Mazmun Üzerine Düşünceler
Prof.Dr. Mine Mengi
Çukurova Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi.
Edebiyatla hele divan edebiyatıyla ilgilenip uğraşanlar arasında mazmun adını duymamış olan var mıdır? Şüphesiz hayır. Adı çok geçen, sık kullanılan bir edebiyat terimidir mazmun...[1] Divan edebiyatını özellikle divan şiirini tanıtan birçok kaynak, onun kendine özgü bir mazmunlar dünyasının varlığından, mazmunlara dayalı soyut bir dili olduğundan, divan şairinin anlatmak istediğini mazmunlar aracılığıyla anlattığından, hatta divan edebiyatının bir mazmunlar edebiyatı olduğundan söz eder. Osmanlıca sözlüklerde, mazmunun yanı sıra “mazmûn-ı kelâm, bikr-i mazmûn, mazmûn-ı şi’r, mezâmîn-i tâze, mazmûn-gûy, mazmûn-perdâz vb.” mazmûnla ilgili tamlamalara yer verilir. Divan edebiyatının kendi döneminde ise eski şairleri bize tanıtan şuara tezkirelerinde bu tamlamalara sıkça rastlanır. Ya divan şairinin kendisi? O da yeri geldikçe söz varlığı içerisinde mazmun kelimesine yer verir. Örneğin Fuzûlî , ünlü mektubu Şikâyetnâme ’de, kendisine bağlanan dokuz akçelik maaşın neden ödenmediğini, padişahın gönderdiği fermanın gereğinin niçin yapılmadığını Nişancı Celâlzade Mustafa Çelebi’den şöyle sorar: “Didüm berâtumun mazmûnı ne içün sûret bulmaz? Didiler zevâ’iddür husûlı mümkin olmaz”[2]. Fuzûlî , Leylâ vü Mecnûn’da da mazmunu gene Şikâyetnâme ’deki kullanıma benzer bir biçimde şöyle kullanır:
Sakfında ‘ukâb-ı çarh fânî
Mazmûn kemerinde la’l kânı[3]
Fahriyeye yani kendini övmeğe düşkünlüğüyle eski şiirimizde ün kazanmış olan Nef’î ise, şairlik gücünü, ustaca söylenmiş ince anlamlı şiir yaratmaktaki yeteneğini dile getirirken mazmun kelimesini yer yer kullanmadan edemez:
Fikr-i pür-mazmûn mudur âyîne-i tab’umda yâ
Aks-i nakş-ı kârgâh-ı âlem-i bâlâ mudur[4]
Şâhid-i mazmûnuna endîşe vârın bezl ider
Nakd-i şi’rümle suhan sermâye-i dükkân bulur[5]
Nef’î ’nin çağdaşlarından Riyâzî ’nin bir beytinde mazmun şöyle geçmektedir:
Ey Riyâzî Ka’be vü meyhâneden birdür murâd
İki beyt-i dil-güşâdur kim ola mazmûnı bir[6]
Divan şiirinin sayılı ustalarından Nedîm de döneminin şairlerini; şiire yeni soluk, yeni anlatım gücü getiremedikleri, yeni anlamlar katamadıkları, dolayısıyla şiirde taze mazmun kullanamadıkları için aşağıdaki rubaisinde şöyle kınamaktadır:
Erbâb-ı dil oldu hep cüvâna meftûn
Hîç kalmadı bir zen ülfetinden memnûn
Ekser şu’arâ-yı ‘asr kullanmazlar
Bikr olduguçün suhanda tâze mazmûn[7]
18. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış; hezl ü mizah ustası olarak kaynakların kendinden söz ettikleri Abdülmecid dönemi şair ve nasiri Tokatlı Kânî de,
Doğar yer kuklası şeklinde tab’-ı bî-mezâkımdır
Senin mazmûn kıyâs etdiklerin oğlum uşağımdır [8]
beytinde mazmunu kendine has mizahi üslûbuyla kullanır. Aynı şekilde başka bir eserinde de “. ..dîde-i mazmûnun çapağını silmezsen işin içinde iş vardır. Şâ’ir bunda ne gûne mazmûnlar irâd etmiş ne u’cûbe resm ü râh-ı garîbe gitmişdir...” [9] ifadesine yer verir.
Bütün bu örneklerden anlayacağımız gibi mazmun, kendi döneminde de divan edebiyatının söz varlığı içerisinde kullanılagelmiş; bu kullanım 16. yüzyıldan itibaren artmış; özellikle 17. yüzyılda Nef’î’yle yoğunluk kazanmıştır. Öte yandan, geçmişten günümüze edebî dilde varlığı süren mazmunun, zamanın akışı içerisinde kavram olarak karşıladığı değişik anlamların yanı sıra edebiyat terminolojisinde terim olarak kullanımı söz konusu olmuştur. Bugün kelimenin terim anlamıyla kullanımı ön plandadır ve bizi de daha çok bu anlamı ilgilendirmektedir. Dolayısıyla bu yazı çerçevesinde kelimenin değişik anlamlardaki kullanımına kısaca değindikten sonra onun terim olarak kazandığı anlamlar üzerinde durarak bir değerlendirme yapmaya çalışacağız. Bu amaçla önce mazmunun sözlüklerde verilen karşılıklarına bakalım.
