Müthiş var, yani nasıl rasyonel olan felsefe tasavvufla buluşmaya doğru meyl edebilir, ama tasavvuf aslında bunları ihate edebilen bir kabiliyyete haiz. Yani bir sultan var, sultan imparatorluğunun coğrafiyasından haberdar değil. Sultan imparatorluğunun coğrafiyasından haberdar olmadığı gibi, petrol yataklarının bulunduğu coğrafiyayı hiç tanımıyor. O yatakları gelip başkaları ordan açıyor ve onu emperyalist duygularla sömürüyorlar. Sultan hiç haberdar değil. Nereye kapanmışlar? Sarayın içine kapanmışlar, sarayın içinde dünyayı idare ettiklerini zannediyorlar, fakat sarayın bahçesinden dahi, bahçesindeki bitkilerden dahi haberleri yok, böyle bir enteresan, zavallı durum var. Neden bunu söylüyorum? Birey olarak, tek bir fert olarak tasavvufi yaşayış iç hali bu insana, o insana yetebilir, Ahmet`e, Mehmet`e , Kazım`a, Zehra`ya, Ayşe`ye yetebilir, ama bunu şimdi bir evrenselleştirme mecburiyyetimiz var, bu zenginliği topluma salma, ona yaygınlaştırma ihtiyacımız var. O zaman bunu neyle yapacaksınız. Kılıçla mı yapacaksınız? Hayır, aşikarlıkla yapıcaksınız. Yani bunu aydınlanmayla yapacaksınız. Bunun yolu felsefe. Ve felsefe girdiyi andan itibaren işin içine bakın neler çıkıyor. Dünya tefekkürünün, felsefesinin, cahan tefekkürünün uğraştığı fundamental temalar var. Özellikle ahlakta var, sonra sanatta var, sanat felsefesi açısından temalar var. Tasavvuf bu temalarla bir tanışmak durumundadır. Ya da siz ne düşünüyorsunuz, neyle meşgulsünüz, yani tasavvuf sarayının padişahı için söylüyorum, o atmosfer için. Yani bugün dünyanın küreselleşme gibi bir imkanı, fakat yine aynı kelimeyi kullanıcam, bugün dünyanın küreselleşme gibi felaket açabilen bir riski var. Tasavvuf küreselleşme karşısında ne söyleye bilir mesela. Yani bir ahlak olarak, mesela sizin ifade etdiğiniz çok önemli bir husus var, küreselleşmenin yaşandığı ve insanların tek biçimlendirildiği, tek şekillendirildiği bir dönemde insanın zenginliğini ona hatırlatmak bakımından, o insanın kendi iç yaşayışı itibariyle, içsel yaşayışı itibariyle bir tavrı var. Bu tavr, bir az evvel söyledim: “Ben kimim, nereye gidiyorum, insan olmak bakımından nasıl bir yol takip edicem, yaratılışla, dünyanın genel varlık alanıyla bireysel anlamda kendi varlığım arasında nasıl bir münasebet var ve bunlar nasıl bir birilerini tamamlıyorlar?” Tasavvuf bu problemden haberdar olsa, şimdi felsefe alemine katacak bir güzelliği var ve bundan dolayı da tasavvufun zenginleşeceyi bir nokta var, çünkü dönemiyle buluşmuş olacak, çünkü dönemin problematikleri ile buluşmuş olacak. Mesela, tasavvuf önemli bir sıkıntı yaşıyor bugün. Türkiyede bu sıkıntıyı görüyor ve onun için de tarikatleri sevmiyor, tarikatleri cephe alıyoruz. Bu şudur. Tarikat cemaatleşdiriyor, kötü manada cemaatleşdiriyor, yani tek tip düşünen diyoruz. Özgür düşünceye çıkamayan bilimle bütünleşen fakat hürr düşünceye çıkamayan bir yapısı var diyoruz. Bireyselliğini fark etmiyor, tasavvuf ekollerinden birine giremiyoruz. Kendini şeyhine bağlı kılan, bağımlı kılan, teslim eden diyoruz. Şimdi bu bir problem, bu tasavvufi yaşayış bakımından, dini yaşayışımız bakımından da problem, ama özellikle tam da dini yaşayımıza canlılık katıcak tasavvufun en baş problemi. Burda bir problem var. Diyoruz ki, tasavvuf cemaatler dolayısıyla insanı şahsiyetsizleştiriyor. Evet insanı şahsiyetsizleştiriyor. Diyoruz ki, tasavvufi ekoller, tasavvufi tarikatler cemaatleştirme dolayısıyla insanı şahsiyetsizleştiriyor, yani depersonalize ediyor. Bunun ekzestansiyel felsefe açısından fevkalade bir sıkıntısı var, çünkü söylediğiniz insanın kendinin keşfi ve inşası mümkün olmayacak. Şimdi tasavvufun bu şahsiyetsizleştirmesindeki nedeni de onun kendisini felsefileştirmemesinden kaynaklanıyor, çünki bir türlü algılıyamıyor nedir bu şey. Tam tersine, mesela, benim son çıkan “Etik ve Tasavvuf” kitabımda bunu ele aldık. Tabi tasavvuftan bir deyerlendirme gelmedi. Fakat Yunanlı biri, mesela çok güzel makale yazdı üzerine, yani enteresan bir etkisi oldu, ama bizde bir haraket uyandırmıyor henüz. Ben, – kusura bakmayın ben diyorum, bu zihniyeti benimseyen insan olarak, bunun bir ferdi olarak ben – bu ısrarla bunun üzerine gidiyorum. Eğer siz tasavvuftaki ben telakkisini adam gibi bir yere oturtamazsanız, “ben”i imha etmekten bahs ederseniz, klassik tasavvufta “ben”in imhası söz konusu. Kendini gerçekleşdirecek olan o insan hangi insan olur? Tam tersine, “kendini ortadan kaldır” mesajı veriyoruz. Kendini ortadan kaldır, yok et kendini. Benim hatta en yakın arkadaşım, tasavvufi tecrübeyi yaşadığını düşündüğümüz en yakın arkadaşlarımda bile bu var. Sen nasıl şahsiyeti düşünebilirsin, şahsaniyet olur, bir benlik davasına girmiş olur. Bir dakka, burda bir problem var, bu problemi bir ortaya koyalım. Şahsiyet problemi, bir benlik problemi var. Şu ben meselesini bir hall edelim, bir tayin edelim. Efendim, aşk geldi her şey bitti. Bitmesin aşk gelince her şey, aşk gelince her şey başlasın! Şevk gelsin, hayata bir şevkle atılalım. Öyle süklüm düklüm oturan bir derviş tipi çiziyoruz. Yok efendim böyle bir şey. O zamam III. Selim`in dervişliyinden nasıl bahs edicektik, reform yapıyor Osmanlı İmparatorluğu`nda. II. Mahmut`un dervişliyinden nasıl bahs ediceksiniz. Reform yapıyor. Koskoca Osmanlı İmparatorluğu`un başlatıcısı Osman Gazi şeyhi Edevali önünde diz çöker, fakat cihanı titreticek bir imparatorluğun şahsiyeti olarak ortaya çıkıyor. Yine cihanı titretmiş olan Timur gidiyor Moskova`ya kadar sonra Hazar`ın bu tarafından dolaşıyor, Anadolu`ya giriyor, Ankara savaşını 1402`de Beyazıt`la yapıyor, orda yeniyor, Arab yarımadasına iniyor, sonra Semerkan`da gidip orda vefat ediyor. Mezarını, kabrini görünce şaşkınlıkdan şaşkınlığa düştüm. Şurda zannediyorum onu, yok, ayak ucunda. Şeyhinin ayak ucunda. Bir mozolenin içine giriyorsunuz, o mozolenin içindeki ana mezara bakıyorsunuz. Koca Timur diye......., hayır Timur değil − şeyhi. Koca imparator ve büyük bilim adamı. Yani bu, şeyhine bağlı olmaklık, onun ayak ucunda yatmaklık demek ki, Timur`a Timur olmasını engellememiş. Bu çok önemli bir şey, yani bizim burada yanlış anladığımız bir şey var, bir hadise var, bunu doğru oturtamıyoruz, yani asıl söylemek istediğim şu. Etika yapacağız değilmi, etik yapacağız, ahlak felsefesi yapacağız, ahlak felsefesinin olabilmesi için temelde bir insan beynine ihtiyacımız var, yani özneye ihtiyacımız var, o özne bütün sorumluluğuyla bütün şuuruyla, bütün farkındalılığıyla orada olmalı ki, ben bir ahlak öznesinden bahs edeyim, ahlakı üzerine alan özgür bir insandan bahs etmiş olalım. Yoksa benim etikada ortaya koyduğum hareketi ortaya koya bilen o insanı ortadan kaldırıyorum. Benim kendi kendimin sahibi olmam gerekir, kendi kendimin bu manada efendisi olmam gerekir, yani kendime hükmedebiliyor olmam gerekir ki, tasavvufun felsefeyle buluşması, mesela, öyle bir “ben”i ortaya koymak açısından son derece önemlidir.