum ve duygulara yer vermeye zamanım olmuyordu. Kendimi tamamen işin içinde kayıp ettirmiştim. Ancak olması gereken olmuştu. Taşınmanın ardından ilk zaman yorgun ve bitkindim. Vücudum acıyordu. Dışarıdan içerimi seyrediyor gibiydim. Ancak kimse bu içi göremeyecekti. Ve çekmecelerimin karmaşıklığı etrafımda dolanıyordu, yeni evimde, yeni ve henüz bilemediğim yeni hayatımda. Böylece bunu toparlamaya başlayıp, savaş üstüne savaş veriyordum. Ve her şey atılıp, düzeltildiğinde, bende boşaltılmıştım, tıpkı tüm bu boş koliler gibi.
Çok mu fazla toparlamıştım, kendimi de mi bir yerlere atmıştım? Ne olmuştu?
Neredeydim ben?
Kimdim ben?
Dört çocuğumla ilgilenmem gereken güncel hayatın dışında her şey süpürülüp gitmişti. Ve sanki bana ait en önemli parçalar da gitmişti.
Son seneler çok huzur doluydu. Bir çiftlik yaşantısına karar vererek, çocuklarımın etrafında bir cennet inşa etmeye çalışmıştım ve bununla beraber ailemin diğer tüm fertleri için de bu cenneti kurmuş olduğumu anlamamıştım. Hepsi oradaydı, bize yardım etmek ve destek vermek için, hepsi oradaydı, sevgilerini ve enerjilerini katmak için. Oda yapardı, babam da ve ne yapılması gerekirse gereksin, benim bir yardım çağrımdan sonra, eşyalarını toparlayıp, bize yardım etmek için yanımıza gelirdi. Benimle birlikte ahırları kurup bana arı kovanları yapmıştı. Civcivler ve gül kemerleri için tel örgüler hazırlamıştı. Elinden her şey geliyordu, benim yaslandığım o kaya parçası idi ve şimdi, şimdi o gitmişti ve onunla birlikte, onun ölümüyle birlikte benim kurduğum cennetim de. Bu hayatımın içerisindeki kendime ve çocuklarıma dokuduğum koruyucu kabuğumuz yırtılmıştı ve içi boşalmıştı. Kendimi ilk defa gerçekten korunmasız his ediyordum. Ve acımasız, günlük hayatla karşı karşıyaydım.
Çocukken onu çok seviyor ve ona hayrandım. Bildiği, bana gösterdiği ve öğrettiği binlerce şey için. Kendisi gibi çekiç, matkap motoru ve havyayı kullanmasını, keman çalmasını öğrenmiştim.
Sonrası bizi yalnız bıraktığı zamanlar gelmişti. Artık ondan nefret etmeye başlamıştım. Ona duyduğum sevginin tutunacağı bir yerin, bir sebebi olmadığı için. O yoktu. Bu nefret kalmıştı ve o kadar derinlerdeydi ki, bunun üzerine konuşamıyordum bile.
Ama ilerleyen yaşlar içerisinde, ailem ve çocuklarım aracığıyla bu katı sınırlar yumuşamıştı. Her zaman bizim için var olmuştu, her zaman yardım etmeye çalışmıştı Kendi yönünü tekrar bulmuştu. Ve ben onu tekrar sevmeye başlamıştım, yardımcı olduğu binlerce şey için, sabrı ve varlığı için.
Sonrasında hastalık gelmişti ve derin bir yara bırakmıştı.
Ve sanki ona duyduğum yeni sevginin hızı bir anda darbe almıştı ve benim de şaşkınlığım içerisinde kalbim çok daha kuvvetli ve çok daha hızlı atıyordu.
Sanki bu sevgi, her şeyi ama o ana kadar kaçırdığımız her şeyi tekrar telafi etmek için atıyordu; bu sevgi, güç, cesarete ve metanet’ e dönüşmüştü. Onun bizden gittiği güne kadar.
