Âyet 33’ün Kelimeleri
“(İşte bu iki adam, her yönüyle eşit imkanlara sahiptiler,) çünkü bu iki cennet (bağ) bütün ürünlerini verdiler, ve o konuda hiç bir tarafa dengesizlikle zulmetmediler.”
Ayrıca aralarında bir nehir (bol sonsuz bilgi ve imkân) var olduğundan, o iki adamdan her biri istediğini geliştirebilirdi. Biri mânevi bağını geliştirdi. Diğeri maddî bağını...
Âyet 34’ün Kelimeleri
“Ve bu tercihin sonucu birisinin çok mal ve meyvesi oldu. Arkadaşıyla karşılıklı bilinç teâtisinde Ona dedi ki: ‘Ben malca senden daha bol imkânlara sahibim. Ve nüfusça ve askerce daha güçlü ve daha çoğum.’”
[Yani bu ikinci adam, niceliği, maddeyi, çokluğu ve maddî sayıları ve maddî gücü sevdi ve onunla arkadaşının izzetini kırdı.]
Âyette geçen “Eazzu” “Ben senden daha azizim (güçlüyüm)” manasına geldiği gibi, “Daha şerefli ve üstünüm” manasına da gelir. Bir kıraatte “Eaddu” okunup “Ben neferce daha çok kişiye sahibim” manasına da gelir. Her iki kıraatte de bu adamın, maddî gücü, maddî niceliği ve sayıları sevdiğini ve onlara taptığını, onun nazarında tek geçerli değer somut veriler olduğunu söylemiş oluyor.
Âyette geçen “Nefer” asker, ordu, savaş ve nüfus manalarına gelir.
35- “İşte o adam, tamamıyla niceliği seçtiğinden maddî cennetine (bağına) girdi. Ve o böyle yapmakla dengesizlik yaptığından, saf bilinç olan benliğine (nefsine) zulmederek böyle yaptı. Dedi ki: ‘Ben bu bağın asla değişeceğini sanmam.’”
36- “Ve ben kıyâmetin de kopacağını sanmam. Farz-ı muhal eğer Rabbime döndürülsem de, bu dünyevî cennetten daha yararlı bir değişim ve inkılabı bulurum.”
37- Sâhibi (arkadaşı) interaktif olarak onunla konuşarak ona dedi ki: ‘Sen, seni topraktan bir ben yapan, sonra bir spermden (meniden) (o ben’i geliştirerek) yaratan, sonra, erkek (bilinçli, güçlü, sağlıklı bir varlık) olarak seni düzenleyen O Sonsuz Ben’i (Ellezî’yi) nasıl görmezsin!’”
Âyet 35’in Kelimeleri
“Ve o maddî cennetine girdi.” (Yani maddî imkânlar, onu yuttu.)
“Nefsine zulmederek...” (Yani tek taraflı gittiği için dengesizliğe sebep oldu, neticede zulmetti.)
“Dedi ki:” (Yani onların bilinci artık sadece bir söz olarak kalır.)
“Zannetmem...” (Yani onların bilinci kısır bir kuruntudan ibaret kalır.)
“Bunun ebedî olarak değişeceğini sanmam!” (Yani onların bilgileri maddîdir, sınırlıdır, ebediyete inansalar bile kâinatın sonsuz mânevi bilincini ve bu bilince göre sürekli olan değişikliğini bilmiyorlar.)
Âyet 36’nın Kelimeleri
Ve onlar bu sonsuz bilinci bilmedikleri için, sonsuz ilim ve irade ve güç isteyen kıyâmetin kopacağını da sanmıyorlar. (Bunlar deist olduklarından) “Rabbime (zorla) döndürülsem de daha güzel bir devrim (inkılap) bulurum” derler.
[Târihen ve sosyolojik olarak sâbittir ki, maddî devrimler ve inkılaplar, tek taraflı gittiklerinden, daima yıkıcı ve tahripkâr olurlar, ve insanın sonsuz bilinç içeren iç dünyasına ve ailevî yapısına zehir oluyorlar.]
Âyet 37’nin Kelimeleri
“Arkadaşı onun için dedi:” Yani o kâfir arkadaşın demesi bir illet, bir fayda içermediği halde bu mümin kişinin demesi, bir fayda, bir gaye içerir.
“Arakadaşı”: Arkadaşlık bir bilinç, bir kollektif kişiliği gösterir. Ve eğer arkadaşlardan biri, bu gerçeğe aykırı davranırsa o bilinç, o kişilik, yıkılır, zulmedilmiş olur.
“Muhâvere”: Karşılıklı, interaktif konuşma halidir. Bu tarz konuşma, bilinç halinin diyalektiğini, aktivitesini ve sağlıklı yapısını gösterir. Ondan dolayı, iki taraf için de “ muhavere ” kelimesi kullanılmıştır.
“Küfür”: Negatiflik, bilgisizlik, görmemezlik ve inkâr demektir.
“Ellezî”: Belirgin kişilik ve özellikli bilinç ve benlik demektir.
“Halk” (Yaratma): Özel dosyalama, form verme ve bilinçli ekolojik şekil demektir.
“Toprak” ve toprak elementleri bilinci aktarmak ve bilinçli bir DNA oluşturmak için çok önemli ve bilinçli bir hazırlıktır. İnsan, topraktan gelen yiyeceklerle oluşan sperm DNA’ sından ve döllenmiş halinden sonra, artık tam bir bilinç ve kişilik sahibidir. Rubûbiyeti kabul eden, doğal bir mükelleftir. Onun için:
“Sonra seni adam olarak düzenledi”: İnsanın, döllenmeden sonraki bütün gelişmeleri ve bilinç oluşumu bir nevi düzenleme, süsleme ve tamamlamadır, diye bizim çevre bilincimizin, sonsuz bilinç ile düzenlendiğini gösteriyor. Ve çocuk aldırmanın câiz olmadığına işaret ediyor. (A’raf; 172)
38- “Lâkin ben ise, Allah’tır benim Rabbim, derim. Ve Rabbime hiç bir bilinç sahibini (Ehad’i) ortak koşmam.”
Âyette “Lâkinne” okunan lafız “Lâkin ene” “Fakat Ben” şeklindedir. Müfessirler bunda müttefiktirler. Hat olarak da öyle yazılmış. Fakat hiffet için “Lâkinne” okunmuştur. Diğer kıraatler yine “Lakin ene” olarak okumuşlar. Burada bilince iki önemli işaret var: Biri, istisna etmek, bir şeyi ayırma bilinci; diğeri, “Ben” ve kişilik ve iman bilinci...
Âyette geçen “Hüve”, Mutlak Bilinci ifade eder ki, Allah kelimesi ile ifade edilir. Allah bu Mutlakiyeti, diyalektik ve Rubûbiyet ile gerçekleştirir. Mümin insan, bu sonsuzluğu bildiğinden ve Rubûbiyet ile gördüğünden “Ben, Rabbime asla kimseyi ortak koşmam!” demiştir.
39- “Sen, ey arkadaş! Neden (maddî) cennetine girerken, ‘Allah’ın dilemesiyle, bu bağ ne güzel olmuş! Allah’ın dışında hiç bir kuvvet (enerji) olamaz!’ demedin? İşte eğer sen, beni mal ve evlatça daha az görüyorsan,”
40- “İşte Rabbim pek yakında senin cennetinden daha yararlı bir şeyi bana verecektir. Ve senin cennetin üzerine gökten hesaplı bir bela indirecek. Senin o bağın (cennetin) ayak kaydırıcı bir toprak (çamur) olacaktır.”
41- “Veya onun suyu batar, sen artık onu asla isteyemezsin.”
Bu Üç Âyetin Kelimeleri
* Âyet; 39
“Levlâ”: Geçmiş bir şeyin yani geri dönülmesi artık mümkün olmayan bir yanlışın sorgusu için kullanılır. “Neden?” manasına gelir.