Sözlükler mazmunun Arapça “zımn” kökünden geldiğini bildirdikten sonra kelimeye edebiyatla ilgili iki karşılık verirler. Bunlardan ilki “mefhum, mana, meal”ikincisi ise “nükteli, cinaslı, sanatlı söz”dür. Bu arada mazmunun sözlüklerde başka anlamlarına da yer verilmesine karşın konumuz dışında kaldıkları için burada onlara değinmeyeceğimizi belirtelim. Mütercim Âsım ’ın 1305 (1889) tarihli Kamus Tercümesi ’nden başlayıp kronolojik sıra izleyerek baktığımız Osmanlıca sözlüklerde –biri diğerinden aktarma olduğu açık- mazmun kelimesinin edebiyatla ilgili söz konusu ettiğimiz iki anlamı verilmektedir. Buna karşın, eski harfli Osmanlıca sözlüklerin çoğu, mazmunun aşağıda değineceğimiz bizi terim olarak ilgilendiren ve giderek yaygın biçimde kullanılan anlamı üzerinde durmazlar. Ancak, daha yakın zamanlarda yayımlanmış bazı kaynaklarda, kelimenin anılan anlamlarıyla birlikte yaygın olarak kullanılan “kalıp benzetme, klişe benzetme” karşılığına rastlarız. Söz konusu kaynaklardan bazılarında mazmun için; “Mazmun, kalıp benzetmeye, klişeleşmiş mecaza denir”[10] tanımına yer verilir. Bazı kaynaklarda ise kelimenin edebiyat terimi olarak anlamı; “cümle, beyit ya da beyitler içerisindeki gizli olan sanatlı anlam” diye açıklanmıştır.[11] Öte yandan, söz konusu edilen eserlerden bazılarına göre yazılışı daha eski tarihli olan Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve İzahı[12] adlı ansiklopedik sözlükte ise mazmunla kastedilen eski edebiyat dilindeki “bilinmeyen şerhe muhtaç sözler”dir. Nitekim esas yazılış tarihi 1941 olan eserin başındaki “Tebrik ve Teşekkürler” başlıklı takrizinde de Tahir Olgun, mazmun için; “Divanlarda olan kapalı sözler” ifadesini kullanmaktadır.[13] Böylece divan edebiyatının ömrünü tamamladıktan sonra yazılmış onu tanıtan değişik kaynaklarda, mazmuna farklı anlamlar verildiği açıktır. Anılan muhtelif kaynaklarda mazmunla ilgili verilen bu tanıtıcı bilgileri özetleyecek olursak: Mazmun, edebi metinlerde geçen ve anlamı artık bilinmeyen dolayısıyla anlaşılmasında zorluk olan kelime, terkip ya da ibaredir. Mazmun, kalıp benzetme, klişe mecazdır. Mazmun, divan edebiyatının kendi dünyası içindeki bilinen hayal, inanış ve düşüncelerin beyit ya da beyitlerdeki dolaylı anlatımıdır. Bu tanımlardan üçüncüsünün, mazmun karşılığı eski sözlüklerde kullanılan nükteli, cinaslı, sanatlı sözle bağlantısı akla gelmektedir. Öte yandan mazmunun söz konusu karşılığıyla kastedilen, beyitteki kelime ya da kelime grupları arasındaki daha çok tenasüp, telmih unsurlarına vb. belirli çağrışımlara dayalı anlam ilişkisinin varlığıdır. Nitekim eski metinlerde geçen mazmunla kastedilen de bu olmalıdır. Çünkü eski şairin de mazmunun gizlilik, kapalılık, ince anlamlılık, özgünlük vb. niteliklerini belirttiği beyitlerde mazmundan belirli çağrışımlara dayalı bu dolaylı anlatımı anladığını tahmin etmek zor değildir.
Buraya kadar söylediklerimizi tekrar toparlayalım: Mazmun kelimesinin, eski metinlerden günümüze, edebî dil içerisindeki varlığı sürmektedir. Kelimenin, kavram olarak eskiden karşıladığı anlam ya da anlamları belirlemek amacı ile göz attığımız birkaç divan ya da tesadüfen rastladığımız bazı cümle ve beyitlerde geçen mazmun kelimesinin, “anlam, öz, verilmek istenen düşünce”ile “şiirde ustaca söylenmiş söz, ince zarif anlatım” yerine kullanıldığını gördük. Nitekim başta verdiğimiz örneklerin Fuzûlî ’ye ait olanlarından “beratumun mazmunu” “mazmun kemerinde” ifadeleri için mazmun yerine, “beratımın içindeki, muhtevası, hatta beratımın gerektirdiği” ve “kemerinde saklı, gizli” anlamlarını verebileceğimiz gibi öteki divan şairlerinden aldığımız örneklerde geçen mazmun için de şiirle ilgili olarak şiirde verilmek istenen anlam, zarif, ince söylenmiş, benzeri az olan hatta bulunmayan söz, karşılıklarını verebiliriz. Kâbe ile meyhanenin, içerisinde bulunanların amaçları bakımından birbirine benzetildiği Riyâzî ’nin beytinde ise, mazmun, muratla bağlantılı düşünüldüğünde “maksat, amaç” yerine kullanılmıştır. Nedîm ’den verdiğimiz örnekte de, mazmundan beklenen özgün olma özelliğinin şairlik gücü sınırlı olan sanatçı elinde giderek değerini yitirdiğine ya da zorluğu nedeniyle yeni mazmun kullanılamadığına yönelik serzenişte bulunulmaktadır. Aynı şekilde, Kânî ’nin beytinden de yergiye hedef olan bir şairin mazmun diye söylediğinin Kânî için bilinen, alışılmış mazmun olduğunu öğreniyoruz. Bu durum, eski şiirimizin zaman içinde giderek kazandığı kalıplaşmış yapının beraberinde mazmunculukta da özellikle vasat şairlerin dilinde kalıplaşmaya gidildiği düşüncesini akla getirmektedir. Nitekim Kânî ’nin Letâif ’inden aldığımız sonraki mensur örnekte de gene bu konuyla bağlantılı olarak; mazmunculuğun divan edebiyatının son döneminde ehil olmayan şairlerin elinde amacından saptırıldığı; yeni mazmun arayışı içinde abesle iştigal edildiği ima yollu söylenmektedir.
