Medenî”; “şehirli, şehre ait, şehre özgü



Yüklə 0,95 Mb.
səhifə16/16
tarix15.01.2018
ölçüsü0,95 Mb.
#38277
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   16
Fresk, resim sanatının büyütülmüş şeklidir. Sarayların duvarlarına titizlikle işlenen figürler, muhteşem görünüm ile hayranlık uyandırıyor. Kiliselerin duvarlarında dini sembolleri yansıtan fresk sanatı, şimdilerde müzelere ve tarihi mekânlara ev sahipliği yapmaktadır.

68


 En çok tezhiplenen kitabın Kur’an olmasının sebebi, Kur’an yazmanın ve süslemenin sevap olmasından kaynaklanmıştır. Özellikle Kur’an-ı Kerim’in ilk iki sayfasının bu tür bir süsleme ile doldurulması adeta bir kural haline gelmiştir. Diğer kitaplarda ise genellikle metnin başında tezhipli bir besmele bölümü koymak yeterli olmuştur. Baş sayfalarda taç şeklinde yapılan tezhibe tepelik veya mihrabiye, bunların üstünü ok şeklinde süsleyen tezhibe tığ; hizb, çüz, sûre, vakıf, secde ve aşir işaretleri saran tezhibe gül, zahriye/kitabın dış kapağındaki süslemeye şemse denilmiştir.

69


 Türklerde tezhibin geçmişi VIII. yy.da Mani dinini kabul eden Uygurlara kadar uzanır. XV. Yy.da Mısır’da Memluk sanatçıları ayrı bir tezhip üslubu geliştirmişlerdir. Aynı dönemde İran’da ve ardından Timurluların egemen olduğu Herat, Hive, Buhara, Semerkant gibi merkezlerde tezhip sanatı büyük gelişme kaydetmiştir.

70


 Hat sanatı İslam kaynaklarında “cismanî aletlerle meydana getirilen ruhanî bir hendese” olarak tanımlanmıştır.

71


 Aslı Nabatilerden gelen basit Arap harfleri, İslam ile birlikte önem kazandı. Arap hattı, çeşitli dönemlerde işlendiği bölgeye nispetle, İslam öncesi Anbarî, Nirî, Mekkî ve hicretten sonra Medenî isimlerini alarak gelişti.

72


 Kur’an ayetlerinin yazılması dinî bir görev olarak kabul edilmesinden, hat sanatına Müslümanlar oldukça önemli ve yüce bir mevki vermişler, hattatlar diğer sanatçılardan daha üstün tutulmuşlardır. Hatta bunun sonucu olarak Türklerde herhangi bir yazılı kâğıt parçası bile hürmetle yükseğe kaldırılması ve saklanması dinî bir vecibe olarak kabul edilmiştir.

73


Ebru zevkli, ancak sabır isteyen bir sanattır. Önce boyayı iyice emecek nitelikte ve dayanıklı uygun bir kâğıt seçilir. Ebru yapmak için genellikle dikdörtgen biçiminde, büyükçe ve yayvan bir tekne gerekir. Geven denilen otun gövdesinden elde edilen ve beyaz renkli bir tür zamk olan kitre, belli bir oranda, suyla bir kabın içinde karıştırılır. Kitre salep, keten tohumu, ayva çekirdeği, gazyağı gibi birçok değişik madde de kullanılmaktadır. Kitre ile bir karışım 12 saat kadar bekletilir ve zaman zaman karıştırılır. Kitre bu süre sonunda erir ve karışım boza kıvamını alır.

