30- Yahudiler; “Uzeyr(*), Allah’ın oğludur,” dediler. Hristiyanlar da; “Mesih, Allah’ın oğludur,” dediler. Bunlar, ağızlarıyla söyledikleri laflardan ibarettir... Onların bu sözleri, daha önce kafir olanların sözlerine benzer. Allah, onların canını alsın! Nasıl sağa sola yalpalanıyorlar.
31- Hahamlarını, papazlarını ve Meryemoğlu Mesihi Allah’tan başka rabler edindiler. Halbuki onlara, tek bir ilâha ibadet etmekten başka bir emir gelmemişti. O’ndan başka ilah yoktur. O, müşriklerin eş koşmalarından münezzeh ve yücedir.
32- Onlar, ağızları ile Allah’ın nurunu söndürmek isterler. Halbuki kafirler istemese de, Allah nurunu tamamlamaktan başka bir şeye razı değildir.
33- Müşrikler istemese de, bütün dinlere üstün getirmek üzere elçisini doğru inanç ve hak din (hukuk dini) ile gönderen O Allah’tır.
34- Ey iman edenler! Haham ve ruhbanların çoğu, haksız bir yolla insanların mallarını yerler ve insanları Allah yolundan engellerler. Artık altın ve gümüş stok edenler ve Allah yolunda harcamayanları elem verici bir azap ile müjdele!
35- O gün Cehennem ateşinde o stoklar ısıtılır, yüzleri, yanları ve sırtları o stoklarla dağlanır. İşte kendiniz için stok ettikleriniz bunlardır. Artık bu stoklamanızın cezasını tadın!
30- Evet, Yahudilerden bir grup, “Uzeyr, Allah’ın oğludur”, dediler. Hristiyanlardan bir grup da (1) “Mesih, Allah’ın oğludur” dediler. Bu iddialar, kuru bir laftan başka bir değere dayanmıyor. Daha önceki ilkel felsefelerin tabiatperest sözlerini taklit ediyorlar. Kahrolsunlar, nasıl da saptırılıyorlar. (Yani zihnen geri kaldıklarından bir derece Allah’ın kahrını ve gazabını celbediyorlar.)
31- Bir not: “Evet Tevrat ve İncil tek bir Allah’a inanmayı emrettikleri halde bu gruplar bu şekilde gerilemişlerdir. İlim ve din dışına çıkmışlardır. Çünkü kâinatta, maddî bir şeyi tanrı olarak kabul etmek için hiçbir delil yoktur.”
32-33- İşte bu şekilde dengesiz giden; maddeyi, dünyayı, kanun diktasını esas alanlar, istiyorlar ki, kainatı aydınlatan, onu dengeye koyan Kur’an nurunu ağızlarıyla (propaganda ve medya kuvvetleriyle) söndürsünler. Fakat (Allah, o doğal dengeye o kadar acaip bir kuvvet vermiş ki) dinsizleşmiş bir kısım Yahudi patronları ve maddeci feylesoflar istemese dahi, Allah o nurunu tamamlayacaktır.
Çünkü, normal sosyal ve psikolojik hiçbir sebep yokken bedevî bir toplumdan ümmî bir insanı, kendisine elçi olarak, doğru bir rehberlik ve hak yasalarla gönderen yalnızca Allah’tır. İşte böyle olağanüstü bir durumu yaratan Allah; (inanç konusunda şirke girmiş) bir kısım Hristiyanlar veya Allah’a inanıp da İslâm pratiklerini benimsemeyen bir kısım müşrik nefisperestler istemese dahi, Allah o dini bütün dinlerden üstün kılacaktır.
Not: İslam nurunu, aydınlığını engelleyenler, ya bazı ateistler veya madde ve paradan başka bir değer taşımayan bazı Yahudi sermaye kartelleridir ki, insanlığın aydınlanmasını istemiyorlar; çünkü insanlık aydınlanırsa o maddeci felsefenin ve sömürücü düzenin içyüzü anlaşılacaktır.