Ve şimdi, bu kayıp mı olmuştu? Ve şimdi – kendimi salyangoz kabuğuma geri çekmiştim, suskunluğuma. Ve bütün güvenimi eşime bağlamıştım. Ve sadece o kalbimdeki o yeri doldurabiliyordu sanki o kadar kuvvetli, o kadar sarsıntısızdı ki ve bunu o yapmıştı – benim yapamadığım (veda) konuşmasını o yapmıştı. Her şeyi özetleyecek olan o konuşma, ONUN için olan konuşmayı. Benim kalbimde yatan ama söyleyemediğim tüm altın sözleri o bulmuştu. Bu nedenle tam bir güven içinde idim onunla. Ve bu güven onunla buralardan gitmek ve her şeyi değiştirmek içinde yeterli oldu. Kurduğum cenneti terk etmiştim, ailemi bu civardan çıkarmıştım ve diğer çok sevdiğim herkesi, kardeşlerim ve annem gibi, yalnız bırakmıştım, tüm bu olanlar için gereken sözleri bulamadığım için. İçimdeki acı benim konuşmamı engellediği için.
Bu şekilde eşimin koruyucu kanatlarına kaçmıştım, daha iyi bir hayat geçirebilmek adına kurduğu gelecek hayallerine, taşınmadan sonra yeni bir hayatın hayallerine, çünkü bu şekilde kariyer yapabilirdi ve sadece burada yapabilirdi, finansal zorluklar üzerimizden kalkabileceği için.
Artık onun düşünceleri, onun inançlarının arkasına gizleniyordum. Ve artık onun benim dünyam olduğunu, bana kalan tek şey olduğuna dair ki düşüncelere çılgın gibi takılıyordum. Ve her gün onun sözleri ile daha çok özleşiyordum, çünkü bu ağlamaktan daha kolaydı içimdekilerden kurtulabilmek için. Her şeyden vazgeçmiştim ve acımı tam anlamıyla dindirmemiştim ve her gün yeniden ortaya çıkıyordu. Üzüntü, öfke ve yalnızlığı hissediyordum bu yeni ortamda, bir temizlik kovasının içindeki kirli sabun köpükleri gibi. Bu duygular açığa çıkmıyordu, beni boğmak istiyorlardı ve başka hiçbir duygunun bana ulaşmasına izin vermiyorlardı. Benim hiçbir şey his etmeme mi sağlıyorlardı.
Onlar hep varlardı ve her sevinç ve her küçük mutluluk gri, kirli bir sabun tadındaydı.
Bu yüzden bunun olması gerekiyordu, tüm suçlamalar ve tartışmalar, sonu gelmeyen keder ve çaresizlik yüzünden. Son tutunduğum dalda kırılmıştı böylelikle. Son bir bıçak darbesi gibiydi. Kocamın birçok ilişkileri olmuştu – mutlaka önemi olmayan kişilerdi – ama oldukça uzun bir zamandır gidiyordu bu. Beni durdurmamıştı, beni taşımamıştı, beni zaman zaman kendinden uzaklaştırmaya ve unutmaya çalışıyordu. O bu dayandığım kaya parçası değildi, sözlerinin altın ışıltısı gözlerimi kör etmişti. Ve bunula, bununla artık her şey farklıydı.
-
Ben
Ve artık yalnızdım – sadece ben. Herhangi bir koruyucu ağım ve çifte tabanım olmadan. Sen diye bir şey kalmamıştı! Ve artık ağlayabiliyordum – ve şimdi her şey çözülüyordu, bir kurtuluş gibiydi, tüm kapalı kapıların açılması gibi, Nijerya şelalesi gibi.
Ağlıyordum, çünkü kim olduğumu bilmiyordum. Ağlıyordum, çünkü kafamda çirkin düşünceleri görebiliyordum: Çok şişmandım, güzel değildim ve çok yaşlıydım. Bir insanın değeri ne idi ve bunu nasıl ölçebilirdim? Kendim için böyle altın sözler sarf edebilir miydim, kendi mezarımın başında, kendim için bu kadar güzel şeyler söyleyebilir miydim? Beni ben yapan neydi? Dört çocuk, felaket bir evlilik, beni onurlandıran ne idi, cennet kapısından içeriye girebilmek için ne sunabilecektim?
Gözyaşları iyi geliyordu ama diğer taraftan içim gittikçe zayıflıyordu, azalıyordu. Görsel olarak kederim tartıda belli ediyordu kendini. Bu görülmeye değerdi, 8 kilo kayıp etmiştim. Üstüne üstelik hem de uykusuz. Her gece huzursuzluk içinde geçen saatler, sağa sola dönmelerin düşünceleri içinde. Her şeyden vazgeçmek istedim, beni tutan bir şey kalmamıştı, kalbim boşaltılmıştı.