“Sen cennetine girdiğinde”: Yani “Sen” ve bilinçli tercih (giriş) ve cennet kelimeleri kaybedilmiş bilinç durumlarını hatırlatır.
“Maşâallah, kuvvet ancak Allah ile olur”: Bu kelimeler, İlâhî Sonsuz Bilinç ve Meşieti; ve Allah’ın Gücü ve Enerjisi dahi, ilmi ve bilinci ve sonsuzluğu içerdiğini keskin bir şekilde gösterir.
“Eğer beni görüyorsan”: Şüphe ve şart edatı, kâfirlerin görüşünün şüpheli olduğunu, gerçeği ifade etmediğini söylüyor. “Beni” manasına gelen “Ya”nın hazfedilmesi mümin kişide benliğin fazla görünmediğine işarettir.
“Benim malca ve veletce daha az olduğumu...”: Evet, imanlı olanlar ve maneviyâtı esas alanlar, tercih sonucu nicelik olarak başta zayıf olurlar.
* Âyet; 40
“Fe asâ”: Umut ve gelecek imajı olan bir kelime...
“İşte Rabbim bana daha hayırlısını verecek...” : Rabb, somut bilinç ifadesi. Yani mümin kişi başta nicelik ve somut verilerde zayıf olabilir. Fakat bu durum kısa sürer.
“En yu’tiyenî” : Bu kelimedeki, “Ben” manasına gelen “Ya”nın hazfedilmesi, yazı olarak bildirir ki, Allah sadece bir kişiye değil de bütün ehl-i imana umut ve mal verir. (Çünkü “en yu’tiyenne” şeklindeki okunuşu hatırlatır.)
“Senin cennetinden daha hayırlı”: Evet, mana ve bilinç ile olan az bir mal dahi, tek taraflı ve materyalizm sonucu olan çok maldan daha faydalı ve daha hayırlıdır.
“Hüsbân”: Gelişi-gidişi hesaplı olan kozmik meteor veya musibet demektir.
“Tusbiha”: Bu kelime işaret eder ki, her sabah her şey değişiyor. Fakat kâfirler, bu maddî düzeni değişmez kabul ediyorlar.
“Semâ”: Atmosferden geçen meteora bir işaret olduğu gibi, değişkenlik yasasına da bir göndermedir. Çünkü gökyüzü, yeryüzüne göre daha çok değişkendir.
“Yapışkan veya kaydırıcı toprak”: Bu kelimeler der ki, sizin beşiğiniz olan toprağı, erozyondan ve çamur deryası olmaktan kurtaran ancak ağaç ve bitkilerdir. Ve bunlar da her an çekilmeye hazır olan “su”ya muhtaçtır.
* Âyet; 41
“Evet, dünya suyu bir gün batacak, insanlık onu asla geri getiremeyecektir. Ve böyle bir şeyi talep ve arzu dahi edemeyecek.”
42- “İşte bunun üzerine onun mal ve meyveleri bir bela ile kuşatıldı. O ise (‘asbaha’ değişmeye başladı.) o maddî cennet uğruna harcadıklarına üzülerek, ellerini ovuşturmaya başladı. O cennet ise bütün tahribâtı ile çardakları (dayanakları) üzere yıkık olarak görünür. O ise, ‘Keşke, Rabbime hiç kimseyi ortak koşmamış olsaydım!’ der.”
Âyetin başında “We”nin gelmesi işaret eder ki, bu ceza daha önceki bölücülük ve dengesizliğin neticesidir.
“Kuşatıldı” kelimesi bildirir ki, bu bela ekolojik ve sonsuzdur, artık karşı konulamaz.
“Semer”: Meyve demektir. Yani bağ, ve dayanakları duruyor. Fakat neticeleri ve kârı tahrip edilir. Bu durum ise daha acıklıdır.