İslâm şeriatını ve pratiğe ilişkin kanunlarını istemeyenler ise; ya bir kısım mutaassıb, müşrik Hristiyanlardır veya Allah’a inandıkları halde kanun koyuculukta başka kaynakları kabul eden, nefis ve hevalarına göre yaşamak isteyen bir kısım müşrik zihniyetlilerdir. İşte Kur’an bu gruplara işareten sekizinci ayette: “Kafirler istemese dahi...”, dokuzuncu ayette “Müşrikler istemese dahi... Allah nurunu tamamlayacaktır, din ve düzenini üstün kılacaktır” diyor.
34, 35- Bir not: Demek bir kısım ehl-i kitabın papaz ve hahamlarını kutsal ve yasa kaynağı olarak kabul etmelerinin ve bunların İslâm dinine karşı koymalarının asıl sebebi ekonomiktir. Nefsanî davranmaktır, gerilemektir. Onun için şiddetli bir cezayı hak ediyorlar.
35- Bir not: Bu ayette öncelikle üç şeye dikkat çekilmiştir. Çünkü insan, mal ve altını ya sosyal hayatta başarının belgesi olarak aklanmak için ister. Veya onunla rahat etmek ister. Veyahut ona güvenip bel bağlamak ister.
İşte aklanma isteklerine karşı, o cehennemde alınları dağlanacak, alınları ak olmadığı anlaşılacak.
O mal ile rahat edip yan yattıkları için de yanları dağlanacaktır.
Ve bel bağlayıp güvendikleri o altınlarla belleri dağlanacak.
Bu şekilde nefisleri ders almış olacak... Çünkü nefis ancak tecrübeden ders alır.
36- Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı gün, Allah katında, Allah kitabında ayların sayısı on iki aydır. Onlardan dördü yasak aylardır. Doğru din (ve yasa) budur. O aylarda kimseye zulmetmeyin. Fakat müşrikler topyekün sizinle savaştıkları gibi, siz de onlarla topyekün savaşın. Ve bilin ki Allah sakınanlarla beraberdir.
36- Allah’ın, dünyayı ve güneş sistemini yarattığı ilk dönemden beri, Allah’ın yasasında (kurduğu sistemde) sene 12 aydır. (Bu doğal bir gerçektir,) Bu ayların dördü saygın ve yasak aylardır. Bu aylarda savaşmak yasaktır. İşte İslâmiyet senenin maddî düzenini kabul etmekle ve bunların bir kısmının manevî aylar olduğunu söylemekle, hem maddî düzeni hem manevî düzeni kabul ettiği anlaşılıyor.
İşte eğer insanlar, takvime uymazlarsa veya o dört ayın saygınlığını kabul etmezlerse, kendilerine zulmetmiş olurlar. Yani hem maddeten hem manen ölçüsüzlüğe girmiş olurlar.
Fakat, eğer, hiçbir maddî veya manevî değere dayanmayanlar, bu aylarda topyekün sizinle savaşırlarsa, siz de onlarla topyekün savaşın. Ve bilin ki, Allah, sorumluluk duygusunu taşıyanlarla beraberdir. Daima onları başarılı kılar.
Bu ayette beş önemli nokta var:
1) Varlıkların maddî yönleri olduğu gibi, o maddî yönlerinin manevî âlemde de yansımaları, görüntüleri ve ideleri bir gerçektir. Yani manevî âlem bir program ise, maddî âlem onun ekranı sayılır.
2) 12 ve 4 sayıları, kâinatta temel bir yaratılış formudur. Bakınız Bakara 257. ayet.
3) İslâm Dini kayyım (doğru ve dengeli) bir dindir. Gökleri ve yeri, savaş ve barışı, didinme ve istirahatı öngörüyor.