Daha sonra küçük fincanlarda ebru için boya hazırlanır. Boyalara ayrıca kahve kâğıdı taze sığır ödü katılır. Bunun amacı iyice ezilmiş boyanın dibe çökmeden yüzeyde kalmasını sağlamaktır. Bu biçimde hazırlanan değişik renkteki boyalar özel tekneye boşaltılmış olan boza kıvamındaki sıvının yüzüne serpilir. Yüzeyde birikintiler halinde kalan bu boyalar daha sonra tahta bir çubukla karıştırıldığında ya da yayıldığında şaşırtıcı ve ilginç desenler ortaya çıkar. Ayrıca hazırlayanın isteğine göre belli desenler de elde edilebilir. Bu desenlerin üzerine yatırılan özel kâğıt, 5-10 saniye sonra, iki ucundan tutularak kaydırmadan ve oynatmadan, kitap sayfası açar gibi bir yana doğru kaldırılır. Kâğıt, boyalı tarafı üste gelmek üzere uygun bir yere serilerek kurutulur. Böylece ortaya binlerce ayrıntı ve renk taşıyan desenler çıkar.





74


 Bunun tezahürü olarak mimarî tür olarak cami, türbe, medrese, tekke, süslemede arabesk ve hat hemen her yerde görülür.

75


 Bu camide çift katlı sahın kemer sıraları ve yuvarlık at nalı kemerler ilk olarak kullanılmıştır. Bu unsurlar Roma sanatının devamı olan Vizigotlar mimarîsinden kalmadır.

76


 Bunun dışında İslam mimarîsine katkı sağlayan ve özgün eserler veren Türk Devletleri; Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular, Memluklar, Timurlular, Safeviler, Babürlüler ve Osmanlılardır.

77


 Müslümanların cami yapımınrdaki gayretlerini aşağıdaki sayılar kısmen göstermektedir. İbn Havkal’ın kayıtlarına göre Palermo’nun merkezinde 300, köylerinde 200 cami vardı. Aynı şekilde Kurtuba’da bir ara mescit sayısı 4000’e ulaşmıştır. XI. Yy.da Mısır’da 800, Bağdat’ta yüzlerce küçük mescit ve 6 Cuma camii bulunuyordu. XVI. yy.da da Şam’da 600 civarında cami ve mescit mevcuttu. XIX. yy.da İstanbul’da 900’e yakın cami ve mescit bulunuyordu.

78


 Maksure: Camide hükümdarların içinde namaz kıldığı ve genel kullanım alanından parmaklık ya da kafesle ayrılmış, zeminden hafifçe yüksek kesime verilen ad. Burası mihrabın önünde yer alabilir; üst örtüsü bir mihrap önü kubbesiyle belirginleştirilerek caminin ana taşıyıcı sisteminde farklı biçimde ele alınabilirdi. Anadolu - Türk mimarisinde maksure görülmez. Osmanlı Selâtin camilerinde bu işlevi gören hünkâr mahfilleri vardır.

79


 Planda bir yandan Mescid-i Nebi, diğer yandan söz konusu kilise göz önünde bulundurularak bir senteze ulaşılmıştır. Yapı dikdörtgen şeklinde olup önünde üç tarafı revaklarla çevrili büyük bir avlu bulunmaktadır. Caminin içi, kıble duvarına paralel mermer başlıklı sütunlara dayanan iki sıra kemerle, bu sahnın ortasında dört sütuna oturmuş yüksek bir kubbe bulunmaktadır. Camide yarım daire şeklinde bir mihrab vardır. İslam tarihinde ilk defa mimarî unsur olarak görülen bu mihrab kendinden sonrakilere örnek olmuştur. Ayrıca güneyinde, eski kilise kuleleri üzerine oturtulmuş iki minare vardır. Kuzeyine de sonradan bir minare eklenmiştir. Bu son minare İslam minare mimarîsinin ilk özgün örneği durumundadır.

80


 Bu cami Şam Ümeyye Camii planına göre yapılmış, kırmızı tuğla ve beyaz taşla iki katlı örülmüştür. 360 at nalı kemeri, 1000 sütunu, büyüğü 1000 tane kandil taşıyan 113 avizesi, üç kapalı bin maksuresi, altın kaplamalı mihrabı ve öd ağacı, saç ağacı, abanoz ve bakkamdan yapılmış minberi ile göz kamaştırıcı güzelliktedir.