İçim boştu ve artık umurumda da değildi. Hislerim ansızın kayıp olmuşlardı, gözyaşlarımla akıp gitmişti. Boşalmıştım. Gülemiyordum, ağlayamıyordum, içimde ki yankıyı uyandıran bir şey kalmamıştı, bana dokunan bir şey de.
Canımı acıtan bir şeyi his etmiyordum artık ve ölmekten de korkmuyordum artık. O önden gitmişti zaten. Diğer tarafta yalnız olmayacağımı biliyordum. Artık değil. Ama bu bir çözüm değildi. Metanetimi korumalıydım, dört çocuğum için en azından. Bunu yapmak mecburiyetindeydim. Her ne kadar istemesem de, başka bir yolu yoktu. Tekrar ayağa kalkmam gerekiyordu, bu hikâyenin içinden çıkıp, tüm bunları atlatmam gerekiyordu.
Bu sayede meditasyona başladım ve birkaç arkadaşımda destek arıyordum ve sadece aynı hikâyeler ve birbirine benzeyen yorumlarla karşılaşmıştım. Bir anda şunu tespit etmiştim ki, onların kocaları ve diğer tüm masal prensleri de yavan bir tat almışlardı gözümde – bir anda solmuşlardı ve yalancı olmuşlardı ve onların bunları yapmasına ihtimal vermediğim halde, arkadaşımın veya komşumun kocası da bu özel durumlarda kendilerine pay çıkartabiliyorlardı.
Bu şekilde içimin derinliklerinde arayışa geçmiştim, içimde ne kaldığını bilmem gerekiyordu.
Neyi iyileştirmem gerekiyordu ki devam edebileyim. Ve bir anda anlamıştım – bu kalbimdi. Bu bana nezaketsiz davranan tuhaf şey.
Kalbim – tamamen şaşırmış gözlerle bu şeye bakıyordum, elimde tartıyordum, içini his edip, arıyordum, soruyordum ve şu sözleri hatırlıyordum: ‘Hayata yükleme derdini, düşünüyorsan değersiz olduğunu, masal gözlerin var ise gösterecektir sana dünyanın mucizelerle dolu olduğunu.’
Bu Anneannemin bana gençliğimden bu yana söylediği bir sözdü. Bu kelimelerin içindeki gerçeğin yavaş yavaş yüzeye çıktığını hissediyordum. Evet hakikaten. Masal gözleri olmalıydı insanın. Bir göz kalemi alıp bunu kalın, belirgin harflerle banyo aynamın üzerine yazmıştım. Parlıyordu ve çift sıra olarak görünüyordu. Ve vardı, o düşünce vardı, aynada, tüm belirginliği ile. Onu orda bırakmıştım ve meditasyon için yatağıma uzanmıştım.
-
Karşılaşma
Meditasyonlarımdan bir tanesin de sanki bir ses benimle konuşuyordu! Etrafıma bakıyordum ve yatak odamın ahşap duvarında, bana çekinmeden gülen bir küçük cinin farkına varmıştım. Yeşil gözleri vardı ve gri – yeşil bir takkesi.
Hipnoz olmuş gibi bakıyordum o tarafa ve ansızın kolumu cimciklemek istedim, ama o surat halen yerinde idi ve neşeli bir şekilde konuşmaya başlamıştı:
‘Hey, kendini cimciklemene gerek yok, ben gerçekten varım, inanmasan bile.’
Yutkunmak zorundaydım ve ilk önce bir nefes almam gerekiyordu, herhangi bir şeyi yarım yamalak da olsa söyleyebilmek için:
‘Sen kim ya da nesin?’
‘Ben Cüce’yim.’
‘Ee, bende‘,
diye başlamıştım ki,
‘Evet, senin için zaten buradayım’,
diye beni kesti çekinmeden.
‘Hep bu stres ve aslında benim başka işlerim vardı!’
Gittikçe gerginleşiyordu ve küçük alnı belirgin bir şekilde kırışıyordu.
‘Nasıl?’,
dünyayı anlamamaya başlamıştım.
‘Neden?’
‘Yani, her şeyi sana hemen anlatamam ve açıklayamam. O zaman benim görevim hemen sonlanmış olur!’
‘Hmm’
‘Ama birkaç şey söyleyebilirim sana: Şimdi sen mutsuzsun ve dünyanın sana tamamen haksız davrandığını düşünüyorsun. Ve tüm yaptıklarının boşuna olduğunu!’
‘Yani böyle bir durumda bu kesinlikle anlaşılabilecek bir şey, değil mi?’
Bana ait durumları bildiğini varsayıyordum ve ne tuhaftı ki, acıyan bir yüz ifadesiyle bana:
‘Evet, bu çok hoş bir durum değil, tüm hayatın boyunca masal prensine sahip olduğundan emin olmak ve sonra o kişinin aslında bir hayal kırıklığı olmasının ortaya çıkması. Ama bu kadar erken ortaya çıktığına sevin, bu şekilde her şeyi farklı yapmaya şansın var!’
Bana hevesli bir şekilde bakıyordu.
‘Artık nasıl her şeyi farklı yapabilirdim ki?’
‘Eh, gerçek masal prensini aramaya başlayarak!’
Söylediğine gerçekten inanıyormuş gibi bir his vardı içimde, hem de hiçbir şüphem olmadan.
‘Evet ama bunların hepsi sadece bir masal. Ve bu şekilde onların var olmadığı da kanıtlandı!’,
diye araya giriyordum.
‘Eh, teşekkür ederim, peki o zaman, ben neyim’.
Bana kızmış bir şekilde bakıyordu ve gittikçe yeşil renge bürünüyordu.
‘Hmm, evet özür dilerim, sanırım sen benim oldukça yorulan beyin hücrelerimin bir üretimisin; Nede olsa son zamanlarda tek bir yöne doğru bir ‘beyin jimnastiği’ yaptım.’
‘Anlıyorum, sende daha büyük etkiler yaratmam lazım’,
diyerek bir anda bu küçük şey ahşap duvardan çıkıp, aşağıya doğru süzülerek yatağıma, yanıma oturmuştu.
‘Biliyorum, sevgili bayan, çok kötü günler geçiriyorsun, ama gerçekten tavsiyemi kabullenip, masal prensini aramaya başlamalısın!’
‘Evet, ama benim nereden aramaya başlamam gerekiyor ki ve zaten dört çocuğum ve bir sürü işim var, nasıl aramaya başlayabilirim ki?’
‘Bu bir zaman ya da iş, ya da genel olarak bunu yapamayacağının bir sorunu değildir: Bu senin fantezine kalmış bir şeydir!’
Ve son kelimeyi o kadar güçlü vurgulamıştı ki, kendimi bir tiyatroda gibi hissediyordum. Bir şekilde bunlarla içimden çıkarttığı his bir tuhaftı. Beni frenliyordu ve tüm düşüncelerim ağır çekim olarak kafamın bir tarafından girip, diğer tarafından çıkmak için sıralı bir bando takımı gibi gözümün önünden geçiyorlardı!
‘FANTEZİ – yani HAYAL GÜCÜ!’
Ve yeni düşünceler ortaya çıkıyordu ve ardından kayıp oluyorlardı. Bir trans halinden çıkmış gibi bu sözleri söylerken uyanıyordum sanki:
‘Bu çok etkileyiciydi. Sendin kafamdaki değil mi?’
‘Evet bu hayal gücünün yapabileceği neler var. Ama en azından şunu biliyorsun ki, kafanın içinde diyelim ki, gezinen düşüncelerini bu kadar belirgin duyabildiğin zaman, anlayacaksın ki ben buradayım ve sana, sende yolunu bulabilmen için biraz destek olacağım’.
Bu şekilde gizemli bir şekilde gülümsüyordu ve sonra aydınlanmaya başlayıp, kayıp olmuştu.
Taş kesilmiş gibi yatağımda yatıyordum ve meditasyon yapmayı tamamen unutmuştum!.
İlk düşüncem
‘Bir psikoloğa ihtiyacım var’ olmuştu ve aynı anda da cevabı gelmişti:
‘Hayır, senin sadece benim yardımıma ihtiyacın var; Birde benim adım Cüce. Ama küçük olduğumu sakın düşünme!’
Ve şimdi düşüncelerimde kelime bulamıyordum ya da bu nasıl başka şekilde ifade edile biliniyorsa.
Dostları ilə paylaş: |