Mazmunun gerek bu örneklerdeki kullanımına, gerekse yukarda söz konusu ettiğimiz sözlüklerde verilen anlamlarına bakacak olursak, kelimenin divan edebiyatı döneminden yakın zamanlara doğru kullanımında giderek terim anlamının öne çıktığı; günümüzde ise edebiyat terimi olarak kullanıldığı görülmektedir. Güçlü bir sanat disiplinine sahip olduğu öteden beri kabul gören divan edebiyatı için, döneminde bugün anlaşıldığı anlamda kendine özgü bir edebiyat terminolojisinin varlığından söz etmek zordur. Bu durum mazmunun geçmişte terimleşmiş olması ihtimalini azaltmaktadır. Ayrıca, her dönemde önce sanat eserinin verildiği, teoriyle terminolojinin ise arkadan geldikleri bilinen bir gerçektir. Bütün bunlara rağmen mazmunun kullanımı ve günümüze gelinceye kadar geçirmiş olduğu anlam değişmeleri hakkında daha kesin konuşabilmek için kelimenin eski kaynaklardan alınan örneklerinin çoğaltılmasının yanı sıra eski belagat kitapları ile divan dibacelerinin, biyografik kaynakların –hiç değilse tezkirelerin- de bu amaçla değerlendirilmesi gerekmektedir. Yukarıda mazmunun kendi dönemine ait örneklerde verilen kelime anlamları üzerinde durduk. Şimdi de divan edebiyatının dönemini tamamladıktan sonra onu tanıtmak amacıyla yazılmış sözünü ettiğimiz bazı kaynaklarda mazmun için verilen “kalıp benzetme, klişe mecaz” karşılığı ve gene bir grup kaynakta geçen “mazmun şiirdeki özel anlam(dır)” tanımı üzerinde daha kapsamlı durmaya çalışalım.
Eski şairlerimizin sanat anlayışında önemli yeri olduğu anlaşılan mazmunun usta işi kabul edildiği ve sanatçının hüner gösterme isteğinin sonucunda ortaya çıktığı bilinmektedir. Nitekim divan şiirinin Fuzûlî , Bâkî , daha önce de değinildiği gibi özellikle Nef’î ve Nâbî gibi ustalarının divanlarında geçen mazmun kelimesinin sayıca fazlalığı bu bakımdan dikkate şayandır. Bu şairler arasında özellikle Nef’î için yeni ve zekice söylenmiş mazmun, ustalığın olmazsa olmaz koşuludur. Şair, “mazmun-ı has” ile övünür.
Fikr-i mazmûn-ı hâs içün hâlâ
Dil bu tedbîr ile mübâhîdir[14]
Ayrıca mazmunun söz söyleme ustalığı aracılığıyla ortaya çıktığı da gene eski şair tarafından kabul gören bir gerçektir. Mana ve lafzdan ibaret olan şiirde mazmunun söz söyleme ustalığıyla birlikte düşünüldüğünü görüyoruz.
Midâd-ı surh u siyehle yazıp hat-ı şi’rim
Edince hâmemi geh şule-pâş u geh şeb-gûn
Gören sanır bu iki hâlet ile noktaların
Şerâr-ı şem’-i suhen şebnem-i gül-i mazmûn[15]
diyen Nef’î için şiiri yazıya döküşte konan noktalar; söz mumunun alevi mazmun gülünün de yaprakları üzerindeki çiğ taneleridir. Kısacası mazmun sözle, anlatımla birlikte vardır.
Mazmunun söylenişindeki söz ustalığı, görünürde olmayan anlamın, açıkça değil dolaylı olarak anlatımını esas almaktadır. Bu noktadan hareket edildiğinde, mazmunun beyit ya da şiir içindeki varlığı da çoğu zaman onun edebî sanatlarla ortaya konuşunu ve birlikteliğini akla getirmektedir. Öncelikle, mazmunun dolaylı anlatıma dayanması, bize onun benzetme ve mecazla ilişkisini düşündürür. Nitekim sözü edilen kalıp benzetme, klişe mecaz tanımları da bu ilişkiyle bağlantılı olmalıdır[16]. İnsan güzelliğinin tanıtımında kullanılan bildiğimiz servi, gül, güneş ya da ay kalıp benzetmelerdir. Divan şairi, boyu servi, kirpikleri ok, yanağı gül, güneş ya da ay yüzlü güzelini çizerken, bir varlığın tanıtımını bir başka varlığa benzeterek yapmış, onu gözümüzün önünde öyle canlandırmıştır. Eski şiirimizin kendi iç gelişimi içerisinde, önce benzeyen, benzetilen ilişkisinin doğrudan sergilendiği yani teşbih sanatının ağır bastığı benzetmelerin yerlerini, giderek kısaltılmış benzetmelere yani istiarelere bıraktıkları görülmektedir. Yüzyıllar ilerledikçe, benzetmenin ana unsurlarından benzeyenin az kullanılır olması, diğer benzetme sanatlarıyla birlikte daha çok açık istiarelerin ön plana geçmesine ve daha çok kullanılmasına neden olmuştur.
Öte yandan, bu dönem edebiyatında sanatın amacı, eksiksiz ve kusursuz olanı, yani “mutlak güzel”i yaratmaktır. Halbuki, eksiksiz ve kusursuz olanı bulmak, “mutlak güzel”i yaratabilmek gerçekte mümkün değildir. Durum böyle olunca sanatçı, gerçekten kopup kendi hayal dünyasına giderek yani gerçek dışı ya da gerçeküstüne yönelerek, ideal güzeli orada yaratmak zorunda kalır. Böylece, divan edebiyatında, eskilerin “hüsn-i mücerred”dedikleri ancak hayal gücü ile ulaşılabilecek soyut güzel ve güzellik anlayışı ortaya çıkmıştır. Ayrıca, “hüsn-i mücerred”in tasvirinde ya da çizilmesinde de ortak bir ideal güzelin ya da güzelliğin çizimi yoluna gidilmiştir. Gerçek dışı ya da gerçek üstü olduğunu başta da belirttiğimiz ortak ideal güzel ise doğada ya da gerçekte var olan belli bazı varlıklarla benzerlik kurarak, onlara benzetilerek yaratılmış; bu durum giderek sanatçıyı kalıp benzetmeleri kullanmaya yöneltmiştir. Örneğin ortak ideal anlayış ve ölçüler çerçevesinde eski şairin, güzelin boyunu daima uzun ve düzgün gösterme zorunluluğu, boyun servi, şimşad, ar’ar vb. ağaçlara benzetilmesine neden olmuştur. Uzun boyu ile salınarak yürüyen güzel, hemen her zaman fitne ya da kıyamet koparacaktır. Bu anlayış sonucu ise eski şair şiir dilini yoğururken çoğunlukla hep örnek verdiğimiz ya da benzer hazır unsurları kullanmak zorunda kalmış, hazır olanın kullanımı da kalıp sözün ya da anlatımın edebî dilde yerleşmesini gerektirmiştir. Mazmuna kalıp benzetme, klişe mecaz anlamının verilmesi de, divan şiir dilindeki kalıplaşmış açık istiarelerin ağırlık kazanması ile birlikte düşünülebilir. Böylece divan şiirinde rastladığımız açık istiarelerin bir kısmı mazmun olarak kabul görmüş olmalıdır! Ancak, burada her açık istiarenin mazmun olmadığını, fakat bazı mazmunların açık istiareler aracılığıyla bulunabileceğini belirtelim. Bu durumda, daha önce verdiğimiz, “Divan edebiyatında mazmun (klişe mecaz)ların çoğu açık istiare durumundadır” görüşü de daha bir açıklık kazanacaktır. Kısacası açık istiarelerin kalıplaşmış olanları mazmun olarak kabul görmüştür; denilebilir.[17]
Mazmunun özünde istiare ile birlikte şüphesiz mecaz da vardır. Çünkü, benzetme ilişkisi, gerçeğin dolaylı anlatımı nedeniyle işin içerisine mecaz sanatının girmesini de gerektirir. Çünkü mecazi anlatım, edebiyat sanatının, konumuz daha çok divan şiiri ile ilgili olduğuna göre, özellikle divan şiirinin iç yapısının ya da iç geometrisinin gereğidir. Bu şiirde çoğu zaman, kelimelerin ön planda görünen anlamlarının ardında gizlenmiş başka anlamlar bulunur. Bir bakıma divan şiirini de divan şiiri yapan, kelimelerin zaman içerisinde yüklendikleri bu gizli anlamlardır. Söz konusu edilen anlamlar, eski kültürümüzün hayal, duygu ve düşünce dünyasından kaynaklanırlar. Mazmunlara gelince, mazmunların bu kültür dünyasının ürünü olan kavramların çağrıştırdığı anlamlarla ilişkileri ve çeşitli söz sanatlarıyla ortaya çıktıkları açıktır. Konuyla ilişkisi nedeniyle bir kaynaktan aldığımız içinde mazmun bulunduğu söylenen, şu örnek beyitlere bakalım:
Gül-i ruhsâruna karşu gözümden kanlu akar su
Habîbüm fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı
Fuzûlî’nin bu ünlü beytinde; gül, su, habib kelimelerinden ve bunlar arasındaki anlam ilişkisinden yola çıkılarak Hz. Peygamber mazmunun olduğu söylenmektedir[18]. Çünkü Hz.Peygamber Allah’ın habibidir. Gösterdiği yol Müslümanlık,safiyet ve temizlik yolu (su) dur . Hz. Muhammed ise âlem gülistanının gülüdür. Habibin Habibullah anlamında mürsel mecaz olarak Hz. Peygamber için kullanımı yaygındır. Ayrıca eski şiirimizin dünyası içinde gülle yanak; özellikle Hz.Peygamber’in yanağı arasındaki teşbih ilişkisi bilinmektedir.
Gülistân-ı ser-i kûyun sıfatın bâb bâb ey gül
Hat-ı reyhân ile cedvel çeküp gülzâr yazmışlar
Gene Fuzûlî ’ye ait bu beyitte de bab bab, hat, reyhan, cedvel kelimelerinin varlığı nedeniyle Molla Câmî ’nin eseri Gülistan ’ın kastedildiği; dolayısıyla Gülistan mazmunun bulunduğu söylenmektedir.[19] Ayrıca aynı kaynakta, Fuzûlî’nin;
Senden itmen dâd cevrin var lutfun yoh deyip
Mest-i zevk-i şevkinim birdir yanımda var yoh
beytinde de dad, cevr, lutf kelimelerinin birlikteliğiyle sultan mazmunun varlığından söz edilmektedir.[20] Aynı yazara ait başka bir kaynaktan aldığımız iki mazmun örneğini daha verelim:
Mahşer de olsa çâre mi var söyleşilmeye
Geh ser-girân-ı nâzdur o gamze gâh mest
Bu beyitte geçen gamze mest ve naz kelimeleri arasındaki benzetme ilişkisi nedeniyle; “Şiirimizde gözün ve gözden çıkan gamzenin sarhoş ve mahmur olması çok kullanılmış bir mazmundur.”[21] denmektedir. Gene Nâ’ilî ’ye ait olan ve içinde mazmun bulunduğu belirtilen başka bir beyit de şöyledir:
Leb-i şûh-ı nigâh-ı çeşmün oldukça terennüm-sâz
Eder her cünbiş-i müjgânı bir nakş-ı füsûn peydâ
Yukarıdaki beyitle ilgili olarak da; “....kirpiklerin saz çalıp yan bakışın şarkı söylemesi Nâ’ilî ’ye kadar hiçbir şairde görülmeyen bir mazmundur.”[22] ifadesi kullanılmaktadır. Ancak her iki beyitte de kelimeler arasındaki bağlantı benzetme ilişkisine dayandırılmış olup beyitlerin estetik değer kazanmasında kapalı istiarenin varlığı önemli rol oynamıştır. Kısacası verilen örnek beyitlerin ortak özellikleri bünyelerinde mazmun bulunduran beyitler olmaları ve var sayılan mazmunların da tenasüp, iham-ı tenasüp, mecaz, istiare vb. edebî sanatlarla birlikte bulunmalarıdır.
Öte yandan, mazmunun değişik edebî sanatlarla olan yakınlığı, onu bazı sanatlardan ayırmamızı da güçleştirmektedir. Örneğin, yukarıdaki örnek beyitlerin ilkinde mürsel mecaz (Habibullah), benzetme ve telmih (yanağın güle benzetilmesi), ikincisinde telmih ve iham-ı tenasüp, üçüncüsünde de kapalı istiareden söz etmek daha uygunken anılan sanatlar yerine mazmun demek doğru mudur? Nâ’ilî ’ye ait olan son iki beyitte de mazmun benzetme karşılığı kullanılmış olup; beyitlerdeki istiarelere mazmun denmiştir. Ayrıca, “Habibullah, Çihâr-Yâr-ı Güzîn, Şîr-i Yezdân, Hayder-i Kerrâr, Dürr-i Yetîm, Monla-yı Rûm vb.” mecazları ele alalım. Anılan mecazlara, bu örnekleri dikkate alarak mazmun gözüyle de bakmak mümkün müdür? Mazmun varlığından söz eden verdiğimiz örnek beyitler vb. akla bu tür soruları getirirler. Telmih sanatı ile mazmun arasındaki ilişki de buna benzer bir sorun yaratmaktadır. Örneğin birkaç kaynakta rastladığımız şu mazmun örneğine bakalım:
Çıkma yârüm giceler ağyâr ta’nından sakın
Sen meh-i evc-i melâhatsün bu noksandur sana
Fuzûlî ’nin bu beyitinde sevgilinin güzelliği ile ayın güzelliği arasında benzetme ilişkisi kurularak sevgilinin gökyüzündeki aydan daha güzel olduğu ön planda söylenirken, beyitte birbirleriyle ilişkili olarak kullanılan “çıkmak, gece, ta’n, meh-i evc-i melahat ve noksan” kelimeleri ile de geri planda bir ay tutulması olayına telmih yapılmaktadır. Çünkü ay dolunayken en güzeldir. Dolunay güneşin batmasından önce doğar. Dolunayın gece doğması tutulması sonucunda olur. Ay tutulduğu zaman eksik yani kusurludur. Eski geleneğe göre ay tutulunca kurtulması için tüfek sıkılır; teneke ya da davul çalınır. Yani, ta’n edilir. Böylece beyitte verilmek istenen telmih motifi ortaya çıkmaktadır. Anılan kaynaklara göre de bu beyitte bir ay tutulması mazmunu verilmektedir.[23] Ayrıca Şeyh Galib ’in ünlü;
Çerâg-ı bezm-i hicri oldugum yapmış yakışdırmış
Gönül pervânesine vuslat âteş intizâr âteş
beytinde de telmihe dayandırıldığı anlaşılan, mum-pervane mazmununun varlığı söz konusu edilmektedir[24].Böylece örneklere bakarak, içerisinde telmihe dayalı anlam çağrışımına yer vermiş beyitlerde aynı zamanda mazmun olduğunu düşünebiliriz. Kısacası bu ve benzeri çakışmalar mazmunun eskilerin anladığı anlamda gerçekten ne olduğunu ortaya koymayı güçleştirmektedir. Bununla birlikte, ortaya çıkan bir gerçek vardır. O da önce de belirttiğimiz gibi mazmunun edebî sanatlarla birlikteliğidir. Sonuç olarak mazmunun edebî dil ve edebiyat terminolojisi içinde terim olarak kullanımı yaygın olup; kelime, terim anlamının ön plana çıkması ile geçmişten günümüze varlığını sürdürmüştür. Kaynak eserlere baş vurulduğunda, başta sözlükler olmak üzere birçoğunda mazmunun sözlük ve terim anlamlarına yer verildiği görülür. Ancak, söylenenlerin çoğunun biri ötekinden aktarma genelde tanım niteliğindeki bilgiler olmaları, özellikle edebiyat terimi mazmunun ne olduğunun bugüne kadar yeterince açıklığa kavuşturulmasını güçleştirmiştir. Yeni kaynaklara baktığımızda da tanım açısından biri ötekiyle çelişen hatta aynı yazarın biri diğerini tutmayan mazmun örnekleri soruna çözüm getirmekten uzaktır.
Konunun aydınlatılamamasının önemli nedenlerinden birisi hiç şüphesiz, mazmunun çok yönlü bir dil, anlatım ustalığı olmasından kaynaklanan yorumlama güçlüğüdür. Bir başka neden ise, öteden beri edebiyat teorisi, hele hele –metin şerhi dışında- divan edebiyatının teorik yanıyla ilgili konu ve sorunlar üzerinde durup düşünme, yorumlama geleneğimizin bulunmayışıdır. Ancak güçlüğün esas nedeni bizce; eskilerin mazmundan ne anladıklarını gösteren divan edebiyatının kendi döneminden kalma örneklerin bulunmamasında aranmalıdır. Divan şairi; mazmunun nasıl olması gerektiğini, mazmundan ne beklediğini bize yer yer ima eder; bizi bu konuda az çok bilgilendirir. Eski şairlerin divanlarından; mazmundan beklenenin, edebî eserin, özellikle şiirin beyitleri arasına ustaca gizlenmiş ince anlam, zarif söz hatta belli belirsiz bir sezdirme, olduğunu anlarız. Mazmunun bu özellikleri ayni zamanda onun nadir bulunurluğunu ima eder. Aslında şairin söyledikleri arasında, onun nadir bulunur olduğu da vardır. Şairin övüncü, övünme vesilesi “mazmun-ı has”tır. Yani gerçek sanatçı için mazmun, benzersiz, kısacası özgün olmak zorundadır. Mazmunun bu vb. niteliklerini divan şairlerimizin ağzından öğrenmek az ya da çok mümkündür. Ne var ki, binlerce beyit arasında şairin; “işte bu mazmundur” dediği beyte rastlamak hiç de kolay değildir.
Öte yandan, çoğu zaman belli bir çevre içerisinde yetişip kendi aklı selimini ve içgüdüsünü kullanarak edebiyat sanatını öğrenen ve icra eden eski şairler- özellikle usta şairler- için neyin mazmun olduğunu bilmek her halde günümüzdeki gibi sorun değildi!... Ancak, eski şiirimizi okuyup anlamanın, hele değerlendirmenin artık başlı başına eğitim ve uzmanlık işi olduğu günümüzde, mazmunun ne olduğunu bilmek gerçekten zordur. Bu nedenle geçmişte kalmış olan edebî varlığımızı bugünkü ve gelecek kuşaklara tanıtmanın bir görev haline geldiği günümüzde, araştırılmayı bekleyen birçok konunun yanı sıra divan şiirinin yapısı içinde önemli konumu olan mazmun konusunun da etraflı olarak incelenip tanıtılmasının yarar sağlayacağı görüşündeyiz. Yıllar önce değerli meslektaşım merhum Mehmed Çavuşoğlu , mazmun üzerine daha çok kaynakların mazmunla ilgili verdikleri bilgileri tanıtıcı bir yazı yazmıştı. Biz bu yazımızda kısaca kaynaklardaki bilgilere yer vermekle birlikte esas olarak mazmunla ilgili değişik bakış açılarını tanıtıp değerlendirmeye çalıştık. Edebiyat tarihinin sürekli yeniden değerlendirmelere gitmesi gerektiği düşüncesindeyiz. Bu nedenle de mazmun üzerine yazılmış bu iki yazıyı, konuya ilişkin başka yorum ve değerlendirmeleri içeren yeni yazıların izlemesini diliyoruz [25]
Özet olarak mazmunla ilgili söylediklerimizi toparlayacak olursak; mazmun, divan şiirinin yapısal özelliklerinin ve daha çok estetik anlayışının bir gereği olarak vardır. O, eski şiirimizin hem mana hem de lafz yanıyla bağlantılıdır. Mazmunun, şiirin estetiğiyle ve onun ayrılmaz parçası olan edebî sanatlarla olan ilişkisinin yanı sıra, edebî eserin, ya da daha çok şiirin, anlamıyla yakın ilişkisinin olduğu geçmişten bugüne birçok kaynak tarafından kabul edilmektedir. Divan edebiyatının, özellikle divan şiirinin yapısında yeri olan mazmunun, söz konusu edebiyatın güç anlaşılır bir edebiyat olmasında da payı vardır.
Öte yandan, mazmunun eski şairlerin dillerindeki tanıtımına baktığımız zaman, onun bir kavramın, bir nesnenin, bir durumun özellikle beyitte yoğunlaşan anlamı olduğu kadar ince bir söyleyiş; ustaca bir sezdirmeyle birlikte düşünülmesi de söz konusudur. Yani mazmun anlatımla bütünleşir, gerçekleşir. O yalnızca, divan şiirinin kuruluş düzeniyle bağlantılı olarak düşünebileceğimiz belli kavram ilişkileri üzerine oturtulmuş bir anlam olayı olmayıp; şiir estetiğini esas alan çok yönlü bir sentez işidir. Dolayısıyla yukarda belirttiğimiz gibi ustalık gerektirir ve gerçek mazmun az bulunur. Mazmunu belki de şairin şiirdeki güzeli, mükemmeli arayışı; ulaşmak istediği son nokta diye düşünmek mümkün. Hatta sıradan şair için de ütopya demek olası!... Öyleyse eski şiirde sürekli mazmun avcılığı yapmak ya da bulmak da doğru değil. Ancak, bu görüşümüze rağmen mazmuna ilişkin söylediklerimizi biz de kendimizce, içinde mazmun vardır dediğimiz birkaç örnek beyitle tamamlamak istiyoruz.
Pertev salardı sînede dâğ-ı muhabbetin
Sahn-ı felekde meş’ale-i mihr yanmadın[26]
Bâkî ’ye ait bu beyitte, güneşin gökyüzündeki yerini almasından önce dağ-ı muhabbetin varlığının olması düşüncesi, “ bezm-i elest “ mazmununu akla getirmekte ayrıca; “pertev, felek, meş’ale, mihr hatta dâğ” renklerinin kırmızılığı nedeniyle tulu’ yani güneşin doğuşunu hatırlatmaktadır.
Eşcâr-ı bâğ hırka-i tecrîde girdiler
Bâd-ı hazân çemende el aldı çenârdan [27]
Burada da hırka, tecride girmek ve el almak deyimi arasındaki bağlantıdan yola çıkılarak derviş mazmunundan söz edebiliriz. Ancak ilk beyitteki estetik amaç muhabbetin sürekliliği, ezeli oluşu, eskiliği üzerinde yoğunlaşmış olup özellikle “dâğ-ı muhabbet” terkibi bizi bezm-i elest düşüncesine götürmekte; bezm-i eleste telmih yapılmasına vesile olmaktadır. Beytin güzelliği de burada; bu sezdiriştedir. Tulu’ ise dolaylı olarak beyte yüklenmiş bir anlamdır ve estetik açıdan önemli değildir. Öyleyse burada tulu’ değil; bezm-i elest mazmun olarak düşünülmelidir. İkinci beyitte ise Bâkî , kapalı istiare aracılığıyla ağaçların sonbahardaki yaprak dökümünü anlatmakta ancak dervişi de çağrıştırmaktadır. Bu çağrışım; hırka-i tecrid terkibi ve el almak deyiminin dervişlikle bağlantısını bilen herkes tarafından kolayca yapılabilecek bir çağrışım olup mazmun olarak da fazla gizli olmayan ve usta bir şair için hüner sayılamayacak bir mazmundur. Ayrıca beytin güzelliği, dervişin beyitte hatırlatılmasında ya da derviş anlamının beyte yerleştirilmesinde değil; benzetme yoluyla ağaçların durumunun anlatılmasındadır.
San çârsû-yı hüsnde tarrâr zülf-i dost
Bir uğrıdur ki dâmeni altında var şem’ [28]
15. yüzyıl Rumeli şairlerinden Mesîhî ’ye ait olan bu beyitte güzelin saçı güzellik çarşısında gizlice gönül çalan uğru yani hırsıza benzetilmekte, yüzü de hırsızın eteği altından ortalığı aydınlattığı muma benzetilerek saçla yüzün birlikte ustaca, aşıkların gönüllerini çalmaları anlatılmaktadır. Böylece, burada beytin içine güzel bir biçimde yerleştirilmiş olan etkileyici anlam ve mazmun da sevgilinin ustalıkla, gizlice gönül çalması, fettanlığıdır.
Sihr ü efsûn ile dolmuşdur derûnun ey kalem
Zülfü Hârût’un demek mümkin ki nâl olmuş sana[29]
Lebin vasfında bir mazmun demişdim reng ü bû sanma
Anı ceybinde güller bülbülün ikrâm için saklar[30]
Her ikisi de Nedîm ’e ait olan son iki beytin amaçları ve mazmunları ise aynıdır.Nedîm bu beyitlerin ilkinde kalemin yazdıklarıyla, yazdıklarını okuyanları büyüleme gücünü anlatmakta; ancak, arka planda esas olarak kendi şairlik gücünü övmekte, tefahhur yapmaktadır. İkinci beyitte ise, sevgilinin dudağını anlatan ama, dudağın fiziki görünümünün söylenmediği bir mazmundan bahsedilir. Bu mazmunu güller bülbüle ikram edip onu coşturmak; bülbülü daha çok etkileyip âşık etmek için ceplerinde saklarlar. Beyitteki hayal değişik ve güzeldir. Ancak bu değişik hayalden amaç, ne güzelin dudağının güzelliği; ne de gülün bülbüle ikramıdır. Bu değişik ve güzel beytin özündeki anlam ya da amaç bir önceki beyitte olduğu gibi Nedîm ’in zarif, ince söz söylemedeki hünerini ima etmesidir. İşte her iki beyitteki mazmun da; zekice ve güzel söylenerek sezdirilen bu övünme, bu tefahhurdur.
Dergâh , Aralık 1992
[1]Mazmun hakkında yazdığımız bu yazının Dergâh ’ta yayımlanışının üzerinden yıllar geçti. Gerek yazının konuya ilişkin başka görüş ve incelemelerin çıkmasına vesile olması; gerekse geçen zaman içinde mazmun hakkında topladığımız başka bilgiler, bizi konu üzerinde tekrar durmaya yöneltti. Böylece burada yazının eski yapısı kısmen korunurken kısmen de değiştirildi ve bazı eklemeler yapıldı.
[2] Külliyât-ı Dîvân-ı Fuzûlî , Şikâyetnâme , İst. 1286, s. 4
[3] Fuzûlî , Leylâ vü Mecnûn , haz. Hüseyin Ayan , Dergâh Yay., İst. 1981, s. 159
[4] Nef’î Dîvânı , haz. Metin Akkuş , Akçağ Yay., Ank. 1993, s. 65
[5] age., s. 71
[6] Riyâzî Dîvânından Seçmeler , haz. Namık Açıkgöz, KB Yay., Ank. 1990, s. 16
[7] Nedîm Dîvânı , haz.Abdülbâki Gölpınarlı ,İst.1972, s.364
[8] Kânî’nin Manzum Letâifnâme’si , haz. Durmuş Ali Çıraklı, bas.yük.lis.t., Adana 1998,s.117
[9] Kânî’nin Mensur Letâifnâme’si ve Hezliyyatı , haz. Dilek Batislam, bas. dok. t., Adana 1997,s.169
[10] Bu kaynaklar arasında, Seyit Kemal Karaalioğlu ’nun Ansiklopedik Edebiyat Sözlüğü ’nü; L. Sami Akalın ’ın Edebiyat Terimleri Sözlüğü ’nü; Cem Dilçin ’in Örneklerle Türk Şiir Bilgisi ’ni; Emin Özdemir ’in Edebiyat Bilgileri Sözlüğü ’nü ve Mehmed Çavuşoğlu”nun “Mazmun”, Türk Dili, S. 388-389, Ank. 1984, s. 198-205 adlı yazısını verebiliriz.