4) Zaman kavramından söz eden bu ayet, 9. surenin 36. ayetidir. Hem 9 hem 9’un 4 katı olan 36 sayıları zamanın çevrimsel dönemlerinin belli periyotlarıdırlar.
Bakınız, Rum suresinin tefsiri.
5) Maalesef bazı İslâm alimleri, dinin evrensel bir yasası olan bu yasak ayları kanunen neshettirip önemli bir gerçeği görmezlikten gelmişlerdir. Halbuki hac aylarında savaş olmamalı, senede dört ay da olsa, dünya bir barış ve huzur zemini olmalı. Ki insanlar, geçinmek ve başka ihtiyaçları için zaman bulabilsinler.
37- (Haram aylardaki sırayı değiştirmek) ve ertelemek, ancak küfürde ileri gitmektir. O kafirler onunla saptırılırlar. Onlar belli bir ayı bir sene helal sayarlar, başka bir sene aynı ayı haram sayarlar. Ki Allah’ın haram kıldığı ayların sayısına eşit gelsin. Böylece Allah’ın haram kıldığını helal sayarlar. Çirkin işleri onlara güzel gösterildi. İşte Allah, (bile bile) kafir olan bir toplumu doğru yola iletmez.
38- Ey iman edenler! Ne oldu size? “Allah yolunda akın edin” denildiğinde yere çakılıp kaldınız. Siz, ahiret yerine dünya hayatına mı razı oldunuz? Ahiret yanında, dünya hayatının faydası çok az bir yaşamdan başka bir şey değildir.
37- ayetle ilgili notlar:
1) Takvimle oynamak, doğal düzeni bozmak, insanı daha çok küfür bataklığına batırır.
2) Böyle bir yanlışı işlerken, siyaset ve menfaat için yaptıklarından, nefislerine hoş görünüyor.
3) Fakat Allah, hiçbir kutsal değere dayanmayanları hedeflerine vardırmaz, onları muvaffak etmez.
Ayette geçen “Allah onları doğru yola iletmez” meâlindeki cümle, “Allah onları hedeflerine vardırmaz. Dolayısıyla onları muvaffak etmez” demektir. Kur’an’ın bir çok yerinde bu kip bu manaya geliyor... Evet İslâm âleminden kimi, takvimi sekülerize ediyor, kimi onunla oynayıp işi siyasete alet ediyor. Onun için başarılı olamıyorlar.
38- İşte ey gerçek bir şekilde iman eden cemaat, madem durum budur, siz bu imanî değerlerle, Allah yolunda hakkı ile cihad edin. Ki İslâm âlemi bu çöküntüden kurtulsun. İşte dikkat edin, cihadın önündeki engellere takılmayın.
İkinci olarak, nefsin binbir şekli, binbir sureti, binbir çıkış yolu, binbir hile ve tuzak yolu olan münafıklık ve yalancılık engelleriyle karşılaşacaksınız. Bu engelleri aşmak için imtihan edileceksiniz... Kâinatın gelişmesinde, yolunuz üzerinde en büyük şeytan münafıklıktır. Çünkü yeri belli değil, ismi belli değil, ne yapacağı belli değildir. Hiçbir müsbet tarafı yokken gizli bir zehir gibi, her şeyi, kâinatın mayası olan doğallığı ve samimiyeti bozar.
İşte bunun için yalnız bu surede yüze yakın ayet bu tehlikeye dikkati çekiyor, başka hiçbir yorum istemeyecek kadar bu tehlike üzerinde duruluyor. İnşaallah psikologlar, “Münafıklık Psikolojisi” başlığı altında Kur’an ayetlerinden önemli ipuçları çıkartırlar.
“İşte ey iman gibi yüce değerlere bağlananlar! Size, sizi Allah’a, yüceliğe götürecek yolda yürüyün, denildiğinde yere (toprağa) saplanıp kalmanız, size ne kazandırdı, ne oldu size! Yoksa ahireti bırakıp geçici dünya hayatına mı razı oldunuz! Kesinkes bilin ki, geçici dünya hayatı, ebedî ahiret hayatı yanında çok basit bir yaşamdır.
39- Eğer akın etmezseniz, Allah size elem verici bir azap verir. Başka bir kavim ile sizi değiştirir. Siz Allah’a asla zarar veremezsiniz. Çünkü Allah, her şeye gücü yetendir.
40- Eğer siz ona yardım etmezseniz, şüphesiz Allah ona yardım etti. Hani o kafirler, onu iki (kişi)(*)nin ikincisi olarak yurdundan çıkardıkları zaman; onlar mağarada iken arkadaşına; “Üzülme, Allah bizimle beraberdir” dediği zaman, Allah onun üzerine sükun ve huzur halini indirdi, görmediğiniz askerlerle onu teyid etti. O kafirlerin çağrısını alçak bıraktı. Allah’ın çağrısı ise en yüce olandır. Çünkü Allah, güçlü, izzet sahibi ve her şeyi yerli yerinde yapandır.
41- Gerek hafif, gerek ağır, (herhalde ve her şartta) akın edin. Allah yolunda mallarınız ve canlarınız ile cihad edin. Eğer biliyorsanız, bu sizin için daha yararlıdır.
39- Bir not: Allah yolunda, yüce değerler uğruna yürümeyen, savaşmayan toplumlar, acıklı bir azaba (yani dengesizliğe ve anarşiye) düçar olurlar. Ve yerlerini başka milletlere bırakmak zorunda kalırlar. Ve Allah’ın bu evrensel değişim yasalarına karşı da hiçbir çare bulamazlar. Evet Allah sonsuz kudret sahibidir. Hiçbir şey O’na karşı koyamaz.
40- Demek ilâhî irade bir ruh gibidir; Kendisini kabul etmeyen toplumları ifraz ve ihraç edip kendisine yeni görevliler ve askerler bulur; insanlardan bulmazsa da, meleklerden ve görünmedik yaratıklardan bulur. O emir ve iradeye, yani o vahy ve düzene Mekkeliler sahip çıkmayınca, Allah onu Medinelilere emanet bıraktı. Evet göklerin ve yerin askerleri Allah’ındır.
41- Madem durum budur, toplum seviyeniz ne olursa olsun, hafif ve ağır vasıtalarla yürüyün, girişimde bulunun. Mallarınız ve canlarınızla (maddî ve manevî imkanlarla) Allah’a giden yolda gayret ve cihad edin. Eğer kâinattaki evrensel yasaları biliyorsanız, bu cihad yasasına tabi olmanızın sizin için daha yararlı olduğunu bilirsiniz.
42- Eğer kolay elde edilir bir ganimet ve orta mesafeli bir yolculuk olsaydı, (o münafıklar) sana tabi olacaklardı. Fakat o uzun ve zor mesafe onlara uzak geldi. “Eğer gücümüz yetseydi, sizinle beraber çıkardık” diye yemin edeceklerdir. (Böyle yapmakla) kendilerini helak ediyorlar. Çünkü Allah onların yalancı olduklarını biliyor.
43- Allah seni affetsin! Doğrular ortaya çıkmadan (anlaşılmadan,) yalancıları tanımadan neden onlara izin verdin?
44- Allah’a ve ahiret gününe inananlar, mallarıyla ve canlarıyla cihad etmemek için, senden izin istemezler. Şüphesiz Allah, kendi emirlerine riayet edenleri bilir.
45- Ancak öyle kişiler senden izin isterler ki, onlar Allah’a ve ahiret gününe inanmazlar, kalbleri şüphelenmiştir. Onlar o şüpheleri içinde bocalamaktadırlar.
46- Eğer savaşa çıkmayı isteselerdi, savaş için bir şeyler hazırlayacaklardı. Fakat Allah, onların ayağa kalkmalarını (teşebbüs etmelerini) istemedi, onları vazgeçirtti. Ve onlara, “Geriye kalanlarla beraber siz de oturun” denildi.
42- Fakat nefis ve nefsin temel bir davranışı olan münafıklığa sahip olan kişiler, bu yüce soyut değerleri göremedikleri için daima çıkar ve faydalarını düşünüyorlar. İşte onlar, bu savaş eğer kısa vadeli bir fayda getirmiş olsaydı, sana tabi olacaklardı. Fakat iş uzayınca, zorluk görününce savunma psikolojisine girdiler, uyduruk senaryolar çizdiler. Gerçekten, ve gerçek gelişme ve kalkınmadan koptular, kendilerini helak ettiler.
43- İşte durum bu olduğu için, sen, o savaşta onlara geri dönme izni vermeyecektin ki, Allah’ın imtihan etme gereği ve hak ile bâtılı birbirinden ayırma gayesi gerçekleşseydi.
44- Evet, hakiki müminler, kaçmak için senden izin istemezler. Onlar bu cihad görevinin yüce değerlere dayandığını bilirler. Ve onlar sorumluluk duygusuna sahiptirler. Allah’ın kendilerini bildiğini bilirler.
45- Gerçek olarak inanmayan, ve şüpheler içinde bunalan ve med-cezir gibi ruhları çarpıntı içinde kıvrananlar, kaçmak için izin isteyecekler.
46- Evet, eğer onlar, samimi olsalardı, şimdiye kadar bir hazırlıkları olurdu. Fakat Allah, böyle kof ve değersiz insanların teşebbüste bulunmalarını istemedi, onları size katılmaktan vazgeçirtti ve güçsüzlerle beraber, güçsüz olarak oturun, denildi... Çünkü:
47- Eğer sizinle beraber çıksalardı, bozgunculuktan başka bir katkıları olmazdı. Başınıza fitne (bozgunculuk) gelmesini isteyerek (adamlarını) aranıza sokacaklardı. Nitekim içinizden onlara kulak verenler vardı.(*) Şüphesiz Allah, zalimleri çok iyi biliyor.
48- Andolsun! Onlar daha önce de başınıza bir bozgun gelmesini istediler. Senin için işler çevirdiler. Nihayet onlar istemedikleri halde hak zafer geldi, Allah’ın emri üstün çıktı.
49- Onlardan bazıları var: “Bana izin ver, beni fitneye sokma,” derler. İşte gerçekten, onlar asıl fitneye düşmüşlerdir. Ve şüphesiz Cehennem, kafirleri kuşatmıştır.
50- Sana bir iyilik geldiğinde, onların zoruna gider. Eğer başına bir kötülük gelse; “Biz, daha önce tedbirimizi aldık” der ve sevinerek sırt çevirip giderler.
51- De ki: “Allah’ın bizim için yazdığından başka başımıza bir şey gelmez. O sahibimizdir. Ve gerçek müminler yalnızca Allah’a tevekkül etmelidirler.”
47- Eğer sizinle beraber çıksalardı, bozgunculuktan başka bir katkıları olmazdı. Başınıza fitne (bozgunculuk) gelmesini isteyerek (adamlarını) aranıza sokacaklardı. Nitekim içinizden onlara kulak verenler vardı. Şüphesiz Allah, zalimleri çok iyi biliyor.
48- Evet bu şekilde ruhen ve kalben parçalanmış olanlar daha önce de toplumun dağılmasını, yüce değerlerden kopmasını istemişlerdi, binbir fitne çevirmişlerdi. Her alanda tuzaklar kurmuşlardı. Fakat sonuçta onlar istemedikleri ve tiksindikleri halde, hak ve hukuk düzeni geldi. Allah’ın emri (şeriatı) hakim oldu.
Zarif bir tevafuk! “Ta Hakk gelinceye kadar...” meâlindeki cümle 10 harftir. Evet, Medine münafıklarının tuzaklarına rağmen, Allah’ın düzeni Medine’de 10 sene içinde açıkça hakim oldu.
49- Onlardan bazıları da tarafsız kalıp “Bana izin ver, beni fitneye (bela ve musibete) atma”, diyorlar. Fakat iyi bilsinler ki, Allah’ın düzeni dışında kalmakla asıl fitne ve musibete düşüyorlar. Çünkü cehennem kafirleri kuşatmıştır. [İman ve din cenneti dışında olanlar her tarafı yakan manevî radyasyon ateşiyle kuşatılmışlar. Onların kalblerinin içinde dahi saklı bir cehennem yatıyor.]
50- Evet onlar, ileri görüşlülüğü, ebedî duyguları, imanı bırakmakla, günü birlik yaşamaktan dolayı insanlıktan çıkmışlar. Öyle ki sana bir iyilik gelse, zorlarına gider. Eğer başına bir kötülük gelse; “Zaten biz daha önce tedbirimizi almıştık” der ve sevinerek sıvışırlar.
51- Fakat, sen vahy diliyle de ki: Allah’ın bize (lehimize) yazdığından başka hiçbir şey başımıza gelmez. O bizim sahibimizdir. O’nun için; inananlar, yalnızca Allah’a güvensinler.
52- De ki: “Siz, bizim için iki güzellikten (şehitlik ve gazilikten) başka bir şey beklemiyorsunuz herhalde! Biz de bekliyoruz ki Allah size bir azap versin, ya kendi katından veya bizim elimizle. Bekleyin! Biz de sizinle beraber bekleyenlerdeniz.”
53- De ki: “İster isteyerek, ister kerhen sadaka verin; o sizden asla kabul edilmeyecektir. Çünkü siz fâsık (ilâhî yasaları çiğneyen) bir kavimsiniz.”
54- Sadaka ve harcamalarının onlardan kabul edilmesini engelleyen şey, onların Allah’ı ve Resulünü inkâr etmeleri ve namaza ancak tenbelce gelmeleri ve istemeyerek harcama yapmalarıdır.
55- Onların ne malları, ne de evlatları gözünüzü kamaştırmasın. Muhakkak Allah, bu dünya hayatında o mal ve evlat ile onlara azap vermek istiyor. Ve onlar kafir olarak (hiçbir uhrevî değeri kabul etmedikleri ve mahrum oldukları bir halde) can çekişeceklerdir.
56- Onlar, sizden olduklarına dair yemin ederler. Onlar sizden değiller. Fakat onlar korkak bir toplulukturlar.
57- Şayet onlar, bir sığınak veya mağaralar veya bir delik bulsalar, at koşarcasına, sırt çevirip kaçacaklardı.
58- Onlardan bazıları, senin zekatı ve sadakaları dağıtmana dil uzatırlar. Eğer onlara o zekat ve sadakadan verilse razı olurlar, eğer bir şey verilmezse, işte o zaman kızgınlaşırlar.
52- Evet de ki: Siz bizim için, iki güzellikten başka bir şey beklemiyorsunuz. (Ya şehit ya gazi olmak). Biz ise, bekliyoruz ki, Allah, gayb âleminden veya bizim elimizle gelen bir azap ile sizi cezalandırsın. İşte bekleyin, biz de sizinle beraber bekliyoruz. [Bilin ki, dünya imtihan dünyasıdır.]
53- De ki:“Evet her hâlükârda siz kaybediyorsunuz... İster isteyerek, ister zorla harcamalar yapın, bu sizden kabul edilmeyecektir. Çünkü siz yasal yaşamayan bir toplumsunuz.
54-55- Meale bakınız.
[İşte en büyük musibet ve zarar budur: kâfir olarak; yani hiçbir uhrevî değer kabul etmediği ve onlardan mahrum olduğu bir halde ölmek.]
56- Kendilerinin, sizin gibi toplumun temel birer vatandaşı olduklarını yeminle, belge ile isbat etmeye çalışırlar. Fakat böyle parçalanmış kişiler sizden olamazlar. Onlar, ancak bölücülük yapan bir toplumdurlar. [Çünkü toplumun refleksleriyle hareket etmiyorlar.]
57- Bir sorun olduğunda eğer bir sığınak veya dağ başında mağaralar veya başka bir çıkar kapısı bulurlarsa hemen hayvanların kaçtığı gibi, o sorunun olduğu yerden kaçarlar.
58- Onların tek bildiği şey menfaattir. Evet onlar, sırf menfaat için, dinî değerlerini bırakıp Batıya yöneliyorlar, sığınıyorlar. Veya karadelikler gibi olan dolandırıcılık mesleğini yapıyorlar. Sonsuz bir felâket kapısına başvuruyorlar. Çok yazık!...
59- Keşke onlar, Allah’ın ve Resulünün verdiklerine razı olsalardı! “Allah bize yeter, Allah ve Resulü bize ikram ve ihsanda bulunacaklardır. Biz Allah’ı istiyoruz” deselerdi!
60- Zekat ancak; fakirlerin, miskinlerin, onda çalışan memurların, kalbleri (İslam’a) ısındırılacakların, (azad edilecek) kölelerin, borçluların, cihad edenlerin ve yolda kalanlarındır. Bu, Allah’tan bir tayin ve taksimdir. Şüphesiz Allah, her şeyi bilen ve her şeyi yerli yerinde yapandır.
61- Onlardan bazıları da Peygambere eziyet ederler. Ve: “O, bir kulaktır” derler. De ki: “O, sizin için iyilik kulağıdır. Allah’a inanır, Müminlere itimadı vardır, sizden inananlar için bir rahmettir.” Ve Allah’ın elçisine eziyet edenler için elem verici bir azap vardır.
62- Sizi razı etmek için Allah’a yemin ederler. Halbuki Allah ve Resulü razı edilmeye daha layıktırlar. Eğer (onlar Allah’a ve Resulüne) inanıyorlarsa...
63- Bilmediler mi? Allah’a ve Resulüne karşı gelenlere ebedî olarak Cehennem ateşi vardır. İşte, en büyük perişaniyet budur.
59- Keşke Allah’ın ve İslâm coğrafyasının doğal olarak onlara verdikleriyle yetinselerdi. “Allah fazlından ve İslâm âlemi kaynaklarından bize verecektir. Vermese dahi Allah, (yüce ebedî değerler), bize yeter. Biz asıl olarak onu istiyoruz”, deselerdi!
60- Evet, vergileri, kredileri, zekatları yemek (böyle diyenlerin hakkı değildir). Bu kaynaklar ancak, bu sekiz gruba aittir.
61- Evet, o münafıklardan öyle elebaşları var ki, Müslümanların önderlerini saf sayıp, “Biz ne desek onlar kabul ederler. Onlar pasif insanlardır,” diyorlar. De ki evet, onlar pasiftirler, fakat toplum yararı için, fitne ve fesat olmaması için böyledirler. Onlar, Allah’ın temel yüce değerlerine inanırlar, toplumun selameti için her ferdi mümin kabul ederler ve iman ile gelişmek isteyenler için birer manevî dinamiktirler. İşte bütün bu gerçeklere rağmen İslâm âlemini aldatmak isteyenlere ve Müslümanlara eziyet edenlere acıklı bir azap olacaktır.
62- Sizi razı etmek için, yüce değerlere, Allah’a bağlı olduklarını ispat etmeye çalışırlar... Fakat eğer gerçekten inanmışlarsa, Allah’ı (evrensel adalet yasalarını) ve Resulünü (İslamî prensipleri) razı etmeleri (yani onlara uymaları) daha önemliydi. Demek imanları sahtedir.
63- Onlar, geçmişe bakıp görmüyorlar mı? Böyle ilâhî adalete, İslâmî yasalara karşı gelenlerin sonu ebedî bir cehennem ve felaket olmuş. İşte en büyük zarar ve düşüş budur!
64- Münafıklar, kendileri için kalblerindekini haber verecek bir sure indirilmesinden çekiniyorlar. De ki: “Alay etmenize devam edin! Şüphesiz Allah, o çekindiğiniz durumları açığa vuracaktır.”
65- Eğer onlara sorarsan; “Biz ancak dalıp oynuyorduk” diyecekler. De ki: “Allah ile, ayetleriyle, Peygamberi ile mi alay ediyorsunuz?”
66- Özür beyan etmeyin, kesinlikle, inandıktan sonra kafir oldunuz. Eğer bir grubunuzu affetsek de, bir grubunuzu da suçlu, azgın oldukları için cezalandıracağız.
67- Münafık erkekler ve münafık kadınlar, birbirlerindendirler. Kötülüğü emreder, insanları iyilikten sakındırırlar, ellerini sıkı tutarlar. Allah’ı unuttular, Allah da onları unuttu (terketti.) Şüphesiz münafıklar, (ilahî) yasaları çiğneyenlerin ta kendileridir.
68- Allah, münafık erkeklere, münafık kadınlara ve kafirlere ebedî olan Cehennem ateşini va’detmiştir. Orası onların payı olarak onlara yeter ve Allah, onları rahmetinden mahrum bırakmıştır. Ve ayrıca onlar için, içinde oldukları daimi bir azap vardır.
69- Sizden önceki toplumlar gibi... Kuvvet yönünden sizden daha şiddetli, mal ve evlat yönünden daha bollukta idiler. Hayattan kendilerine düşen payla yaşadılar. Siz de onların yaşadığı gibi, payınızla yaşadınız, onların daldığı gibi siz de daldınız. İşte onların bütün yaptıkları, dünya ve ahirette boşa çıktı. Ve asıl zarar edenler onlardır.
64-66- Münafıklar böyle fıtratlarını parçalamakla, deve kuşu gibi olup anlık duygularla yaşıyorlar, gerçekleri gördükleri halde onu hafife alıyorlar... Maymun ruhlu olup oynayıp duruyorlar. Fakat eğer biz halk kitlelerini onlardan kurtarmak için bir kısmını bağışlasak da, elebaşlarına şiddetli bir ceza vereceğiz.
67- Çünkü münafıklık sâri bir zehir; bulaşıcı bir hastalık gibi olup, bütün toplumsal değer ve bağları tahrip ediyor.
68- İşte onun için, Allah, o münafıkların erkeklerine ve dişilerine (farklı fonksiyonları olduğu için hem erkek, hem dişi zikredilmiş) ve kafirlere (dişi, erkek fark etmeden) hepsine (daimi bir cehennem ateşini vadetmiştir.) O, onlara yeter. Bu dünyada dahi onlar Allah’ın rahmetinden mahrumdurlar. Çünkü zaman üstü (mukim) ebe-dî/ezelî bir azap başlarına yağıyor.
69- Evet münafıklık ve küfür, bütün hayat sermayesini bu daracık dünyada çürütüp bitirmekten ibaret bir hayat felsefesidir. İşte ey böyle yaşayanlar, sizden önce, sizden daha güçlü sağlıklı nesiller geldi, dünyayı daha çok imar ettiler, daha çok doğurdular. Bütün sermayelerini bu dünya hayatı içinde bitirip yaşadılar. Siz de onları taklit edip bütün sermayenizi bitirdiniz, onların gaflet ve sarhoşluğu gibi, gaflet ve sarhoşluğa daldınız. Dünya bir bataklık ve mezbele oldu. Evet, böylelerinin yaptıkları işler, dünyada da, ahirette de boşa çıkar, çürük çıkar. Ve gerçek zarar edenler, böyle bütün sermayesini bu daracık, fani dünyada harcayanlardır.
Dostları ilə paylaş: |