“Asbaha”: Artık onların değişmesi, pişman olması fayda vermez. “Elleri ovuşturmak” zararın, çaresizliğin, pişmanlığın acı hal ifadesidir. Üzüntü kaynağı da “Daha önce yaptığı milyarlarca harcamalarıdır.”
Bağ artık “hàviye” yani bomboştur. Sadece temelleri ve dayanakları olan çardaklar kalmıştır. Çardak dört dayanak demektir. 4 ise maddiyâtın sembolü ve matematiğidir.
“Leyte”: Boş temennidir, keşke ve kayıp duygusu manasına gelir. Bu duyguyu da ancak onun şahsı hissettiğinden, sistem sonsuz olmakla zarardan kurtulduğundan, kayıp duygusu kendi şahsına verilmiştir.
“Lem üşrik bi Rabbi Ehaden”: Yani şirk reel bir varlık değildir, negatif bir şeydir. Ve daha önce kâfirlerin şirk koşmaları, sadece onların keşkeli arzusu ve istekleri idi. Onların göreceli davranışı ve inanışı Allah’ın sonsuz sistemine ve birliğine zarar ve halel getirmez.
“Bi Rabbi” (Yani Kendi Rabbime): Yani şirk, İlâhî sonsuz Rubûbiyete ancak bir ilinti ve iddiadır. Allah’a zarar vermez. Çünkü Rubûbiyeti sonsuzdur. Demek şirk ancak Allah’ın o kişiye bakan rahmetini eksiltir.
Âyette, “uhite” (kuşatıldı) fiilinin, geçişli olması için “ba” harfine ihtiyaç olmadığı halde, “ba” ile gelmesi işaret eder ki, o musibet, bağın bütün her şeyine ilişmiştir, her şeyini yıkıp yakmıştır.
“Ellerini ovuşturma” kelimesi işaret eder ki, insanın asıl sermayesi ve ona hâkim olabileceği tek şey iki elidir.
“Enfaka fîha”: Onun içine yaptığı harcama ve infak kelimeleri remzen der ki, kâfirler sadece mal ve gelir ve reklam “içi” ne harcama yaparlar, onların harcamaları “içine”dir, “için” değildir; yani kamu için, Allah için, başka yüce gayeler için değildir.
“Hàviye”: Yıkılmış anlamına geldiği gibi, boş anlamına da gelir. Çünkü yıkılan şey artık boş ve metrûk kalır.
Bu âyetin 17 kelimesi, 42 yaşında bu hale düşen ve 17 sene böyle sıkıntı çeken bir adamın haline bakar.
43- “İşte böyle bağının (cennetinin) başına bu şekilde bela gelen o adama hiç bir millet ve cemaat (fiet) yardımcı olamadı. Ve kendisi de kendine yardım edemedi.”
Çünkü gelen bela sonsuz bir güçten geldi. Onun gücü ve cemaatin gücü sınırlı idi.
“Fietün” kelimesi, grup, yığınla halk ve büyük cemaat manasına gelir. Doğulu muhterem ve iyi Arapça bilen bir iki zât ile bu kelimenin kökünü 5-10 kaynaktan araştırdık. Netice, bu kelimenin “fey’” (güç, ganimet, ekstra destek) kökünden geldiği tercih edildi.
Evet, kâfir kişi ve kral kendi şahsî gücünü evvela yeterli görür. Halkın, cemaatin desteğini de ekstra bir destek olarak görür. Dolayısıyla inançsız kişi, bencil ve gururlu olduğundan, demokrat olamaz, halka güvenemez, halkın gücünü ancak zor zamanlarda kullanmaya bakar. Fakat böyle büyük felâketlerde o da, onun şahsî gururu da artık işe yaramazlar.
44- “İşte böyle bir durumda, sahip olmak, (velâyet) egemenlik ve yetki, ancak reel, doğal ve gerçek olan ve sonsuz olup bütün zamanları aşan ve bu sonsuzluğu için Allah ile ifade edilen soyut ve güçlü yasaların ve bilinçli sistemindir. O, ödül vermek ile de, neticelendirme ile de daha hayırlıdır. ”85
[Başka yerel, dünyevî ve zâhirî sistemler ödül verse de, netice verse de] “Hakk olan Allah’ın o bilinçli ve evrensel yasaları daha faydalıdır, daha verimlidir, ve sonuçları daha hayırlıdır.”
45- “Onların (insanların) bu şekilde gerçeği sonsuz olarak bilmeleri için sen dünya hayatının mâhiyetini onlara şöyle anlat:86 ‘Dünya hayatı şu hakikate benzer (sınırlı haliyle) gökten indirdiğimiz bir su ki, yerin bitkileri onunla gelişir, iç içe girer. Ve kısa bir zaman ardında çer çöp olup rüzgârlar, onu etrafa savurur. Çünkü Allah her şey üstüne iktidar sahibidir.’”
Âyetin Kelimeleri
Âyetin “We” edatı ile bir öncekine bağlanması, işâret eder ki inançsızlık ve nankörlük konusunda insanların yanılması, dünya hayatının mâhiyetini bilmeyip onu her şey ve sonsuz sanmalarıdır.
“Idrib lehüm”: “Onlar için temsili vur!” lafzı gösterir ki, bu gibi metafizik açılımlar ve bilgiler basılan sikkeler gibi çok değerlidirler. Ve insanların bu değerlere uymaları gerekir. Çünkü bunlar darb-ı meseldirler.
“Lehüm”: “Onlar için” ifadesi îma eder ki, din düzeni bir miktar kural koysa da, yine onların lehinedir, onları dağılmaktan kurtarır.
“Dünya hayatının meseli...” : Daha önce 22’nci âyette “İki adamı örnek olarak söyle” şeklinde geçmişti. İki adamın kendileri misal idiler. Burada ise dünya hayatının misali (özü, ruhu, esprisi) şeklinde söylenmiştir.
Evet, dünya hayatının (yakın ve ölümlü bu 1. hayatın) aslı, özü, gerçek sebebi gökten inen sudur. Ve o su ile gelişen maddî ve mânevi bilinçtir.
Dünya hayatının kendisi ise toprakta yerleşip su ile gelişen ve çok güzel görünmekle beraber kısa bir zaman içinde kuruyan bir bahar mevsimi gibidir.
Kısa zamana işâreten “takip fâ’sı” gelmiştir. Bahar mevsimine işâreten “fe asbaha” denmiştir. Yani dünya bütün dönemleriyle yeni bir bahar ve yeni bir sabahtır.
Kendi değerinin kısa bir zaman sonra yitirilmesiyle beraber manası, tohum ve gelecek yani bir hayata kaynaklık etmesi yönü çok değerli olduğuna işâreten, önce “çer çöp olur” denmiştir. Ve ardından “rüzgârlar, onun tohumunu etrafa saçar” (tezrûhu’r-riyâh) denmiştir.
Evet, tohumlar, çekirdekler birer mûcizedirler, ve sonsuz bilinç taşıyan birer koddurlar. Onların ilk sebebi su ise de, sonraki sonsuz bilinci taşımaları, ve yenilenmeleri ve gittikçe gelişmeleri emir âleminin bir ma’kesi olan rüzgârlar ile olur.
Yani varlıkta —dünya da, âhirette de— üç önemli kanun var:
a) Şehâdet ve görünen kanunlar âlemi,
b) Emir ve nasıl eseceği belli olmayan hava âlemi,
c) Bu ikisinin ortası ve sebepleri olan su âlemi...
“Allah, her şey üzerine iktidar sahibidir” cümlesi insanlara der ki, siz siyasetinizi, bu doğal yapıya göre tanzim edin, yasalarınızı ona göre düzenleyin, bilginizi bu üç kategorik kanunlara göre öğrenin. Yoksa iktidarlar elinizden uçar gider.
Bütün Kur’anda Allah için “Alâ külli şey’in kadîr” dendiği halde, bu âyette “Alâ külli şey’in muktedir” denmesi bu nükte içindir.
Evet bu 45. âyetin işaret ettiği gibi insanın dokuz aylık doğum sürecini değiştiremeyen ve 45’inden sonraki ihtiyarlığını durduramayan bir iktidar, onun fıtratına aykırı yasalar yapmamalı! Onun sonsuz emel ve arzularını söndürmemeli! İnsanın ebedîlik arzusunu, mal ve cinsellik ile masturbe etmemeli!
46- “Evet, mal ve çocuklar bu geçici dünya hayatının zîneti (süsü) dirler. (70 sene sonra onun elinden çıkıyorlar.) Yararlı ve ebedî olan şeyler ise Rabbinin katı ile ifade edilen âhirette, ödül ve karşılık olarak daha hayırlı ve faydalıdırlar. Ve umut olarak da daha faydalıdırlar. Çünkü insanın umutları ve emelleri sonsuzdurlar.”
İşte bu ebedîlik ve âhiret konusunda şüpheniz olmasın. Sûrenin başından bu 46. âyete kadar binler ebedî bilinç ve hayat örneklerini gördünüz. İnsanın 46 kromozomunda da yine sonsuz bilgi ve bilinç ve hazırlık katmanları var. Sizin bu sonsuz bilinci görmemeniz onun olmadığını göstermez.
Bu 46. âyetin 45. âyet ile irtibatı çok açık ve kuvvetli olduğundan arada “We” bağlacı gelmiştir.
47- “Bir gün Biz (Bizim Sistemimiz) dağları (ve yeryüzünde bir form, bir bilinç, bir kişilik ifade eden her şeyi) yürüttüğümüzde (düzleyip onlara son verdiğimizde, yani yeryüzünün içinde saklı olan sonsuz bilinci örten ve gizleyen bütün sebepleri kaldırdığımızda)87 yeri, açık, berrak, sebeplerin perdeleri kaldırılmış olarak görürsün. İşte biz o gün onları diriltir, toplarız. Ve hiç kimseyi (hiç bir bilinci) mağdur edip yerin içinde bırakmayız.”
“Haşir” kelimesi, biyolojik bir delile, “gadr” de sosyolojik ve psikolojik bir delile işâret ediyorlar.
48- “İşte onlar, çok düzenli olarak,88 senin kalbine bu düzenli Kur’anı indiren ve seni onunla manen dirilten Rabbinin huzuruna arz edilirler (Biz onlara deriz ki,) ‘Sizi ilk olarak yarattığımız gibi bize geldiniz, farkında mısınız? Fakat siz daha önce size randevu vermediğimizi iddia etmiştiniz ve bu konuda hiç bir deliliniz yoktu.’”
Bu âyetin çok derin nükteleri var. Fakat sadece üç tanesine bakacağız:
1) İkinci diriliş, birinci dirilişin benzeri olacak. Fakat 1. dirilişte gelişme ve bilinç deneyimleri oluşturmak için evrim sürecine ihtiyaç vardı. Fakat nasıl 9 milyon yıllık o süreç bugün ana karnında 9 ayda hızlı çekim ile gerçekleşiyor. Aynen öyle de haşir ve kıyâmet belki de 9 günde olacak... Kur’anın birçok âyeti ile haşri ve dirilişi 150 sayfa ile delilli bir şekilde dile getiren Bediüzzaman’ın Risaleleri, açıkça ikinci dirilişin birincisinin aynısı olacağını fakat sürenin farklı olabileceğini söylüyorlar.
2) “Za’m” ve “da’m” dayatma demektir. Fakat za’m, dayatmalı kuru iddia demektir. Ki, cumhuriyetin ilk yıllarında bir parti bu inançsızlığı milletimize zorla dayattığına işarettir. Müşriklerin Sahâbelere böyle bir inkârı zorla dayattığı gibi...
3) “Mew’id” randevu, vakit, saat gibi kelimeler, kâinattaki sibernetik ve ikili sistemin egemenliğine işarettir. Fazlalığın, israfın olmadığını gösterir. Fakat bakışımız üç boyutlu ve kısa mesafeli olduğundan o sistemin içinde saklı olan sonsuz bilinci göremiyoruz.
49- “Ve kitap (yazı, kayıt, bilgi, yasa) ortaya konulur. İşte bunlara karşı suç işleyenlerin gözlerinde, o kitabın içindekilerinden dolayı, şafak attığını, şaşkın olduklarını görürsün. Ve çok yazık bize! Ne oluyor, bu kitaba! Küçük-büyük hiç bir şeyi içinde saymadan bırakmıyor.89 İşte onlar, bütün yaptıklarını önlerinde hazır olarak görürler. Senin Rabbin, hiç kimseye, hiç bir bilince —dengesizlik ve adâletsizlik yaparak— zulmetmez.”
[1400 sene sonra, ikili sistemi, elektronik devleti, sonsuz kayıt verilerini keşfeden Avrupalıların, bu âyeti okuduktan sonra gururlanma hakları kalmaz.]
Haşir ve dirilişin sayısız delillerinden biri de insanlıktır. İnsanlık 8 milyon sene evrimleşmiştir. Son milyon senede soyut girişimlerde bulunmuştur. Ve son 100.000 senede “homosapiens” (kültür insanı) olmuştur. Bu son 100.000 senenin de son 10.000 senesinde medeniyet kurup yerleşik düzene geçmiştir. Artık dil, edebiyat, inanç sahibi olmuştur. Başka bir tabir ile “âdem” (gerçek insan) olup hayvanlıktan kurtulmuştur. Bu âdemiyet dönemi kimyada soyut bir tesir ve ışık manasına gelen 5. element gibi, üstün ve yaratıcı olup eskiye göre âdeta bir nevi cennet hayatı demektir. Âdemiyet, soyut değerleriyle, bilinçli hayatıyla, fen ve düşüncesiyle adeta haşir ve cennet için binler delil olmuştur. İşte Kur’anın bu gibi dizilişinin mucizeliğini bilmeyen bir takım şüpheciler, eskiden bu Âdem bahsi, Kur’anda başka 6 yerde zikredilmiş, burada neden bir daha anlatılıyor diye itiraz ediyorlardı.
50- “İşte Biz (Bizim bilinçli sistemimiz) bir vakit bütün meleklere (maddi ve manevi bilinçli güçlere) dedik ki: ‘Âdem için (varlığın, soyut ve mânevi değerlerin, yeni bir dünya olan insanlığın sâhibi olan tür için) secde edin, hizmetkar olun! İblis (negatif ve yapay yaratık) hariç hepsi bilinçli olarak secde ettiler. İblis görünmez yaratıklardandır. Sistemin içinde rolü küçüktür; onun için diyalektik süreci işleten Rabbinin emrinin dışına çıkmıştır. Arık siz, onu ve onun ürünlerini (zürriyetini) bana rağmen nasıl kendinize velâyet sâhibi edinirsiniz? Hâlbuki o size daima zarar veren bir düşmandır.’”
[Eğer siz dengesizlik ve bilinçsizlik manasına gelen zulme girmezseniz, ona yenilmezsiniz. Fakat eğer girerseniz, otomatik olarak o sizin veliniz olur.]
“İşte zalimler için ne kötü bir değişiklik!”
Âyetin Kelimeleri
Âyet, bu âdem gerçeğini dirilişe delil yaptığından, başında “We” bağlacı gelmiştir.
Maddî ve mânevi bütün sistemin ve varlıkların insana hizmetkâr ve secdeber olması gerçeği sonsuz bir bilinç ile olduğundan ve zamanüstü olarak görünen bir arketip olarak somutlaştığından âyet zamansızlık manasını veren “İz” edatı ile kullanılmıştır.
“Dedik”: Bu secde ve emir, ehadiyet tecellisi ile sadece Zât-ı Akdes’ten değil de, Onun sonsuz sisteminin bir emri olduğundan, âyette çoğul kipi ile “Biz” denmiştir.90
“Melekler”: Melek, güç, mülk, varlık, mana, öz yapı, kollektif kişilik manalarına gelir. Ve eğer bu gerçeklerin yaptığı iş maddî bir eylem ise dişil kipler ile yüklemleri gelir. Yok eğer yaptıkları mânevi ve bilinçli bir eylem ise yüklem eril kip ile gelir. Bu âyette olduğu gibi, “fesecedû” denilmiştir.
Secde ve itaatin o sonsuz sistemin bir tek tetiklemesiyle olduğundan, süresizlik ve hemencecik manasına gelen “takip fâ’sı” ile kullanılmıştır.
“Âdem”, insanlığın maddî-mânevi kollektif kişiliği olduğu halde, metafizik ve arketipler dünyasında ruhanî bir şahsiyet olarak gözüktüğünden, özel (alem) isim ile gelmiş, ve ruhanî âlemde melekler ile içli-dışlı olarak anlatılmıştır.
Jung gibi bilim adamları, bu arketip ve kollektif ve ruhanî yapıları evrensel bilince ve dirilişe delil yapıyorlar. (4 Arketip Kitabına bakınız!..)
“İblis” kelimesinin sayısal değeri 103’ tür. Ca’l (yapaylık ve onarım) kelimesinin de sayısal değeri 103’tür. Allah’ın buna, göreceli ve geçici ve yapay bir yetki verdiğini, sonradan da onun tahribâtını tâmir ettiğini gösterir.
Eskiden Sâmî milletlerde rakam olmadığından, konuştukları bütün kelimelere de sayısal bir mana verip, aralarında ilişki kuruyorlardı. Âdem’in 46 etmesi, 46 kromozoma işâret olduğu gibi...
Peki onlar DNA’yı ve kromozomu nereden biliyorlardı, diye sorulursa, “Dillerin tevkifi (İlâhî Sonsuz Bilinç ile) olduğunu” söyleriz ki, hak mezheplerin çoğu bu görüştedirler.
Âyetin son kelimesi olan zulüm (dengesizlik) gerçeği, materyalist olup, varlığın tek boyutlu olduğuna inanıp dengesizliğe sebep olanlara baktığı gibi; aynen öyle de; maddeyi, bilimi, doğal yapıyı, bilinçli evrimi inkâr eden, inanç sisteminin içine kendi yanlış tasavvurlarını ve hurâfeleri katmakla daha büyük ve daha tahripkâr bir dengesizliğe sebep olan yani âdemiyetin ve Kur’anın, anlattığımız ve gördüğümüz o mûcizeli, sosyal ve bilinç ifade eden eşsiz yasalarını bilmeyip “Din = Hurâfe” dedirten bu günkü Müslüman ve Hıristiyanların dengesizliğine ve mânevi zulmüne açıkça bakar.
Çünkü bu âyet, açıkça bu gibi dindarların dengesizliğine ve mânevi zulmüne ve dinsizleri mâzur yapan hurâfelerine ve düşüncelerine bakar.
Çünkü bu 51. âyetin, kâfirlere ve müşriklere bakan açık bir veçhesi gözükmüyor. O gün itibârı ile Mekke müşriklerinin Âdem, Secde ve Melekler konusunda bir takıntıları yoktu. Demek bundan ve dindarların tamamıyla hurâfelere binmelerinden ve gelen mûcizeli kelime seçiminden diyebiliriz ki, bu 51. âyet sadece dindarlara bakar, onları bilime, doğal bilince ve doğal yasalara davet ediyor. Âyetlerin birbiriyle ilişkisi o kadar çok açık ki aralarında “We” bağlacı bile kullanılmamıştır.
Dostları ilə paylaş: |