[11] Mazmunun söz konusu edilen anlamı ile ilgili olarak da Hüseyin Remzi ’nin Lugat’ına, Mustafa Nihat Özön ’ün Edebiyat ve Tenkit Sözlüğü’ne, Ahmet Hamdi Tanpınar ’ın XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi , “Giriş Bölümü”ne, Ali Nihat Tarlan ’ın muhtelif şerh ve makalelerine; Halûk İpekten ’in, Fuzûlî, Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri ve Bazı Şiirlerinin Açıklamaları ’na; İskender Pala ’nın, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü ile “Mazmunun Mazmunu” Dergâh dergisi, Ocak 1993 adlı yazısına; Şahin Uçar ’ın Varlığın Mânâ ve Mazmunu ’na ve Ömer Faruk Akün ’ün T.Diy. Vak. İsl. Ans . Divan Edebiyatı maddesine bakılabilir. Adı geçen bu kaynaklardan birinde örneğin; “ Mazmun bir manayı açıkça değil; zımnen bazı işaretler ve alametler söyleyerek anlatma sanatı (dır)” tanımı yapılmaktadır. Bk. H.İpekten , age. s.114. Ancak ileride vereceğimiz bazı örnek beyitlerde H. İpekten ’in mazmunu benzetme yerine kullandığı da görülmektedir!...
[12] Ahmet Talat Onay , Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve İzahı, haz.Cemâl Kurnaz , T. Diy. Vak. Yay. Ank.1992
[13] age. Tahir Olgun , Tebrik ve Teşekkürler, Ön söz, 1943, s.LXV
[14] Nef’î Dîvânı , haz. Metin Akkuş , Akçağ Yay. Ank. 1993, s. 269
[15] age., s. 246
[16] Örneğin Cem Dilçin mazmunla ilgili olarak, “Divan edebiyatındaki mazmun (klişeleşmiş mecaz) ların çoğu açık istiare durumundadır.” demekte ve içinde açık istiare bulunan beyit örnekleri vermektedir. bk. Örneklerle Türk Şiir Bilgisi , TDK Yay., Ank.1983, s.412 vd.
[17] Bu konuda farklı görüşler de vardır. Örneğin İ.Pala , mazmunun bir edebi metinde, söz sanatlarına ihtiyaç duyulmaksızın var olabileceğine değinmektedir. bk. İskender Pala , “Mazmunun Mazmunu” Dergâh , Ocak 1993. Ancak, mazmunun şairin ustalığına dayanması, hüner gösterme ihtiyacıyla bağlantısı, onu başta benzetme ve mecaz olmak üzere edebi sanatlarla bağlantılı kılmaktadır. Edebi sanatların ilm-i belagatta bediî söz söylemenin gereği olduğu dikkate alındığında mazmunu söz sanatlarından ayrı düşünemeyiz. Öte yandan başka araştırmacıların da belirttiği gibi “divan şiirinde rastladığımız mazmunların bir kısmının kalıplaşmış açık istiareler” olduğu yolundaki görüşe biz de katılıyoruz (bk. Cem Dilçin , Örneklerle Türk Şiir Bilgisi , s. 412). Çünkü mazmunun şair tarafından bildirilmesi ve onu okuyucunun anlayabilmesi için şairin ve okuyucunun edebi kültürün kalıp anlatım yollarına ihtiyacı vardır. Açık istiarelerin bir kısmı ise divan şiirinin kalıp anlatım yollarındandır ve şair bikr-i mazmun arayışı içinde olsa da söz konusu kalıplaşmış açık istiarelerden mazmun kullanımında yararlanmıştır. Bunların arzu edilen ya da öncelikle beğenilen mazmunlar olmadığı düşünülebilir!...Ancak biz, söz konusu kalıp benzetmelerin mazmun olarak anlaşılmasını ve kullanımını gösteren verilmiş kesin bir örneğe rastlamamakla birlikte bu tür mazmun anlayışının kendi döneminde de var olduğunu sanıyoruz. Nitekim, Nedîm ve Tokatlı Kânî ’den verdiğimiz örnekler de bize bu durumu ima etmektedir.
[18] Halûk İpekten ; Fuzûlî, Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri ve Bazı Şiirlerinin Açıklamaları , Ank. 1973, s.161
[19] age., s.115
[20] age., s.108
[21] H.İpekten , Nâilî, Hayatı, Sanatı, Eserleri , Ank. 1991, s.80
[22] age.,s. 81
[23] H.İpekten , Fuzûlî, Hayatı, Edebi Kişiliği ve Bazı Şiirlerinin Açıklaması, Ank. 1991, s.115-116.
[24] H. İpekten , Şeyh Galib, Hayatı, Sanatı, Eserleri, Akçağ Yay., Ank., 1996, s. 102
[25] Aslında bu yazının ilk çıkışından sonra konuya ışık tutan yukarda değindiğimiz bazı yazılar yazıldı; değerli görüşler ortaya kondu. Ancak konunun önemi nedeniyle tekrar tekrar üzerinde durulabileceğine inandığımız için aynı dileği burada da tekrarlayoruz.
[26] Bâkî Dîvân ı, haz. Sabahattin Küçük, TDK Yay., Ank. 1994, s. 328
[27] age., s.329
[28] Mesîhî Dîvânı , haz. Mine Mengi , AKM Yay., Ank. 1995, s. 192
[29] Nedîm Dîvânı , haz.Abdülbâki Gölpınarlı , İst.1972,s.249
[30] age.s.267
Kaynak: Divan Şiiri Yazıları, 1.Baskı, Akçağ Yay., Ankara 2000, s.45-61
Dostları ilə paylaş: |