81


 Samarra Ulu Camii Mütevekkil tarafından 848-852 yılları arasında yapılmıştır. 240X156 metre boyutundaki eser 150 000 kişilik cemaat kapasitesi ile dünyanın en büyük camilerinden biri idi. Harim kısmı kıbleye paralel 25 sahna ayrılmıştı. Binanın düz çatısı kemersiz olup, yuvarlak kulelerle çevrilmiş olan dış tuğla duvarlar vardı. Bu caminin malviye denilen minare spiral şekli ile Babil zigguratlarını hatırlatan bir şaheserdir. Yüksekliği 53 metre olan bu minarede, dışarıdan 2.5 metre genişliğindeki rampalar bulunmakta ve binek hayvanları ile çıkılmaktadır.

82


 Tolunoğlu Ahmed Bey, Kahire’de 877-879’da kendi adına bir cami yaptırmıştır. Cami tamamıyla bir Türk eseri olup Samarra Camii tipindedir. Ayaklar ağır sivri kemerlerle birbirine bağlanmıştır. Bu usul Avrupa kilise bibar3isini etkilemiştir.

83


 İslam şehirlerinden bazıları, siyasî, ekonomik ve özellikle de coğrafî şartlara yenik düşerek zamanla ya tamamen harabeye dönüşmüş (Kûfe, Vâsıt, Fustat, Samarra ve Medinetü’z-Zehra gibi) veya kısmen terk edilerek eski dönem ve canlılıklarını kaybetmişlerdir.

84


 Osmanlılarda ise fethedilen gayri Müslim beldenin en büyük mabedini camiye tahvil etmek adetti. Ayasofya gibi.

85


 Bu çarşılardan bazıları; Sûk’u Haddâdîn, Sûk’u’l-Bezzâzîn (dokumacılar Çarşısı), Sûku’s-Sarrâcîn (Ayakkabıcılar Çarşısı), Sûku’l-Harrâzîn (İpekçiler Çarşısı), Sûku’l-Tahhâhîn (Tatlıcılar Çarşısı), Sû’ku’l-Hellâlîn (Sirkeciler Çarşısı), Sûku’s-Sevîk (Tahıl ve Un Çarşısı), Sûku’l-Varrâkîn (Kitapçılar Çarşısı), Sûku’l-Attârîn (Attarlar Çarşısı), Sûku’l-Bakkâlîn (Meyve ve Sebze Çarşısı), Sûku’l-Cezzârîn, Sûku’l-Decâc, Sûku’s-Senânîr (Evcil Hayvanlar Çarşısı), Sûku’s-Sarrâfîn gibi.

86


 Mahallenin vazgeçilmez unsurları; cami/mescid, tekke/türbe, kıraathane, bakkal, marangoz, berber ve tamirciler idi.

87


 Oda kelimesi de otağ’dan gelmektedir. Otağ iki odadan/bölümden oluşuyordu. Bunların arasında da “hayat” denilen bir mekân ve önde de bunları birleştiren bir yer bulunuyordu. Sonra ekonomik ve toplumsal gelişme ile birlikte otağ yerden biraz yükseltildi. Daha sonra iki odaya bir veya iki tane daha eklendi. İhtiyaç halinde başka odalar da eklenerek eski otağ bildiğimiz Türk-İslam evi haline geldi.



88


 Selçuklu veziri Nizamülmülk vakıf destekli Nizamiye Medreselerini kurarken Melikşah’a “Ey âlemin sultanı ben sana öyle bir manevi ordu vücuda getirdim ki, onların duaları arşa ve Allah’a kadar yükselir” diyerek bu kaynaşmaya atıfta bulunmuştur.

89


 Osmanlılarda ilk imarethaneyi İznik’te Orhan Bey (1326-1359) kurmuştur. Onun oğlu Sultan Murad da kurduğu imarethanelerin iyi hizmet verebilmeleri için zengin vakıflar tahsis etmiştir.

90


 XVIII. yy. sonlarında yalnızca İstanbul’daki imarethanelerde her gün 30 000 fakire yemek ikram ediliyordu. Bu imaretler yemek yanında muhtaçlara, gelirine göre adam başına 3-10 akçeye kadar para veriyordu.




Yüklə 0,95 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   16




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin